Türkiye son günlerde çocuk cinayetleri, çocuk kaçırmaları ve çocuk tecavüzleriyle ilgili sarsıntılı bir süreçten geçiyor. Son aylarda vahşice işlenen çocuk cinayetleri ve tecavüzleri, hem vicdanları derinden yaralıyor hem yalnız ailelerini değil tüm Türkiye'yi yasa boğuyor hem de aileleri kaygıya sürüklüyor. "Kaçırılan, tecavüze uğrayan ve cansız bedenleri bulunan Gizemlerin, Umutların, Tanerlerin, İbrahimlerin ve daha pek çoğunun sayısı neden her geçen gün artıyor?" sorusunu tartışmak ve ailelere "korkmak yerine çocuklarınızı eğitin" uyarısında bulunmak gerekiyor.
Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın ruhsal ve bedensel olarak yara almadan hayata hazırlanması çok önemli... Başta kamu kurum ve kuruluşları, medyamız ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkesin sokakta oyun oynayan küçük geleceklerimiz için tedbir alması, ailelerin ve çocukların eğitilmesi ve evlilik öncesi anne-baba ve eş eğitimlerinin yasal bir zorunluluk haline getirilmesi gerekiyor. ‘’Eğitim şart!’’ ezberinin sürekli tekrarlanmasındansa, kaçırılma olaylarına karşı küçük çocukların okul müfredatlarına ne gibi bir eğitimin bilgilendirici olabileceği yönündeki çalışmaların sonuçlandırılması ve bununla birlikte, ailelerin de çocuklarına karşı tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiği yönünde bilinçlendirilmesi, yani bu tedbirlerin artık bir an önce hayata geçirilmesi büyük önem taşıyor.
Çocuklara karşı işlenen suçlarda çok sıkı yaptırımlar olmalı. Özellikle çocuk tecavüzlerini önlemek için, çocukların oynayabileceği güvenli ve kontrollü çevresel düzenlemelerin yapılması ve hukuka karşı sarsılan güvenin bir an önce sağlanması gerekiyor. Çünkü insanlar artık şunu biliyor, af çıkıyor, bazı suçların af kapsamında olmaması, bu alanda hukuki ve cezai yaptırımların artırılması etkili olabiliyor. Ancak cezaların arttırılması da tek başına çözüm değil, ailelere ‘’korkmak yerine çocuklarınızı eğitin’’ uyarısında bulunmak gerekiyor.
Küçük çocukları sapıklardan ve kötü niyetli yetişkinlerden korumak mümkün... Yabancı bir adam, 8 yaşındaki erkek çocuğun yanına geliyor ve bazı aksilikler olduğunu, annesinin kendisini yolladığını, çocuğun kendisi ile gelmesi gerektiğini söylüyor. Bunun üzerine çocuk adama soruyor; ‘’Pekala o zaman şifreyi söyle, şifreyi söylemezsen seninle gelmem!’’ Adam bunu duyunca, uzaklaşıyor. Çünkü annesi daha önce çocuğu ile konuşmuş ve aralarında bir şifre oluşturmuş. Şifreyi söylemeyen hiç kimse ile gitmemesi gerektiğini tembihlemiş. Bu küçük ayrıntı, belki de küçük çocuğun hayatını kurtarıyor. Bu nedenle ailelerin çocuklarıyla konuşması ve gerektiğinde kullanılmak üzere aralarında bir şifre oluşturmaları gerekiyor. O şifreyi söylemeyen kimse ile çocuğun gitmemesi gerektiğinin vurgulanması büyük önem taşıyor. Belki de bu şekilde çocuklarımızı biraz daha koruyabilir, hiç olmazsa kendi dünyalarını biraz daha emniyetli hale getirebiliriz.
Çocuklar ölmesin, öldürülmesin, kelebekler gibi ateşe atılarak yanmasın, bedenlerine ve ruhlarına kötü eller dokunmasın, onlar bizim geleceğimiz... Özellikle sokaklarda yalnız bırakılmaması gereken küçük çocuklara, sadece yabancılara karşı değil, tanıdık yüzlere karşı da mesafeli olmaları ve anne-baba dışında hiç kimseyle birlikte bir yerlere gitmemeleri gerektiğinin usulüyle anlatılması gerekiyor. Ayrıca çocukların kendilerinden izin alınmadan yapılan davranışlara (kucaklama, öpme, sevme, saçını okşama, kucağa alma, elini tutma vb.) karşı ‘’hayır’’ diyebilecekleri ve devam edilmesi halinde mutlaka bağırarak uzaklaşmaları, hatta etraftaki kişilerden yardım istemeleri bilincinin aşılanması önem taşıyor. Hatırlatırız ki, küçük çocukların her türlü istismara uğraması karşısında tedbirler almak hepimizin ortak görevidir.
İki yıl önce Almanya'nın Münih kentinde düzenlenen muhteşem etkinlikten sonra Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi, süper konular ve konuşmacılar ile 17-20 Nisan 2014 tarihleri arasında Antalya'da yapılıyor! Bu yıl 21'ncisi düzenlenecek Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi'nde, dünyanın en ünlü cinsel tedavi uzmanları, cinsel sorunlarla ilgilenen hekimleri ve psikologları, cinsellik, cinsel işlev sorunları ve yeni tedavi tekniklerine dair her şeyi konuşacak ve cinsel sağlık bilimindeki en son gelişmeleri ve yeni bilgileri katılımcılarla paylaşacak.
Kongrenin teması "Seksoloji ve Cinsel İşlev Bozukluklarının Tedavisindeki Gelişmeler" belirlenmiş. Seçilen bu tema, başta boşalma ve orgazm bozuklukları, erken boşalma ve iktidarsızlık, ağrılı cinsel ilişki ve cinsel istek sorunları olmak üzere cinsel işlev bozukluklarının tedavileri bakımından yeni yaklaşımların kongrede ayrıntısıyla tartışılmasını sağlayacak gibi görünüyor.
Bilindiği üzere Türkiye’de cinsellik hem kadınlar hem erkekler hem çiftler hem de gençlerimiz için hala önemli bir sorun olmaya devam ediyor. Bununla ters orantılı olarak ülkemizde önemli ölçüde cinsel terapist ve cinsel tedavi uzmanı eksikliği yaşanırken, sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama sahip olmak isteyen çiftlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu nedenle 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’nin önemi büyük…
[fotogaleri=733]
Cinsel sorunların tedavisindeki en büyük engellerden biri multi-disipliner yaklaşım eksikliği... Cinsel sağlık bilimi multi-disipliner olmak zorunda... Psikiyatri, psikoloji, seksoloji, jinekoloji, üroloji, endokrinoloji, halk sağlığı ve aile hekimliği branşlarının bir arada olduğu 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’yle Türkiye'de bir ilk gerçekleştirilecek. Kongrede daha önce hiçbir kongrede konuşulmamış, yeni keşfedilmiş ve paylaşılmayı bekleyen pek çok özel konular ve yeni cinsel tedavi teknikleri katılımcılara ve medyaya sunulacak.
Kongrenin Türkiye’de gerçekleşmesi hem Türkiye'nin tanıtımı hem de ekonomik getirileriyle büyük önem taşıyor. Başta, 2009 yılında Amerikan Evlilik ve Aile Terapisi Derneği tarafından "Evlilik ve Aile Terapisi Üstün Katkı" ödülüne layık olan ve 2010 Yılı Aile Psikoloğu seçilen Prof. Dr. Gerald Weeks olmak üzere, Nobel Barış Ödülüne Aday gösterilen Prof. Dr. Vamık Volkan, dünyanın en saygın psikoloji profesörlerinden biri olan Dr. Marita McCabe, cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde uyguladığı kendine özgü teknikleriyle dikkat çeken Dr. Kathryn Hall, Philadelphia İlişkiler Konseyi'nde ve Seks Terapisi Enstitüsü'nde lisansüstü eğitim direktörü, Perelman Tıp Okulu ve Pennsylvania Üniversitesi’nde Psikiyatri alanında klinik doçent olan Dr. Nancy Gambescia, DGSS Başkanı Prof. Dr. Jacob Pastoetter olmak üzere, Prof. Dr. Cengiz Güleç, Prof. Dr. Mehmet Sungur, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Prof. Dr. Neşe Kocabaşoğlu, Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, Prof. Dr. Remzi Oto, Seksolog Uz. Dr. Akif Poroy, Uz. Dr. Tahir Özakkaş, Prof. Dr. Orhan Derman, Hipnoterapist Uz. Dr. Bülent Uran gibi ülkemizin en seçkin isimleri 21. Cinsel Sağlık Kongresi’nde bir araya geliyor. Bu nedenle dünyanın ilgisini çeken ve gündeminde olan kongre çok dikkat çekeceğe benziyor. 21. Uluslararası Cinsel Sağlık Kongresi’ne Almanya’nın ve Avrupa Birliği’nin en saygın gazetelerinden biri olan “Bild Gazetesi” de katılıyor. Başta gazetemiz HÜRRİYET olmak üzere ulusal basının yoğun ilgi gösterdiği kongreye yurtdışından da ilginin olması, son yıllarda yurtdışında kötü bir imajı olan ülkemizin tanıtımı açısından büyük önem taşıyor ve bizleri mutlu ediyor.
Yaşanan çevre, dini ve kültürel, çevresel ve psikolojik fonksiyonlar hatta genler çapkınlık için sebep gösterilebiliyor ama yakın ilişkilerde beyin fonksiyonları da büyük rol oynuyor ve çapkınlığın bir beyin hastalığı olabileceğini söylüyor. “Çapkınlık” tabiri, neredeyse altı bin yıl önce Bronz çağında yaşamış olan Uruk Kralı Gılgamış’a kadar dayanıyor. Efsaneye göre evli bekar, genç yaşlı demeden tüm kadınları ayartan Gılgamış, hiç kimseyi kız oğlan kız bırakmıyormuş. Daha da önemlisi, Gılgamış çapkınlık yaparken, kendine hâkim olamadığını hep dile getirirmiş ama nafile, bu tutumu o çağlarda bile herkesi canından bezdirirmiş… Asırlar öncesinde kendini gösteren “çapkınlık dürtüsü”, anlaşıldığı üzere bir “doyumsuzluk” biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Sevilen ve arzulanan kişinin varlığının doygunluk sağlamasının aksine, kadın ya da erkeğin ilgilendiği kişinin hemen arkasından, yeni arayışlara başlamasında “doyumsuzluk” yani “çapkınlık” söz konusu olabiliyor. Çapkınlık, kişinin kendi benlik duygusunu yüceltmek için kullandığı en önemli araçların başında geliyor. Dolayısıyla, çapkınların sorunu kendi benlik duygularıyla ilgili olduğundan bir beyin hastalığı olarak algılanıyor
Binlerce yıl önce yaşanmış hikâyelere ve günümüz çift ilişkilerine baktığımızda, kadın ya da erkek tüm bireylerin evlilik kararlarının, tek eşliliği ya da aldatmayı seçmelerinin temelinde yatan sebebin sosyal gelenekler olmadığı net bir şekilde görülebiliyor. Dolayısıyla, insanların karşı cins tercihleri ve bu tercihlere olan bağlılıkları, karar verme merkezi olan beyin ve duyguları etkileyen hormonlarla alakalı olabiliyor. Düşünme, yargılama, irade, istek, arzu gibi pek çok duygu ve dürtüleri tetikleyen, dizginleyen ve davranış biçimlerini belirleyen beyin merkezleri var. Beynin bazı merkezlerinde yer alan adrenalin, fenilatilamin, vazopressin, noradrenalin, serotonin, dopamin, oksitosin, östrojen, progesteron, testesteron gibi çok özel hormonların içgüdüsel davranışları (annelik ve babalık gibi) tetiklediği gibi ödül beklentisiyle yapılan keşifleri, bağımlılık yaratan sevk verici madde ya da cinsel dürtüleri etkilediği biliniyor. Dolayısıyla salgılanan bazı hormonlar bağımlılık ve şiddetli istek yaratırken, bazı beyin merkezleri baştan çıkarıcı olaylara karşı uyaran hormonların salgılanmasını artırabiliyor, baştan çıkarıcı olaylara karşı daha kolay ve keskin bir şekilde odaklanılmasını kolaylaştırabiliyor. Hatta bazı beyin bölgelerinin ve beyin reseptörlerinin normal bir şekilde çalışmaması hem kadın hem de erkekte sadakatsizlik, aldatma ve çapkınlık faaliyetlerini artırıyor. Dolayısıyla dengesiz çalışan bir beyin, bireyin kişisel hayatını etkileyeceği gibi sosyal çevresini ve ikili ilişkilerini de olumsuz yönde etkileyebiliyor.
Aşkın ve seksin kimyasal yönü incelendiğinde, insanları evlilik ve tek eşliliğe iten olayın sadece sosyal gelenekler olmadığı görülüyor. Sadakatin ve tek eşliliğin temelinde, dışarıdan fark edilemeyen kimyasal ve hormonsal bir karışımın rolü olabiliyor. Sonuçta kulağa ilginç gelse de düzenli aile yaşamı ve seviyeli beraberlikler için bazı hormon reseptörlerinin dengeli ve iyi çalışması gerekiyor. Yani aldatmada bazen erkeklerin de kadınların da suçu olmayabiliyor, aldatma, beyinlerindeki reseptörlerin kabahati olabiliyor. Bu nedenle yakın ilişkilerdeki aşkın, şehvetin, sadakatin, sevginin ve cinsel dürtülerin yoğunluğunu belirleyen bazı hormonlar, partnerler arasındaki tutku, şefkat, empati, sevgi, mutluluk ve bağlanma sağlayan en önemli moleküller olarak biliniyor. Bağımlılık ve şiddetli istek yaratan hormonların beyinde ve vücutta artış göstermesinin önüne geçilebilmesi için cinsel davranışlara doğru, destekleyici yanıtlar verilmesi ve ödüllendirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, çapkınlığı artıran ve sadakati önleyen kimyasallar beyinde artmaya başlayabiliyor ve kişiyi yeni fırsatlar aramaya teşvik edebiliyor. Diğer bir değişle, karşı cinsin cinsel dürtülerini reddetmek aldatma, aldatılma, çapkınlık ve sadakatsizlik gibi davranış biçimlerini gerçekleştirmeye iten hormonları aktive edeceğinden, kişinin dikkatinin değişmesine ve ikili ilişkilerdeki bağlarının kopmasına neden olabiliyor. Unutulmamalıdır ki, davranışları yöneten insan beyni her şeye kolaylıkla uyum sağlayabiliyor.
Felsefi bir soru olan “Hayatın anlamı nedir?” her insan için farklı şekillerde algılanabiliyor, çeşitli yanıtları içinde barındırıyor, bir yaşam ve arayış sürecini ifade ediyor. Yaşarken herkes kendi yanıtını bulmaya çalışıyor ve ancak ölümle gerçekten bu soru yanıtlanabiliyor. Daha fazla güç, servet, seks, aşk, çikolata, futbol, entelektüel tartışmalar ya da günü yaşamak ilk akla gelen yanıtlar oluyor. Hayatın anlamını bazen mutluluk, sevgi ve erdem gibi kavram ve değerleri yorumlayan felsefede, Shakespeare'in tiyatral karakterlerinde, Wittgenstein'ın dil oyunlarında, Schopenhauer'un istenç kavramında, Heidegger'in hiç tartışmalarında, Sartre'nin endişe tarifinde, Samuel Beckett'in belki yaklaşımında veya Freud'un bilinçdışı tanımında, bazen de seks hayatında aramak gerekiyor. Çünkü yaşamak ve seks bir sanattır ve bu sanat bir insanın yapabileceği en önemli, en zor ve en çetrefilli sanat türü olarak biliniyor. Çoğu zaman bu sanatın özel araç ve gereçleri bulunmuyor, onun tek aracı insanın kendisi ve potansiyel güçleri oluyor.
Yaşama sanatının içinde insan, seks ile var oluyor, seks ile varlığını devam ettiriyor, seks ile neslinin devamını sağlıyor yani hem sanatçı hem de sanatçının ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda insanın yolundaki en büyük engellerin başında endişe, korku, kaygı, çekinme, suçluluk ve günahkârlık duyguları geliyor. Bu nedenle birçok çift yaşamlarının en mahrem ve gizli bölümü olan cinsel işlev sorunlarını başkalarına açmaktan ve bir cinsel terapiste anlatmaktan çekiniyorlar. Oysa insan seks ve aşk yaşantısı sağlıklı ve mutlu olduğunda hayatın anlamını keşfedebiliyor, yaşamdan zevk alabiliyor ve mükemmel birer insan olmak yoluna ilerleyebiliyor. Bu nedenle silgi kullanmadan resim çizme sanatı olan yaşam, seksten ibaret olmasa bile, insanca, güzel ve sağlıklı yaşamanın temeli seks yaşantısına dayanıyor ve seksin ve aşkın gizemi, ölümün gizeminden daha büyük yaşanıyor. Bu nedenle aşktan ve seksten korkmak, yaşamdan korkmak anlamını ortaya çıkartıyor ve yaşamdan korkmak ise şimdiden üç kez ölmüş olmak manasına geliyor.
“İyi seks” içgüdüsel olarak biliniyor, insan zihnini kapatabilse, rahat olabilse ve kaslarını gevşetip, dokunuşlara odaklanabilse, bunu başarabiliyor. “Mükemmel seks” ise öğrenilebiliyor. İyi seksin çoğu zaman daha güzel görünmekle ya da performansla alakası olmuyor, sadece insanın kendisini istemi dışındaki bir alana çekebilmesi, kontrolü elden bırakması, istediğini yapması veya duyguların içinde kaybolması gibi çok özel kurallara uymak gerekiyor. Bu nedenle insanın ne istiyorsa onun hayalini kurması, kendisini her güzelliğe layık bulması ve rüyalarını gerçekleştirebilmek için uyanması önem taşıyor. İnsan gitmek istediği yere gitmeli, olmak istediğini olmalı, iyi seksi yaşamalı, mükemmel seksi öğrenmeli, çünkü sadece bir hayatı ve bütün yapmak istediklerini yapmak için sadece bir şansı var…
İnsan elindekiyle yetinmiyor, daha fazlasını ve mükemmelini istiyor. Oysa mutluluk kapısı kapandığı zaman bir gün mutlaka bir diğeri açılıyor, fakat insan kapalı kapıya o kadar çok bakıyor ki, çoğu zaman yeni açılan kapıyı göremiyor ve yaşam gücü azalıyor. Boşalma ve orgazm ise insanın güç kaynağı olarak biliniyor ve hayatın anlamını içinde barındırıyor, aşk hayatında, iş hayatında, sosyal hayatta, aile ilişkilerinde insanın önünü aydınlatabiliyor.
Boşalma ve orgazm yaşayan bir kişi daha enerjik ve canlı hissedebiliyor. Sağlıklı ve mutlu bir seks hayatı için (1) ne hissetmek ne söylemek ne yapmak gerektiğini düşünmek yerine sadece vücudu dinlemek, (2) acele seks yapmak yerine yavaş seks yapmak, (3) sonuca değil sürece odaklanmak, (4) performansa değil dokunuşların büyüsüne kapılmak, (5) finale gitmek yerine yolculuğun tadını çıkarmak, (6) susmak yerine ne istediğini söylemek, (7) monotonluk yerine aşk oyunlarına yer vermek, (8) suçlamak yerine sorumluluk almak, (9) olumsuz şeyleri konuşmak yerine seks konuşmak, (10) aşkı ve seksi bir serüven gibi görmek yerine yaşamının tüm öyküsü olarak görmek gerekiyor. Çünkü doruk noktasına ulaşmak boşalma ve orgazmın bir parçası ama tamamı değil…
Boşalma ve orgazm hayat verebiliyor ve bu nedenle yaşanılan boşalma ve orgazm kişinin hayatının sırrı olabiliyor. Bu sırrı keşfetmek, güzel bir cinsel yaşam, yoğun yaşamak, özgür olmak ve tam uyanık bulunmak olarak tarif edilen hayatın anlamına ve amacına ulaşmayı kolaylaştırıyor. Böylece insan hayata nasıl bir anlam veriyorsa, hayatta ona öyle gözüküyor. Boşalma ve orgazmın gücü adına insan; üretici, geliştirici ve sevgi dolu yaşayarak kendi hayatını kurabiliyor ve belirleyebiliyor.
Narsisizm, özsevi, özsevgi, özsaygı, özdeğer, ego saygısı, kendilik değeri diye tanımlanıyor. İnsanın kendi değeri ve değerliliği konusunda hissettikleri olarak biliniyor. Kişinin kendisiyle ilgili hissettiği güzel duygulara çoğu zaman ihtiyacı oluyor. Yoksa diğerleriyle iletişim kuramıyor, hatta sokağa çıkamaz bir hale gelebiliyor. Şu halde narsisizm patolojik bir durum değil... Çünkü kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi, kendini beğenmesi, değerli görmesi gerekiyor. Bu sevgiye narsisizm deniyor. Narsisizm bu anlamıyla doğal bir ihtiyaç. Kişinin kendini beğenmesine, önemli ve değerli biri olarak kabul etmesine izin verilmezse aşağılık kompleksiyle beslenen narsisistik kişilik ile karşı karşıya kalınabiliyor.
Suda yansıyan kendi görüntüsüne âşık olup, ulaşılamaz aşkının kurbanı haline gelen mitolojik karakter Narcissus’un hayatı, günümüzde birçok yaşamda tekrar ediyor. Çünkü insan olmanın acı gerçeklerinden biri, özellikle geçmiş çocukluk yaşamları duygusal acılar veya hayal kırıklıkları içeriyorsa, insanların geçmişlerini tekrarlamak üzere donanmış olmalarıdır. Geçmiş hep tekrar eder, mekânlar değişir, zamanlar değişir, oyuncular değişir ama roller hep aynı kalıyor. Her çağ, kendisini oluşturan özgün yapının abartılı şekilde dışa vurulduğu, patolojik davranış biçimleri yaratıyor. Bu nedenle dün olduğu gibi bugününde en önemli sorunlarından biri narsisistik kişilik (narsisistik yapı veya narsisistik kişilik organizasyonu)… Narsisistik kişiliği en iyi anlatan ve İtalyan ressam Caravaggio'nun 1594–1596 tarihleri arasında tamamladığı “Narcissus” ya da “Kendine Âşık Olan Adam” adlı yağlıboya tablosu, Roma'daki Galleria Nazionale d'Arte Antica’da bulunuyor.
Normal olan narsisizmin aksine patolojik ve çok yıkıcı olabilen narsisistik kişilik için utanç, ölüm gibi tarif ediliyor, bu nedenle yüzüne bir maske takıyor, yalan söylüyor ve hiç utanmıyor, vicdansız oluyor, gerçekleri hep inkâr ediyor, gerçekleri söyleyenleri suçluyor ve öfkesini kusuyor. Narsisistik kişi iktidarını yerleştirmek ve etrafını istediği şekilde dizayn etmek için baştan çıkartıcı ve kurnazca yollara başvuruyor, ustalıkla kendisini mağdur gibi gösteriyor. Her şeyi onlar için yapıyormuş gibi bir hava yaratarak, etrafındaki kalabalıktan besleniyor, kendisinde eksik olanları çekip alıyor ve böylece kendisini tamamlıyor ama etrafını zamanla yok ediyor. Çünkü kendisi gibi düşünmeyenleri sürekli suçlayarak ve eleştirerek onlara yön veriyor, öfkesini kusarak psikolojik şiddet uyguluyor ve özsaygılarını tüketiyor. Bunun sonucunda umutsuzluk, çökkünlük, depresyon ve bağımlılık başlıyor. Suçlanma ve eleştiri darbeleriyle, suçu kendinden başka yerde göremez hale getirilen gerçek mağdurlar ise, kaçıp kurtulma yetilerini yitiriyorlar.
En önde, en gözde ve tek olmak isteyen ve daima kendini haklı gösteren narsisistik kişi kibirli oluyor, kabahati hep başkalarında arıyor, başkalarının hatalarını ve günahlarını gördüğünde cehennem ateşi gibi alevleniyor, öfkesine hâkim olamıyor, saldırganlaşıyor, kendinden geçiyor ama kendi kötü nefsine hiç bakamıyor, hep kibri seçiyor. Hedeflerine ulaşamadığında çöküyor, maddi ve manevi olarak kirleniyor ve manevi pisliğini ancak göz yaşlarını döktüğü terapi ile silebiliyor.
Cinsel ilişki esnasında ağrı ve acı duyulması nispeten sık yaşanan bir durum... Pek çok kadının sorunu olan ağrılı ve acılı cinsel ilişki yani disparoni, basit bir enfeksiyondan kaynaklanabileceği gibi ciddi hastalıklara da işaret edebiliyor. Bu nedenle cinsel ilişki sırasında ağrıdan yakınan kadınların zaman kaybetmeden mutlaka bir cinsel terapiste ve jinekoloğa başvurmaları gerekiyor.
Özellikle cinsel yaşamın başlangıcının ilk aylarında kadınların çoğu az veya çok ağrı ve acı duyabiliyor. Ancak; cinsel birleşme sırasında vajinaya girmede zorlanma, vajinaya girme ya da girme girişimleri sırasında vulvovajinada ya da pelviste belirgin ağrı duyma, vajinaya girme eyleminin gerçekleşeceği beklenirken ya da vajinaya girme sırasında veya girilmesinden ötürü vulvovajinada ya da pelviste ağrı duymayla ilgili olarak belirgin bir korku ya da kaygı duyma ve vajinaya girme girişimi sırasında aşk kaslarını (pelvis tabanı kaslarını) çok germe ya da sıkma durumu, yaklaşık altı aydır, sürekli ya da yineleyici bir biçimde yaşanıyorsa, kadında ve çift ilişkisinde belirgin bir sıkıntıya neden oluyorsa disparoniden bahsedilebiliyor.
Ağrı genellikle vajina ya da kasık bölgesinde gelişiyor. Disparoniden yakınan kadınlar, ağrı ve acının verdiği korkuyla ağrı beklentisine girebiliyor ve cinsel ilişkiye girmekten kaçınabiliyor. Hatta bazı durumlarda ağrının ve acının çok şiddetli olması, vajinal kasların, ilişkiye girilmesine engel olacak kadar sıkı kasılmasına bile yol açabiliyor. Disparoni, “derin” ve “yüzeyel”, "primer" (yaşam boyu) ve "sekonder" (edinsel), “psikolojik nedenli” ve “fiziksel nedenli” olarak sınıflandırılabiliyor. Derin disparoni, vajinaya penisin tam olarak girmesinden sonra kasık veya karın bölgelerinde ağrı ve acı hissedilmesi olarak tarif ediliyor. Rahim, yumurtalık, tüpler ve alt karın bölgesi ile ilişkili önemli hastalıklar derin disparoniye neden olabiliyor. Yüzeyel disparoni ise vajinanın hemen girişinde veya vajina içerisinde hissedilen ağrı ve acı hissi olarak biliniyor. Primer disparoni, kişi cinsel açıdan etkin olduğundan beri varken, sekonder disparoni oldukça olağan bir cinsel işlevsellik evresinden sonra başlıyor.
Disparonide psikolojik nedenlerden çok fiziksel nedenler ön planda görülüyor. Herpes simpleks enfeksiyonu (genital uçuk) ya da vajinit gibi vajinal bölgede ya da rahimde gelişen enfeksiyonlar, vajinada, rahimde veya yumurtalıkta gelişen kitle ve tümörler, vajinada yabancı cisimlere karşı oluşan alerjiler, endimotriozis yani iç genital bölgedeki organlarda oluşan yapışıklıklar, menopoz döneminde vajinada oluşan kuruluklar, kızlık zarının yapısal olarak sert olması gibi kızlık zarıyla ilgili sorunlar, doğumsal vajina kusurları disparoniye neden olabiliyor. Bunun dışında psikolojik sorunlar, ön sevişmeye yeteri zaman ayrılmaması ve yeterince hazır olunmadan cinsel ilişkiye girme vajinada tahrişe ve ağrılı cinsel ilişkiye neden olabiliyor. Erkeklerde ise üretra enfeksiyonları ağrılı cinsel ilişki yaşanmasına yol açabiliyor.
Disparonide cinsel terapi, medikal tedavi ve cerrahi tedavi uygulanıyor ve netice alınabiliyor. Örneğin; sorun enfeksiyonlardan kaynaklanıyorsa antibiyotik tedavisi yeterli gelebiliyor. Yumurtalık kistleri, tümör, endometriozis veya miyom disparoniye neden oluyorsa cerrahi tedavi gerekiyor. Bazı disparoni vakalarında jinekolog ile cinsel terapistin birlikte vakayı değerlendirmesi ve çalışması önem taşıyor. Ancak sorunun kaynağı ne olursa olsun, hangi tedavi yöntemi uygulanırsa uygulansın kadının ve çiftin psikolojik destek alması gerekiyor. Çünkü cinsel ilişkide oluşan ağrı zamanla psikolojiyi bozabiliyor ve çoğu zaman partnerin de cinsel terapiye katılımını gerektiriyor. Cinsel terapi süresi ise sorunun altında yatan faktörlere bağlı olarak değişebiliyor.
Öğrenilmiş davranışlar hayatı çekilmez kılabiliyor. Örneğin, ne kadar çok istesek de “Seviyorum” demek isterken, birden ağzımızdan başka kelimeler dökülebiliyor. “Onu gördüğümde şöyle sıkıca sarılıp, koklayacağım” derken, gördüğümüzde tam tersi davranabiliyoruz. Bu durum çocukların ezber davranışları gibi ve maalesef aşmak çok kolay olmuyor. Bunun üstesinden gelmek mümkün fakat sevgiyi ve ilgiyi gösterememenin asıl sebebi kırgınlık, öfke ve yersiz gurur...
Mesela kadın erkeğe dokunmak ve sarılmak istiyor. Fakat geçmişteki kırgınlığı ve öfkesi ona engel oluyor, kırgınlık ve öfkesi yersiz bir gururla birleşince kadın erkekten uzaklaşıyor. Ve erkek, kadının neden kendisinden uzaklaştığını bilmiyor ve anlamıyor... Erkekler çoğu zaman “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok” misali hiçbir şeyden habersiz, olanları algılamaya çalışıyor. Ve kendisine tepki gösteren kadına dokunmaya zorlanıyor. Ama unutulmaması gereken hayat gerçeklerinden biri, kırgınlık, öfke ve yersiz gururun, mutluluğun en büyük düşmanlarının başında gelmesi…
Kırgınlığı ve yersiz gururu geride bırakmak mümkün ama zor bir süreç… Değişim düşüncelerle alakalı… Değiştirmek denildiği zaman kişiliği değiştirmek gerektiği anlaşılıyor. Kadın ve erkek birbirlerinin kişiliklerini değiştiremezler, değiştirebilecekleri tek şey davranışları… Eğer kişi davranışlarını iradesiyle, aklıyla, mantığıyla uygun hale getirebilirse, yersiz gururu, öfkeyi, kırgınlığı bir tarafa bırakıp mutluluğu yakalayabiliyor. Mesela kocasına öfkeli ve kırgın bir kadın, bu duygularını geride bırakıp, eşi geldiği zaman onu mutlulukla ve gülümseyerek karşılayabilirse her şey değişebiliyor. Ama öfkeli ve kırgınken tebessüm etmek, dünyanın en zor şeylerinin başında geliyor. Ancak gülümseyen mutlu bir kadın erkeğin zaferidir. Mutsuz, gülmeyen bir kadın ise erkeğin mağlubiyeti… Erkek mutlu olmayan bir kadına yakın olamıyor. Erkek için gülümseyen bir kadın hep çok çekici… Erkeğin doğası bu, başka bir şey beklememek gerekiyor. Kadın mutlu olmak istiyorsa, gülümsemeli ve mutlu görünmeli… Ancak elbette erkeklerin de yapması gereken şeyler var... Mesela erkekler de kadına seks dışında dokunmayı öğrenmeli... Çünkü erkekler sadece seks yapacakları zaman kadına dokunuyorlar, onun dışında dokunmuyorlar, bu da kadına kendini değersiz hissettiriyor. Diğer önemli bir konu ise, erkek kadını ilgiyle dinleyecek ve anlayacak... Partneriyle gün içinde telefonla araşacak, mesaj atacak, en azından akşamları konuşacak… Göz teması ve gönül teması kuracak ve partnerine dokunarak onu dinleyecek… Erkekler bu iki şeyi yapıp, bir de kadına iltifat ederlerse, erkek de kadın da mutlu olabiliyor. Yani erkekler dinleyecek, kadınlar gülümseyerek karşılayacak ve kadın erkeğe hatasını asla söylemeyecek ama hatasını düzeltebileceğine inanacak ve onu motive edecek. Yani kadının gülümseyebilmesi için erkeğin de kadını mutlu etmesi gerekiyor. Ama birçok çift genelde suçlayan ve işaret parmağıyla suçlu arayan bir dili seçiyor. Oysa karşılık beklemeden sevmek ve koşulsuzca sevgiyi göstermek gerekiyor.
Tatlı yemek bir seçimdir, nefes alıp vermek ise bir mecburiyet… Erkekler için çok önemli iki konu var... Bunlardan biri pohpohlanmak... Uzun süren ilişkilerde kadın seksi ve güzel olmasına rağmen, erkeği pohpohlamadığında, onun etkilemekte zorlanabiliyor. Üç maymunu oynayan, erkeğin kötü tarafları görmeyen, iyi taraflarını gören bir kadın her daim çekici kalabiliyor. İkincisi ise, erkeğin yalnız kalma ihtiyacı var… Kadının gerektiğinde erkeği yalnız bırakması önem taşıyor. Arada bir erkeğin serbest kalması gerekiyor, serbest bırakıldığında fazla uzaklaşmadan kadına geri dönebiliyor, onu mutlu edecek davranışlarda bulunabiliyor ve yakın olabiliyor. Ama kendini çok baskı altında hissederse, paralel yapı kurabiliyor, şiddet uygulayabiliyor, kendini işe verip deli gibi çalışabiliyor, hakaret edebiliyor ve kendinden bir şekilde kadını uzaklaştırabiliyor. Kadınlar da erkekler kadar aldatabiliyorlar. Kadının en temel ihtiyaçlarının başında dinlenme, anlaşılma ve ilgi görme geliyor. Bunların eksikliği hisseden kadın da sabrı bitip, susunca, paralel ilişki kurmayı tercih edebiliyor. Yani, aldatma sadece erkeğin kazası değil, kadının da kazası olabiliyor.
İlişkilerde aradığını bulamayanların ve aldatanların buluşma yeri gibi oldu sosyal paylaşım siteleri... Kadının ilgi gördüğü, erkeğin de pohpohlandığı bir buluşma yeri oldu internet... Kadının ilgiye, erkeğin pohpohlanmaya karşı ilgisiz kalması çok kolay değil… Erkek iyi bir şey yaptığında kadının onu takdir etmesini bekliyor, bu olduğunda kendini özel hissediyor ve kadına bir anda ilgi duyabiliyor. Kadın ise, güzel olduğunu, seksi olduğunu, tatlı olduğunu duymak istiyor ve buna karşılık vermeden duramıyor. Fakat internetten önce de aldatma vardı... İnternet daha da kolaylaştırdı işi... Ama şunu unutmamalı ki, kadınların da erkeklerin de fiziksel, duygusal ve zihinsel ihtiyaçları var. Bunları kim veriyorsa oraya gidiyorlar. Sosyal paylaşım sitelerinde bunları alabilme hayaliyle ilişkiler kuruluyor. Bu durum paralel yapılanma yani aldatma için çok güzel bir ortam yaratıyor.
Erkekler konuşmayı sevmezler, konuştuklarında ise genellikle söylemek istemediklerini söylerler. Bu durumdan hemen hemen bütün kadınların şikâyetçi... Google arama motorunda “Erkekler neden konuşmayı sevmez?” diye yazdığımızda yüzlerce sayfa görmemiz de bunun sağlaması gibi… Kadınlar konuşmak istiyor, erkekler susuyor. Peki, anlaşma nasıl sağlanacak? Öncelikle erkekler ve kadınlar birbirinden farklılar... Erkekler “erkekçe” kadınlar da “kadınca” dilinden konuşuyorlar. Biri İngilizce konuşuyorken, diğeri Türkçe konuşuyorsa anlaşamazlar değil mi? Bu durumda her iki tarafın da birbirinin dilini öğrenmesi gerekiyor. Bu süreçte bazı sorunlar yaşanıyor çünkü erkekler konuşmayı sevmiyorlar, kadınlar da konuşmadan yapamıyorlar ama kadınlar konuşacak erkek aramıyor, dinleyecek erkek arıyorlar… Çünkü kadınların en temel ihtiyaçlarının başında dinlenmek ve anlaşılmak geliyor. Kadın konuşurken düşünüyor ve gelmek istediği noktaya geliyor ya da konuşa konuşa, konuşmasını açarak, genişleterek kafasındaki problemin çözümünü buluyor. Fakat erkekler çok farklı… Erkekler bir odaya kapanıyor ve uzun uzun düşünüyor. Aklına yattığında onu uyguluyorlar. Yani biri konuşurken düşünüyor diğeri ise yalnız düşünüyor ve uyguluyor.
Erkek düşünürken kadın konuşmak için ısrar ederse, büyük bir çatışma çıkıyor. Bu nedenle kadınların erkeklere şu dille yaklaşması gerekiyor: “Seninle konuşmaya ihtiyacım var. Beni dinlemene ihtiyacım var. Lütfen beni dinle ve anla…” Ve kadınların mutlaka bir zaman süresi belirtmeleri önem taşıyor. Mesela, “Yarım saat beni dinlemene ihtiyacım var” denilebiliyor. Çünkü erkek zamanı bildiğinde “Yarım saat dinleyebilirim” diyor ve konuşma bitinceye kadar ilgiyle dinleyebiliyor. Zaman belirtmeden kadın konuşmaya başlarsa, erkek dinlemekte zorlanıyor, konsantre olamıyor, boğuluyor, yutulduğunu hissediyor.
Ayrıca kadının şunu da mutlaka erkeğe söylemesi gerekiyor: “Benim söylediklerimle ilgili bir çözüm üretmek zorunda değilsin. Şikâyetlerimi ve konuşmalarımı ille de çözülecek bir problem gibi görme lütfen. Eğer senden bir şey istersem, somut ve net olarak söylerim, eğer yapabilirsen mutlu olurum, yapamazsan sorun yok, saygı duyarım ama beni her söylediğime çözüm üretmek zorundaymışsın gibi dinleme. Söylediklerimden dolayı da kendini suçlu hissetme. Sadece beni dinlemene ve anlamana ihtiyacım var…” Bu şekilde erkek kadını yarım saat özenle dinleyebiliyor, kadın rahatlıyor ve gevşiyor, daha sevgi dolu olabiliyor, erkek strese girmiyor, her iki taraf da birbirine daha çok yakınlaşıyor ve var olan sıkıntılar ortadan kalkabiliyor. Aksi durumlarda, erkekler konuşulan her konuyu çözmeleri gereken bir problem gibi algılıyor, kadınları dinlemekte zorlanıyorlar ve kadınlar da “Beni ve söylediklerimi ciddiye almıyor, beni önemsemiyor, sevmiyor” gibi düşüncelere kapılıyorlar. Genelde kadınlar,“ Bunların sorumlusu ben değilim, sensin” gibi yaklaştıkları ve “Bir çözüm üretmek zorunda değilsin” demedikleri için iletişim zorlaşıyor. Kadın genelde zaman belirtmediği ve de bir konudan başka bir konuya geçtiği için, bir müddet sonra erkeğin ilgisi dağılıyor. Erkek böyle zamanlarda ya uzaklara bakıyor ya da elindeki telefonu alıp onu kurcalamaya başlıyor.
Erkeğin kusurunu görmemek, kötü sözünü duymamak ve hatalarını yüzüne vurmamak önem taşıyor. Yani erkek iyi bir şey yaptığında hemen onu görmek, iyi bir şey söylediği zaman hemen onu duymak ve onunla iyi konuşmak gerekiyor. Böylece erkek kadına sadık kalabiliyor. Yoksa paralel bir yaşam kurabiliyor. Kadın ne kadar akıllı, ne kadar güzel ya da ne kadar seksi olursa olsun, erkek gülen bir yüz ve mutlu bir kadın göremezse aldatmaya bahane yaratabiliyor.
Geçenlerde çok bakımlı ve güzel bir hanımefendi geldi. Büyük bir öfke içerisindeydi, elinde kocasının sevgilisine yazdığı aşk mektupları vardı, e-maillerini internetten yakalamış… Öfkeyle bu e-mailleri masanın üzerine attı. “Kocam sevgilisine neler yazmış bakar mısınız?” dedi ve kocasını geri kazanmak istediğini söyledi. Mektupları birlikte okumayı teklif ettim, kabul etti. Sevgilisi yani paralel yapı sanki Sultan Süleyman eve gelmiş gibi bir ruh halinde, çok mutlu, onu kadar güzel karşılamış ki, sanki Sultan Süleyman Han gelmiş gibi övgüler düzmüş, yüzünde gülücükler açmış, o gittiği zaman hüzünlenmiş, o geldiği zaman çok mutlu olmuş. Öyle güzel anlatmış ki hislerini, evine güneş gibi doğmuş sanki. Tabii danışanımın kocası olumlu sözlerden ve davranışlardan o kadar çok etkilenmiş ki, sevgilisi karısından çirkin olmasına rağmen, ona gitmeyi istemiş, onu tercih etmiş. Yani çoğu zaman kadın çok güzel, çok seksi olmasına rağmen erkeğin gözünde bir kıymeti olmayabiliyor. “Siz bu tür sözleri kocanıza en son ne zaman söylediniz?” diye sordum. “Ben bunları yapmıyorum ki” diye cevap verdi. “Ben genelde hep eleştirir ve suçlarım” diye ekledi. “Neden kocanızın başka bir kadınla paralel bir ilişki yaşadığını anladınız mı?” dedim. Kadın ağlayarak “Anladım” dedi. Ve gerçekten de 15 gün sonra kadın geri geldiğinde “Kocam sevgilisini bıraktı bana geri döndü” dedi. “Ne yaptınız?” diye sordum. “Güzel sözlerle hitap ettim, diğer kadının yaptıklarını yaptım” dedi. “Ben zaten kocam için güzel hisler besliyordum ve onu seviyordum fakat yersiz gururum ona güzel sözler söylememe engel oluyordu” diye ekledi.
Yersiz gurur, kırgınlık ve öfke aşılmadığı sürece çiftler birbirlerine hislerini saklıyorlar, gösteremiyorlar ve paralel yapılara davetiye çıkartıyorlar. Elbette aldatan erkeğin de hataları, yanlışları var ve onları düzeltmesi gerekiyor. Erkek de kendine bakıp “Ne yapmalıyım?” diye sormalı, dokunmalı, dinlemeli ve iltifat etmeli, kadın da “Kendimi seviyorum, değer veriyorum, kendim ve evliliğim için bunları yapmalıyım ve evliliğimi riske atmamalıyım” demeli. Mutlu olmak için nezakete, hoşgörü ve anlayışa sahip olmak gerekiyor. Ancak çiftlere “İlk adımı sen atma, gururlu ol. Erkek kadının peşinden koşar. Mesafeli dur ve çok yüz verme” gibi öğütler veriliyor. Bunları aşabilmek bir mesele... Dolayısıyla kırgınlık sebebi sabun köpüğünden değilse, gurur duygusunu aşabilmek oldukça zor… Bu nedenle erkek her zaman bir adım önde olmalı... Kadına seks dışında da dokunmalı, iltifat etmeli, onu dinlemeli… Çünkü bunları yapan bir erkek karısından veya sevgilisinden Sultan Süleyman Han muamelesi görebiliyor, daha az hata yapıyor.