Yorgo Kırbaki

Monemvasia’nın güzellikleri içinde gizli

28 Mayıs 2005
Hayatın, dışında kalamayacağınız kadar kısa olduğuna inanıyorsanız ve boş bir bardağa benzettiğimizde hayatı; cebelleşip kırmak ve parmaklarınızı kesmek yerine, buz gibi su doldurup, kana kana içmeyi tercih ediyorsanız; güzeli, güzelliği bulmak için her defasında ha bir gayret daha demekten zevk alıyorsanız... Haydi gidiyoruz. Monemvasia’ya.İster karayolu (Atina’dan 320 kilometre) ister denizyolu ile ulaşabileceğiniz Monemvasia, Peloponez’in yani Mora Yarımadası’nın güneyinde ve orada bulunmaktan kesinlikle çok mutlu. Davulun sesi uzaktan hoş duyulurun tam aksine, Monemvasia’nin güzellikleri içinde gizli. Uzaktan herhangi bir sahil kasabası ve onun karşısında denizin içine dikilmiş dev bir kaya parçası görünüyor. Yaklaştıkça kasabanın incecik bir yolla bu kaya parçasına bağlandığını fark edebiliyorsunuz.İki yarı dünya barındırıyor Monemvasia, dün ilk bakışta kupkuru kaya parçasında, bugün ise Ege’nin o masmavi sularının son durağı kasabada. Dikkatinizi ilk çeken şey, insanların rehaveti olabilir. Bu diyarın esnafı, tüccarı çalışanı, sokakta oynayan çocuğu bile pek acele etmiyor sanki. Nerede kalmayı tercih edersiniz? Tarihle iç içe olacağınız, dört bir yanı taş olan tüm mobilyaları ahşap bir odada mı, yoksa şöyle pencereyi açtığınızda Ege’nin eşsizliği ile baş başa kalacağınız bir odada mı? Bir değil, üç ömür yaşasak da maviyi, denizi seyretmeye sevmeye doymayacağımızdan kasabada kalmayı tercih ettik. Öyle 5 yıldızlı oteller yok, ya da biz aramadık ama banyosu, kliması, televizyonu, telefonu, buzdolabı ile olan bir odayı kahvaltı ile birlikte günlüğü 40-45 Euro’ya bulabilirsiniz. ISTAKOZLU MAKARNA VE ŞARABI DENEYİNKaya parçasını keşfetme vakti geldiğinde o karadan görünmeyen tarafında koskoca bir kasabanın daha bulunduğunu tespit etmek ne güzel. MS 6. yüzyılda kurulan Monemvasia, 1249’da Katoliklerin eline geçtiğinde büyük bir ticaret merkezi haline gelmiş. 1446’da Venedikliler, sonra da Osmanlı gelmiş ve ta 1821’e kadar kalmış. İzlerini görmek mümkün. Evliya Çelebi 1668’de Monemvasia’yı ziyaret ettiğinde nergislerin, yaseminlerin, sümbüllerin, bırakın etrafa, insanın damarlarına işleyen kokularından bahseder. Eski kasabada tüm evlerde yüzyılların izleri var. Ama hepsi bakımlı, hepsi tertemiz. Bir bölümü otel olarak işletiliyor, bir bölümünün giriş katlarında turistik eşya satan dükkanlar, kafe ve tavernalar var. Monemvasia’dan 5,10, 20 kilometre uzaklaştığınızda ise birbirinden otantik balıkçı köyleri sıralanıyor. Favorilemiz Geraka ve Kiparissi. Ne yiyeceğiniz konusunda hiç endişe etmeyin. Balık bol ve ucuz. Karides, kalamar, ahtapot ve midye de öyle. Istakozlu makarnayı mutlaka deneyin. Şaraplara gelince, biz üç gün kaldık onlar hiç kusur etmediler. Adını eski kasabanın tek giriş kapısı olmasından alan Monemvasia; adını deniz, hürriyet ve kadın aşkıyla bağdaştıran dünya çapındaki şair Yianis Ritsos’un memleketi. Yazıyı, Ritsos ile noktalayalım. Ve içinde de kadın olsun: Ağzının ne kadar güzel olduğunu bilseydin, görmeyeyim diye gözlerimi kapardın...KISA KISA‘Suyun Öte Yanından’ Eurovision şarkı yarışması ile ilgili tahmininde haklı çıktı. Yaklaşık bir buçuk ay önce Elena Paparizu’nun seslendirdiği ‘My Number One’ şarkısını çok beğeneceğinizi söylemiştik. Yarışmada Türkiye’nin 12 puanı Yunanistan’a vermesinin bize göre siyasetle, komşulukla filan alakası yok. Türk insanı herhalde o soğuk Kuzey Avrupalıların melodilerini tercih edecek değildi. Güzel Elena horon tepti daha ne yapsın?Şimdi size bir ‘tüyo’: My Number One’ın bestecisi Hristos Dantis de şarkıcı. Sahneye ilk çıktığında sesinin yanı sıra danslarıyla da dikkat çeken Dantis’in hit olmuş pek çok şarkısı var. İçli sesi olan Dantis’i de sevebilirsiniz. Yunanistan ligi bitti. Taraftarları için ‘efsane’, rakip takımların taraftarları için liman şehri Pire’nin takımı olduğu için ‘hamsi’ lakaplı Olimpiakos şampiyon oldu. Türkiye’de de yatırımları bulunan Yunanistan’ın en zengin işadamlarından Sokratis Kokalis’in sahibi olduğu Olimpiakos, ligin yanı sıra kupayı da kazandı.Ülkenin diğer büyük zenginlerinden Vardinoyanis ailesinin sahibi olduğu ‘lordlar’ takımı Panatinaikos ligi ikinci sırada tamamladı. İstanbullu Rumların kurduğu, son yıllarda sürekli ‘sefilleri’ oynayan AEK ise ancak üçüncü olabildi. Selanik’in Aris takımı ise küme düşmesine rağmen, kupada final oynadığından önümüzdeki sezon UEFA kupasında yer alacak. AEK’lı olan ‘Suyun Öte Yanından’ bir kez daha üzgün. Ama üzüntüsü o kadar da büyük değil. Çünkü FENERBAHÇE YİNE ŞAMPİYON!..
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs sorunu ve Galatia, yani Hatice

21 Mayıs 2005
<B>K</B>ıbrıs’ta, Annan Planı yeniden müzakere masasına gelecek mi? Çözüm ne kadar yakın? Moskova’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ve Rum Yönetimi lideri Tasos Papadopulos’un sürpriz buluşmasında neler konuşuldu? Medyanın yazdığı gibi ‘buzlar eriyor’ mu? KKTC’nin yeni cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ilk adımları neler olacak? Rum Yönetimi, Kıbrıs vatandaşı Türklere daha doğru dürüst bir hak tanımadan, yükümlülüklerini hatırlayıp, KKTC’deki ‘Rum malları’ üzerinde oturuyorlar diye mahkemelere sürüklemek ve İnteropol’den kırmızı bülten çıkarmakla çözüm çabalarına ne kadar katkıda bulunuyor? AB, Kıbrıslı Türklerin geçen yıl 24 Nisan’daki referandumda çözüme ‘Evet’ demesinin asgari karşılığını ödemiyor?.. Bu ve daha nice soruya verilen ya da verilecek resmi cevaplar, Kıbrıs sorununun özünü bize göre ortaya koymuyor. Bize göre, bu sorunun özü ilk bakışta basit görünen insan öykülerinde gizli.


Tam beş kardeştiler. Eleni, Habis, Venetia, Yorgos ve Galatia. Baba Anaksagoras inşaat işçisi. Nasıl beslesin onca boğazı? Takvimler 1935’i gösterirken Venetia’yı daha çocuk yaşta Limasol’da zengin bir aileye hizmetçi verir. Bir süre sonra da Habis ile Galatia’yı Larnaka’daki bir gazoz fabrikasının sahibine ‘Eti senin kemiği benim’ dercesine teslim eder. Birkaç yıl sonra baba Anaksagoras genç yaşta apandisit yüzünden ölür.

Galatia 17’sine basmıştır. Larnaka’da o zamanlar sadece birkaç taksi vardı, birinin de şoförü Larnakalı Derviş. İlk bakışta vurulmuş Galatia’ya. Kız da beğenmiş onu. Ağabeyi Habis’e açmış gönlünü ‘Bir Türk’ü seviyorum’ diye. İtiraz etmemiş ağabeyi. Aşka saygı göstermiş: ‘Türk ne demek? Allah’ın kulu değil mi o da? Madem iyi insan, benim bir diyeceğim yok.’ Haber salmış annesi Maria’ya ve diğer kardeşlere. Kıyamet kopmuş. ‘Ölürsem mezarıma gelmesin’ diye cevap yollamış anası.

Derviş, delikanlı. Dört bir yanını aşk alevi sarmış bir kere. Kaçırmış Galatia’yı. Kadını yapmış. Basmış nikahı da. Larnaka’da iki göz bir evde yaşamaya başlamışlar. Annesi Maria ve dört kardeşinden ikisi Eleni ile Yorgos’un adını bile duymak istemedikleri Galatia daha 19’unda anne olmuş. Bir, iki derken tam üç çocuk doğurmuş. Arada bir ağabeyi Habis ve ablası Venetia ile haberleşir, dertleşirmiş.

Derviş 1974 olaylarında ailesini alıp kuzeye göç etmiş.

Sonrasında ne ses ne seda...

VE KÖTÜ HABER

Yıllar yılları kovaladı. Venetia, KKTC’de iki yıl önce geçişlerin serbest bırakılmasıyla kızkardeşi Galatia’yı aramaya başladı. Yaşı 80’e dayanmasına aldırmadan sorup soruşturdu. Galatia’nın uzun bir süre Maraş yakınlarında Yeni İskele’de kaldığını öğrendi.

Politis Gazetesi’nin yardımlarıyla Galatia’nın izi bulundu sonunda. 1996’da göçüp gitmiş bu dünyadan Hatice, yani Galatia. Üç çocukla güneyden kuzeye geçtikten sonra beş çocuk daha yapmış, 19 tane de torunu varmış.

Umutla bekleyen Venetia’ya kötü haberi kim verecekti? Yeğenleri, yani Galatia’nın, yani Hatice’nin çocukları Çetin, Metin ve Şengül üstlendiler bu işi. Çocuk yaşta terk ettikleri Güney Kıbrıs’a geçip ilk kez gördükleri teyzelerinin kapısını çaldılar.

‘Metin evladım, sen ağabeyim Habis’e benziyorsun’ deyince Venetia, Şengül gözyaşlarını tutamayarak sarıldı teyzesine.

‘Anneniz ne yapıyor, kardeşim Galatia nasıl?’

Derin sessizliği biraz Rumca bilen Çetin bozdu: ‘Annemi 9 yıl önce kaybettik. Safrakesesinden şikayetçiydi. Ameliyat oldu. Sonra doktorlar kanser dediler...’

Gözleri boşluğa takıldı. Yaşlar Venetia’nın ihtiyar, yorgun gözlerinden kimbilir kaçıncı kez aktı.

Belki sağken kardeşine kavuşamamıştı ama yeğenlerini bulmuştu en azından. Haber saldı kardeşlerine, yeğenlerine, ‘Gelin Galatia’nın çocuklarını görün’ diye.

Kıbrıs sorununu herhangi bir uzmanın detaylı raporundan bile belki daha çarpıcı şekilde ortaya koyan bu öykünün son cümlelerini Rum Kesimi’nin önde gelen gazetecilerinden Yorgos Kaskanis’in yazısından ödünç alıyoruz:

‘Sen bu dünyadan erken göçmedin Galatia. Biz geç kaldık. Tıpkı bizi ilgilendiren onca şey için geç kaldığımız gibi. İçimizde dost kim, düşman kim ayırımını yapmakta geciktik. Tarihimizi anlamakta geciktik. Her şeyde geciktik. Bu yüzden de baharın kokularını kaybettik. Mutluluğu kaybettik..’

ATİNA REHBERİ 5

Atina’da ilk gecenize hazır mısınız? Önce şehir merkezinde Plaka mahallesine bir uğrayalım. Bilindiği üzere kanunlar her zaman yazılı değildir ve her şey kitaplarda bulunmaz. Bu çerçevede, Plaka’dan geçmeyen turist, turist filan değildir.

Plaka eski bir Osmanlı mahallesi ama Yunanistan’ın bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Osmanlı izlerinin Atina’da ortadan kalkması için ne gerekiyorsa fazlasıyla yapmasından nasibini almış. Devlet politikası diyorlar...

1980’lere kadar Türkiye’deki tatil beldelerinde rastladığınız o barlar sokağından farksızdı Plaka. Diskotekler, barlar, pavyonlar; sarhoş turistler ve eğer bunlar kadınsa arkalarından koşan bir gecelik aşka inanmış Yunanlıların hegemonyasındaydı burası. ‘Topkapı’ filminin başrol oyuncusu Melina Merkuri, kültür bakanı olduğunda Plaka’yı temizledi. O gün bu gündür sadece turistik eşyaların satıldığı dükkanlar, tavernalar, kafeler ve kültür etkinliklerinin barındırıldığı mekanlar var. Bu mahallenin kaldırımları, daracık sokakları, neoklasik tek ya da iki katlı evleri, balkonlardaki saksıları, özellikle Siklad bölgesi adalarını hatırlatıyor.

Taşıtların girmesi yasak olan Plaka’da atmosfer eğer kadınsanız, başınızı erkeğinizin omzuna koyup ‘Ah ne iyi ettik de buraya geldik’, erkekseniz elinizle kadınınızın beline dolayıp aynı sözleri dedirtecek türden. Bu arada, trafik yasağını delmek burada da İstanbul’da olduğu gibi marifet sayılıyor.

Nerede mola vereceğiz? Pekala, bu mahallenin iki meydanında dizili kafeler olabilir. Ancak favorimiz, daha kapıdan içeri girmeden uzo ve likör aromalarının koku duygunuzu fethettiği, Kidathineon Sokağı’ndaki 115 yıllık Vretos. Vakit, raflarında, markası kolaylıkla ‘Yaktın Beni’ ya da ‘Bundan İyisi Can Sağlığı’ olabilecek içkilerin dizili olduğu bu mekanda ayakta bir şişe birayı paylaşmanın vakti...

Gece, bu şehre geç gelir. Saatler 23.00’ü gösterdiğinde ‘Psiri mahallesi nerede’ diye sora sora gidin. Plaka’dan yayan 15 dakika kadar sürer. Psiri’de gündüzleri atölyeler, tamirciler, koltukçular; geceleri de tavernalar, barlar hükümdar. Siz deyin 30, biz diyelim 50 tane taverna var. Çoğu da müzikli. Hatta bazılarında, buzukinin nağmeleri mikrofonsuz, hoparlörsüz ulaşıyor kulaklara. Mahallenin, İroon (kahramanlar) Meydanı’na geldiğinizde karşınıza dört sokak çıkacak. ‘Acaba’ demeden hepsini dolaşın.

Bu mahallede fiyatlar üç aşağı beş yukarı aynı. Müşterilerin büyük bölümü gençler. Ama fıkır fıkır olanlardan. Mekanlarda rebetiko’dan günümüzün pop şarkılarına kadar Yunan müziğinin tüm versiyonları icra ediliyor. Bir şarkı var ya, hani ‘Buraları yıkılıyo, bıyıklı peşime takılıyo’ diyor; işte o bile çalıyor. Eğlence, haftasonları doruğa çıkıyor, genç kadınlar da masaların üzerine tabii! Eğlence, Psiri’de haftanın 6 gecesi ikamet eder. Pazar günlerinin kıyameti ise öğle vakti kopar.

ÇOK ÖNEMLİ...

Türkiye’deki DJ’lere duyurulur. Malum yaz, bedenler daha bir esmer, daha bir terli. Halis muhlis Roman Yorgos Ksantiotis’in (CD kapağı üstte) ‘Cikulata çikita’ ve ‘Sokerde’ (her ikisi de ne demekse) şarkılarını mutlaka bir yerlerden bulun. Adam buralarda harikalar yaratıyor.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs sorunu ve Galatia, yani Hatice

21 Mayıs 2005
Kıbrıs’ta, Annan Planı yeniden müzakere masasına gelecek mi? Çözüm ne kadar yakın? Moskova’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ve Rum Yönetimi lideri Tasos Papadopulos’un sürpriz buluşmasında neler konuşuldu? Medyanın yazdığı gibi ‘buzlar eriyor’ mu? KKTC’nin yeni cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ilk adımları neler olacak? Rum Yönetimi, Kıbrıs vatandaşı Türklere daha doğru dürüst bir hak tanımadan, yükümlülüklerini hatırlayıp, KKTC’deki ‘Rum malları’ üzerinde oturuyorlar diye mahkemelere sürüklemek ve İnteropol’den kırmızı bülten çıkarmakla çözüm çabalarına ne kadar katkıda bulunuyor? AB, Kıbrıslı Türklerin geçen yıl 24 Nisan’daki referandumda çözüme ‘Evet’ demesinin asgari karşılığını ödemiyor?.. Bu ve daha nice soruya verilen ya da verilecek resmi cevaplar, Kıbrıs sorununun özünü bize göre ortaya koymuyor. Bize göre, bu sorunun özü ilk bakışta basit görünen insan öykülerinde gizli.Tam beş kardeştiler. Eleni, Habis, Venetia, Yorgos ve Galatia. Baba Anaksagoras inşaat işçisi. Nasıl beslesin onca boğazı? Takvimler 1935’i gösterirken Venetia’yı daha çocuk yaşta Limasol’da zengin bir aileye hizmetçi verir. Bir süre sonra da Habis ile Galatia’yı Larnaka’daki bir gazoz fabrikasının sahibine ‘Eti senin kemiği benim’ dercesine teslim eder. Birkaç yıl sonra baba Anaksagoras genç yaşta apandisit yüzünden ölür. Galatia 17’sine basmıştır. Larnaka’da o zamanlar sadece birkaç taksi vardı, birinin de şoförü Larnakalı Derviş. İlk bakışta vurulmuş Galatia’ya. Kız da beğenmiş onu. Ağabeyi Habis’e açmış gönlünü ‘Bir Türk’ü seviyorum’ diye. İtiraz etmemiş ağabeyi. Aşka saygı göstermiş: ‘Türk ne demek? Allah’ın kulu değil mi o da? Madem iyi insan, benim bir diyeceğim yok.’ Haber salmış annesi Maria’ya ve diğer kardeşlere. Kıyamet kopmuş. ‘Ölürsem mezarıma gelmesin’ diye cevap yollamış anası.Derviş, delikanlı. Dört bir yanını aşk alevi sarmış bir kere. Kaçırmış Galatia’yı. Kadını yapmış. Basmış nikahı da. Larnaka’da iki göz bir evde yaşamaya başlamışlar. Annesi Maria ve dört kardeşinden ikisi Eleni ile Yorgos’un adını bile duymak istemedikleri Galatia daha 19’unda anne olmuş. Bir, iki derken tam üç çocuk doğurmuş. Arada bir ağabeyi Habis ve ablası Venetia ile haberleşir, dertleşirmiş.Derviş 1974 olaylarında ailesini alıp kuzeye göç etmiş. Sonrasında ne ses ne seda...VE KÖTÜ HABERYıllar yılları kovaladı. Venetia, KKTC’de iki yıl önce geçişlerin serbest bırakılmasıyla kızkardeşi Galatia’yı aramaya başladı. Yaşı 80’e dayanmasına aldırmadan sorup soruşturdu. Galatia’nın uzun bir süre Maraş yakınlarında Yeni İskele’de kaldığını öğrendi.Politis Gazetesi’nin yardımlarıyla Galatia’nın izi bulundu sonunda. 1996’da göçüp gitmiş bu dünyadan Hatice, yani Galatia. Üç çocukla güneyden kuzeye geçtikten sonra beş çocuk daha yapmış, 19 tane de torunu varmış. Umutla bekleyen Venetia’ya kötü haberi kim verecekti? Yeğenleri, yani Galatia’nın, yani Hatice’nin çocukları Çetin, Metin ve Şengül üstlendiler bu işi. Çocuk yaşta terk ettikleri Güney Kıbrıs’a geçip ilk kez gördükleri teyzelerinin kapısını çaldılar. ‘Metin evladım, sen ağabeyim Habis’e benziyorsun’ deyince Venetia, Şengül gözyaşlarını tutamayarak sarıldı teyzesine.‘Anneniz ne yapıyor, kardeşim Galatia nasıl?’Derin sessizliği biraz Rumca bilen Çetin bozdu: ‘Annemi 9 yıl önce kaybettik. Safrakesesinden şikayetçiydi. Ameliyat oldu. Sonra doktorlar kanser dediler...’ Gözleri boşluğa takıldı. Yaşlar Venetia’nın ihtiyar, yorgun gözlerinden kimbilir kaçıncı kez aktı.Belki sağken kardeşine kavuşamamıştı ama yeğenlerini bulmuştu en azından. Haber saldı kardeşlerine, yeğenlerine, ‘Gelin Galatia’nın çocuklarını görün’ diye.Kıbrıs sorununu herhangi bir uzmanın detaylı raporundan bile belki daha çarpıcı şekilde ortaya koyan bu öykünün son cümlelerini Rum Kesimi’nin önde gelen gazetecilerinden Yorgos Kaskanis’in yazısından ödünç alıyoruz: ‘Sen bu dünyadan erken göçmedin Galatia. Biz geç kaldık. Tıpkı bizi ilgilendiren onca şey için geç kaldığımız gibi. İçimizde dost kim, düşman kim ayırımını yapmakta geciktik. Tarihimizi anlamakta geciktik. Her şeyde geciktik. Bu yüzden de baharın kokularını kaybettik. Mutluluğu kaybettik..’ATİNA REHBERİ 5Atina’da ilk gecenize hazır mısınız? Önce şehir merkezinde Plaka mahallesine bir uğrayalım. Bilindiği üzere kanunlar her zaman yazılı değildir ve her şey kitaplarda bulunmaz. Bu çerçevede, Plaka’dan geçmeyen turist, turist filan değildir.Plaka eski bir Osmanlı mahallesi ama Yunanistan’ın bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Osmanlı izlerinin Atina’da ortadan kalkması için ne gerekiyorsa fazlasıyla yapmasından nasibini almış. Devlet politikası diyorlar...1980’lere kadar Türkiye’deki tatil beldelerinde rastladığınız o barlar sokağından farksızdı Plaka. Diskotekler, barlar, pavyonlar; sarhoş turistler ve eğer bunlar kadınsa arkalarından koşan bir gecelik aşka inanmış Yunanlıların hegemonyasındaydı burası. ‘Topkapı’ filminin başrol oyuncusu Melina Merkuri, kültür bakanı olduğunda Plaka’yı temizledi. O gün bu gündür sadece turistik eşyaların satıldığı dükkanlar, tavernalar, kafeler ve kültür etkinliklerinin barındırıldığı mekanlar var. Bu mahallenin kaldırımları, daracık sokakları, neoklasik tek ya da iki katlı evleri, balkonlardaki saksıları, özellikle Siklad bölgesi adalarını hatırlatıyor.Taşıtların girmesi yasak olan Plaka’da atmosfer eğer kadınsanız, başınızı erkeğinizin omzuna koyup ‘Ah ne iyi ettik de buraya geldik’, erkekseniz elinizle kadınınızın beline dolayıp aynı sözleri dedirtecek türden. Bu arada, trafik yasağını delmek burada da İstanbul’da olduğu gibi marifet sayılıyor.Nerede mola vereceğiz? Pekala, bu mahallenin iki meydanında dizili kafeler olabilir. Ancak favorimiz, daha kapıdan içeri girmeden uzo ve likör aromalarının koku duygunuzu fethettiği, Kidathineon Sokağı’ndaki 115 yıllık Vretos. Vakit, raflarında, markası kolaylıkla ‘Yaktın Beni’ ya da ‘Bundan İyisi Can Sağlığı’ olabilecek içkilerin dizili olduğu bu mekanda ayakta bir şişe birayı paylaşmanın vakti...Gece, bu şehre geç gelir. Saatler 23.00’ü gösterdiğinde ‘Psiri mahallesi nerede’ diye sora sora gidin. Plaka’dan yayan 15 dakika kadar sürer. Psiri’de gündüzleri atölyeler, tamirciler, koltukçular; geceleri de tavernalar, barlar hükümdar. Siz deyin 30, biz diyelim 50 tane taverna var. Çoğu da müzikli. Hatta bazılarında, buzukinin nağmeleri mikrofonsuz, hoparlörsüz ulaşıyor kulaklara. Mahallenin, İroon (kahramanlar) Meydanı’na geldiğinizde karşınıza dört sokak çıkacak. ‘Acaba’ demeden hepsini dolaşın.Bu mahallede fiyatlar üç aşağı beş yukarı aynı. Müşterilerin büyük bölümü gençler. Ama fıkır fıkır olanlardan. Mekanlarda rebetiko’dan günümüzün pop şarkılarına kadar Yunan müziğinin tüm versiyonları icra ediliyor. Bir şarkı var ya, hani ‘Buraları yıkılıyo, bıyıklı peşime takılıyo’ diyor; işte o bile çalıyor. Eğlence, haftasonları doruğa çıkıyor, genç kadınlar da masaların üzerine tabii! Eğlence, Psiri’de haftanın 6 gecesi ikamet eder. Pazar günlerinin kıyameti ise öğle vakti kopar. ÇOK ÖNEMLİ...Türkiye’deki DJ’lere duyurulur. Malum yaz, bedenler daha bir esmer, daha bir terli. Halis muhlis Roman Yorgos Ksantiotis’in (CD kapağı üstte) ‘Cikulata çikita’ ve ‘Sokerde’ (her ikisi de ne demekse) şarkılarını mutlaka bir yerlerden bulun. Adam buralarda harikalar yaratıyor.
Yazının Devamını Oku

El Cezire değil El Çadıre

14 Mayıs 2005
Eski Yunan komedyasının özünde ne vardır? Güldürmenin önemli sorunları hani şiddetten bile daha iyi ve daha başarılı biçimde ortaya koyması. Belki de hálá güncel olmasının nedeni işte budur. Yunanistan’ın tartışılmaz bir numaralı komedyeni Lakis Lazopulos, güldürmeyi ve bu şekilde de siyasetten tutun da spora kadar hemen her şeyi eleştirmeyi, yanlışları göstermeyi ve protesto etmeyi çok ama çok iyi biliyor.

Çiftçi bir ailenin çocuğu. Daha genç yaşta sevmiş tiyatroyu. Ta Larisa şehrinden kalkıp Atina’ya gelmiş şansını denemek için. Keşfedilmesi öyle fazla gecikmedi. Hani bir dönem Zeki Alasya, Metin Akpınar ve daha nice sanatçıyı bünyesinde barındıran, büyük okul ‘Devekuşu Kabare’nin Yunan versiyonu ‘Serbest Sahne’de buldu kendini. Kısa sürede farklı olduğunu hissettirdi. Kabare türü tiyatro ile yetinmedi. Eski Yunan komedyalarını da başarıyla oynadı . Antik Epidavros tiyatrosunda Aristopahes’in Lysistrata / Kadınların Savaşı’ndaki rolü ile herkesin takdirini topladı.

Zirveye hızla çıktı ama yıllardır orada kalmayı başardı. Kameranın önünde ve arkasında sinema deneyimlerinde de başarılı oldu. Çok hoş radyo programları yaptı.

Televizyon denemesi biraz geç oldu ama Türkiye’de ‘Bir Demet Tiyatro’ nasıl hálá unutulmamışsa, burada da çoluk çocuk herkesin bildiği ‘10 Küçük Miço’’ dizisini (Miço bu anlamda Dimitrios adının kısaltılmışı) yarattı. Her defasında gündemde olan bir olayı seçip, buna birbirinden farklı 10 kahramanının gözüyle bakmaya çalıştı Lazopulos.

Dizinin kahramanları, oğlu eşcinsel, kızı da sürekli sevgili değiştiren orta yaşı geçmiş, yaşının başının gerektirdiği ciddiyeti yüzeysel koruyup, gizlediği arzuları arada bir açığa vuran dul kadın; denizden bıkıp biriktirdiği parayla taksi alıp şoförlük yapan, her şeye cinsel içgüdüyle yaklaşan eski denizci; teröristleri, hırsızları yakalamaktan aciz ama astlarına akıl satmakta üstüne yok komiser; yataktan hiç kalkmayıp bu yüzden yürümeyi bile unutmuş, sosyal etkinliği sadece telefonla konuşmakla sınırlı genç kız ve onun bir etkinlikten diğerine koşan sosyete dedikoducusu annesi; bildiği tek şey baba parası yemek olan zengin delikanlı ve onun bir taşra şehrinde yaşayan modern çiftçi kuzeni, asgari maaşla çalışan, her şeyden korkan ama bardak taştığında isyan eden devlet memuru; üçüncü sınıf bir eğlence yerinde sahneye çıkan ve sanat yaşamında bir türlü sivrilmeyi beceremeyen kadın şarkıcı.

YUNAN RTÜK’Ü KARIŞMIYOR

Agatha Cristie’nin ‘10 Küçük Zenci’sinden esinlenerek diziye ‘10 Küçük Miço’ adını veren Lazopulos reytinglerde birinci iken durmasını bildi. Uzun bir süre için televizyondan uzak kaldı. Kışın kendi tiyatrosunda çalıştı, yazın ise sanat ve kültür festivallerinde eski Yunan komedyalarını oynadı.

Bu sezon ‘El Çadıre News’ adlı programla geri döndü ekrana. Karpuz dolu bir kamyonetin içinde haberleri sunan Çingene spiker rolünde. Gündemde olan olayı, politikacıyı, şimdi moda ya buralarda din adamını, sanatçıyı velhasıl kim varsa ince elekten geçiriyor. Önce kendi sorularını soruyor, sonra da eleştirdiği kişinin arşivdeki açıklamalarını cevap gibi yayınlatıyor.

Yunanlıların mizah anlayışı, Türklere kıyasla hayli müstehcen. Aslına bakarsanız insanların günlük konuşmaları da öyle. Yunan RTÜK’ü ise ona buna öyle fazla karışmıyor.

Madem ‘Devekuşu Kabare’den, ‘Bir Demet Tiyatro’dan bahsettik, Lazopulos’u Türkiye’deki bir sanatçıya da benzetmeye çalışalım. Kılıktan kılığa girmesi Levent Kırca, Hamdi Alkan ve Ata Demirer’i getiriyor akla. Ancak canlandırdığı kahramanların kişilikleri ve düşünce tarzları çok farklı. Bu yüzden Yılmaz Erdoğan diyeceğiz.

Atina rehberi 4

Atina’da sırtında çantası, elinde harita, yüzünde ise mitolojide bile yılın 300 günü bu şehri terk etmediği belirtilen güneşten korunmak için sürdüğü krem ile dolaşan yabancı bir turist öğle vakti geldi mi ne yapar? Karnını Yunan yemekleriyle doyuracağı bir yer arar... ‘Suyun Öte Yanından’ın okuyucusu olarak, bu diyarda yemek dendi mi, saat 22.00’den sonrasının kastedildiğini artık biliyorsunuz.

Damak zevkine hitap eden güzellikler burada gece vakti, karanlıkta seyrana çıkar. Şimdi bu sağlık açısından ne kadar yararlı, başka mesele. Zaten şehrin ana caddelerinde nereye baksanız ya bir zayıflama enstitüsü, ya bir jimnastik kulübü ya da bunların reklamlarını görebilirsiniz.

Gönlümüz elvermiyor alışkanlıklarınızı bir günde bozmanıza. Gelin anlaşalım... Hafif bir öğle yemeğine ne dersiniz?

Ne yer öğlenleri Yunanlılar? Sandviç ya da ‘suvlaki’. Geleneksel suvlaki, avuç büyüklüğünde bir pidenin içinde domuz etinden çöp şiş, cacık, soğan, patates ve domatesten ibarettir. Ancak sığır ya da tavuk etinden versiyonları da vardır. Çöp şiş yerine ‘giros’ yani dönerli suvlaki de hayli yaygın. Yanına banko bir ‘Greek salat’. İri kesilmiş domates, salatalık, dolmalık biber ve soğan. Üzerine beyaz peynirin benzeri olan, ancak teneke kutu yerine tahta fıçıda bekletilen bir dilim ‘feta’. Mis gibi kokan kekik, zeytin ve bol zeytinyağı. Eh artık bir birayı da reddedemezsiniz! (Yunan markaları istiyorsanız Mithos ve Fix. Önerimiz ise Heineken.) Afiyet olsun...

Kişi başı 10 euro ödeyerek karnınızın gurultusu ile barıştınız. Yunanlıların asla vazgeçmedikleri siestadan, öğle uykusundan önce şehir merkezindeki Ermu Caddesi’nde kısa bir yürüyüş öneriyoruz. Bu yaya yolunda giyim kuşam üzerinde ne ararsanız var. Fiyatlar da ileriki yazılarımızda anlatacağımız sosyete semtlerindeki dükkanların vitrinlerindeki etiketlerden hayli düşük. Günün her saati hareketlidir Ermu Caddesi. Bu noktada dükkanların çalışma saatleri hakkında bilgi sahibi olmanızı da yararlı buluyoruz: Pazartesi-çarşamba-cumartesi 09.00-15.00, salı-perşembe-cuma 09.00-13.30 ve 17.30-20.30 saatleri arasında açıklar. Süpermarketler ise 08-00-20.00 saatleri arasında açık. Yaz mevsiminde süpermarketler 09.00’da açılıp 21.00’de kapanıyor.

Güneşin ta tepede ışınlarını cömertçe bahşettiği saatlerde, eğer bir deniz kenarında değilseniz, Atina’da dolaşmanızı hiç de tavsiye etmeyiz. Unutmayın ki mimari açıdan bir beton yığını bu şehir. Tabii göz zevkinizi bozan mimari anarşiden ‘Bu Türkler ile bu Yunanlılar sonunda günün birinde güçlerini birleştirecekler’ diye olumlu bir sonuç da çıkarabilirsiniz.

Ama dikkat; gündüz tespit edeceğiniz bu Türk-Yunan benzerliğini, karanlık çöktüğünde, aydede ve yıldızlar gökyüzüne hakim olduğunda, pırıl pırıl ışıklar yandığında tekzip edebilirsiniz.

Gece dişildir, gece tahrik edici, gece günahkardır bu diyarda. Gece uzundur ve gündüzün onu gördüğünde ‘Ayıp ya’ deyip bıyık altından güldüğü türdendir.

Atina geceleri yaşar!
Yazının Devamını Oku

Zorba’dan medet umanlar

7 Mayıs 2005
Yazarın, şairin, düşünürün mezar taşında ‘Hiçbir şey ummuyorum. Hiçbir şeyden korkmuyorum’ diye yazıyor ama ölümünden 48 yıl sonra bile birileri Nikos Kazancakis’ten çok şey umuyor. Korkup korkmadıkları ise meçhul. Kimler mi? Yorgos Zorbas’ın torunları ve Kazancakis’in doğal várisleri olduğunu söyleyen akrabaları.

Dünyanın birçok şehrinde (ve tabii İstanbul’da Barbaros Bulvarı’nın yakınında) Rum, daha orijinal deyişle Grek tavernalarının ismi genellikle aynıdır: Zorba...

Nikos Kazancakis’in en başarılı değilse de, başrolünü Antony Quinn’in oynadığı film ve Mikis Teodorakis’in yegane sirtaki bestesi nedeniyle de en popüler eserinin kahramanı Aleksis Zorbas, kaderin en amansız tokadını yediğinde bile dans eden; sevecen, kurnaz, bohem, hatta yozlaşmış bir Akdenizlidir.

Yazar, şair ve düşünürün bu kahramanı gerçek mi hayal ürünü mü kesin bilinmiyor. Ancak, Kazancakis’in 1910’lu yıllarda tanıdığı Yorgos Zorbas’ın hayatını konu aldığı iddiası yaygın. Bu iddianın en hararetli savunucuları da Yorgos Zorbas’ın torunları. Ellerinde, Kazancakis’in 1917 tarihli ‘Çok sevdiğim Yorgos Zorbas’a’ imzalı bir fotoğrafı diyar diyar dolaşıyorlar. Yorgos Zorbas’ın, kitaptaki kahramanın aksine hiçbir zaman Girit’e gitmemesi, Ljuba diye bir sevgilisi olmaması bu iddiaların doğruluk derecesini düşündürüyor. Buna karşı Peloponez’deki (Mora yarımadası) Mani şehrinde doğan Yorgos Zorbas’ın, kitaptaki Aleksis Zorbas gibi maden ocağı işlettiği doğru.

1943 yılında ölen Yorgos Zorbas’ın torunları, dedelerinin Kazancakis’in kahramanı olduğunu savunurken ikinci ‘kanıtı’ da amcaları Andreas Zorbas’ın yazıp, ölmeden önce Kazancakis’e gönderdiği ve ‘Babamı rezil ettin. Biz fakir, ancak namuslu bir aileyiz. Hatanı düzelt’ diyen mektubu. Yani bu noktada işin içine ‘politika’ giriyor. Çünkü Yorgos Zorbas, Yunanistan’da değil Makedonya’da öldü. Mezarı Üsküp’te. Bir diğer deyişle, eğer Makedon kökenli değilse bile Makedonya’ya gidenlerden. Buralarda bir zamanlar (2. Dünya Savaşı sırasında) ‘öteki’ sayılıp, ‘hain’ sayılıp sınırın ötesine gönderilenlerden olabilir Yorgos Zorbas.

Şimdi iki torun Anna Gayger ve Georgi Kahayev (soyadları bir tek Yunan’ı hatırlatmıyor) dedelerinin Kazancakis’in kahramanı dolayısıyla da Yunan olduğunu kanıtlayacaklarını umuyorlar.

Gelelim Kazancakis’in servetine...

Zorba’nın yanı sıra El Greco’ya mektuplar, Günaha Son Çağrı (film Yunanistan’da gösterildiğinde kıyamet koptu. Din adamları hani ellerinden gelse, bir kez daha Kazancakis’i aforoz edecekti.) Kaptan Mihalis, Kardeş Kavgası ya da Homeros’u kendine has yorumlayan, Odisea ve İlyada’yı farklı bir yaklaşımla tercüme eden Kazancakis’in kaç dile tercüme edildiğini bilmiyorum. Eserlerinin sadece Yunanistan’da hálá yılda 25 bin adet sattığını biliyorum. Anlayacağınız Kazancakis hálá birilerine çok para kazandırıyor...

26 Ekim 1957’de Almanya’da 74 yaşında son nefesini vermeden önce vasiyetnamesinde, ikinci eşi Eleni Kazancaki’yi yegane várisi ilan etmişti. Eleni Kazancakis de birkaç yıl önce 101 yaşında öldü. Her şeyini ve en önemlisi kocasının kitaplarından olan telif haklarını son 20 yıl kendisine bakan ve mahkeme kararıyla evlat edindiği Patroklos Stavru’ya bıraktı. Patroklos kim derseniz, tam 30 yıl Kıbrıs’ta Makarios’un en sadık adamlarından biriydi. Eleni Kazancakis 1964’te Kıbrıs olaylarında o zaman yaşadığı Cenevre’den Patroklos Stavru’ya hem üzüntüsünü dile getiren bir mektup, hem de sıfırları bol bir çek göndermişti.

Eleni Kazancakis’in iki kız kardeşi vardı. Küçük olanı Anastasia Çuknika’nın torunları, teyzeleri servetini Patroklos Stavru’ya bırakırken, akli dengesinin yerinde olmadığı iddiasıyla mahkemeye başvurdular. Doğal várislerin kendileri olduklarını savunuyorlar, hak yani para talep ediyorlar.

Kazancakis eğer yaşasaydı kimbilir ne derdi bu işlere?

Atina rehberi 3

İlk gün şöyle bir etrafı dolaşmak yeterli sanırız. Önce Kraliyet bahçesini dolaşmaya ne dersiniz? Binbir çeşit ağacın ve Zappion sarayının bulunduğu kraliyet bahçesinde, gölde yüzen ördeklere simit yedirebilir, ya da İrodu Attiku caddesine çıkan yeşillikler arasında gizlenmiş kafede meşhur incir tatlısı ya da cevizli tartı tadabilirsiniz. Koskoca kral, memleketin meselelerini çözmek için düşünmesi gerektiğinde bu bahçede dolaşırdı. Eğer yolculukta veya otele yerleşirken eşinizle, arkadaşınızla veya sevgilinizle, olur ya insanlık hali, biraz limoni olmuşsanız, yeşilin gökyüzünü örttüğü, kuş sesleri arasında durumu düzeltmek hiç de fena olmaz.
Yazının Devamını Oku

Paskalya ádetleri

30 Nisan 2005
Terk etti sakinleri bu diyarı. Yine vefasız sevgili gibi davrandılar bu dişil şehre. Vefasız da olmasalardı, tahrik öyle büyük ki, ‘ihanet’ etmemek elde değil. Hem mayıs geldi, hem de Paskalya. Kimi karayoluyla kuzeye (Volos, Selanik, Kavala), kimi güneye (Mora Yarımadası) gitti. Kimi denizden geçip ulaştı canım adalara, kimi de uçağı tercih etti.

Vakit, onca kalın giysinin gizlediği bedenlerin güneşin cömertliğine merhaba demeleri, masmavi sulara teslim olmaları vakti. Vakit, kırmızıya ve sadece değil boyanmış yumurtaların, sakızlı çöreğin, kuzu çevirmenin, su gibi akacak şarabın vakti.

Yarın Paskalya, Ortodoks aleminin Noel ile birlikte en büyük bayramı. Atina, sırtlarında çantaları, ellerinde haritalar; şehir merkezinde bir o bir bu yana dolaşan turistlerin ve sayısı 700 bini bulan göçmen işçilerin işgali altında. Bir de, herhalde kendime uzaydan gelebilecek bir taarruza karşı Akropolis mabedini koruma görevi veren bendeniz kaldım.

Paskalya kelimesinin kökeni ‘Pesah’, İbranice ‘geçiş’ anlamına geliyor. Firavun ordularından kurtulmak için Yahudilerin Kızıldeniz’den geçiş bayramına ‘Pesaska’ deniyor. Atalarının bu mukavemetini kutlamak için Yahudilerin düzenledikleri törenler MS 33 tarihinde Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesi, ölmesi ve Hıristiyan inancına göre göğe yükselmesi dönemine denk düşmüş. Hıristiyanlar için insan neslinin ölümden hayata geçişini, Tanrı’nın tek oğlunun ölüm karşısındaki zaferini simgeliyor Paskalya.

Bu bayramın Noel gibi (25 Aralık) sabit bir tarihi yok. Tarih konusunda farklı görüşler var. Yunanlı ilahiyatçı Alkiviadis Kaliva’ya göre MS 2. yüzyılda özellikle Anadolu’daki kiliselerde Paskalya bayramı 14 Nisan’da, yani İsa’nın çarmıha gerildiği gün kutlanıyordu. Bir diğer deyişle, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Anadolu’da İsa’nın göğe yükselişi değil, ölümü anılıyordu.

Gelelim kırmızı yumurtalara. Kimine göre tamamen sembolik. Öncelikle içinde hayat var. Kırmızı renk İsa’nın dökülmüş kanını temsil ediyor. Yumurtaların tokuşturulması ise, göğe yükselmek için mezarından çıktığında, mezar taşlarının paramparça olmasını. Kimine göre ise Hıristiyan inancı doğrultusunda önce günahkarlığı, sonra doğru yolu seçmiş Maria Magdalena’nın da aralarında bulunduğu üç kadın ‘Yeni ölünün ruhu bir süre etrafta dolaşır. Olur ya, karnı acıkır’ düşüncesine dayanan bir Yahudi geleneğini yerine getirerek, ellerinde birer yumurta ile Hz. İsa’nın mezarı başına giderler. İsa karşılarına çıkınca, kendisinden mezarında olmadığına kanıt için beyaz yumurtaları kırmızıya çevirmesini isterler. O da hemen yapar tabii.

Paskalya’da kiliseye gidenlerin elinden eksik olmayan büyük mumlar ‘nur’un simgesi. İlk mum kutsal topraklarda, Kudüs’te yakılır ve tüm dünyaya yayılır.

Kuzu eti ise kurbanlığın bilinen öyküsü. Yunanistan’ın bazı köylerinde Paskalya için hálá kuzu kurban edilir. Ancak, genel adet kuzunun kasaptan satın alınıp afiyetle yenmesidir.

İnsanlar bu diyarda genellikle üç dört gün oruç tutarlar. Cumartesiyi Paskalya pazarına bağlayan gecede de küçük büyük herkes bayramlıklarını giyer ve kiliseye giderler. Sönmemesine itina gösterilen mumlarla eve dönülür ve ‘magiritsa’ denen sakatat çorbası yenir. Pazar sabahı bahçede, avluda çevrilmeye başlar kuzular. Öğle yemeği, hoş sohbet, kahkahalar, müzik, dans, eğlence... İkindi vakti geldi mi, şarabın da tesiriyle herkes bir kenara çekilir. Uyku vaktinde inanılmaz bir sessizlik hakim olur bu aleme.

Paskalya geldiğinde yaşlanıyorum mu nedir, hep İstanbul’daki çocukluğumu, ilk delikanlılık yıllarımı hatırlarım. Tatlı ve acı hatıraları ile Paskalyalar. Eh onları da seneye anlatırım.

Akropolis Rallisi’nde kupa Türkiye’nin

Yazık ki gidip göremedim. Kimbilir ne güzeller vardı ne güzeller... Porsche’ler, Ferrari’ler, Jaguar’lar. Az değil, dokuz ülkeden tam 110 eski otomobil katıldı 4. Klasik Akropolis Rallisi’ne. Pilotlar üç gün süreyle 32 etapta 1350 kilometre yol yaptı. Bu nostaljik rallide, en az kötü puan toplayan Türk pilotlar büyük bir başarıya imza atarak Takım Kupası’nı kazandı. Türk takımının adı da çok tatlıydı doğrusu: Turkish Delight.

Klasik Akropolis Rallisi’nde, yabancı pilotların tanımadığı, bilmediği bir otomobil vardı. Markasını ilk kez duyuyorlardı 1971 model Anadol’un. Şaşkın bakışlarla motorunu bile tetkik etmişler.

Anadol, sırtına 34 yıl yüklenmiş olmasına aldırmadan, Atina’da Mora Yarımadasının kuzeyinde, güneyinde, dağda, yokuşta yuttu kilometreleri; Ahmet Öngün ve Serkan Sorguç ile genel klasmanda 13.’lüğü elde etti.

Aydın Harezi ve Peter Rushforth 1969 model Mercedes Benz 280 SL ile genel klasmanda 4. oldu. Serdar Yanaşan ve Esen Yanaşan ise 1967 model Ford Mustang’ı ile 8. sırayı aldı.

VW’nin kablumbağası ve Mini Cooper gibi, Anadol da bir klasik. Kendi efsanesini yarattı. Anadol bir bakıma ‘rock’. Belki yaşlı, belki her gün konser verecek takati yok ama gerçek bir ‘rock’ olarak hálá sahnede.
Yazının Devamını Oku

Lefkoşa’nın güneyi

23 Nisan 2005
Atina rehberimize bu hafta ara veriyoruz. Çünkü KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine, Rum tarafından nasıl bakılıyor diye gittiğimiz Lefkoşa’nın güneyinden bahsedeceğiz. Ne biliyoruz? Rumlar zengin. Hani Kıbrıs meselesine ekonomik açıdan yaklaşırsak biraz mübalağa ile durumu şöyle izah etmek mümkün: Dükkanların yan yana dizili olduğu bir cadde düşünelim; Versace, Armani, Zegna, Trussardi... Sonra Şen Manav, Bizim Kasap, Oylum Büfe... (TC vatandaşı olduğum için Larnaka’dan giriş yaptığım gerekçesiyle KKTC’ye geçemiyorum. ‘Yasağı’ tesadüfen deldiğim oldu. Bu nedenle manav, kasap ve büfenin isimleri gerçek değildir).

Ancak Rumlar bu aralar dertli mi dertli. Şatafatlı dönemin geçmişte kaldığından şikayetçiler. AB üyeliği siyasi açıdan Rum Yönetimi’ne epey yaradıysa da, şu uyum programı nedeniyle konan vergiler insanların epey canını sıktı. Mesela taşıt vergisi iki katına çıkarıldı.

Bunun yanı sıra yaklaşık 50 bin yabancı göçmen işçi de piyasayı epey bozmuş görünüyor. ‘Daha bunlar bir şey değil. Euro’ya geçersek asıl o zaman fakirleşeceğiz’ diyor Rumlar.

Araştırdık; en düşük maaş 350 Kıbrıs Lirası (Rumlar pound demeyi seviyor). Üniversite mezunu bir devlet memurunun ilk maaşı ise 800 Kıbrıs Lirası civarında. Devlet sektöründe 20 yıl çalışan, yaklaşık 2 bin Kıbrıs Lirası alıyor. Rumların ortalama geliri 1500 Lira. Şimdi, 1 Kıbrıs Lirası yaklaşık 1.8 Euro olduğuna göre kaç YTL olduğunu varın siz hesaplayın.

ŞARABI ASLAN YÜREKLİ RICHARD’IN FAVORİSİYMİŞ

Fiyatlar ne derseniz, sabahın erken bir vakti gezdiğimiz, KKTC’den bir nefes mesafede, neredeyse Türk ve KKTC bayraklarının gölgesinde, Rumların sebze ve meyve ihtiyaçlarını temin ettikleri halk pazarından örneklerle cevaplayalım. Marulun tanesi 0.10, domatesin kilosu 1.2, kabak 0.60, patlıcan 0.70, elma 0.50 Kıbrıs Lirası. Sığır etinin kilosu 3, kuzu etinin 4.5 Kıbrıs Lirası.

Nüfusu 220 bin civarında olan başkentte sayısız kafe ve lokanta var. Özellikle kafelerin dekorları Avrupa standartlarında. Rumların, Yunanlılar gibi eğlenceye düşkün oldukları söylenemez.

Kaliteli ama pek öyle kalabalık olmayan barlar ise, genellikle eski mahallelerdeki dar sokaklarda, yani yine KKTC yakınında.

Buralarda tattığımız birbirinden güzel kırmızı şaraplar doğrusu hoş bir sürpriz oldu. Kıbrıs şarabından, Kitabı Mukaddes bile bahsediyor. Aslan Yürekli Richard da adayı 1191’de fethettiğinde pek sevmiş şaraplarını. Othello, Tescos, Commandaria etiketlerinin Avrupa’daki emsallerinden kıskanacağı bir şey yok.

Makarios yönetiminin daha mürekkebi kurumadan ihlal etmeye başladığı 1960 Anayasası adanın güneyinde hálá geçerli. Tabii anayasa, Rum versiyonu ile uygulanıyor.

İşte bu anayasa gereği resmi diller Yunanca, Türkçe ve İngilizce. Ancak, bunu Lefkoşa’da günlük hayatta sadece paraların üstündeki yazılarda görebilirsiniz.

ANAYASA İHLALİ TESPİT ETTİM

Gazeteci sadece bakmamalı, aynı zamanda görmeli misali, üstelik sadece Yunanca ve Türkçe yazılmış, dolayısıyla İngilizce yazılmadığından pekálá anayasayı ‘ihlal’ sayılabilecek bir yazı daha gördük.

Nerede mi? Sigara paketinde. ‘To kapnisma skotoni - Tütün içmek öldürür’ yazıyordu.

Muhtemelen ya İngilizler sigaranın zararlarını öğrenmesin de içsin, ya da İngilizler bunu zaten bilir, dolayısıyla gerek yok, diye yazmamışlardır.

Girneli Andrula

Genç yaşta evlenmiş Girneli Andrula. 1974 olayları başladığında daha çiçeği burnunda gelin imiş. Bahçeli evini bırakıp Lefkoşa’nın güneyine göçmüş. Rum Yönetimi’nin inşa ettirdiği iki oda daireye. Bir değil, iki değil, üç değil tam dört çocuk yapmış. Dördüncüyü daha memesiyle beslerken terk etmiş kendisini körolası kocası. Dört boğaz, bir de kendisi beş, bir de anası altı.

Bebelerinin kokusuna bile doyamadan, 25’inde çalmış el kapılarını. Ne iş bulsa yapmış gece gündüz demeden. Yeter ki çocuklarının karnı doysun, başları öne eğilmesin diye. Yaklaşık 10 yıl önce şeftaliye kebabı ve domuz etinden döner (giros) satan bir lokantada iş bulmuş. Gel zaman git zaman sahibi ihtiyarlayınca Andrula’ya kiralamış üç masası beş iskemlesi olan lokantayı. Rahatlamış biraz.

Çocuklar da büyüyor, yemin etmişti okutacağına. Tuttu da yeminini. Evlilik çağına geldiklerinde de bir kızını Amerika’ya gelin verdi. Gözü yaşlı, Chicago’ya uğurladı. Bir oğlu Limasol’da iş buldu. Evlendi, o da çoluk çocuk sahibi oldu. Diğer oğlu Lefkoşa’da çalışıyor, küçük kızı ise üniversitede.

Bıkmıştı lokantada içip içip kavga eden müşterilerden ama ne yapsın? Çocukları okutmak, evlendirmek; bir de kendi evi olsun diye büyük borç altına girmişti. Devlet de acımadı Andrula’ya. Günün birinde memurun biri kapısına dayandı: ‘Yeni yasa çıktı. Ruhsat için 6 bin Kıbrıs Lirası (yaklaşık 11 bin Euro) ödeyeceksin.’ Nereden bulsun bu parayı? Çaresiz devretmiş lokantayı.

Şimdi yedi aydır direksiyon sallıyor. Lefkoşa’da taksicilik yapıyor. Alacaklılar, derdinden anlamıyor ki...

Lefkoşa’nın güneyinde bir sabah şoförü olduğu taksiye bindiğim Andrula’nın öyküsü bu. Hayat bir tek kere cömert davranmamış Andrula’ya. Çektiği onca acı, sıkıntı adeta yüzünde izini bırakmış. Yaşını sordum. Ne diyeceğini bilemedi bir an. Hemen tahminimle iltifat ettim. Gülümsedi, sevindi, alelacele elleri ile saçını başını düzeltti ve ‘56 yaşındayım’ dedi. Her şeye rağmen kadın, kadın işte...

Bu adam kim

Fotoğraftaki adam size kimi hatırlatıyor? Hadi biraz hayal gücümüzü kullanalım. Önce biraz saç ekleyelim, siyah olsun. Şimdi o bıyığı keselim. Bir de şu kalın kaşları biraz inceltelim.

Şimdi hatırladınız mı? Eğer bulamadıysanız fotoğraftaki adamın kim olduğunu söyleyelim: Yorgos Karamanlis. Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in ağabeyi.

İnşaat mühendisi olan Yorgos Karamanlis’in siyasetle yakından uzaktan hiçbir ilgisi yok. Haftasonları, orta Yunanistan’ın Arkadia bölgesindeki bir köyde bulunan dağ evinde dinlenerek geçirmeyi hiç aksatmayan, 4x4 otomobiliyle dağ bayır dolaşan, bana göre Yunanistan’ın gelmiş geçmiş en büyük bestekarı Manos Hacidakis hayranı Yorgos Karamanlis’in, müzik dediniz mi bir başka tutkusu da rebetiko’lar.

Kahvede köy sakinleri ile siyaset dışında her konuyu konuşuyormuş. Atina’dan misafirleri geldiğinde köyün lokantasında şaraplı türkülü ziyafetler veriyormuş.

Medyadan uzak kalmaya özellikle itina gösteriyor. Başbakan kardeşi ile hemen her gün görüşmelerine rağmen, Yorgos Karamanlis’ten demeç almayı başaran tek bir gazeteci yok. Yengesi Natasa ile de araları çok iyi. İkiz yeğenleriyle oynamayı da çok seviyormuş. Karamanlis çiftinin ikiz çocuklarının vaftiz babası aynı zamanda.

Yorgos Karamanlis, iddialara göre, kardeşinin lideri olduğu Yeni Demokrasi Partisi milletvekilleri arasında hani bir anket yapılsa, neredeyse yarısının kendisini bilmediği ve tanımadığı sonucu ortaya çıkacak kadar siyasetten uzak.

Kostas Karamanlis’ten önceki başbakan Kostas Simitis’in de ailesi pek ortalıkta görülmezdi. Simitis’in iki kızının onca yıl gazete veya dergilerde yayınlanan fotoğrafları bir elin parmak sayısını geçmez.

Buna karşı Yunan siyaset hayatının diğer önemli ailelerinden Papandreu’lar ve Miçotakis’ler sık sık gündeme gelirler. Miçotakis’ler (baba Kostas eski başbakan, kızı Dora Bakoyani Atina Belediye Başkanı, oğul Kiriakos milletvekili) yüzde 100 siyasetin içinde olduklarından, Papandreu’lar ise (Yorgos Pasok lideri, Andrikos ağabeyinin danışmanlarından, Nikos yazar, anne Margaret sivil toplum örgütlerinde) farklı yetişme tarzlarından, farklı dünya bakışlarından dolayı kameralardan, objektiflerden kaçmazlar.
Yazının Devamını Oku

Yarım asır sonra ilk defa

16 Nisan 2005
Ege’nin iki yakasında aynı göğü, aynı denizi paylaşan insanlar, tarihte ataları asırlarca birlikte yaşamış insanlar, beş yıldır birbirlerini tanımak için yarışıyorlar adeta. Yüz binlerce insan; kimi komşuyu tanımak, kimi iş, kimi alışveriş yapmak, kimi tatilini geçirmek, kimi de haftasonu kaçamağı için İstanbul’a ya da Atina’ya atıyor postu.

Bu furyada da en kárlı çıkan elbette THY ile Olympic hava yolları.

THY de, Olympic de haftada 14’er defa Atina ve İstanbul’a uçuyor. Gidiş dönüş tarihleri belirlenmiş, ekonomik tarifeli 4-5 günlük biletler, 220-240 euro arasında değişiyor.

Tercihimiz, tartışmasız THY. Hem daha ucuz, hem uçaklar daha iyi, hem de servis.

Olympic’in akşam seferlerine koyduğu küçük pervaneli uçaklarla normalde bir saat süren yolculuk, hem 20 dakika uzuyor hem de yorucu.

KUTSAL YERLER SEÇİLDİ

Ta 1947 yılından bu yana Atina’ya uçuyor THY. Kıbrıs olayları nedeniyle 1974-1981 döneminde, uçuşlara yedi yıllık bir ara verilmiş. Yarım asırdan fazla bir süredir Atina seferleri gerçekleştiren THY, geçtiğimiz günlerde de bir ilke imza attı. Yunan başkentinde ilk defa 12 metrelik dev bir billboardda Türkiye’nin reklamını yaptı. Elefterios Venizelos Havaalanı’na 300 metre kala bu dev boyutlu reklamda Ayasofya, Sümela Manastırı ve Kapadokya gösteriliyor.

Yunanistan’da beş yıldır görev yapan ve THY’yi tercih eden, Yunanlı olsun yabancı olsun her yolcu ile ilgilenen, çıkan her sorunu büyük özveri ile çözmeye çalışan THY Atina Müdür Vekili Alp Alper, bu üç mekanı Türkiye’de Yunanlıları ilgilendiren kutsal yerler oldukları için seçtiklerini söyledi.

THY, Türkiye’nin reklamını yapmak için Yunan makamlarına başvurduğunda tam destek buldu. Hatta edindiğimiz bilgilere göre, bu boardların aylık kirası 20 bin euro olmasına rağmen, yakınlaşma sürecine katkı amacıyla THY’ye yüzde 75 indirim yapıldı. Kira 5 bin euro’ya düşürüldü.

ÇOK ÖNEMLİ POTANSİYEL

THY’deki görevinin yanı sıra Atina, Rodos ve Varşova’da ‘İstanbul’ konulu fotoğraf sergileri de açan Alper’e göre, sivil havacılık alanında iki ülkenin ilişkilerini daha da geliştirmeleri için daha önemli potansiyel var.

Yazarın görüşü: Önemli ama çok önemli potansiyel var.

Stavros, Sasa, Yorgos

‘Suyun Öte Yanından’ın edindiği bilgilere göre, şehrin kuzeyinde, sosyete semti Kifisia’da yeni bir mekan açılmış. Mönüde Türk yemekleri varmış. Emsallerinden farkına gelince; ezme, haydari ve kebap faslından sonra, gecenin ilerleyen saatlerinde bayanların afiyetle mideye indirdikleri lezzetleri hazmetmek için değil, sadece kurtlarını dökmek için DJ’in çaldığı nağmelerin eşliğinde bir o yana bir bu yana kıvırmaları imiş. Mekanın adı ‘Sirkeci’. Tespit ve tabii ki yerinde teftiş amacıyla yapılan araştırmalarımız henüz sonuç vermedi.

Eğer edinilen bilgiler doğru ise ‘Sirkeci’ ile Atina’daki ‘Turkish’ restoranlar kervanı daha da zenginleşti. Tike’nin, Pandeli’nin şubeleri her gün dolup taşıyor Perikles’in diyarında. Yakında Develi’nin de şube açabileceği söylentileri dolaşıyor. Ayrıca İstanbullu Rumların işlettiği daha onlarca kebapçı ve meyhane de var bu şehirde.

‘Turkish’ restoranların Atina’yı mesken tutması uzun yıllar öncesine dayanır. Ancak, o zamanlar müşteriler sadece İstanbullu Rumlar’dı. Son yıllarda bu durum değişti. Müdavimler artık şehrin yerlileri.

Yıllar önce dedim de aklıma geldi. Bırakın savaş uçaklarını ve it dalaşlarını, iki ülke ilişkilerinin neredeyse Ege’de uçan kuşa ‘Dur martı efendi! Türk müsün, Yunan mısın?’ diye sorulacak derecede kötü olduğu zamanlarda, Atina’nın güneyinde sahil semti Kalamaki’de ‘Ananias’ adlı müzikli bir restoran vardı.

Mekanın sahibi Ananias iriyarı, pala bıyıklı, pek öyle konuşmayan bir Rum’du. Söylentilere göre, İstanbul’un sabıkalı kabadayılarındandı. Bir haltlar etmiş, Atina’ya kaçmış. Biz İstanbullu Rumlar; gizli, kötü bir şey yapıyormuş gibi giderdik Ananias’a. Bize yabancı olmayan bir duyguyla... Korkarak...

Stavros adlı genç bir eşcinsel, Yorgos adlı orta yaşlı bir eşcinsel ve Sasa adlı, herhalde o zaman 60 baharını 20 yıl önce geride bırakmış üç İstanbullu Rum sanatçı paylaşırdı sahneyi.

Stavros, Yunanca şarkılar söylerdi. Programının ilk bölümünde Sasa da öyle. İkinci bölümde ‘Karabiberim’ gibi ‘Kalenin Bedenleri’ gibi, hem Türkçe hem Yunanca sözleri olan şarkılar ile başlar, ‘Silifke’nin Yoğurdu’ türküsünün ardından ‘Çadırımın Üstüne’ kantosuyla tamamlardı programını. Gece yarısından sonra, ışıklar söner, sahneye incikli boncuklu kıyafetiyle Yorgos çıkardı. ‘Bir Teselli Ver’, ‘Artık Sevmeyecegim’, ‘Agora Meyhanesi’...

Hani şöyle keyifle eşlik edemezdik Yorgos’a. Yine korkardık... Tıpkı uzun yıllar önce İstanbul’da Beyoğlu’nda Hasanaki ve Adalar adlı Rum tavernalarında Yunanca şarkılar dinlediğimizde korktuğumuz gibi. Çünkü Ananias’a, İstanbul’daki anıları pek iyi olmayan, ya da tuhaf bir Yunan milliyetçiliğine kapılmış hemşerilerimiz veya hani sırf eğlenceyi bozmak amacındaki Yunanlılar da gelirdi. Anlayacağınız İstanbul’da ‘Yeter bu kadar Rumca şarkılar, burası Yunanistan değil’in Atina versiyonunu yaşıyorduk. ‘Yeter bu kadar Türkçe; burası Türkiye değil...’

Tanrı’ya şükür o dönemler geride kaldı. Bırakın ‘bizleri’, Atina’nın sahipleri bile artık Tarkan, Sertab dinliyor; başrollerini ‘iyi Türklerin’ oynadığı dizileri izliyor. Fenerbahçe-Galatasaray derbisi için iddaa kuponları dolduruyor.
Ama izlerini kaybettiğimiz Stavros’a, Sasa’ya ve Yorgos’a yazık oldu.

Pes doğrusu

Yunan televizyonlarının, reyting uğruna ana haber bültenlerindeki marifetleri Türk televizyonlarının gerisinde kalmıyor. Üstelik Yunanistan, haber bolluğu açısından Türkiye’den çok fakir. Ne var ki, geçen akşam Alter televizyonunda izlediğimiz bir haber pes dedirtecek cinstendi.

Haber bülteni başladı. Ekranın alt bölümünde kırmızı renkte anons yazısı yanıp sönüyor. ‘Az önce karımı öldürdüm.’ Az sonra...

Ve anons edilen haberin vakti geldi. Apostolos Yeorgopulos (56) adında daha önce psikiyatri kliniğinde tedavi gören bir Yunanlı, kendisini aldattığı şüphesiyle 30 yıllık karısı Spiridula’yı demir çubukla kafasına vurarak nasıl öldürdüğünü tüm detayları ile anlatıyor.

Apostolos, karısını öldürdükten sonra Larisa’dan taksiye binip 220 kilometre yol alıyor, Atina’ya geliyor ve cinayeti televizyonda ihbar ediyor.

Alter’in yöneticileri polise haber verdiler. Tabii polis gelinceye kadar da Yeorgopulos ile ropörtajı ihmal etmediler.

Atina rehberi (2)

Geçen hafta başladığımız Atina rehberliğini sürdürüyoruz.

Efendim bir şekilde şehir merkezine geldiniz. Şehrin ta göbeğinde iki büyük meydan vardır. Biri Omonia (Birlik) diğeri Sintagma (Anayasa). Bu iki meydanı şehrin üç ana caddesi olan Akademias, Panepistimiu ve Stadiu birleştiriyor. Tavsiyemiz merkez olarak Sintagma’yı seçmeniz. Çünkü Omonia, özellikle hava karardıktan sonra göçmen yabancı işçilere teslim. Atina nüfusunun yaklaşık yüzde 20’si yabancı. Siz turistsiniz. Karşılaşacağınız manzara sizi pekala yanıltabilir. Hani ‘Biz Yunanistan’a gelmek istiyorduk. Burası Arnavutluk. Bizi kandırdılar. Sirtaki oynamayacağız, tzatziki (cacık) yemeyeceğiz. Peki hiç değilse Tiran’ın tarihi ve turistik yerleri neler?’ diye düşünmemeniz için söylüyoruz. Sintagma Meydanı’nda dikkatinizi ilk çekecek şey, koskocaman neoklasik bir bina olacak. Burası parlamento. Kraliyet sarayı olarak inşa edilen ve 1929’dan itibaren parlamento olarak kullanılan bu binanın önünde meçhul asker anıtı var. Parlamento’nun sembolik muhafızları efsun askerlerini de burada görebilirsiniz. Etekleri, ponponlu çarıkları, püsküllü bereleri ilginç. Eğer şansınız varsa, efsunların nöbet değişimlerinde hoş bir şova tanık olabilirsiniz. Sintagma’da Olimpiyat Oyunları nedeniyle yenilenen hayli hoş meydanı aşıp yolun karşı tarafına geçerseniz, Everest’te keyfinize göre bir sandviç yaptırıp, ilk dinlenme kahvenizi içebilirsiniz. Otel rezervasyonunuz yoksa iki seçeneğiniz var. Sintagma’da Grand Britagne, King George ya da Athens Plaza gibi beş yıldızlı, Esperia ve Electra Palas gibi de dört yıldızlı oteller ilk seçeneğiniz. Eğer cebiniz elvermiyorsa, Atina’ya geldiğinizden hiç şüphe etmeden, kararlı adımlarla Omonia Meydanı’na doğru yol almanız da ikincisi.

Devamı haftaya...
Yazının Devamını Oku