Yurtsan Atakan

Şehirden indim köye

12 Eylül 1998
Görünen köy kılavuz istemez; Milli Eğitim Bakanlığı'nca çok yerinde bir kararla başlatılan, ancak zaman içerisinde paraları sokağa atmaktan başka bir işe yaramayacağı belli olan bilgisayar destekli eğitim projesi geri dönüşü olmayan bir batağa doğru hızla ilerliyor.Dünyadaki teknolojik gelişmeleri at gözlüklü danışmanların gözünden izlemekte kararlı Milli Eğitim Bakanlığı, tüm uyarı ve yakarıya varan feryatlarımıza rağmen Türkiye'nin önünde yepyeni ufuklar açabilecek bir potansiyele sahip bilgisayar destekli eğitim projesini sudan çıkmış eşeğe döndürmekte ısrarlı gözüküyor.BDE projesi için teknoloji seçimi aşamasında nelere dikkat edilmesi gerektiğini bu sütundan defalarca yazmış olmamıza rağmen, konuyu tekrar tekrar gündeme getirmekte kararlıyız. Çünkü BDE projesi mutlaka ama mutlaka gerçekleştirilmesi gereken bir proje. Ancak projenin başarıyla sonuçlanması, okullarımızın bir önceki denemede olduğu gibi yine bilgisayar çöplüğüne dönmemesi için doğru teknoloji seçimi de şart.Bilgiişlem dünyası teknolojik bir sıçramanın eşiğinde. Bu eşiğin adı ağ bilgiişlemi. Bilgiişlem tarihi bu eşiğe varıncaya kadar başlıca iki dönemden geçti. Birinci dönem ana bilgisayarlar dönemiydi. Bu dönemde zamanı için güçlü anabilgisayarlar ve bu anabilgisayara bağlı aptal terminaller kullanıldı. Tüm işlemler anabilgisayarlarla yapılıyor, bu işlemlerin sonuçları küçük yerel bilgisayar ağlarınca, aptal terminallerin ekranlarına yansıtılıyordu.Sonra kişisel bilgisayarlar dönemi geldi. İşin komik yanı, teknolojik eşiğin aşılmaya başlandığı dönemde kişisel bilgisayarların başarılı olamayacağına inananların da çoğunlukta olmasıydı.Kısa bir süredir aşmakta olduğumuz teknolojik eşik ise ağ bilgiişlemine açılıyor. Ağ bilgiişlemi ilk bakışta anabilgisayar dönemine geri dönüşmüş gibi bir izlenim verse de, teknolojik olarak çok önemli farklılıkları var.Her şeyden önce ağ bilgiişleminde kullanılan uç birim cihazları, aptal terminallerin aksine çok güçlü işlem gücüne sahip, buna rağmen kişisel bilgisayarlara göre oldukça ekonomik aletler.İkincisi ağ bilgiişleminde kullanılan bilgisayar ağı. Anabilgisayarlar döneminde kullanılan küçük yerel ağlar değil. Tüm dünyayı saran dev bilgisayar ağı İnternet.Gelelim okullarımıza. Bilgisayar destekli eğitim yapmak için okullara Windows tabanlı kişisel bilgisayarlar yerleştirmek, evlere elektrik götürmek için her eve jeneratör takmakla aynı.Jeneratörlü bir evde ışıkları yakmak için nasıl ki önce jeneratörün çalışmasını beklemek zorundaysanız, Windows tabanlı kişisel bir bilgisayarı çalışır duruma getirmek için de, düğmesine bastıktan sonra işletim sisteminin yüklenmesini beklemek zorundasınız. Işıkları jeneratörden sağlanan elektrikli yanan bir evde, jeneratör bozulduğunda nasıl ki tamirci beklemek zorundasınız, Windows'la çalışan bir bilgisayarın ayakları bozulduğunda da servis beklemek zorundasınız.Halbuki İnternet gibi bir bilgi ağı varken, bilgisayar destekli eğitimde ağ bilgiişleminden yararlanmak, evlerdeki ışığın yanması için gerekli enerjiyi genel elektrik şebekesinden almak kadar basit. Sorun yalnızca altyapı sorunu.İşte bunun için, bilgisayar destekli eğitim projesinde yatırım önceliğinin donanıma değil altyapıya verilmesi gerektiğini savunuyoruz.Siz önce her okurun kapısına dek varan gelişmiş bir bilgisayar ağı kurun. Bırakın donanım sonra gelsin. Bırakın donanım için hangi teknolojinin kullanılacağını, altyapının kurulması sırasında geçecek zaman içinde verelim.Şehirden köye inmenin, bilgiye erişim fırsatı eişitliğini her öğrenciye sunmanın tek yolu budur.Tamam mı devam mı not: Tamam değil, geriye dönülmez noktaya gelinceye kadar bu konuyu işlemeye devam edeceğiz.yurtsanhurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Bilgi sahibi fikri sabitler

6 Eylül 1998
Geçen hafta yazmış olduğumuz ‘‘Uğur Mumcu'nun ikinci ölümü’’ başlıklı yazımıza çeşitli tepkiler geldi. Tepkilerden anladığım kadarıyla, yazımızda ileri sürdüğümüz ‘‘artık fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmak gerekmeyecek’’ savımızı yeterince açık anlatamamışız. Daha basit bir şekilde, madde madde açıklamaya çalışalım.- Günümüzde bilgi, sahip olunabilecek bir meta.- Bir insanın sahip olduğu bilgi, onun aklında tutabildiği bilgiyle sınırlı.- Bir insanın sahip olabileceği bilgi miktarı, hafızasının gücüne bağlı.- Beyinde depolanan bilgi dışında, el altında kolayca ulaşılabilecek bir yerde (örneğin evdeki kişisel kitaplıkta, kişisel bilgisayarda, serbestçe yararlanma olanağına sahip olunan bir arşiv ya da kütüphanede) kullanılmayı bekleyen bilgiler de, gerektiğinde sahip olunabilecek bilgiler arasında.- Yani bir insanın sahip olabileceği bilgi miktarı, hafızasının gücü ve bilgiye erişim olanaklarıyla kısıtlanmış durumda.- Sahip olunan bilginin, bir meta değerine kavuşması da bu yüzden.- Bilgi sahibi insanların, hiçbir yeni fikir üretmeden dahi, yalnızca sahip oldukları, aslında başkalarına ait olan bilgileri satarak para kazanabilmesi de bu yüzden. (Bunlara halk arasında entel, entellektüeller arasında yarı aydın deniliyor).- Fikir ise, her ne kadar fikir hırsızlıklarına tanık olabiliyorsak da, beyinsel bir aktiviteyle üretilen, şahsi emek ürünü bir meta.- Bir insanın üretebileceği fikir, onun zekasıyla ve sahip olduğu (Dikkat, günümüzdeki anlamıyla) bilgiyle sınırlı.- Bir insanın üretebileceği fikir miktarı, zeka ve akıl gücüne bağlı.- İnternet'in bilgiyi hızla kamulaştırdığı bir süreç içerisindeyiz.- İnternet bütün bilgileri içine depolamak ve tasnif etmekle kalmıyor, tüm bu bilgileri her an, her yerden kolayca ulaşılabilecek hale dönüştürüyor.- Enformasyon Çağı tamamlanıp, Bilgi Çağı başladığında, dünya üzerindeki hemen hemen tüm bilgi İnternet'in bir parçası olacak, dünya üzerindeki hemen hemen tüm insanlar İnternet'e bağlanabilecek bir araç sahibi olacaklar.- Bu aşamaya varıldığında, artık kimse bir bilgiye özel olarak sahip olamayacağından ve tüm bilgi herkes tarafından paylaşılıyor olacağından, bilgi sahibi olmak gibi bir kavram kalmayacak.- Daha kaba ama daha kolay anlaşılacak bir anlatıma başvuracak olursak, bilgi hava gibi olacak. Herkesin havayı paylaştığı bir dünyada hava sahibi olmaktan bahsedilemeyeceği gibi, bilginin herkes tarafından paylaşıldığı bir dünyada da bilgi sahibi olmaktan bahsedilemeyecek.- İşte böylece, artık bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunabilecek.- Bilgi sahibi olmakla, maddi değeri olan bir metaya sahip olmayı kastettiğimize bir kez daha dikkat çekerim.Son söz not: Dünya üzerinde solumak için hava sahibi olmak gerekmiyor. Ama su altında ya da uzayda yaşamak için hava sahibi olmak şart.İzleniyorsun not: The Sunday Times'ın geçen haftaki turizm ekinde İstanbul'la ilgili yazıda okumuştum: Stanley Stewart, Türklerin dünyanın heryerinde arkalarında bıraktıkları ayçekirdeği kabuklarından izlenebileceğini söylüyordu.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Geh bili bili bili şim -2-

5 Eylül 1998
Bilişim ‘96 daha dün gibi hatırımda. Nasıl olmasın ki? Uzun bir yılan hikayesi döneminden sonra Turnet’in daha yeni devreye girdiği; Türk Telekom’un, Turnet’in İnternet'in tüm sorunlarını çözecek muhteşem bir altyapı olduğunu iddia ettiği; Türkiye'nin toplam yurtdışı çıkış kapasitesinin ise 1 MB'ı ancak bulduğu günler...Bilişim ‘96 kapsamında yapılan bir panele konuşmacı olarak tüm bu ahval ve şerait altında katılıyorum. Panel’in diğer konuşmacıları, aklımda kaldığı kadarıyla Faruk Eczacıbaşı, Abdullah Gül, Emrehan Halıcı, Timur Sırt ve Şeref Oğuz. İzleyiciler arasında ise Ziya Aktaş da var. Toplantının konusu ise Türkiye Bilişim Vakfı tarafından hazırlanan Türkiye Bilişim Stratejileri Çalışma Raporu.Rapor mükemmel hazırlanmış. Hem Türkiye'nin handikaplarına, sorunlarına doğru teşhisler koyuyor hem de bu sorunların aşılması için yapılması gerekenleri sıralayarak, isabetli hedefler gösteriyor. Şeref Oğuz, raporun mükemmelliyetine dikkat çekmek için olsa gerek, raporda gösterilen hedeflerin Türkiye için gerçekçi olmadığını ancak ABD gibi gelişmiş ülkelerde uygulanabileceğini söylüyor.Bizse Türkiye Bilişim Vakfı'nın bu raporla çok yerinde hedefler gösterdiğini ancak bundan sonra hazırlayacağı raporlarda daha da yüksek hedefler koyması gerektiğini söylüyoruz. Konuyla ilgili gazetedeki yazımızda da ‘‘Yoksa’’, diyoruz, ‘‘Türkiye Bilgi Çağı'nı geh bili bili şim, geh diye beklemek zorunda kalacaktır’’...Aradan bir Bilişim ‘97 geçiyor ve Bilişim ‘98'e varıyoruz. Geçen süre boyunca Türkiye'nin hedefleri hızla büyüyor, toplumun bilişimden beklentileri hızla artıyor. TÜBİTAK tarafından kurulan TUENA (Türkiye Enformasyon Altyapısı Anaplan Proje Ofisi) Türkiye'nin ‘‘Bilgi Toplumu 2010 Yılı Vizyon Raporu’’nu hazırlıyor. TUENA tarafından Türkiye için çizilen vizyonun, hedefler çıtasını ne denli yükselttiğini http://www.tuena.tubitak.gov.tr/ adresinden görebilirsiniz.Evet Türkiye'nin hedefleri büyüyor, toplumun beklentisi artıyor ancak gelip geçen hükümetler, yıllar öncesinden ısrarla savunduğumuz ‘‘Teknoloji’’ ya da ‘‘Bilişim’’ Bakanlığı'nın kurulmasının şart olduğu fikrini, bir türlü hayata geçirmiyor.Toplumdan gelen baskı büyümesine rağmen, Teknoloji ya da Bilişim Bakanlığı kurmak, hükümete gelir gelmez televizyonlarda İnternet'in öneminden bahseden Mesut Yılmaz'a da nasip olmuyor. O, televizyondaki icraatin içinden programının büyük bir bölümünü İnternet'e ve Bilgi Çağı'na ayıran Mesut Yılmaz, Bilişim ‘98'in açılışına dahi teşrif etmiyor.Aynı açılış günü, TBD Ulusal Bilişim Kurultayı kapsamında yapılan çalışma grubunda ise ah keşke Mesut Yılmaz da izleyebilmiş olsaydı dedirtecek kararlar alınıyor. Ziya Aktaş, Hüsnü Doğan, Ali Talip Özdemir, İlyas Yılmazyıldız gibi Millet Meclisi'nin bilişim toplarının katıldığı toplantıda Şeref Oğuz, Orhan Güvenen, Ömer Gebzelioğlu, Nevzat Özgüvenen ve Gürol Banger de bulunuyor. Ve Bilişim ‘98 bu toplantıyla, Bilişim ‘96'ının aksine, ulaşılması gereken dorukları yüksek bulmayan bir karara sahne oluyor; ‘‘Türkiye'de Bilgi Teknolojisi veya Yarın veya Gelecek Bakanlığı adıyla bir bakanlık dahil olmak üzere ivedi olarak bir kurumsal yapının oluşturulması gerekli ve yararlı olacaktır’’...Ne dersiniz, Bilgi Çağı'nı geh bili bili şim diyerek beklememize gerek kalmadı galiba.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Uğur Mumcu'nun ikinci ölümü

30 Ağustos 1998
Kimi fikirler vardır ölümsüzdür, kimi fikirler vardır ölümlü... Kimi fikirler vardır evrenseldir, kimi fikirler vardır yerel... Ama bir fikrin ölümlü ya da ölümsüz olduğuna ya da evrensel ya da yerel oluşuna bakıp, o fikre değer biçmek çoğu zaman yanlış bir değerlendirme olur. Bulunduğu kontekst içinde değerli olan bir fikir, o kontekstin dışına çıkıldığında değerini değil sadece doğruluğunu yitirir.Uğur Mumcu'nun ‘‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar’’, diyerek işaret ettiği ‘‘bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz’’ fikri de, öne sürüldüğü zaman dilimi içinde doğru olan bir fikirdi. Ancak değerini hiçbir zaman kaybetmeyecek olan bu fikir, doğruluğunu hızla kaybediyor.Çok hızlı bir şekilde içine girmekte olduğumuz çağ, her ne kadar ‘‘Bilgi Çağı’’ olarak anılsa da, bilginin değerinin sıfırlanacağı bir çağa doğru uzanıyor. Burada bir parantez açıp, Bilgi Çağı terimini İngilizce ‘‘Information Age’’in değil ‘‘Knowledge Age’’in karşılığı olarak kullandığımızı belirtelim. Dilimize şansız bir çeviriyle ‘‘Bilgi Çağı olarak çevrilen ‘‘Information Age’’, bilginin dolaşımının giderek kolaylaştığı içinde bulunduğumuz çağa verilen ad. Gerçek Bilgi Çağı ‘‘Knowledge Age’’ ise dünya üzerindeki tüm bilginin, her an her yerden, anında ulaşılabilir olduğu bir çağı işaret ediyor. Yani Enformasyon Çağı'nın nihai aşamasını.Gerek Enformasyon Çağı'nın, gerekse Bilgi Çağı'nın vazgeçilmez aracı ise İnternet. İnternet, içinde bulunduğumuz Enformasyon Çağı'nda dünya üzerindeki tüm bilgiyi hızla içine depoluyor, tüm medya araçlarını hızla bünyesine entegre ediyor. Bu süreç tamamlandığında ve dünya üzerindeki her insan İnternet denilen dünyayı saran enformasyon ağına bağlantısını sağlayacak bir araca sahibi olduğunda, Enformasyon Çağı bitecek Bilgi Çağı başlayacak.Ve işte o zaman bilginin -günümüz materyalist düşünce biçimiyle- hiç bir değeri kalmayacak. Gerçekte ise, bilgiyi sevgi gibi, ancak paylaşıldığı zamanlarda büyüyen bir değer olarak kabul edenler için sonsuz bir değere sahip olacak.Ancak bilginin materyalist anlamda değer yitirmesi, diğer materyalist değerleri dünyadan silmeye yetmeyecek. Bilginin yerini fikir alacak ve fikirlerin gerçek değeri anlaşılacak. Herkesin istediği bilgiye, dilediği anda ulaşabildiği bir çağda, sahip oldukları bölük pörçük bilgi parçacıklarını satarak yaşamını kazanan entellerden de eser kalamayacak. Herkes tarafından, ortaklaşa paylaşılan bilgilerden yola çıkılarak geliştirilen fikirler değer kazanacak. Yani artık bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunabilecek.Günümüzde herkes tarafından aynı kolaylıkla ulaşılamadığı için bir güç kaynağı oluşturan bilgi, Bilgi Çağı'nda insanlar arasında eşitsizlik yaratan bir değer olmaktan çıkacak. İnsanlar arasındaki farklılık, daha adilane bir değerle, zihinsel aktivite ile belirlenecek.Sözümüz İnternet'e kuşkuyla yaklaşan skeptiklerden dışarı, teknoloji düşmanlarının korkuyla titremelerine ve İnternet'i her fırsatta kötülemelerine yol açan, işte bu nedenlerdir.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Katina'nın elinde yetkisi -2

29 Ağustos 1998
Türkiye'deki İnternet adreslerinin tescil yetkisini elinde tutan ODTÜ'nün durumunu, o meyhane şarkısındaki Katina'nın dramına benzettiğimiz geçen haftaki yazımızın ardından, ODTÜ mezunları ve öğrencilerinden çeşitli e-posta mesajları aldık. Kimi yazımızda öne sürdüğümüz görüşleri destekliyor, kimi ODTÜ'ye haksızlık ettiğimizi söylüyor, kimi de yazıda bahsettiğimiz konulara uzak olduğunu, konuya biraz daha açıklık getirmemizi talep ediyordu. Haklıdırlar, konuyu biraz daha açalım...İnternet üzerinde kullanılan ‘‘http://www.birlik.com’’ gibi adresler, her ülkede farklı tescil organlarınca tescil ediliyor. İnternet üzerindeki her sitenin aslında bir numerik adresi, bir de harflerden oluşan adresi var. Numerik adreslere ek olarak harflerden oluşan adreslerin kullanılmasının nedeni, bu adreslerin kolay akılda kalmasını sağlamak. İnternet'e girip, herhangi bir sitenin adresini yazdığınızda, bilgisayarınız önce ‘‘DNS server’’ denilen, İnternet üzerindeki adres bankalarına bağlanıp, bu adresin numerik karşılığını öğreniyor ve ‘‘router’’ denilen trafiker bilgisayarlar aracılığıyla bu numerik adresin sahibi bilgisayarlara ulaşıyor. Sonuçta da, yazılan adresin işaret ettiği İnternet sayfasına ulaşılıyor. Trafikte bir aksama olmaması için İnternet üzerindeki her sitenin, yalnızca kendisine özel, eşsiz bir adresi olması gerekiyor. Dolayısıyla da hangi sitenin, hangi adrese sahip olacağının birilerince tescil edilmesi... Yani bu iş basit bir tescil işleminden başka bir şey değil ve İnternet'in beşiği ABD'de de yıllardan beri basit bir tescil işlemi olarak uygulanıyor. Bir İnternet sitesi açmaya karar verdiğinizde, kendinize beğendiğiniz bir adres seçiyor ve tescil merciine başvuruyorsunuz. Talep ettiğiniz adres, daha önce başkası tarafından alınmadıysa, tescil merci adresi sizin adınıza tescil ediyor.İnternet'in tüm dünyaya yaygınlaşmasıyla birlikte, ABD'deki tescil merci, bu tescil işlemini o ülkeden bir kuruma vermeye başladı. Her ülkede, adreslerin ardına, o ülkenin kodu ekleniyor. http://www.birlik.com.tr gibi, ardında .tr uzantısı olan adreslerin tescili de ABD'deki tescil merci tarafından ODTÜ'ye verilmiş durumda. Ancak ODTÜ, basit bir tescil işleminden başka bir şey olmayan görevini kendi kafasına göre genişletti ve bir adres başvurusu durumunda, başvuran kişi ya da kurumun o adresi almaya hakkı olup olmadığına karar vermek gibi bir yargıda bulunmanın da kendi hakkı olduğunu ilan etti. ODTÜ bununla da yetinmedi ve bir adresin kimin hakkı olduğuna dair kurallar da geliştirerek yasama organı görevini de kendine iş edindi. Yani ODTÜ bu konuda hem yasama, hem yargı, hem de yürütme organı olmak gibi despot bir tutum içerisine girmiş oldu.Üstelik, kendi kendine görev edindiği yasama ve yargı işlemlerini de yüzüne gözüne bulaştırdı. Koyduğu lastik gibi nereye çekilse oraya uzar kurallar sayısız haksızlıklara yol açtı. Kendi koyduğu kurallara göre yapmaya çalıştığı yargılar, sayısız kişi ve kurumu mağdur durumda bıraktı. Örneklerini burada sıralamaya yerimiz yetmez. Dileyenler Hakan Kalyoncu tarafından hazırlanan http://www1.yore.com.tr/~hk/oneri.html adresindeki bilgileri okuyabilirler.ODTÜ'nün ABD'de yıllardır başarıyla uygulanan ve İnternet'in hızla yaygınlaşmasında önemli bir rolü olan ‘‘ilk başvuran alır’’ prensibini uygulamaması, kişilerin Türkiye'den adres almaktan kaçınıp, .tr uzantısı olmayan adresleri almak üzere yurtdışına yönelmesine neden oldu. Bu durum önemli miktarda bir dövizin de yurtdışına akmasına ve akmaya devam etmesine yol açtı. Türkiye kaynaklı İnternet sitelerinin büyük bir çoğunluğunun yurtdışına kaçması, Türkiye kaynaklı İnternet içeriğinin olduğundan çok daha az gözükmesine de neden oluyor.İşte geçen yazımızda, ODTÜ'yü bir üniversite olarak üzerine düşmeyen bu vazifeyi sivil toplum örgütlerince oluşuturulacak bir konsorsiyuma devretmeye çağırmamızın nedeni bunlardı. Kanımızca bu ağırlığın altında ezilmeyi ne ODTÜ, ne de ODTÜ'lüler hakediyor.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Oto şakşakçılar

23 Ağustos 1998
Yeni valimiz kararlıymış. İstanbul'daki otomobillerin, plakalarının son harfine göre, haftanın belli günlerinde trafiğe çıkmasını yasaklayacakmış. Hatırlayacağınız gibi, benzer yasakçı zihniyet geçtiğimiz yıllarda da gündeme gelmiş, ancak kamuoyundan taraftar bulamayıp, uygulamasına geçilmemişti.Valimizin aklına gelmemiş. Trafik sorununa kökten çözüm olabilecek yasakları, bir de biz sıralayalım.Yasak 1: Özel otomobiller hiç trafiğe çıkmasın. Tüm ulaşım, toplu ulaşım araçlarıyla yapılsın. İstanbul'un toplu ulaşım altyapısı özel otomobillere gereksinim bırakmayacak kadar gelişkin olduğuna göre, özel araç kullanmak zaten lükstür.Yasak 2: Yük ve eşya taşımakta kullanılan kamyonların, boş damperle dolaşması yasaklansın. Kamyonlara, yük almak üzere geçmek zorunda oldukları güzergah üzerinde yolcu taşıma zorunluluğu getirilsin.Yasak 3: Plakasında ‘‘A’’ harfi geçen araçların baş harfi ‘‘A’’ harfi olan, ‘‘B’’ harfi geçenlerin ‘‘B’’ harfi olan v.s. semtlere girişi yasaklansın.Yasak 4: Köprülerden pazartesi günleri kırmızı, salı günleri beyaz, çarşamba günleri siyah, perşembe günleri mavi, cuma günleri sarı otomobillerin geçişi yasaklansın. Bu renkler dışındaki otomobiller, köprü geçmekten zinhar men edilsin. Ayrıca çift renkli otomobiller yalnızca geceleri trafiğe çıkabilsin.Yasak 5: Yerli otomobillerin otoyollara, Amerikanların ara sokaklara, Japonların ana caddelere, Almanların sahil boylarına, İngilizlerin çıkmaz sokaklara, Fransızların Arnavut taşı döşeli yollara, İtalyanların da eşek anırtan cinsinden yokuş yollara çıkması yasaklansın.Yassah 6: Yayalara da yasak getirilsin. Siyah ayakkabılı yayaların pazartesi, kahverengi ayakkabılıların salı, bordo ayakkabılıların çarşamba, beyaz ayakkabılıların perşembe, lacivert ayakkabılıların cuma günleri sokağa çıkması yasaklansın. Ayakkabı sahibi olmanın, otomobil sahibi olmaya benzemediği, yalnızca iki otomobil alacak kadar zenginlerin hergün trafiğe çıkmasına elveren yasağın ayakkabılar için işlemediği görüldüğünde hemen yeni bir düzenlemeye gidilsin. Her evin kapısına bir bankamatik takılsın. Vatandaşlar sokağa çıkmak istediklerinde, bu bankamatik aracılığıyla en az 100 milyon liralarını bankada bloke ettirsinler. Parası olmayanlar sokağa çıkamasın.Yassah kardeşim yassah: Atatürk havalimanının kapasitesi mevcut hava trafiğine yetmediğinden meydana gelen rötarları önlemek için havalimanına inişlerde tek, çift uçuş numarası uygulaması başlatılsın. Bir gün tek sefer sayılı uçuşlara, ertesi gün çift sefer sayılı uçuşlara izin verilsin. Boeing'lerin pazartesi, çarşamba ve cuma günleri; Airbus'ların salı, perşembe ve cumartesi günleri Atatürk havalimanına iniş ve kalkışları yasaklansın.Yassah dedik kardeşim, yassah işte, nedenini sorma, ben bilmez merkez bilir: Tüm yollara birer kilometre arayla ellişer santim yüksekliğinde kasisler yapılsın. İnsanlar özel otomobillerini evlerinden çıkıp bir kilometre yol gitmek için kullansın. Önüne kasis çıktığında otomobilini orada bıraksın, kasisi tırmanıp oraya bir başkası tarafından bırakılmış olan özel otoyu alsın. Her araçla birer kilometre yol kat ederek yolculuğunu tamamlasın. Bu çözümle yalnızca trafik değil otopark sorunu da hallolacaktır. Zaten her önüne gelen Albay emeklisi, apartman yöneticisi tarafından evinin önünden geçen yola jiple zor aşılır kasisler inşa ediliyor olması, bu çözüm için gerekli altyapıyı şimdiden hazırlamaktadır.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Katina'nın elinde yetkisi...

22 Ağustos 1998
Türkiye'deki İnternet adreslerinin tescil yetkisini elinde tutan ODTÜ'nün (ki bu yetkinin aslında kişi olarak Attila Özgit'in elinde olduğu da söyleniyor) durumu, o meyhane şarkısındaki Katina'nın dramına benzedi.Ne diyordu şarkıda: ‘‘Katina'nın elinde makası... Kesemeeez, ahh kesemez!’’. ODTÜ'nün durumu da farklı değil, ‘‘ODTÜ'nün elinde yetkisi... Yetemeez, ahh yetemez!’’ODTÜ ve Attila Özgit'in İnternet'in yaygınlaşmasında olmasa bile, İnternet'in Türkiye'ye girişindeki emekleri yadsınamaz bir gerçek. Attila Özgit'in gerek bilgisi, gerek enerjisiyle kişi olarak, daha uzun yıllar Türkiye'nin İnternet altyapısına katkıda bulunması, sanırım İnternet'e gönül veren herkesin ortak arzusu. Ancak Türk İnternet kamuoyundan yükselen sesler, aynı durumun ODTÜ için geçerli olamayacağının ipuçlarını veriyor. Evet ODTÜ, üniversite kimliğine yaraşır bir şekilde, bir üniversitenin görevleri dahiline giren konularda İnternet'in gelişmesine yönelik birçok konuda hizmet vermeye devam edebilir. Ancak bir üniversitenin görevleri arasına hiçbir zaman sokulamayacak bir iş olan, Türkiye'deki İnternet adreslerinin tescili sevdasından bir an önce vazgeçmeli ve bu sorumluluğu hiç vakit geçirmeden, bu işi yapabilecek nitelikteki bir kuruma devretmelidir. Ya da devretmeye yanaşmazsa, İnternet'e gönül veren sivil toplum örgütlerince devretmeye zorlanmalıdır.İnternet'in tarihine bakacak olursak, özellikle ABD'de bu denli hızlı bir şekilde yaygınlaşmasının en önemli nedenlerinden birinin, İnternet adreslerinin ‘‘ilk gelen alır’’ prensibine göre tescil edilmesi olduğunu görürüz. Ancak ODTÜ, başarısı kanıtlanmış bu uygulamayı örnek almak yerine, İnternet'in Türkiye'de yaygınlaşmasına köstek vuracak garip kurallar koyma yolunu seçmiş ve Türkçe içerikli sitelerin büyük bir bölümünün ABD kaynaklı adreslere kaçmasına yol açmış ve açmaya da devam etmektedir. ODTÜ'nün bu tutumunun en garip yanı ise ‘‘ilk gelen alır’’ prensibini uygulamaktan ısrarla kaçınırken, elinde tuttuğu yetkiyi de bu ‘‘ilk gelen alır’’ prensibine benzer bir yoldan almış olduğunu unutması ya da hatırlamak istememesidir.Peki, başarısı kanıtlanmış bir uygulamayı örnek almaktan kaçınan ODTÜ'nün kendi icat ettiği uygulamalar neler? Birincisi, ODTÜ, İnternet adresi tescil etmek için kendisine adres talebinde bulunan kişi ya da kurumlardan, ticaret sicil belgesi istemektedir. Bunun bir anlamı tüzel kişiliği bulunmayan herhangi bir bireyin adres tescil ettiremeyeceğidir. ODTÜ bu uygulamasında yıllarca ısrar etmiş, binlerce adresin yurtdışına kaçmasına yol açtıktan sonra, ancak geçtiğimiz aylarda .gen.tr ve .nom.tr gibi Türkiye'ye özgü adres uzantıları keşfederek bu kaçağı durdurmaya çabalamıştır. İnternet adreslerinin tescili konusunda kendini hem yasama, hem yargı, hem de yürütme mercii olarak gören ODTÜ, ticaret sicil belgesine göre tescil ettiği adreslerde de, sayısız haksızlığa yol açmış, çifte standart kullanmıştır. ODTÜ bu çifte standartlarını ‘‘jenerik isim’’ adını verdiği bir kuralla ayyuka çıkarmış, tescil başvurusunda bulunan şirketleri kafasına göre yargılamış, kimini bu senin istediğin adres ‘‘jenerik’’ diyerek başvurusunu reddederken, kimini -artık her ne hikmetse- jenerik olarak değerlendirmeyip, kabul etmiştir.Sayısız kişi ve kurumun mağdur durumda kalmasına yol açan ODTÜ'nün, İnternet adreslerinin tescili konusundaki yasama, yargı ve yürütme organı olma sevdasından vazgeçmesinin zamanı çoktan gelmiştir. Bizce bu konuda Türkiye Bilişim Vakfı, Türkiye Bilişim Derneği, İnternet Servis Sağlayıcıları Derneği ve benzeri sivil toplum örgütlerine büyük görev düşmektedir. Türkiye İnternet adreslerinin tescili görevi hiç vakit kaybedilmeden sivil toplum örgütlerince oluşturulacak bir konsorsiyum tarafından üstlenilmelidir. Aksi taktirde tarih, ODTÜ kadar bu sivil toplum örgütlerini de yargılayacaktır.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

KGB peşimde

16 Ağustos 1998
Yazılarımı sürekli takip eden okurlarım bir sonraki paragrafı okumadan hemen üçüncü paragrafa geçebilirler.Övünmek için söylüyorsam namerdim. Kendi yazılarıyla övünenlerin ne kadar antipatik olduklarının da bal gibi farkındayım. Sadık okurlarımın, bu sütundan geleceğe dair yaptığım öngörülerin, nasıl birer birer çıktığını bildiklerinin de farkındayım. Lafım, bu köşeye ilk kez gözü takılanlara. Evet sevgili potansiyel okurlarım, bundan önceki yazılarımı takip etmediğiniz için bilim ve teknoloji dünyasındaki gelişmeleri, sıradan insanlar gibi ancak gerçekleşip, gazetelere çarşaf çarşaf haber olduktan sonra öğrenebildiniz ve bu gelişmeleri aylar, hatta yıllar öncesinden öğrenme fırsatını kaçırdınız. Bu yüzden de, bu hafta içinde belli başlı tüm gazetelerimizde yayınlanan ‘‘Ölümsüzlük çiple geliyor’’ haberine konu olan gelişmeyi de, sadık okurlarımdan ancak aylar sonra öğrendiniz.Efendim, olay şu... 13 Ağustos tarihli Hürriyet'in birinci sayfasındaki haberden aynen aktarıyorum; ‘‘Ölümsüzlüğün sırrı 2020'de çözülecek: İnsan bilinci çipe kopyalanacak: Rus bilim adamı Alexander Bolonkin, insanlar için ölümsüzlüğün 2020 yılında mümkün olabileceğini öne sürdü. Bolonkin'e göre ölümsüzlük, insan vücudunun sonsuza kadar yaşamasıyla değil, insan bilincinin bir bilgisayar çipine kopyalanmasıyla mümkün olabilecek’’. Eh, ben ‘‘Günaydın’’, diye buna derim...Rus bilim adamı doğru buyurmuş. Ancak haberin devamını okuduğumuzda yanıldığı bazı noktaların olduğunu görüyoruz. Rus bilim adamına göre, bir insanın bilincinin tümünün saklanabileceği bir bilgisayar çipi 20 sene sonra üretilebilecekmiş. Evet, olabilir. Bizim tahminimiz de bu tip bir çipin 2050 yılından sonra üretileceği yönündeydi. 2020'de üretilmesinin bizim için bir sakıncası olmamasına rağmen bizce oldukça iyimser bir tahmin.Rus bilim adamı, çipin üretilmesi halinde, insan bilincinin buna kopyalanabileceğini ve bu çipin, görüntüsü tamamen insana benzeyen bir robota yerleştirilmesiyle, insanın ölümsüz hale geleceğini söylemiş. İşte, belli bir konuda fazla uzmanlaşmanın, Rönesans adamı gibi düşünememenin yol açtığı tipik bir yanılgı. Aşk olsun Sayın Bolonkin, neden robota yerleştirilsin? Genetik bilimindeki gelişmeler ne güne duruyor? O sizin verdiğiniz 2020 tarihi, insanoğlunun genetik şifrelerinin, hiçbir gizi kalmamacasına çözülmesinin beklendiği tarih. Yani bir başka deyişle o tarihte ‘‘Dolly’’ gibi insan da, kusursuz olarak kopyalanabilecek. İnsanın kendi vücudu dururken, bilincini bir robota aktarmak niye?Evet, bazı sorunlar olduğunu kabul ediyorum. Örneğin bedensel olarak 65 yaşında ölen birinin beyni, o insanın genetik kopyasının hangi yaştaki beynine aktarılacak? Daha doğar doğmaz kopyalansa, o gelişkin bilinç, henüz hiçbir isteğini yerine getirmekten aciz bir bedenin içinde yıllarca, sıkıntıdan patlamadan nasıl dayanacak? Bedenin gelişmesi, örneğin 7 yaşına gelmesi beklense, bedenle birlikte 7 yaşına gelerek, yaşayan yeni bir bilinç oluşturacak beyne ne olacak?Bu noktada psikolog ve psikiyatrlara önemli görevler düşecek gibi görünüyor. Tahminim o ki, Bay Bolonkin'in iddiasının aksine, klonlanan bedene bilincin kopyalandığı çip takılmayacak. Bu çip sadece bilincin aktarılması işlemi için aracı olacak. Zaten insan bilincinin kopyalanabileceği bir çip üretmek başka, kopyalanan bilinci yeni deneyimlerle zenginleştirmeyi başaran bir çip üretmek başka... İkincisi, birincisine göre gerçekleştirilmesi çok daha zor bir teknoloji gerektiriyor. Bunun yerine bedensel ölümden önce çipe aktarılan bilinç, çipten klon bedenin beynine aktarılacak. İşte bu noktada psikolog ve psikiyatrlara önemli görevler düşecek. Yeni bedenin genç beyniyle, ölü bedenin gelişkin bilincinin uyum gösterebilmesi için, bilincin beyne birkaç yıl boyunca, adım adım aktarılması gerekecek. Geleceğe yönelik meslek seçmekte zorlanan gençlerimize duyurulur...yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku