Geleceğe açılan yazılım kapımız

Bilime ve bilimsel araştırmaya verdiğimiz değer yüzünden Türkiye'nin hiçbir zaman teknoloji üssü olamayacağına inanırım. Biz bu bilim ve teknoloji politikasıyla asla teknoloji üretemeyiz. Ama bu demek değil ki, teknolojiden yararlanmasını bilemeyiz. Bilakis teknolojiyi doğru bir şekilde kullanırsak, dünya pazarlarında rekabet avantajı sağlayabilecek sektörler yaratabiliriz.

Örneğin turizm, teknolojiyi verimlilik için kullanabileceğimiz ve teknolojiyle rekabet avantajı sağlayabileceğimiz sektörler arasında ilk akla gelenlerden biri. Tekstil, ekolojik tarım gibi sektörler de turizmin peşi sıra gelen adaylar.

Teknolojiden yararlanarak verimliliğini artırılabileceğimiz ve dünya çapında rekabet avantajı yaratabileceğimiz sektörler arasında, ürününün kendisi de teknolojik olan tek bir sektörümüz var. O da yazılım sektörü.

Türkiye Bilişim Vakfı'na (TBV) göre yazılım tüm dünyada stratejik sektör olarak tanımlanıyor ve bu doğrultuda ele alınıyor. Ancak Türkiye'de, yazılım sektörünü desteklemek amacı ile ne ulusal bir strateji oluşturuldu, ne de doğrudan bu sektöre yönelik teşvikler yaratıldı bugüne kadar.

Sanayinin üvey evladı yazılım sektörüne şimdi TBV ve İMMİB (İstanbul Maden ve Metal İhracatçıları Birliği) sahip çıkıyor. TBV, son teknolojik gelişmelerin ışığında yazılım potansiyelimizi yurt dışındaki kuruluşlara tanıtmak amacı ile bir yazılım anakapısı oluşturmak üzere İMMİB ile işbirliği yapıyor.

Projenin amacı, Türkiye'nin yazılım potansiyelini yurt dışına tanıtmak üzere İnternet'te bir anakapı oluşturmak. Bu yolla aynı zamanda; yazılım sektörünün gelişmesine katkıda bulunmak, ekonomik kriz nedeniyle işsiz olan bilişim elemanlarına proje bazında iş bulma olanağı sağlamak, Türkiye'nin ihracatında yazılımın giderek önemli bir kaleme dönüşmesini sağlamak ve bilişim teknolojilerindeki en yeni yaklaşımları kullanarak, diğer sektör ürünlerinin tanıtımı içinde örnek bir model oluşturmak hedefleniyor.

Proje kapsamında Türk yazılım şirketlerinin yer alabileceği anakapı niteliğinde bir İnternet sitesi kurulacak. Yurtiçi tanıtım faaliyetleriyle Türkiye'deki yazılım profesyonelleri ve firmalarının sitede yer almaları sağlanacak. Site içeriği yeterli zenginliğe eriştiğinde, TBV'nin Avrupa ülkelerindeki benzer sivil toplum örgütleriyle olan bağlantıları da kullanılarak yurtdışı tanıtım faaliyetlerine girişilecek. tbv.org.tr


Güçlü mesajın doğru adresi


Galatasaray'ın resmi sitesi galatasaray.org'un, televizyon reklamlarında yaptığı büyük hataya iki hafta önceki yazımda değinmiştim. Reklamda sitenin yanlış algılanmaya çok müsait adresi yeterince vurgulanmıyor, bu yüzden seyirciler galatasaray.org olan doğru adresi galatasaray.com olarak algılıyorlardı. Verilmesi gereken mesaj öylesine etkisiz veriliyordu ki, reklam eleştirmenleri Ali Atıf Bir ve Gülse Birsel bile yazılarında hataya düşmüş, reklamı değerlendirdikleri yazılarında, galatasaray.org yerine galatasaray.com sitesinin reklamı diye yazmışlardı.

Galatasaray.org, televizyon reklamında düştüğü hatadan, gazete reklamındaki stratejisiyle döndü. Geçen hafta gazetelerde yayınlanan reklam, adresin ''.org'' kısmını çok başarılı bir şekilde vurguluyordu. Üstelik bu kez mecra olarak gazete kullanılmış ve bu mecra seçimi verilmek istenen mesajın çok daha etkili bir şekilde verilmesini sağlamıştı. İnternet sitelerinin reklamı, mecra olarak gazete kullanılmadığı sürece pek etkili olamaz. Televizyon, İnternet sitesi reklamı için yeterince güçlü bir mecra değil. Aslında gazete reklamıyla desteklenmedikçe, televizyon reklamının gücü her zaman güdük kalır ama söz konusu olan ürün İnternet sitesi olunca bu güç iyice etkisiz kalıyor.

Bu arada Galatasaray.org reklamlarına İnternet'te hiç rastlamadım. İnternet sitelerinin reklam mecrası olarak kullanılmadığı bir İnternet sitesi reklam kampanyası düşünemiyorum. Eğer bu kampanya için İnternet de bir mecra olarak etkili bir şekilde kullanılabilmiş olsaydı, televizyon reklamının yol açtığı yanlış anlaşılmalar da kolaylıkla bertaraf edilmiş olurdu. Malumunuz, İnternet reklamında, adres ezberletmeye gerek yoktur, hedef kitle hedef ürüne tek bir tıklamayla ulaştırılır.

galatasaray.org


Sinan Çetin ve kitapları

Hürriyet e.yaşam
ekinin son sayısında Sinan Çetin'le bir söyleşi için randevu ayarlarken, Çetin'in bir uyarısı o zaman bana çok garip gelmişti; ''Benim için reklamcı demeyin sakın, ben reklam filmi yönetmeniyim'', demişti. Aynı dönemde Tempo dergisindeki söyleşide, ''Reklam filmlerinin başarısı bir kere reklam ajansına aittir. Sonuç olarak benim patronum reklam ajansıdır'', demiş olmasına rağmen, bir reklam eleştirmeni tarafından reklam ajanslarının işlerinin üzerine oturmakla suçlanınca, neden duyarlı olduğunu anladım.

Sinan Çetin tanışıp, hoşlandığı insanlara Ayn Rand'ın ''The Fountainhead (Hayatın Kaynağı)'' kitabını hediye eder. Çetin'in Tempo'ya söyledikleri arasında kitabın felsefesiyle paralel spotlar da var; ''Dünyada insanlar ikiye ayrılır: Yapanlar edenler, bir de şikayet edenler. Yapan edenlere yaratıcı, şikayet edenlere parazit denir'', ''Haydi hep beraber savaşalım, fedakarlık edelim, mutlu bir toplum kuralım diyen insanlar dünyayı hep kana bulamışlardır''...

Sinan Çetin baktı ki, hediye edecek kitap yetiştiremiyor, Plato Film Yayınlarını kurdu ve Ayn Rand'ın kitaplarını yayınlamaya başladı. Önce Hayatın Kaynağı'nı, şimdi de Yaşamak İstiyorum'u. Okumadıysanız mutlaka alın. Ve unutmayın, kitabı okuduktan sonra, siz de sevdiklerinize hediye etmeye başlamak zorundasınız. Rand'ın felsefesine giriş için Ayn Rand Enstitüsü'nün İnternet sitesini ziyaret etmeyi de ihmal etmeyin.

aynrand.org


Q klavye kızları


Merak etmeyin kıvırtık kızlarıyla ünlü ''Q Jazz Bar''ın ismi ''F Caz Bar'' olarak değiştirilsin diyecek kadar milliyetçi değilim. Ama kırk yıllık Türkçe ''F'' klavyemizin yerine sözde Türkçe ''Q'' klavyenin ittirilmesini alkışlayacak kadar küreselleşmeci de değilim.

''F'' klavye, ''Q'' klavye meselesine en son 24 Kasım 2002 tarihli ''Karanlığı bir feryat yırttı'' başlıklı yazımda değinmiştim, ''Bilgisayar sektöründeki kimi çokuluslu firmaların Türk tüketicisini eşek yerine koyan uygulamaları artık gına getirir boyutlara ulaştı. Önce klavyelerimize saldırmışlardı. Türkçe yazıma uygun bir harf dizilişine sahip kırk yıllık 'F' klavyemiz, güzide bilişim sektörümüzün gözünü üç kuruşluk kár marjı bürümüş, ondan da beteri tembel, üşengeç ve sorumsuz yöneticileri sayesinde nalları dikti ve yerini uyduruk 'Q' klavyeye bıraktı'', demiştim.

Konu oldukça hassas. Gündeme gelmesi, çokuluslu bilgisayar firmalarınca hiç arzulanmayan bir konu. Bu yüzden bilişim sektöründen gelen ilanlarla yaşayan sektör dergileri ve bilişim sektöründen gelen kaynaklarla ayakta duran sektör derneklerince cız kabul edilen konulardan.

Çok sesliliğin gözünü seveyim, ağızda bakla ıslatmıyor. Onun söyleyemediğini, diğeri söylüyor. Q klavye karşıtı koro da kalabalıklaşmaya başladı. Hürriyet'ten Tüketicinin Abisi Erkan Çelebi, Cumhuriyet'ten Emre Kongar ve Sabah'tan Emre Aköz de yazılarıyla ''Q''yu sıcak tuttular.

*

Emre Kongar ''F'' düşmanlarının gemi iyice azıya alarak ''Q'' klavyeyi Türk Standartları Enstitüsü'ne standart klavye olarak kabul ettirmeye çalışmasından şikayetçi. Haklı olarak hesap soruyor; ''Ticaret Liseleri('ndeki eğitimlerden F klavyeyi kaldırma) konusunda Milli Eğitim Bakanlığı'ndan, 'standart klavye' konusunda da Türk Standartları Enstitüsü'nden yanıt bekliyorum'', diyor. Ben de bekliyorum...

Emre Aköz ise ''Q'' klavye mevzuuna 9 ve 10 Şubat tarihlerinde iki gün üst üste değindiği yazılarından ilkinde, ''Türkiye'de Q-klavye satmak skandaldır'' diyor ve her iki yazısında da F-klavyenin neden Türkçe için daha uygun olduğunu anlatıyordu; ''Bre akılsızlar hiç düşündünüz mü, neden klavyedeki harfler alfabedeki sıralarına göre yerleştirilmemiştir? En üste 'a' tuşunu koyarsın yanına 'b', onun yanına 'c'... Ve böyle devam edersin. Önce daktilo sonra da bilgisayar klavyesini geliştirenler aptal mı? Çalıştırın bakalım zihninizi! Niçin harfler sırayla gitmez de, ilk bakışta gelişigüzel gibi görünen bir biçimde klavyeye yerleştirilir?''

Sevgili Emreler, bu ''Q'' aşıklarında boşuna mantık arıyorsunuz. Aslına bakarsanız ''Q'' aşıklarından, Türk tüketicisini koyun yerine koyanlarının mantığı çok sağlam temeller üzerine oturtulmuş: ''Tüketici kendi hakkını aramadıkça, láyık olduğu ürünü üretmek için fazladan yatırım yapmaya kalkışmak kárı azaltır''... Geriye kalan aşıklar ise ''Q''nun yumuşak kıvrımlarının cazibesine kapılıyorlar herhalde.

*

İş bu kadarla kalmıyor ne yazık ki... Türkçe alfabeye ne devlet ne de tüketici olarak sahip çıkmıyor oluşumuz çok daha vahim sonuçlar doğuruyor ufukta. Teknoloji ilerledikçe, yerel çözümler sunmanın maliyeti daha da artıyor. Bu yüzden küresel pazarlara açılan dünya devleri, ağlamayan bebeklerle boşu boşuna uğraşmaktansa, ağlayan bebeklerle ilgileniyorlar. Tüketicisi ve devleti bilinçli ülkeler için yerel çözümler üretip, bu çözümlerin araştırma, geliştirme maliyetini tüm dünyada satılan ürünlerin fiyatına yediriyorlar.

Yakın geleceğin pek çok ürününde artık klavye olmayacak. Klavye yerine, ekrana yazılan el yazısını tanıyan cihazlar kullanılacak. Bazı cihazlara ise tamamen sesle kumanda edilecek, yazılar dikte edilerek girilecek. Bu cihazların ilk örnekleri yavaş yavaş boy göstermeye başladı piyasada. Ve bilin bakalım, Tablet PC olarak adlandırılan bu aletler Türkçe anlıyor mu, Türkçe karakterleri tanıyor mu? Ve rivayet odur ki, Emniyet Genel Müdürlüğü Türkçe anlamayan bu aletlerden 4 bin adet ısmarlamış bile. Milli Eğitim Bakanlığı ve TSE'ye ek olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden de cevap bekliyorum, haberleri olsun... Siparişi verirken Türkçe karakter tanıma ve Türkçe anlama şartını eklediler mi, yoksa eklemediler mi teknik şartnameye?
Yazarın Tüm Yazıları