Yurtsan Atakan

Tansu Çiller'in porno resimleri

27 Eylül 1998
Hakkı Devrim bir yazısında, yazarın alıntı yapmaya hangi durumlarda gereksinim duyabileceğini sıralamıştı. Yazısını saklamamışım, alıntı yapamıyorum ama sıraladığı olası gerekçelerden birini aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım. Yazar, diyordu Devrim, bir düşünceyi daha iyi cümlelerle ifade edemeyeceğini düşündüğü durumlarda alıntı yapar... Tansu Çiller'in son günlerdeki baş örtüsü düşkünlüğünü kıvranarak izliyorum. İki yıl önce yazmış olduğum bir yazıyı, hem bu konuyu daha iyi cümlelerle ifade edemeyeceğimi düşündüğümden, hem de Çiller cephesinde, aradan geçen iki yıla rağmen bir şey değişmemiş olduğunun kanıtı olması açısından alıntılıyorum:***Refah milletvekilleri arasındaki son moda Çiller'in porno resimlerini elden ele dolaştırıp, ‘‘Maşallah, baş örtüsü pek de yakışmış. Güzelliğine güzellik katmış’’, diyerek iltifat yağdırmakmış. Pornografi sözcüğü Yunanca ‘‘porne (fahişe)’’ ve ‘‘graphein (yazmak)’’ kelimelerinden türemiş. Zamanla anlam kaymasına uğrayıp yalnızca yazı değil edebe, ahlaka aykırı konuları işleyen her türlü araç için kullanılır olmuş.Çiller'in baş örtülü fotoğrafı da işte bu yüzden pornografiden başka bir şey değil. Samimi inançları gereği başını örtenler tabii ki pornografik bir görüntü oluşturmuyor. Ama Çiller'in başı örtülü fotoğrafları pornografinin dik alası. Çiller'in demokrasi ahlakı ve siyasi dürüstlüğü malum, yalanları tescilli... Başını örtmesinin de nedenleri açık saçık ortada. Hiç inancım gereği örtünüyorum demeye kalkışmasın, kimse yemez. Olsa olsa dini siyasete alet ettiği sürece daha çok oy kazanacağına inancı tam olabilir. Ama İngiliz yazar J. G. Ballard'ın ‘‘Myths of the Near Future (Yakın Geleceğin Mitleri)’’nde öne sürdüğü ‘‘Pornografiye olan beğeninin yaygınlaşması, doğanın bir tufan tehlikesine karşı uyarısı demektir’’ düşüncesi doğruysa Çiller'in bu pornografik fotoğraflarına Refahlıların gösterdiği ilgiyi de pek hayra yormamak gerekir.Aslında Tansu Çiller'in de Necmettin Erbakan'ın da birbirleri hakkında beslediği emelleri Aptal Sultan bile biliyor. Çiller ve Erbakan'ın flört dönemi pornografik hayalleri, İngiliz komedyen Tony Hancock'un bir BBC yayınında söylediği şu cümleleri hatırlatıyor, ‘‘Bu çeşit bir kitabın yanlış ellere düşebileceği ihtimalini düşünmekten nefret ediyorum. Bitirir bitirmez, yasaklanmasını önereceğim’’...Çiller'in içine düştüğü durum sahneden izleyici koltuğuna düşen prima-donna'nın haline benziyor. ‘‘Erkeklerin striptiz yaptığı gösterilerde, seyrettiğimiz yine kadınlardır. Seyirci kadınların suratındaki o şehvet, çıplak dans etmelerinden çok daha açık saçıktır’’, diyen Jean Baudrillard, sanki Çiller'in iktidar dramını anlatıyor.Independent on Sunday yazarı Angela Lambert'ın pornografi tanımı, laikliği ve inanç simsarlığını aynı ipte oynatmaya çalışan politikacı hokkabazlara gereksindikleri dersi tek bir cümlede veriyor, ‘‘Pornografi, tek elle okunmak üzere tasarlanmış edebiyattır’’... Hiçbir ahlaki değeri dikkate almadan pornografik siyaset yapmaya devam edenler de, sonunda karşılarında kendilerini alkışlayacak iki elli seçmen bulamayacaklar.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Kim öğretti ABC'yi

26 Eylül 1998
Bu konuya değinmekten klavyemde yosun, dilimde tüy bitti ama vahim bir yanlıştan dönülünceye, tek bir yanlış örnek kalmayıncaya kadar da yazmaya devam edeceğim.Bilgisayar dergilerinin ‘‘PC Net’’ hariç, takip edebildiğim kadarıyla tümü, İnternet'i bilerek yanlış yazmaktaki anlamsız inatlarını sürdürme azmindeler. Günlük basının ise Hürriyet hariç, takip edebildiğim kadarıyla tümü, İnternet'in yazımı konusunda tam bir kargaşa içinde. İnternet kelimesi, bir bakıyorsunuz aynı gazetenin bir sayfasında yayınlanan yazıda ‘‘İnternet’’ diye, hemen aynı yazının içinde ‘‘Internet’’ diye, bir sayfa sonra başka bir haberde ‘‘internet’’ diye, daha da vahimi bir başka sayfada ‘‘internet'ten’’ diye hem küçük harfle, hem de kesme işaretiyle ekinden ayrılarak yazılmış.İnternet'in doğru yazımını kullanmak için hem İnternet'in ne olduğunu doğru olarak kavramak, hem de Türkçe kurallarına hakim olmak gerekiyor. Bir kez daha özetleyelim.İnternet özel bir isimdir. Dünyayı saran, eşi benzeri olmayan, tek bir bilgisayar ağına verilen addır. Dev bilgisayar ağı İnternet, içerisinde yerel küçük bilgisayar ağları olan internetleri de barındırır. İnternet işte bu nedenlerden dolayı özel bir isimdir ve büyük harfle yazılması gerekir. İnternet'i ‘‘elektrik’’, ‘‘televizyon’’, ‘‘radyo’’ gibi isimlerle karıştırmamak gerekir. Eğer dünyayı saran eşi benzeri olmayan, tek bir elektrik ağı olsaydı ve buna ‘‘Dünya Elektrik Ağı’’ ya da ‘‘Elektrikağı’’ gibi bir isim verilseydi bu kelimelerin de büyük harfle yazılması gerekirdi.İnternet özel isim olmasına rağmen, şirket adı ya da marka değildir. Daha çok coğrafi bir isme benzetilebilir. Ne yazık ki Türkçemize, Türkçe kelimeler kullanılarak türetilen bir isimle girmemiş, İnternet olarak yerleşmiştir. Ancak dikkatinizi çekerim, artık dilimize yerleşmiştir ve Türkçeleşmiştir. Dolayısıyla Türkçe yazılması gerekir. İlelebet ‘‘Internet’’ yazıp, ‘‘İnternet’’ diye okuyamayacağımıza göre, bu inattan vazgeçmenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.Özel isimlerin Türçeleştirilemeyeceği gibi, nereden uydurdukları meçhul nedenlere sığınanların anlayabilmesi için bir iki örnek verelim. İtalya, İrlanda, İsrail birer özel isimdir ve yabancı kökenlidir. Ama Türkçeleştikleri için büyük ‘‘İ’’ ile yazılmaktadırlar. Jüpiter, Neptün, Uranüs, herbiri Türçeleşmiş özel isimlerdir. İngilizce'de ‘‘Jupiter, Neptune ve Uranus’’ olarak yazılmalarına rağmen Türkçe'de okundukları gibi yazılmaktadırlar.‘‘İnadım inat, adım Kör Murat’’ diyenlere duyurulur.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Küçük adamlar

20 Eylül 1998
Özal ‘‘Hayallerimize bile yetişemezler’’, demişti. Hayallerindeki hedeflerin yüksek olması güzeldi ama insanların o hayallere ulaşabileceğini hayal etmek kadar yüksek bir hedef içermemesi, yeterince yüksek amaçları olan bir hayal olmadığının da kanıtıydı.Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri yüksek hayallerin, küçük adamlarca engellenmesi. Bu yüzden hayaller ne kadar yüksek hedefler içeriyor olurlarsa olsunlar, bu küçük adamların aşağılık komplekslerini yenmesini hedefleyemiyorlarsa, hiçbir sorunu kökten çözebilecek amaçlar ortaya koyamıyorlar.Fenerbahçe-Parma maçının son on dakikası oynanıyor. Fenerbahçe kendi sahasında 1-0 önde. Puana dayalı değil, eleme usülü yapılan bir kupa mücadelesi için hiç de avantajlı bir skor sayılmaz. Hatta oldukça dezavantajlı bir skor. Spiker, Fenerbahçe'nin destan yazmasıyla övünüyor. Maç bir an önce bitse, Fenerbahçe sanki büyük bir zafere imza atacakmış havasında. Halbuki Fenerbahçe'nin rövanşa yönelik avantajlı bir skor elde edebilmesi için en az bir gol daha atması gerekiyor. Ama küçük adamın umrunda değil. O bugünü kurtarmanın, Fenerbahçe'nin dezavantajlı bir skorla da olsa kazanmasının peşinde.Galatasaray, maçın büyük bir bölümünü 10 kişi oynamak zorunda kalan Juventus'la, maçı 2-2 berabere götürüyor. Eleme değil, lig usülü puan yarışmasına dayalı bir mücadele. Eleme usülü olsa, rakip sahada oynanan bir maç için çok avantajlı bir skor olan 2-2'lik durum lig usülü yapılan bir mücadelede galibiyete göre büyük bir puan kaybını temsil ediyor. Juventus perişan, Galatasaray rakibini darmadağın etmiş durumda. Bu koşullar altında maçın berabere bitmesi 1 puan kazanmak değil, 2 puan kaybetmek anlamına geliyor. Küçük adam spiker, Galatasaray'ın zaferinden söz ediyor. Yorumcu Cüneyt Tanman'ın uyarılarına aldırmadan, küçük düşüncelerini izleyicilere aktarmaya devam ediyor.Futboldan örnek vererek başladım ama küçük adamlar her yanımızda. Futboldan örnek vermemin nedeni, aşağılık kompleksini yenip kabuğunu kırınca nelerin başarılabileceğini belki de ilk kez futbol alanında yaşamış olmamız. Önce Mustafa Denizli'nin, ardından Fatih Terim'in büyük adamlığın bulaşıcı olduğunu kanıtlayıp, başlangıçta tüm bir takımı, devamında da büyük taraftar kitlelerini büyük düşüncelerin, küçük adamlarca ulaşılmaz sanılan hayallerin peşine düşürmeyi başarması.Büyük düşüncelerce ulaşılan başarılara, şüphesiz başka alanlarda da zaman zaman tanık olabiliyoruz. Brisa'nın, Beksa'nın, Netaş'ın Avrupa devlerinin arasından sıyrılarak ulaştıkları toplam kalite ödülleri, Vestel'in Silikon Vadisi'nde Ar-Ge şirketi kurarak dünya markası olmanın da ötesine geçerek teknoloji öncüsü olmayı hedeflemesi, Zeki'nin Türk mayolarını dünyaya tanıtması gibi örnekler büyük düşününce, neler yapılabileceğinin canlı kanıtları.İşin acı yanı bu örnekleri fazlasıyla çoğaltabilecek denli büyük hayallerin, küçük adamlarca engellenmesi. Yerel başarılarıyla övünmekten ileri gidemeyen, dünya çapında başarılara imza atamayan kendini büyük sanan şirketlerimizi yakından inceleyin. Hepsinin üst yönetiminde üç kuruşluk kesintilerden başka bir şeyle uğraşmayan, patron yalakası üç kuruşluk adamlar olduğunu göreceksiniz.Büyük hayallere sahip insanlara düşen görev, büyük mevkilerdeki küçük adamları da, sokaktaki küçük adamları da hayallerine yetişebilecek seviyeye getirmek. İnsanları büyük düşündürtemedikçe, büyük hayallerle ulaşılan başarılar da güdük kalıyor.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Ámâ okur kör görmez

19 Eylül 1998
Bazı şeyler vardır ki, gözümüzün önündedir ama ya görmeyiz ya görmek istemeyiz. Şimdi bahsini açacağım sorun ve çözümü de yıllardır burnumun dibinde olmasına rağmen bir türlü göremediğim bu türden bir durumdu. Görmek istemediğimden değil, göremediğimden... Şimdi görüyorum ama ancak hayal olarak. Hayal olmaktan kurtulup gerçekleşmesi, soruna çözüm getirebilecek kaynaklara sahip kurum ve kişilerin bakar kör olup olmamasına bağlı.Sorunu ve çözümünü görmemi sağlayarak, hayallere kapılmama neden olan kişi Fulya Lions Kulübü 1. Başkan Yardımcısı Gönül Ertemsir. Sayın Ertemsir, lütfedip telefonla aradı. Microsoft'un bir yazılımı olduğunu, bu yazılımın yazılı metnin, bilgisayarla sese çevrilerek okunmasını sağladığını aktardı. Ertemsir, Fulya Lions Kulübü olarak bu yazılımı Emirgan Altı Nokta Körler Vakfı'na bağışlamak istediklerini, ancak yazılımın Türkçe metinleri okuyabilen bir versiyonunun olmamasından yakındı. Altı Nokta Körler Vakfı'yla yaptıkları temaslar sonucunda, vakfın en büyük ihtiyaçlarından birinin bu tür bir yazılım olduğunu saptadıklarını da ekledi.Tok açı tok, aç toku aç sanırmış... Meğer saptanması bu kadar basit, çözümü de burnumuzun ucunda bir durum karşısında kör olmadığımız için kör kalmışız.Ancak iş sorunu görmek ve çözümünü bilmekle kalmıyor. Çözüm sanıldığı kadar basit değil. Türk körler ne yazık ki, İngilizce bilen körler kadar şanslı değil. Evet İngilizce metinleri okuyup, seslendiren çeşitli firmalarca üretilmiş, çeşitli yazılımlar var. Ancak bu yazılımları Türkçe'ye, daha doğrusu Türkçe okuyabilecek hale çevirmek, hazır yazılımların mönülerindeki birkaç cümleyi Türkçeye çevirerek, ‘‘İşte bilmemne yazılımının Türkçe versiyonunu ürettik’’ diye böbürlenmeye benzemiyor. İngilizce okuma yazılımlarını, Türkçe okuyabilecek hale getirmek çok yüklü olmasa da, mönüleri kimsenin anlayamayacağı bir Türkçe'yle çevirmeye göre daha ciddi yatırımlar gerektiriyor.Bu tür yazılımların İngilizce versiyonlarına sahip şirketlerin, bu yazılımları Türkçe okuyabilir hale getirmek için yatırım yapması, bu yazılımın Türkiye'de bir pazarı olduğunu görmelerine bağlı. Şirketler böyle bir pazarın olmadığına inanıyor olacaklar ki, bildiğimiz kadarıyla bu tip bir çalışmaya henüz girmiş durumda değiller.Peki, böyle bir pazar oluşana kadar Türkiyeli körler, bilgi karanlığına mahkum yaşamaya devam mı edecekler? Karamsar olmayalım ve umut ışıklarını bulmaya çalışalım.Birinci umut ışığı, yazılım devlerinden birinin bu işe promosyon amacıyla soyunmasını engelleyecek bir engelin olmaması. İkinci umut ışığı ise devletin bu işe ön ayak olup, yazılım devlerinden biriyle işbirliğine gidebilecek kaynaklara fazlasıyla sahip olması. Tek gereken, içlerinden bakar kör olmayan birilerinin çıkması.Yazılım şirketlerinin bu tip bir ürünün Türkiye'de pazarının olmadığına dair inançlarını gözden geçirmeleri de, başka bir umut ışığı yakabilir tabii ki. Okumayı bu kadar sevmeyen bir toplumda, kitapları dinlemek isteyenlerin sanıldığından fazla olabileceğini düşünsek, fazla mı iyimser oluruz dersiniz?yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Deli bu Amerikalılar

13 Eylül 1998
NEW YORKKararlıyım, sonunda çözeceğim şu Amerikalıların sırrını. Son birkaç yıldır gide gele kapı komşusu yaptığım ABD'ye her gelişimde aynı şeyi düşünüyorum: Nedir bu Amerika'nın sırrı? Nedir ABD'yi dünyanın süper gücü yapan? Nedir ABD'yi dünyanın en büyük ekonomisi, en gelişkin bilim merkezi, en zengin kültürü, en büyük çekim gücüne sahip sanat mıknatısı yapan?Siz bakmayın Amerikalılar kültürsüz, Amerikalılar sanattan anlamaz diye kendilerini avutan düşkünlerimize. Siz bakmayın Türkiye'nin yerini bile haritada gösteremez diyen çok bilmişlerimize.ABD'li hemen her taksi sürücüsünün, Türk olduğumu öğrenir öğrenmez Türkiye ile sürü sepet bilgi sahibi olduğunu gösteren sohbetlere girişmesi, buna karşılık Türkiye'deki taksicilerin Mozambik'in başkentini dahi bilmemesi ayrı bir konu.Kültürel sidik yarışı değil merak ettiğim. İzini sürdüğüm ABD'nin devlet sırrı... Küçük ABD olmak gibi küçük fikirlerin de peşinde değilim. ABD'den büyük olmak için, hangi sırrını geliştirerek kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.Otomobilleri desen, aynı bizdeki gibi... En azından çoğu dört tekerlekli işte. Yolları desen aynı; biraz daha geniş, biraz daha az çukurlu hepsi o... Binaları desen farkı yok, biraz daha yüksek, biraz daha temiz yüzlü... Sokaklarında yürüyen kalabalık, biraz daha besili, biraz daha temiz... Gökyüzü... Yine mavi, asfaltı yine gri, bulutları yine beyaz, toprakları yine kahverengi...Peki başarılarının sırrı ne?.. Daha düzenli, daha disiplinli oldukları desen, değil. Öyle olsa Almanlar süper güç olurdu.Geleneklerine daha bağlı olmaları desen, o da değil. İngilizler ne güne duruyor?Yoksa milliyetçi olmaları mı? Hadi canım, Fransızların eli armut mu topluyor?Tamam buldum. Ateşli bir yapıya sahip olmaları. Şu İtalyanlar da olmasa...Sakın finansal kurnazlıkları olmasın? İsviçreliler, Museviler, Kayserililer duymasın.Geriye ne kaldı? Aklıma gelen her şeyi bir başka ulus sahiplenmiş. Hah buldum, anahtar kelime ulus... ABD'lilerin bir ulus olduğunu kim söyleyebilir. Dünyanın dört bir yanından kopup gelmiş çapulcular sürüsü. Arsızı, hırsızı, iti, kopuğu bir baltaya sap olamamış kim varsa akmış ABD'ye, bir topluluk oluşturmuş. İşin sırrı çapulcu sürüsü olmakta yatıyor diyeceğim ama dilim varmıyor. Ne de olsa isimlerini yazmaya elimin varmadığı bazı uluslara haksızlık olacak.Peki bu çapulcu sürüsünü, diğer çapulculardan farklı kılan özellikleri ne? Nasıl, yaklaşıyorum değil mi?Tek farklılıkları, diğer çapulcular gibi kıçlarını serip yan yatmamaları. Ne yapalım bizim de kaderimiz çapulcu olmakmış diye kaderlerine boyun eğmemeleri, kabullenmek yerine kaderlerine baş kaldırmaları. Oturup beklemek yerine, yollara düşüp yeni bir hayatın arayışına girmeleri. Kısacası, istisnasız her birinin, maceracı ruha sahip atalarının torunları olmaları.Bir de tabii, bu farklı ırklardan gelme insanların, birbirleriyle yaşayabilmek için farklılıklara zaman içinde hoşgörüyle bakmayı öğrenmek zorunda kalmaları.Ne dersiniz, bu formül Türkiye'de de tutar mı? İnsanların farklılıklarını yontmaktan vazgeçebilir miyiz? Farklı görüşleri savunan insanlarla yaşamayı öğrenebilir miyiz? Azınlık olduğumuz durumlarda demokrasiye sarılırken, aynı hakları çoğunluk olduğumuzda azınlıkta kalanlar için koruyabilir miyiz? Bırakın farklılıklara tahammül etmeyi, farklılıklara saygı duyabilir miyiz? Belki yanılıyorum. Ama yine de ya tutarsa diyorum...yurtsan@hurriyet.com.tr.
Yazının Devamını Oku