Unutkanlık, yediden yetmişe herkesi etkileyen gündelik sorunların başında geliyor. Çünkü her geçen gün artan aşırı cep telefonu kullanımı, sosyal medya hesapları, e-postalar, trafik keşmekeşi, iş yoğunluğu, aşırı stres, kalabalık ve kaotik şehir hayatı, dengesiz beslenme alışkanlıkları derken, unutkanlık pek çok kişi için, şiddeti giderek artan bir problem halini alıyor. Bu nedenle gündelik hayatta belli bir orandaki unutkanlığı herkes yaşayabiliyor. Evin anahtarını arabada bırakmak ya da yakın bir dostun doğum gününü unutmak gibi durumlar can sıkıcı ve sinir bozucu olabiliyor. Ancak basit unutkanlıklar üst üste ve çok sık olmaya başladığında unutkanlık can sıkıcı olduğu kadar da endişe verici bir hal alabiliyor ve hemen Alzheimer hastalığı ya da bunaklık benzeri hastalıklar akla gelmeye başlıyor. Oysa unutkanlığın depresyon gibi olağan ve kolayca çözüm bulunabilecek nedenleri olabiliyor.
Mevsim geçişlerinde, hemen hemen herkesin “Depresyondayım!” demesine aşikârız. Hayattan zevk alamama, içe kapanma, uyuşukluk ve sürekli kendini üzgün hissetme, herhangi bir şey yapmak istememe ve bu isteksizliğinin nedenini belli başlı bir olaya ya da duruma bağlayamama depresyonun temel belirtileri arasında yer alıyor. Depresyon bireyin bedenini, düşüncelerini ve duygu geçişlerini an ve an etkileyebiliyor. Bununla birlikte, beynin ön tarafında ve görme merkezine yakın alın bölgesinde ortaya çıktığı bilinen depresyon, unutkanlığa da yol açan ruhsal bir sorun... Dolayısıyla, unutkanlık probleminin nedenleri standart gibi görünse de, B12 vitamini eksikliği, zekâ geriliği, diyet, beyin hastalıkları, metabolizmadaki yavaşlama, yorgunluk ve Alzheimer nedenlerinin dışında, depresyon da unutkanlığa neden olan önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.
“Bu aralar her şeyi unutur oldum!”, “Hafızam gücünü yitirdi!”, “Neyi nereye koyduğumu unutuyorum!”, “Son zamanlarda bir şeyleri eksik yapıyorum!” gibi cümleler sık kuruluyorsa, kişi depresyonda olabiliyor. Yapılan araştırmalar depresyon yaşayan bireylerin çoğu zaman bazı şeyleri unuttuğunu gösteriyor. Bu noktada önemli olan bir şey daha var ki, bu da depresyonun etkilerinin, diğer bir değişle hissedilen durgunluk, yorgunluk ve unutkanlık halinin sürekliliği... Yani depresyonun sürekliliği unutkanlığı artırıyor. Bu nedenle, depresyona bağlı psödodemans yani yalancı bunamanın hangi seviyede olduğunun öğrenilmesi ve tedavi yollarının belirlenmesi için mutlaka hekim kökenli bir psikoterapiste başvurulması gerekiyor.
Unutkanlığın ciddi bir soruna dönüşüp dönüşmediğini anlamak her zaman kolay olmayabiliyor. Unutkanlığın yanında;
Yükümlülüklerini yerine getirememe,
Bazı becerilerin kaybolmaya başlaması,
Olumsuz yönde mizaç ve huy değişiklikleri,
Sevgili okuyucularım,
Doğadaki bütün canlılara şefkat ve merhamet esasının egemen olması gereken Ramazan ayı boyunca; sizlerin aşk, evlilik, yakın ilişkiler ve cinsellikle ilgili sorularınızı yanıtlamaya devam edeceğim. Çünkü insanın maddi ve manevi gelişmesinin yanı sıra ruh ve beden sağlığının korumasında önemli bir yer tutan cinsellik; İslam dini tarafından, insan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri olarak görülmüştür. İnsanlar için cinsel arzu ve istekler; açlık, susuzluk gibi doğal olgulardır. Ancak buna rağmen, her yıl, Ramazan ayında aynı tartışmalar yaşanır: 'Ramazan'da yaşanan cinsellik; ayıp, yasak ya da yanlış mıdır?'
İslam inancına göre oruç tutmak, ruhu ve bedeni terbiye eder ve bu yönüyle daha derin bir anlayış ve yaşayış vaat eder. Oruç, kişinin sahip olduğu nimetlerden bir süre ayrı kalmasını gerektirir ve hep elinin altında hazır olarak bulduğu şeylerle arasına bir mesafe koyar. İftar vakti bu mesafe ortadan kalkar ve kişi orucunu tuttuğu her ne varsa, özlediği ve uzak düştüğü lezzetleri yeni bir heyecanla tadar ve yeniden keşfeder. Bu nedenle iftar orucu tutulan cinselliği de güzelleştirebilir ve cinsel mutluluğun gelişimi için yeni bir fırsat sunabilir.
Cinsellik ekmek gibi su gibi güzel bir nimettir; kadın ve erkeğin birbirlerine ruhlarını ve bedenlerini armağan ettikleri eşsiz bir sofradır. Bu sofradaki lezzetleri derinleştirmek, o sofraya oturmanın keyfini yine, yeni, yeniden yaşamak insanoğlunun hakkıdır.
Son aylarda laf dinlemeyen, nasihat heyetlerini kabul etmeyen, hep bildiklerini okuyan, evlerini, barklarını terk eden ve genç sevgilileriyle gazete manşetlerini süsleyen orta yaş ve üstü erkekler kamuoyunun dikkatini çekiyor. Eskiden bu tür davranışlar azgınlık ya da kadın düşkünlüğü olarak nitelendiriliyordu ve “Kırkından sonra azanı teneşir paklar” deniliyordu. Bunun insan yaşamının belirli bir döneminde yaşanılan psikolojik bir süreç olduğu gerçeği bilinmiyordu. Bu nedenle yaşlı erkek-genç kadın veya yaşlı kadın-genç erkek türü ilişki çeşitleri hakkındaki bilinmeyen gerçekleri açıklamak istedim.
Orta yaş krizine giren, cinsel isteğinde yalancı artış yaşayan, evini, karısını, işini veya sosyal çevresini terk etmeye teşebbüs eden, kıskançlığı artan, çapkınlık yapan ve keyfine düşkün olan erkeklere halk arasında azgın teke, bu durumun yaşanmasına da Azgın Teke Sendromu deniyor. Yani orta yaş krizine bağlı çapkınlık yapanlar "azgın teke" olarak biliniyor. Ailelerde meydana gelen parçalanma, çocukların evlenmesi ya da evden ayrılmış olması, mesleki yaşamın gerilemesi ya da emeklilikle birdenbire kesilmesi erkek menopozu olan andrapoz ile aynı döneme denk geldiğinde, var olan sorunları ağırlaştırarak Azgın Teke Sendromuna yol açabiliyor. Birçok ünlünün kendinden yaşça küçük kadınlarla evlenmeleri Azgın Teke Sendromu'na örnek gösterebiliyor.
Her erkekte görülecek diye bir kural olmasa da, orta ve ileri yaştaki bazı erkekler, yaşamlarını sorgulamaya, genç bir partner aramaya ve kayıplarını fark etmeye başlayabiliyorlar. Bütün dertleri uğruna evlerini terk ettikleri genç kadınlarla aralarındaki yaş farkını ört bas etmeye çalışmak olan azgın tekeler gençleşmek için her türlü estetik ameliyatı yaptırabiliyor. Yaşla birlikte azalan, dengesizleşen veya durağanlaşan cinsel hayat, saç dökülmeleri, saçlarda beyazlamalar, kilo artışı, sarkma ve çatlaklar erkeği mutsuzluğa ve karamsarlığa sevk edebiliyor. Yaşlanmaya başlayan bedenlerini ruhsal dünyasında kabul edemeyen, cinsel bilgileri kulaktan dolma erkekler, medyanın verdiği gazla, direnç olarak cinselliklerini daha çok kullanmaya çaba gösterebiliyor.
Magazin programları orta yaş ve üstü erkeklere iyi gelmiyor. Ekrandaki zengin ünlülerin genç kadınlarla görüntüleri abartılı beklentiler doğurabiliyor. Magazin programlarında görülen aldatma, yasak aşk, cinsellik, zengin ve ünlü orta yaşlı erkeklerin eşlerini bırakıp daha genç olanlara yönelmeleri halkın kafasını karıştırabiliyor, abartılı beklentiler oluşturabiliyor. İlerleyen yaşla birlikte cinsel güç kaybına ilişkin geliştirilen yanlış davranışlar azgın teke sendromuna yol açabiliyor.
Sertleşme sorunlarında kullanılan cinsel gücü artıran ilaçlar Azgın Teke Sendromu'na yol açabiliyor. Cinsel faaliyetlerinin azalmaya başladığı gerçeğinden rahatsız olan erkek; çevresine cinsel hayatında bir değişiklik veya herhangi bir azalma olmadığını, eskisi gibi devam ettiğini göstermek çabası içinde girebiliyor, cinsel duygu ve isteklerine esiri olabiliyor, iradesini ve ahlak ölçülerini ayaklar altına alabiliyor ve sadece cinsel haz peşinde koşabiliyor. Hatta ilerleyen yaşlarda kendisinden yaş olarak çok küçük bir kişiyle birlikte olarak hâlâ genç kaldığını ispat etmeyi deneyebiliyor.
Evini, kırk yıllık karısını, işini veya sosyal çevresini terk ederek "Yıkılmadım ayaktayım" mesajı vermeye çalışan erkeklerin sorunlarına doğru tanı koymak ve doğru yönlendirmek toplumsal bir görev... Bu soruna doğru tanı koyamazsak ve doğru çözümler üretemezsek evini terk eden erkeklere; kendine güven duygusunu yitirmiş, bir paçavra gibi bir kenara atılmış hissini yaşayan umutsuz ve mutsuz kadınlar eklenecek... Çünkü sorun her ne kadar hormonsal gibi algılansa da psikolojik... Kişi yaşlandıkça yaşlananın ruhu değil bedeni olduğu ve ruhun gıdasını vermek kaydıyla her yaşın kendine göre güzellikleri olabileceği gerçeğini anlayamaz ise; huzursuzlaşıyor, kendini kötü hissediyor ve anlamsız bir var olma çabası içine girebiliyor. Basında daha çok erkekler yer alsa da, ister kadın ister erkek olsun, durum fark etmiyor ve var olan partnerin ve evin dışında mutluluk aranmaya başlanıyor. Kısaca hayata renk katamama ve duygusal ihmaller azgın teke sendromuna yol açabiliyor.
Azgın tekelerin büyük bir bölümü, ilk şiddetli krizden sonra kendine geliyor ve pişmanlık duyuyor. Bu nedenle imajlarını yenilemek ve incinen gururlarını tamir etmek için yaşadıkları aşk masallarının arka planında Azgın Teke Sendromu olan erkeklere şu tavsiyelerde bulunuyorum:
Ramazan ayının başlamasıyla, her yıl olduğu gibi ''Ramazan'da cinsellik nasıl yaşanmalı?'' konulu tartışmalar gündeme geliyor. Doğadaki bütün canlılara şefkat ve merhametin egemen olduğu Ramazan ayı boyunca kamuoyu pek çok konuyu tartışıyor ve gündemde tutuyor. Ama aşk, evlilik, yakın ilişkiler ve cinsellikle ilgili sorular yine gündemi meşgul edecek gibi görünüyor. Çünkü insanın maddi ve manevi gelişmesinin yanı sıra ruh ve beden sağlığının korunmasında önemli bir yer tutan cinsellik; İslam dini tarafından, insan doğasının en temel ihtiyaçlarından biri olarak görülüyor. İnsanlar için cinsel arzu ve istekler; açlık, susuzluk gibi doğal olgular… Ancak buna rağmen, her yıl, Ramazan ayında aynı tartışmalar yaşanıyor: “Ramazan ayında cinsellik yaşanmalı mı?” “İftar sonrası hemen seks yapmak sakıncalı mı?” “Ramazan'da yaşanan cinsellik, ayıp ya da yasak olarak değerlendirilmeli midir?” gibi sorulara yanıt vermek istedim.
Ramazan ayında cinselliğin yasaklanmaması ve iftar ve sahur arasında çiftlerin cinselliklerini yaşamaları gerekiyor. Halkın sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama kavuşması için uzun zamandır çalışmalar yapan Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED), Ramazan ayı boyunca, gün geçtikçe toplumu olumsuz etkileyen ve cinsel hayatı çekilmez bir hale getiren cinsel mitler yani hurafeler (doğru bilinen yanlışlar) konusunu gündeme taşıyacak… Cinsel hurafeden kurtulmak çiftleri özgürleştiriyor, daha mutlu ve keyifli bir cinsel yaşama adım atmalarını sağlıyor. Bu nedenle CİSED insanımızın bilinçlenerek ve bilgilenerek ruhsal ve bedensel huzura ulaşmasını ve yakın ilişkilerinde manevi güzellikleri paylaşmasını çok önemsiyor.
Sahip olduğumuz insanî değerlerin zamanla erozyona uğradı. Sınırsız hırslar ve talepler benliği kapladı. Bireysellik, bencillik, çıkarcılık, aldatma ve aldatılma gibi olumsuz değerler yakın ilişkilerde öne çıkıyor. Teknolojik tüm yeniliklere rağmen cinsel mitler toplumda mutsuz, umutsuz, olumlu düşünemeyen ve cinselliği paylaşamayan kişilerin sayısını artırıyor. Ayrıca cinsel sapkınlıklar, taciz, tecavüz, ensest gibi ülkemizi kasıp kavuran olumsuzluklar ve hak ihlalleri, cinsel ayrımcılık ve kadınları hedef alan şiddet insanımızın geleceğe olan umutlarını zayıflatıyor. Şüphesiz bu olumsuzluklar, aşınan ve kaybolan değerler karşısında yapılması gereken; koşulsuz sevgiyi ve bilimin ışığını topluma hâkim kılmak… Ramazan ayı kaybedilen bu değerleri yeniden kazanmak, insanın özünde var olan iyilik ve insani duyguları fiiliyata geçirmek için önemli bir fırsat… Çünkü Ramazan ayı baştan sona sosyal dayanışma ve kaynaşmanın yoğun olarak yaşandığı, bilgilenme, arınma ve yenilenme bilincinin tazelendiği değerli bir zaman dilimi… Bu nedenle maddi ve manevi sayısız güzellikleri çağrıştıran, ferdi hayatta huzurun, sosyal hayatta kaynaşma ve paylaşmanın yoğun olarak yaşandığı, iradelerin sevgi ve merhametle eğitildiği ve özgürleştiği Ramazan ayını, cinselliği yasaklamadan kalpleri arındırmak için bir fırsat olarak görmek gerekiyor.
Oruç tutmak ruhu ve bedeni terbiye ediyor ve bu yönüyle daha derin bir anlayış ve yaşayış vaat ediyor. Oruç, kişinin sahip olduğu nimetlerden bir süre ayrı kalmasını gerektiriyor ve hep elinin altında hazır olarak bulduğu şeylerle arasına bir mesafe koyuyor. İftar vakti bu mesafe ortadan kalkıyor ve kişi orucunu tuttuğu her ne varsa, özlediği ve uzak düştüğü lezzetleri yeni bir heyecanla tadıyor ve yeniden keşfediyor. Bu nedenle iftar orucu tutulan cinselliği de güzelleştiriyor ve cinsel mutluluğun gelişimi için yeni bir fırsat sunuyor. Cinsellik ekmek gibi su gibi güzel bir nimet; kadın ve erkeğin birbirlerine ruhlarını ve bedenlerini armağan ettikleri eşsiz bir sofra… Bu sofradaki lezzetleri derinleştirmek, o sofraya oturmanın keyfini yine, yeni, yeniden yaşamak insanoğlunun hakkı…
Ramazan ayında meşru cinselliği bir tür ayıp, yasak veya kaçamak saymak, orucu tutulan cinselliğin iftarının da gereksiz olduğu gibi çok yanlış bir algıya neden olabiliyor. Ramazanda cinselliği yasaklamak, çiftleri birbirlerinden soğutabiliyor, zamanla ilişkilerini tekdüzeleştirebiliyor. Cinselliğin ruhsal ve duygusal boyutlarının ihmal edilmesine yol açabiliyor. Çok yanlış bir şekilde çiftlerin birbirlerini duygusal ve ruhanî gevşemeden ve rahatlamadan yoksun bırakmalarına neden olabiliyor. Oysa cinselliğin orucu varsa, iftarı olmalı… Ruhsal ve bedensel bir arınma yaşanması gereken Ramazan ayında cinselliği yasaklamak yerine; gönüller ve beyinler arındırılarak huzurlu ve dengeli bir ruh hali yaratılması önem taşıyor. Çünkü yeme içmenin orucu damak lezzetini geliştirebiliyorsa, özlenen ve hasretle beklenen cinselliğin orucu da cinsellikten alınan hazzı geliştirebiliyor, cinselliği ilk günkü heyecanına taşıyabiliyor ve monotonlaşan birleşmeler olağanüstü nitelikler kazanabiliyor.
Ramazan ayında cinselliği ve cinsellikle ilgili düşünceleri bastırmaya çalışmak, kişinin daha fazla cinsellik düşünmesine neden olabiliyor. İçgüdüleri insana hâkimse, insan onların esiri olabiliyor, insanın ruhu içgüdülerine hâkimse, onları kontrol edebiliyor, uygun bir şekilde, uygun bir zamanda yaşanmasına müsaade edebiliyor. Orucun amacının insanı ruhen yüceltmek, ahlaken geliştirmek olduğu biliniyor. Oruçlu günlerin gecelerinde çift cinsel ilişkiye girebiliyor. Ama Ramazan ayı boyunca kendine cinselliği yasaklayan bir kişi, daha huzursuz olabiliyor. Ancak iftarda ağır yemekler yenildiyse bu kişiyi rahatsız edebileceği için iftardan hemen sonra değil, birkaç saat sonra ilişkiye girilmesi gerekiyor. Kişi iftarını yaptıktan sonra cinsel istekte artış görülebiliyor. Ancak tok karnına hemen cinsel ilişki yaşamak performansta düşüklüğe neden olabiliyor. Bu nedenle iftardan sonra biraz dinlenmek ve daha sonra cinsel ilişkiye girmek doğru bir yaklaşım gibi görünüyor.
Ülkemizdeki erkeklerin %70'i hayatının bir döneminde erken boşalma yaşıyor. Ramazan aylarında erken boşalma ve cinsel isteksizlik probleminde bir artış gözlemleniyor. Bunun temelinde gün boyu açlık ve susuzluğun getirdiği strese bağlı nedenlerin yanı sıra Ramazan ayında cinselliğin çok yanlış bir şekilde bir suç ya da çok kötü bir eylemmiş gibi algılanması, aşırı yemek yiyerek tok karnına cinsel ilişkiye girme, hazımsızlık ve soğuk yiyeceklerin cinsel enerjide dengesizliğe yol açması, iftar ve sahur arasında kalan zamanın kısa oluşunun yarattığı baskı gibi faktörler rol alabiliyor. Oysa Ramazan ayı boyunca, iftar sonrası sağlıklı ve mutlu bir cinsellik yaşanabiliyor. Kişi beynini kapatarak duygularına odaklanabiliyor, endişe, korku ve kaygılarını bir tarafa bırakarak anın tadını çıkarabiliyor.
Türkiye’nin başta gurbetçiler olmak üzere sağlık turizminde epey yol aldığını söylemek mümkün. Sağlık turizmine lazerle göz ameliyatı, saç ektirme ve estetik operasyonlardan sonra cinsel terapiler de ekleniyor. Özellikle Avrupa’da yaşayan Türk göçmenlerin pek çok sağlık sorunu için Türkiye’ye gelmeyi beklediği biliniyor. Yaz aylarında, alkol ve madde bağımlılığından estetik operasyonlara, kataraktan lazerle prostat ameliyatına kadar sağlık alanında gurbetçilerden yoğun bir talep söz konusu...
Seks, temel ihtiyaçlar listesinde yeme, içme, uyumak ve barınmayla birlikte insanın önemli ihtiyaçları arasında yer alıyor. Bu nedenle cinsel sorunların halı altına süpürülmemesi gerekiyor. Çünkü çözümlenmemiş cinsel sorunlar daha büyük bireysel ve ilişkisel sorunlara neden olabiliyor. Özellikle sağlıklı bireyler olunabilmesi için sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam hayati bir değer taşıyor. Türkiye’ye hızla artan sayıda insan, psikolojik sorunlar, evlilik ve çift problemleri, cinsel problemler için terapi almaya geliyor. Kolaylıkla tedavi edilebilecek sorunlarla çiftlerin hayatı kendilerine ve sevdiklerine zindan etmemeleri gerekiyor. Bu nedenle cinsel terapi turizminin patladığı yaz aylarında, gurbetçilere özel terapi programlarının uygulanması önem taşıyor.
Mutlu olmaya herkesin hakkı var! Yaz aylarında cinsel terapi turizminde yaşanan patlama nedeniyle bazı klinikler çok özel ve kısa cinsel terapi programları hazırlıyor. Cinsel işlev bozukluklarından dolayı bozulan ruhsal dengeyi sağlamak, cinsel eğitim vermek, düşünce ve duygu alışverişi kurmak, çiftlerin veya bireylerin kendilerini tanımalarını sağlamak, cinsel çatışmaları çözümlemek, bu çatışmalardan doğan kaygı ve gerginlikleri azaltmak, çiftler arasındaki ilişkileri iyileştirip olgunlaştırmak için kullanılan tüm teknik ve yöntemlere cinsel terapi adı veriliyor. Yurt dışında yaşayan gurbetçi yurttaşlarımız yaz döneminde, gurbetçilere özel hazırlanmış ve hızlandırılmış cinsel terapi uygulayan merkezlerden faydalanarak, hayatlarında yeni bir dönem başlatabiliyorlar ve geleceğe umutla bakabiliyorlar.
Utanma, cinsel bir anlam taşıyan şeylere karşı duyulan endişe ve korku duygusu olarak biliniyor. Fakat utanma duygusu çoğunlukla cinsel bir anlam taşımayan gizlilik, ihtiyatlılık ve edeplilik duygularını da içeriyor. Cinsel sorunlara yol açan utanma duygusu içinde bulunduğu toplumun değer ölçülerine göre şekilleniyor. Bu nedenle utanma duygularıyla çiftlerin kendilerini mutsuzluğa mahkûm etmemeleri gerekiyor. Tam sayısı bilinememekle birlikte yaz aylarında sayısı binlerle ifade edilen gurbetçi, Türkiye’nin çeşitli şehirlerindeki kliniklerden cinsel terapi hizmeti alıyor. Hatta yaz aylarında Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED)’nin ücretsiz cinsel danışmanlık hatlarına yurt dışından daha fazla ilgi oluyor.
“Neden cinsel sorunlarını çözmek için gurbetçiler illa Türkiye’ye gelmeyi bekliyor?” sorusunun yanıtı çok önemli... Çünkü yurt dışında yaşadıkları ülkelere karşı duydukları ‘zayıf aidiyet’ duygusuyla, gurbetçiler cinsel sorunlarını anadillerinde daha rahat anlatabiliyor ve açıklayabiliyor. En iyi terapi kişinin duygularını en iyi anlatabildiği, ağladığı ana dilinde yapılabiliyor. Ruh sağlığı hizmetleri diğer sağlık hizmetlerinden farklı... Dil, kültür, gelenek ve görenekler, aile yapısı, Türkiye’nin neresinden gelindiği, dini inançlar gibi birçok unsur terapi süreçlerini etkileyebiliyor, işin içine girebiliyor ve çok karmaşık bir süreç yaşanabiliyor. Bu nedenle terapist ile danışanın aynı dili konuşması ve aynı kültürden gelmesi önem taşıyor.
Gurbetçi gençler birbirlerini yeterince tanımadan kısa süre içinde yaptıkları evliliklerde bazen hemen, bezen de zamanla ortaya çıkan cinsel sorunlar yaşayabiliyor. Birçoğu çok kolay tedavi edilebilen cinsel sorunların başında vajinismus, erken boşalma, sertleşme sorunu, cinsel isteksizlik ve ağrılı cinsel ilişki geliyor. Oysa cinsel tedavi konusunda eğitim almış cinsel terapistlerce yapılacak uygun bir cinsel terapiyle cinsel sorunların üstesinden kolayca gelinebiliyor.
İnsanın cinsel eğilimlerini çözebilmesi, hayatının başka alanlarına inebilmesine yardımcı olabilen cinsel fanteziler genellikle 5 ana temanın altında toplanıyor;
Bu 5 ana tema cinsel dürtüleri harekete geçiriyor ve aşk oyunları adı altında birtakım pratik uygulamalara zemin yaratıyor. Kişi cinsel fantezilerle, hayal gücüyle, aşk oyunlarıyla beynini çalıştırmaya sevk edebiliyor ve cinsel isteğini arttırabiliyor. Kişinin sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam amacı varsa beyin de bu amaca adım adım ulaşma yollarını hayal ederek, fantezi kurarak, rutinin dışına çıkarak ve daima pozitif düşünerek buna ulaşabiliyor.
Cinsel yaşamın dört silahşoru olan ‘merak, ayıp, günahkarlık algısı ve yasaklar’ cinselliğin doya doya yaşanmasına engel olabiliyor. İnsanlar yaşamlarının diğer alanlarında sınırsız bir şekilde hayal kurabiliyor, bunlardan suçluluk duymak akıllarına bile gelmiyor, bu hayallerin gerçeğe uygun olmasını da beklemiyor. Ama iş cinselliğe geldiğinde yetişme çağlarından itibaren aşılanan cinsel değer yargılarıyla insanlar cinsel davranışlarını sınırlamaya yöneltiliyor. Bırakın cinsel davranışları gerçekleştirmeyi, bunları hayal etmek dahi zorlaşıyor. Oysa cinsel fanteziler insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolay, güvenilir ve kişinin kimseye ihtiyaç duymadığı bir eylemdir.
Cinsel fantezilerde kişi senaryoyu kendisi yazabiliyor, istediği oyuncuları kendisi seçiyor ve onları istediği gibi oynatabiliyor. Bu açılardan bakıldığında cinsel fanteziler; insanların deneme-yanılma yönteminin risklerine maruz kalmamaları için sahip oldukları bir yetenek, bir çeşit simülasyon, gerçeklerin tatmin edilemediği noktada beynin pansuman için ürettiği yararlı sanrılar... Cinsel fanteziler hayal dünyasında kaldığı ve kişinin kendisine, partnerine ya da topluma zarar vermediği sürece sorun yaratmıyor. Bu nedenle “En iyi seks partneri, en çok hayal kurandır” sözü kendini gerçekleştiriyor.
Cinsel hayatlarını monoton veya renksiz bulan birçok çift; daha coşkulu, daha tutkulu ve daha renkli bir aşk hayatları olsun istiyor. Kurguların gücünü keşfedip, kalplerinin sesini dinleyip fantezilerin renkli dünyasına yelken açmayı talep ediyor. Fanteziler cinsel hayatı renklendiriyor ve eşler arasındaki iletişimi güçlendiriyor. Erkekler daha çok dans ederek soyunan kadını izlemek gibi erotik fantezileri, kadınlar ise daha çok güzel bir müzik eşliğinde, baş başa mum ışığında yemek yemek gibi romantik fantezileri seviyor. Bu nedenle fantezilerin erotizm ve romantizmin dansını içermesi gerekiyor. Çünkü romantizm olmadan erotizmin ve yaşanan cinselliğin kalitesi düşüyor.
Cinsel bilgi ve belleğin oluşumu, gelişmesi ve olgunlaşması için hayal, fantezi kurulması gerekiyor. Bu beyni kalıplardan ve rutinden kurtarıyor. Cinsel fanteziler; kişilerin üzerindeki birtakım baskıları azaltabiliyor, günlük hayatlarını normal olarak sürdürmelerine ve cinsel yaşamdaki heyecanı yoğunlaştırarak, daha kolay doyuma ulaşmalarına yardımcı olabiliyor. Kişinin kendisini tehlikeye atmadan veya reddedilme kaygısı taşımadan, farklı insanlar ve durumlar keşfetmesini mümkün kılabiliyor. Bu durum cinsel isteği, cinsel duyarlılığı ve cinsel yaşantıdan alınan hazzı arttırabiliyor, kişinin cinsel birleşme sırasında havaya girmesine ve kendi kendini erotize etmesine yardımcı olabiliyor, duyguları canlı tutabiliyor, cinsel yaşantıyı monotonluktan, sıradanlıktan uzaklaştırıp, renklendirebiliyor, zenginleştirebiliyor.
İnsanların bugün yaşadığı hayat, çoğu zaman çocukluk ya da ilk gençlik yıllarındaki hayallerin bir eseri olabiliyor. Herkesin kendine ait hayalleri veya fantezileri var. Bu hayaller; yaş, durum, şartlar, sonuçlar ve zaman dahilinde değişebiliyor. Belki yerine yenileri eklenebiliyor, bazıları iptal olabiliyor ama kişinin hayallerinden asla vazgeçmemesi gerekiyor. Çünkü geçmişe ait güzel anılar ve hayaller; insan yaşamının önemli bir parçası, kişiyi geçmişe özlemle ve geleceğe beklentiyle bağlayan, geçmişle gelecek arasında bağ kuran ve insanların hayata tutunmalarını sağlayan köprülerdir. İnsanoğlu iş, kariyer, aşk ya cinsellik gibi neredeyse yaşamın har alanında hayaller kuruyor. Özellikle sabah saatlerinde ve gecenin ileri saatlerinde insanoğlunun zihninin başıboşluğundan ya da dinlendirici olması nedeniyle aşk ve cinsellik fantezileri oldukça yoğunlaşıyor. Kültürel yapı ve yetiştirilme tarzı nedeniyle bu düşüncelerden sıklıkla utanılıyor ve suçluluk duyuluyor. Gerçekte ise fanteziler, kişinin kendisini iyi hissetmesine ve cinselliğinin gelişmesine neden oluyor. Bu nedenle aşk ve cinsel hayata renk katmak için ilham kaynağı olabilecek cinsel fantezilerden vazgeçmemesi ve hayal etmekten korkulmaması önem taşıyor.
Fantezilerin büyülü dünyasından destek almak önemli ama kişi hayallerinin veya fantezilerinin hepsini yaşamak zorunda değil. Fanteziler eylem değil, kişiye özel ve sadece kişiye ait düşüncelerdir. Kişi fantezilerini yaşamak ya da partneriyle paylaşmak zorunda değil, düşündüğü veya hissettiği her şeyi yaşamak zorunda da değil. Hayaller veya fanteziler insanlara zarar vermiyor, aksine ilham veriyor. Cinsel fantezi kurmayan insan neredeyse yok. İnsanlar; özellikle yaşları ilerledikçe veya ilişkileri olgunlaştıkça, cinsel isteklerinin o kadar çabuk uyanmadığını görebiliyor. Bu dönemlerde fanteziler cinsel isteğin arttırılmasında yardımcı olabiliyor, duyguları canlı tutuyor, cinsel yaşantıyı monotonluktan, sıradanlıktan uzaklaştırıp renklendiriyor ve zenginleştiriyor. Çünkü her açıdan insanın kendi denetimi altında kurulan cinsel fanteziler, kişinin kendisini tehlikeye atmadan ya da reddedilme kaygısı taşımadan farklı insanlar ve durumları keşfetmesini mümkün kılabiliyor. Ayrıca cinsel fanteziler; herhangi bir cinsel sapkınlığın baş göstermesini önleyebiliyor veya evliliklerde yıllar geçip ilişki olgunlaştığında boşanma, aldatma veya aldatılma ihtimallerini azaltabiliyor.
İnsanın cinsel eğilimlerini çözebilmesi, hayatının başka alanlarına inebilmesine yardımcı olabilen cinsel fanteziler genellikle 5 ana temanın altında toplanıyor;
Bu 5 ana tema cinsel dürtüleri harekete geçiriyor ve aşk oyunları adı altında birtakım pratik uygulamalara zemin yaratıyor. Kişi cinsel fantezilerle, hayal gücüyle, aşk oyunlarıyla beynini çalıştırmaya sevk edebiliyor ve cinsel isteğini arttırabiliyor. Kişinin sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam amacı varsa beyin de bu amaca adım adım ulaşma yollarını hayal ederek, fantezi kurarak, rutinin dışına çıkarak ve daima pozitif düşünerek buna ulaşabiliyor.
Cinsel yaşamın dört silahşoru olan ‘merak, ayıp, günahkarlık algısı ve yasaklar’ cinselliğin doya doya yaşanmasına engel olabiliyor. İnsanlar yaşamlarının diğer alanlarında sınırsız bir şekilde hayal kurabiliyor, bunlardan suçluluk duymak akıllarına bile gelmiyor, bu hayallerin gerçeğe uygun olmasını da beklemiyor. Ama iş cinselliğe geldiğinde yetişme çağlarından itibaren aşılanan cinsel değer yargılarıyla insanlar cinsel davranışlarını sınırlamaya yöneltiliyor. Bırakın cinsel davranışları gerçekleştirmeyi, bunları hayal etmek dahi zorlaşıyor. Oysa cinsel fanteziler insanoğlunun hayal dünyasının sınır tanımayan ve sınırlanamayan yaratıcı motifleridir. Cinsel fantezi kurmak kolay, güvenilir ve kişinin kimseye ihtiyaç duymadığı bir eylemdir.
Cinsel fantezilerde kişi senaryoyu kendisi yazabiliyor, istediği oyuncuları kendisi seçiyor ve onları istediği gibi oynatabiliyor. Bu açılardan bakıldığında cinsel fanteziler; insanların deneme-yanılma yönteminin risklerine maruz kalmamaları için sahip oldukları bir yetenek, bir çeşit simülasyon, gerçeklerin tatmin edilemediği noktada beynin pansuman için ürettiği yararlı sanrılar... Cinsel fanteziler hayal dünyasında kaldığı ve kişinin kendisine, partnerine ya da topluma zarar vermediği sürece sorun yaratmıyor. Bu nedenle “En iyi seks partneri, en çok hayal kurandır” sözü kendini gerçekleştiriyor.
Cinsel hayatlarını monoton veya renksiz bulan birçok çift; daha coşkulu, daha tutkulu ve daha renkli bir aşk hayatları olsun istiyor. Kurguların gücünü keşfedip, kalplerinin sesini dinleyip fantezilerin renkli dünyasına yelken açmayı talep ediyor. Fanteziler cinsel hayatı renklendiriyor ve eşler arasındaki iletişimi güçlendiriyor. Erkekler daha çok dans ederek soyunan kadını izlemek gibi erotik fantezileri, kadınlar ise daha çok güzel bir müzik eşliğinde, baş başa mum ışığında yemek yemek gibi romantik fantezileri seviyor. Bu nedenle fantezilerin erotizm ve romantizmin dansını içermesi gerekiyor. Çünkü romantizm olmadan erotizmin ve yaşanan cinselliğin kalitesi düşüyor.
Cinsel bilgi ve belleğin oluşumu, gelişmesi ve olgunlaşması için hayal, fantezi kurulması gerekiyor. Bu beyni kalıplardan ve rutinden kurtarıyor. Cinsel fanteziler; kişilerin üzerindeki birtakım baskıları azaltabiliyor, günlük hayatlarını normal olarak sürdürmelerine ve cinsel yaşamdaki heyecanı yoğunlaştırarak, daha kolay doyuma ulaşmalarına yardımcı olabiliyor. Kişinin kendisini tehlikeye atmadan veya reddedilme kaygısı taşımadan, farklı insanlar ve durumlar keşfetmesini mümkün kılabiliyor. Bu durum cinsel isteği, cinsel duyarlılığı ve cinsel yaşantıdan alınan hazzı arttırabiliyor, kişinin cinsel birleşme sırasında havaya girmesine ve kendi kendini erotize etmesine yardımcı olabiliyor, duyguları canlı tutabiliyor, cinsel yaşantıyı monotonluktan, sıradanlıktan uzaklaştırıp, renklendirebiliyor, zenginleştirebiliyor.
İnsanların bugün yaşadığı hayat, çoğu zaman çocukluk ya da ilk gençlik yıllarındaki hayallerin bir eseri olabiliyor. Herkesin kendine ait hayalleri veya fantezileri var. Bu hayaller; yaş, durum, şartlar, sonuçlar ve zaman dahilinde değişebiliyor. Belki yerine yenileri eklenebiliyor, bazıları iptal olabiliyor ama kişinin hayallerinden asla vazgeçmemesi gerekiyor. Çünkü geçmişe ait güzel anılar ve hayaller; insan yaşamının önemli bir parçası, kişiyi geçmişe özlemle ve geleceğe beklentiyle bağlayan, geçmişle gelecek arasında bağ kuran ve insanların hayata tutunmalarını sağlayan köprülerdir. İnsanoğlu iş, kariyer, aşk ya cinsellik gibi neredeyse yaşamın har alanında hayaller kuruyor. Özellikle sabah saatlerinde ve gecenin ileri saatlerinde insanoğlunun zihninin başıboşluğundan ya da dinlendirici olması nedeniyle aşk ve cinsellik fantezileri oldukça yoğunlaşıyor. Kültürel yapı ve yetiştirilme tarzı nedeniyle bu düşüncelerden sıklıkla utanılıyor ve suçluluk duyuluyor. Gerçekte ise fanteziler, kişinin kendisini iyi hissetmesine ve cinselliğinin gelişmesine neden oluyor. Bu nedenle aşk ve cinsel hayata renk katmak için ilham kaynağı olabilecek cinsel fantezilerden vazgeçmemesi ve hayal etmekten korkulmaması önem taşıyor.
Vücudun bağışıklık sistemini çökerten AIDS çoğu zaman kanla ve cinsel yolla bulaşan, bulaşıcı bir hastalık. Dünyada her yıl yaklaşık 4 milyon insan AIDS nedeniyle hayatını kaybediyor. Elde edilen son verilere göre dünyada HIV virüsü taşıyanların sayısı 50 milyona yaklaşıyor. Dünya çapında sürdürülen yoğun bilinçlendirme kampanyalarına rağmen her gün AIDS‘e yakalananların sayısı hızla artıyor.
AIDS hastalığına yakalanmanın tek yolu HIV olarak adlandırılan virüsün bulaşması. Bu virüsün bulaşması için de yaygın olan iki yol var: Virüs taşıyıcısı ya da AIDS hastası biriyle vajinal, anal ya da oral yoldan cinsel ilişkide bulunmak ve virüs taşıyıcısı ya da AIDS hastası biriyle aynı enjektör iğnesini kullanmak. Yaygın olan bu yolların dışında virüs taşıyıcısı kadının hamile kalıp doğum sırasında veya emzirme sırasında sütüyle bebeğine bulaştırması, virüs taşıyan kanın sağlam bir kişiye verilmesiyle veya kandan üretilen bazı ürünlerin kullanılmasıyla da bulaşmalar görülebiliyor.
HIV virüsü nezle, grip gibi aksırık ya da öksürükle bulaşmıyor. İş yerinde, evde ya da toplu yerlerde bir arada bulunmakla bulaşmıyor. Yıkanmadan bile olsa aynı giysileri giymekle, telefon ahizesiyle, aynı tuvaleti kullanmakla, bardak, çatal, kaşıkla geçmiyor. Sivrisinek ısırması da risk değil. Aynı şekilde bit, pire gibi haşerelerle de bulaşmıyor. Sosyal öpüşmeler de tehlike değil.
Birçok insan AIDS’e neden olan HIV virüsünün hayat kadınlarında, uyuşturucu kullananlarda, eşcinsellerde bulunduğunu ve kendisine bulaşmayacağını sanıyor. Çaresi ve kesin tedavisi olmayan AIDS’in sadece eşcinsel bireylerin hastalığı olduğunu düşünüyor. Oysa AIDS, belirli bir sosyal grubun hastalığı değil. HIV virüsü cins, ırk, renk, din, yaş farkı gözetmeden herkese bulaşabiliyor. Birçok kişi korunmasız cinsel ilişkiden üç ay sonra Anti HIV Testi yaptırmak zorunda olmasına rağmen, AIDS’in sadece eşcinsellerin hastalığı olduğunu düşündüğü için test yaptırmak istemiyor. Bu durum HIV virüsünün bulaşmasını yaygınlaştırıyor. Bunun sebebi eğitimsizlik.
Cinsel ilişki en önemli bulaşma yolu olduğu için cinsel ilişkide mutlaka koruyucu kılıf (kondom, prezervatif, kaput) kullanılması gerekiyor. Korunmak için tek eşli yaşam sürmek, aldatmamak, evlilik dışı ilişkilerde mutlaka prezervatif kullanmak, kontrolsüz kan nakline ve kan bulaşmış aletlerin kullanılmasına izin vermemek, kullanılmış ve dezenfekte edilmemiş şırınga, iğne ve cerrahi aletler, diş hekimliği aletleri, dövme aletleri, akupunktur iğneleri, jilet ve makası kesinlikle kullanmamak gerekiyor. Ancak AIDS’i önleyen en önemli şey cinsel konularda bilgili olmak. AIDS ile mücadelenin temelini koruyucu önlemler oluşturuyor. AIDS‘e karşı toplumun korunması ve enfekte kişilere sosyal destek sağlanması yönünde halkın bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Yaz geldi, inşaat ve tadilat sezonu açıldı... Yeni binalar deprem yönetmeliğine uygun planlanıyor, eski binaların fiziki görünümlerini iyileştirecek dönüşümler yapılıyor, bina cephelerinin birbirine uyumlu renklere boyanmasından, klima yerlerinin düzenlenmesine kadar pek çok yeniliği içerecek projeler hayata geçiyor, binaların hem görüntüsü güzelleşiyor hem de evlerin değeri artıyor ama binalar seks yönetmeliğine uygun yapılmıyor, hala cinsel mahremiyete uygun değiller. Çiftler özgürce, çığlık atarak sevişemiyor. Çünkü binaların iç ve dış yapısında kullanılan malzemelerin gösterişli olduğu kadar kullanışlı olması önemli ama daha önemli olan ev ergonomisi, duvarlara ve kapılara ses yalıtımı, ebeveyn banyosu gibi özel yaşam alanlarının mahremiyete uygun yapılması konuları göz ardı ediliyor. Bu nedenle keyifli ve mutlu bir cinsel yaşam, toplumsal huzur, güzel partner ilişkileri ve sağlıklı çocuk gelişimi için, iskân kanunlarında ses yalıtımı ve ebeveyn banyosu yapımının zorunlu kılınmasını tavsiye ediyorum.
Oturma odası gibi kullanılan salonlara açılan yatak odası kapıları günümüz inşaat sektöründe her ne kadar maziye karışsa da, hala yapılan konutların pek çoğu çiftlerin sağlıklı, doyumlu ve doyurucu bir cinsellik yaşaması için uygun değil. Ülkemizde “hayalinizdeki ev” diye dillendirilen konutların neredeyse çok azında çiftler arzuladıkları cinselliği yaşayabiliyor. Bu nedenle fiziksel çevrenin insanlarla uyumlu olması gerekiyor. Çiftin fiziksel sağlığını etkilediği kadar, ruh sağlığını, dolayısıyla mutluluğunu ve partner ilişkilerini de etkileyen önemli bir faktör olan ev ergonomisinin mutlaka cinsel yaşama uygun düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü cinsellik özgürce yaşandığında zevk verebiliyor, birbirine dokunan ve arzuları doğrultusunda cinsel beklentilerini sakınarak değil, aksine zevk alarak gerçekleştirebilen çiftlerin ilişkisi diğerlerine nazaran daha uzun ömürlü olabiliyor.
Sağlıklı, mutlu ve uzun ömürlü bir cinsel yaşam için çiftin özgürlüğünü ve özelini betimleyen mahremiyet oldukça önemli bir ihtiyaç. Mahremiyet olmadan sağlıklı bir birey, ebeveyn ya da karı-koca olunamıyor. İnsanlar farklı psikolojik ihtiyaçlarından dolayı seks yapabiliyor. Karşı cins tarafından beğenilmek, arzulanmak, tercih edilmek kişinin içinde var olan güvensizlik ve değersizlik duyularının tatmin edilmesine yardımcı olabiliyor. Bununla birlikte bireyin arzu, istek ve beklentilerinin gerçekleşebilmesi çiftin daha mutlu, sorumlu, başarılı, sıcak, samimi ve iyi birer ebeveyn olabilmesini sağlıyor. Bu nedenle T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Türkiye Müteahhitler Birliği’nin mahrem bir cinsel yaşam için binalarımıza yeni standartlar getirmesi önem taşıyor. Özellikle yatak odalarının duvarlarında ve kapılarında ses yalıtımının olması ve ebeveyn banyolarına yer verilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu. Çiftlerin cinselliği gerektiği gibi yaşayamaması, cinsel işlev bozukluklarına neden olabileceği gibi partnerlerin birbirinden uzaklaşmasına, cinsel ilişkiye girmekten kaçınmalarına hatta boşanmalara bile neden olabiliyor. CİSED olarak keyifli ve mutlu bir cinsel yaşam, toplumsal huzur, güzel partner ilişkileri ve sağlıklı çocuk gelişimi için iskân kanunlarında ses yalıtımı ve ebeveyn banyosu yapımının zorunlu kılınmasını tavsiye ediyoruz.
Ebeveynlerin cinsel aktivitede bulunurken çıkardıkları normal ama çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratabilecek olan sesler, çocukların erken yaşta cinsellikle tanışmalarına mehil vereceği gibi cinselliğe olan ilgi ve meraklarının artmasına da ortam hazırlayabiliyor. Gereğinden önce öğrenilen cinselliğin keşfedilmeye çalışılması, çocuğun cinsel içerikli davranışlar sergilemesine ve arkadaş ortamlarında cinsel keşiflerde bulunmasına neden olabiliyor. Bu tür davranışlar, ebeveynler tarafından anlık verilen bilinçsiz tepkilerle birleştiğinde, küçük yaştaki çocukların cinselliği ayıp ve yasak olarak algılaması, kötü ve yapılmaması gereken bir aktivite olarak öğrenmesi gibi istenmeyen tablolarla karşılaşılabiliyor ve bu tablo gelecekte cinsel işlev bozukluklarına zemin hazırlayabiliyor. Bununla birlikte, ebeveynler tarafından çıkarılan cinsel içerikli sesler küçük çocuklar tarafından yanlış anlamlandırılabiliyor, babalarının annelerine kötü bir şey yaptığını düşünebiliyorlar ve babalarına karşı öfke duyabiliyorlar. Son olarak mahremiyet duygusunun küçük yaştaki çocuklara aşılanamaması, sağlıklı cinsel kimlik gelişimini olumsuz etkileyebileceği gibi çocukların istismara uğramasına da neden olabiliyor.