19 Kasım 2005
Önce ağustos, sonra eylül, daha sonra da Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ekim öncesi tarihleri dendi. En son da kasım ayının son haftası gündeme geldi. Ne var ki Kostas Karamanlis’in yaklaşık 50 yıl sonra Yunanistan’ın başbakanı olarak ilk Ankara ziyareti yine başka bahara kaldı.
Karamanlis, bu dönemde Ankara’ya gitmeyeceğini Japonya’da açıkladı. ‘Ankara’ya bu yıl içinde gitmem zor görünüyor. Önümüzdeki yılın başları için elverişli tarihleri belirlemeye çalışıyoruz’ dedi.
Bizim onca yıldır ‘Tarih belirlemeye çalışıyoruz’dan anladığımız, ziyaretin en azından Atina’da şimdilik düşünülmediğidir. Hatırladığımız kadarıyla daha önceki Yunan başbakanlarının ömürleri de hep Ankara ziyaretleri için ‘tarih belirleme çalışmalarıyla’ geçti.
Karamanlis neden Ankara’ya gelmiyor? Bu soruya cevap vermek için Ankara çıkışlı ‘Karamanlis geliyor’ haberlerinin Yunan medyasında nasıl değerlendirildiğine bir göz atmak bile yeterli.
Ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi Ta Nea geçenlerde ‘Yunan dışişleri kaynakları, Karamanlis’in bir şeyler almadan Anıtkabir’e giderek çelenk koymasının mümkün olmadığını belirtiyorlar’ diye yazdı.
E pes doğrusu...
İNCE HESAPLAR
Zaten son günlerde Yunan medyası tek telden çalıyordu: ‘Türkiye Yunanistan’a karşı tavrını sertleştirdi... Türkiye, Ege’de ihlallerini yoğunlaştırdı... Başbakan Erdoğan, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımayacaklarını tekrarladı... Türkiye, patrikhanenin ekümenikliğini tanımıyor...’
Nedense, Türkiye’nin tavrında son günlerde değişen bir şey olmadığını söyleyen bir Allah’ın kulu çıkmadı.
Atina’da söylenenlere bakılırsa, ziyaretin bu dönemde gerçekleşmemesini isteyen bazı diplomatlar, ziyaretin gerçekleşmesini isteyen Dışişleri Bakanı Petros Molivyatis’i sonunda ikna etmişler.
Bize göre ise Karamanlis, bir kez daha iç tüketimi düşünerek Ankara ziyaretinden vazgeçti. Son kamuoyu araştırmaları, iktidar partisi Yeni Demokrasi’nin anamuhalefet partisi sosyalist PASOK ile birbuçuk yıl önce yüzde beş olan farkının, yüzde 0,5’e kadar indiğini gösteriyor. Böyle bir ortamda Karamanlis, Atina’nın gündemini ‘Ankara ziyareti’nin oluşturmasını istemedi.
Oysa, Türk-Yunan ilişkilerinin iyi düşünülmüş, ancak cesur ve kararlı adımlara çok ihtiyacı var.
Beyoğlu’mu aydınlık istiyorum
Geçenlerde yolum kısa bir süre için İstanbul’dan, Beyoğlu’ndan geçti.
O ne hal öyle?
Niye her yer kazılmış?
Madem kazılmış, niye işler bir an önce bitirilmiyor?
En son, pazar ve pazartesi günleri geç saatlerde Taksim’den Tünel’e kadar yürüdüm. Çalışanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ciddi kapsamlı bilgi edindiğimi söyleyemem ama anlayamadığım, Beyoğlu kaldırımlarının neden illa da değiştirilmek istenmesi. Talimhane’deki kaldırımların Beyoğlu ile ilgisi ne?
Güzelleştirmek, bir yerin mutlaka çehresini mi değiştirmektir?
Herhalde büyüklerimizin bir bildiği vardır...
Herhalde Beyoğlu’nu artık adam gibi ışıklandırmayı da ihmal etmezler. Özellikle Galatasaray’dan Tünel’e kadar çok ama çok ışık görmek istiyorum. Ara sokaklarda da öyle. Niye öyle karanlık? Gizlenmek, gösterilmemek istenen bir şey mi var?
Beyoğlu’mu aydınlık istiyorum.
İmza: İstanbullu Yorgo Kırbaki
Tanyeli’nin Atina çıkarması
Tanyeli kızımız Atina’yı fethetti.
Biz izleyemedik ama öğrendiğimiz kadarıyla, şehrin en ‘in’ gece kulüplerinden Bebek’te bir geceliğine sahneye çıkan Tanyeli izleyenleri büyülemiş...
Tanyeli’yi Yunan Star TV’sinde izledik. Önce bir güzel dans etti, sonra da kendisine yöneltilen sorulara cevap verdi. Türk ve Yunan erkeklerinin ortak yönlerinden birisinin de kadının evde oturması olduğunu, kendisinin ise seyahatleri ve dans etmeyi çok sevdiğini söyledi. Programın sunucuları arasında olan sulu birinin özel hayatıyla ilgili sorularını da bir güzel geçiştirdi.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2005
Yaz takvim üzerinde bitti mi buralarda, eğlencenin kalbi şehir merkezinde atmaya başlar. Bu diyarın ünlü ses sanatçılarının önemli bir bölümü ‘İera Odos’un yani ‘Kutsal Yol’ adlı caddenin sağında ve solunda sıralanan müzikhollerde, ‘hot club’larda sahne alırlar. Pazartesiden çarşambaya kadar evinde dinlenen ve eğlenceye bahane arayan Atinalılar, perşembeden pazara kadar bu caddenin kaldırımlarını aşındırırlar.
‘Suyun Öte Yanından’ güneşin hálá cömertliğinden bir şey esirgemediği, Atina sakinlerinin hálá ceketlerini, hırkalarını ellerinde, omuzlarında taşıyıp, gömleklerle, tişörtlerle dolaştığı Atina’da eğlence hayatının kış sezonunu açarak, ünlü sanatçı Keti Garbi’nin assolist olarak sahneye çıktığı ‘Bodroom’u yani Bodrum’u teftişe gitti.
Amacımız hem ziyaret hem ‘ticaret.’ Çünkü Keti Garbi gibi tanınmış bir sanatçının kadrosunda ilk kez bir değil, iki değil, tam dört Türk’ün adı vardı.
‘Bodroom’a girdiğimizde saatler gece yarısını biraz geçmişti. Kalabalığı şöyle bir saymaya çalıştık, 500 kişi vardı. Kulağımıza ilk gelen şarkının ne sözleri ne müziği yabancıydı. ‘Beni unut...’ Bir masaya oturduk. İkinci şarkı da tanıdık: ‘Uğurlar olsun.’ Garsona siparişimizi verdik, kadehlerimizi doldurup ilk yudumu tattıktan sonra dinlediğimiz şarkıyı da tanıyorduk: ‘Boşu boşuna.’
REPERTUVAR TÜRKİYE’DEN
İsimlerini daha önce hiç duymadığımız Ayşegül Keskin ve Leyla Sürücüoğlu adlı iki şarkıcıdan sonra sahne alan ve yine tanımadığımız Cafer Tayuk, Türkiye’deki pek çok popçuyu cebinden çıkarır. ‘Dudu’yu, ‘Fındıkkıran’ı söylüyor. Orkestra harika. Ümit Hoşgör’ün kemanı, Oktay Bayduncu’nun bağlaması, Cem Çatalbaş’ın klarneti sadece Türk şarkıcılara değil, assolist Keti Garbi’ye bile eşlik ediyor. Kalabalığı şöyle bir tarıyor gözümüz. Eğlencenin doruğa çıktığı söylenemez elbet ama bazıları Yunanca’dan Türkçe’ye çevrilmiş, bazıları da Türkçe’den Yunanca’ya çevrilmiş olan bu şarkılardan insanların epey keyif aldığı belli. Yunanlı ses sanatçısı Natasa Todori sahnede kaldığı 10-15 dakikada popüler birkaç şarkının ardından programını Tarkan’ın ve Kibariye’nin söylediği ‘Asla’ ile bitiriyor.
TÜRK VE YUNAN ŞARKICILAR
Saatler 01.30’u geçtiğinde sahnede dumanlar, alevler, dans grubu ve Yunanistan’ın ilk beş assolisti arasında yeri alan Keti Garbi. Etrafımıza baktık, kalabalık 700 kişiyi geçmişti. Ortalık bir anda karıştı. Sahne bir anda binlerce karanfil ile doldu. Sesi ile, fiziği ile, sahnesi ile dört dörtlük Keti Garbi, programının ilk bölümünde yaklaşık 1,5 saat sahnede kaldı. Bazı şarkılarını üç Türk ses sanatçısı ile birlikte söyledi.
Müziğin ete kemiğe büründüğü dakikalarda, küçücük bez parçalarının örtmeye çalıştığı bedenlerin bazılarının sahnede, bazılarının da masaların üzerinde bir o yana, bir bu yana kıvırdıkları dakikalarda, mikrofonu assolistten devralan Cafer Tayuk, yarısını Türkçe, yarısını Yunanca okuduğu şarkılarla eğlencenin hiç değişmeden sürmesini başardı: ‘Mavi mavi’, ‘İşte deve işte hendek...’ Cafer’i birkaç Yunanlı sanatçı takip etti, saat 03.30 sularında yine Keti sahnedeki yerini aldı. Uzun yıllardır evli ve bir çocuk annesi olan Keti Garbi, kendisini dinlemeye gelenlere mutlak hakimiyetini ilan ediyor.
‘Bodroom’dan çıktığımızda birazdan gün ağaracaktı. Hálá şarkı söyleyerek mekanı terk eden onca müşteriye şöyle bir baktık ve bu yazının başlığını bulduk: Komşuda Bodrum geceleri...
Öğrendiğimiz kadarıyla Cafer Tayuk iki yıl önce aşık olduğu Maria adlı Yunanlı bir kızla birlikte Atina’ya yerleşmiş. 19 Kasım’da Bodroom’da düğünleri var. Diğer iki Türk şarkıcı hakkında ise fazla bilgi edinemedik.
Sebebi derseniz; röportaj yapmak için öğle saatlerinde verdikleri randevuya 1,5 saat gecikmeyle gelip, ‘Biz sanatçıyız, geç uyanırız’ (bir gün öncesinde programları yoktu) ve ‘Biz sanatçıyız, şu kafede daha büyük bir masa bulalım, kahvaltı edeceğiz’ dedikleri ve bizim bunu meslektaşlarına saygısızlık sayıp, kafamızın tası attığı için.
EUROVISION ‘A LA GREEECE’
Slogan ‘Feel the Rhythm’, yani ‘Ritmi Hisset.’ Amblem ise başka ne renk olacak ki; mavi, masmavi... Ege’nin eşsiz mavisi. En üstte Yunanistan’da bulunan ilk eski yazı levhası olan ‘Phaistos diski’ günümüze uyarlanmış. Ortada beş farklı renkte notalar buluşuyor. Altta ise ‘Eurovision’ kelimesinin ‘v’ harfi kalp şekline dönüştürülmüş, içine Yunan bayrağı sıkıştırılmış.
Ege’nin bu yakasında elemelerin mayısın 18’i, finalin de 20’sinde yapılacağı 51. Eurovision şarkı yarışması için hazırlıklar başladı. Geçenlerde şehir merkezindeki ‘King George’ otelinde medya mensupları için düzenlenen ilk tanıtım toplantısına katıldık.
Organizatörler, hedefin bu yılki yarışmayı tüm Avrupa’nın eğleneceği bir ‘parti’ye dönüştürmek olduğunu söylediler. Tabii Yunanistan’ın tanıtımına da ağırlık verilecek. Yarışma sırasındaki güvenlik önlemleri, geçen yılki Olimpiyat Oyunları’nda uygulanan önlemlerle benzer olacakmış.
Bu arada elemelerin ve finalin erkek sunucusu belli oldu. Yabancımız değil. İki yıl önce İstanbul’da düzenlenen yarışmada ‘Shake it’ adlı şarkıyla üçüncü olan ve Türkiye’de de sevilen Sakis Ruvas. Kadın sunucuyu henüz bilmiyoruz. Ama horon teptiği ‘My Number One’ şarkısı ile geçen yılın birincisi olan Elena Paparizu da yarışmada görev istemiş. Muhtemelen yarışmanın birincisiyle ilk röportajı o yapacak.
Bu ülkeyi tanıdığımıza, bildiğimize inanıyoruz. Muhtemelen yine ‘A la Greece’ bir yarışma olacak. Yani bazı şeyler son dakikada yapılacak, bazı eksiklikler, bazı aksaklıklar yaşanacak. Ama sonuçta herkes memnun kalacak.
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2005
Top ve tüfeklerin teşhir edildiği askeri törenlerde yeri olup olmadığı tartışılıyor. Okul çağındaki çocukların ve gençlerin törenlere katılmamalarını savunan öğretmenlerin sayısı giderek artıyor. Bu diyarda belki de en az eleştirilen ve kahraman sayılan tek diktatör başbakan Metaksas. 28 Ekim 1940 sabahı kendisiyle görüşüp ‘Teslim olun. Kan dökülmesin. Aksi takdirde Yunanistan’a savaş ilan edeceğiz’ diyen İtalya’nın Atina Büyükelçisi Grazzi’ye, ‘Ohi’ yani ‘Hayır’ demişti. İşte o andan itibaren de Yunanlıların 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi kuvvetlerine karşı mukavemeti başlamıştı.
Diktatör Metaksas’ın, İtalyan büyükelçiye ‘Hayır’ dediği 28 Ekim ve 1821’de Osmanlıya karşı ayaklanmanın başlangıç tarihi sayılan 25 Mart Yunanistan’ın iki büyük milli bayramıdır. Bu iki bayram da her yıl okullarda ve ülkenin hemen bütün şehirlerinde düzenlenen öğrenci ve askeri geçit törenleri ile kutlanır.
Suyun Öte Yanından, geçen hafta bir ortaokulda 28 Ekim bayramı için düzenlenen töreni izledi.
Bazı şeyler hiç değişmiyor, hiçbir yerde değişmiyor belki de...
Yıllar, uzun yıllar önce biz öğrenciyken Türkiye’deki tüm diğer okullarda olduğu gibi İstanbul’da Zoğrafyon Erkek Lisesi’nde de düzenlenen 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs törenlerinden ana hatlarıyla pek farklı değildi Atina’daki tören.
BURADA DİN VE DEVLET İŞLERİ İÇ İÇE
Salonun sahnesinde bulunan kara tahtada tebeşirle ‘Yaşasın 28 Ekim’ diye yazılmış. Sahnenin bir uçtan diğer ucuna küçük Yunan bayrakları asılmış. Burada din ile devlet işlerinin iç içe olduğu için tören kısa bir dua ile başladı. Yunan milli marşının söylenmesinden sonra öğretmenler günün önemine binaen kısa konuşmalar yaptılar. Öğrenciler kahramanlık şiirleri okudular. Okul orkestrası ve korosu kahramanlık şarkıları çalıp söylediler: ‘Enayi Mussolini bizi ne sandın...’
Dikkatimizi çeken en önemli şey, öğrencilerin kıyafetiydi. Kimi eşofmanlı, kimi blucinli, kimi mini etekliydi. Çocuklarının okuyacağı şiiri, şarkıyı dinlemeye gelen velilerin azlığı da ilginç. Sorduk soruşturduk, öğrenciler istemiyormuş gelmelerini. Çünkü törenden sonra okulun bahçesinde vur patlasın çal oynasın...
Ertesi gün yani 28 Ekim’de Atina’nın göbeği Sintagma (Anayasa) meydanında askeri geçit töreninden önce öğrencilerin geçit törenini de izledik. Bu defa kıyafetler farklı. Genellikle kızlarda mavi etek beyaz gömlek, erkeklerde gri pantolon beyaz gömlek mavi ceket.
En önde hangi okulun temsil edildiğini yazan tabelayı taşıyan bir öğrenci, onun arkasında Yunan bayrağını taşıyan okulun en iyi öğrencisi: En iyi öğrencinin arkasında okulun diğer başarılı 6-8 öğrencisi, en arkada da diğerleri.
Şeref tribününden geçerken başlarını çevirmek suretiyle bakanları, komutanları ve devlet büyüklerini selamlıyorlar. Sağ sol, bir iki...
- Dikkat etsene çizgiden çıkıyorsun.
- Ya daha hızlı yürüsene geride kalıyoruz.
- Sus ya baksana kameralar çekiyor.
- Ah benim oğlumu gördünüz mü? Bravo bravo!..
Yunanistan’da milli bayramlarda öğrencilerin geçit törenlerine katılmaları son yıllarda iki nedenle her bayram gelişinde tartışılıyor. Nedenlerden ilki, Yunan bayrağını taşıyan öğrencilerle ilgili. Ülkede yaşayan yabancı sayısı toplam nüfusun yüzde 10’unu aştı. Sadece Arnavutların sayısının 700 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bazı okulların en yüksek notu tutturan öğrencileri Arnavutlar oluyor. Yunan bayrağını törenlerde taşımak yasa gereğince onları hakkı. Ama burada yabancılara iyi gözle bakmayan, onlara ikinci, hatta beşinci sınıf insan gibi bakanlar var. ‘Bir Arnavut, Yunan bayrağını taşıyamaz’ deyip, kendi çocuklarını törene göndermeyen, hatta okullarda bu konu için olay çıkması amacıyla provokatörlük yapan veliler var.
Nedenlerin ikincisi, öğrencilerin top ve tüfeklerin teşhir edildiği askeri törenlerde yeri olup olmadığı tartışmaları. Okul çağındaki çocukların ve gençlerin törenlere katılmamalarını savunan öğretmenlerin sayısı giderek artıyor. Öğretmenler sendikası genel sekreteri Grigoris Kalomiris, ‘Askeri geçit törelerine öğrencilerin de katılımı diktatör Metaksas döneminden kalmıştır. O zamanki hedef, gençliğe diktatör rejimin iyi bir şey olduğunu aşılamaktı’ diyor.
TÖREN BAHANE EĞLENCE ŞAHANE
Dönelim yine Atina’daki törene. Devlet büyüklerini selamlayan ve Sintagma Meydanı’nda toplanan kalabalığı geride bırakan öğrenciler, Yunan başkentinin merkezindeki üç ana caddeden birisi olan Panepistimiu’da birkaç yüz metre yürüdükten sonra sağdaki ve soldaki sokaklara saptılar. Disiplin o andan itibaren tarihe karıştı. Çığlıklar, kahkahalar... Her bir okulun öğrencileri aynı sokağa sapan diğer okulun öğrencilerine nispet ‘Bizim okul en iyisi’ tarzı sloganlar attılar. Önemli olan ötekinin sesini bastırmak...
Öğretmenlerin ‘Bağırmayın’ ya da ‘Uslu durun’ demeleri boşuna. Aralarında gruplar oluşturmaya başladılar bile.
- Buralarda bildiğim bir kafe var hadi gidelim.
- Kol kola girip yolda şarkı da söyleyelim.
- Ben gelemem annem kızar.
- 14 yaşına geldin arkadaşlarında bir kahve içmek için hálá annenden izin mi alıyorsun?
- Alo anne... Okuldaki çocuklar kafeye gidecek ben de gidebilir miyim?
Meydanda tören devam ediyordu. Kalabalıktan uzaklaşıp ofisimize dönerken bir şarkı dolandı dilimize: Nasıl geçti habersiz...
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2005
Eğer yine bir ‘aksilik’ çıkmazsa, kasım sonlarında yaklaşık 50 yıl sonra Ankara’yı ziyaret etmesi beklenen ilk Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis bugünlerde hayli dertli. Kabinesindeki bazı üyelerin, lideri olduğu Yeni Demokrasi Partisi’nde bazı milletvekillerinin ve önemli devlet kuruluşlarının başına getirdiği bazı yetkililerin adlarının karıştığı skandallar peş peşe patlayınca, Karamanlis’in keyfi iyice bozuldu.
Bu skandallar yüzünden komşuda hükümet ile medya arasında büyük bir kavga yaşanıyor. Ayrıca belli başlı medya kuruluşları arasında da bıçaklar çekildi.
Önce skandallar: Karamanlis hükümetinin bir bakan yardımcısı Adam Reguzas, milletvekili Petros Manduvalos, Yunan SSK’sı Genel Müdür Yardımcısı Nikos Gerasimu ve Çalışma Bakan Yardımcısı Gerasimos Yakumatos’un direkt ya da dolaylı olarak karıştıkları yolsuzluk, rüşvet iddiaları var.
Suçlananların ilki olan Adam Reguzas, önceki yazılarımızda da belirtmiştik, 900’lü hatlarla 115 bin kişiyi dolandıran bir işadamının yakın dostu olduğu ortaya çıkınca istifaya zorlanmıştı.
İkincisi, sahibi olduğu avukatlık bürosunda bir çalışma arkadaşının beş yıl önce rüşvet almasıyla ünlü bir savcının hesabına 20 bin euro yatırdığı kanıtlanınca, ‘İlk kabine değişikliğinde bakan olacaktım. Parti içindeki rakiplerim tuzak turdu’ deyip, kameraların önünde Yeni Demokrasi Partisi milletvekilliğinden istifa ettiğini açıkladı.
Üçüncüsü, geçmişte bir uyuşturucu kaçakçısının davasında ‘Tanırım... namuslu bir adamdır’ diyerek savunma şahitliği yapmış. Durum ortaya çıkınca da bakan tarafından yine kameraların önünde ama bu kez canlı yayında Yunan SSK’sı Genel Müdür Yardımcılığı’ndan kovuldu. Dördüncüsü ise bakanlıkta kendisine yakın bir adamının, teşvik primi almak isteyen bir kadından beş bin euro rüşveti kabul etmesiyle suçlanıyor. Çalışma Bakan Yardımcısı Yakumatos rüşvet olayını biraz geç ihbar etti. Gecikmenin nedeni, suç kanıtı çekin bir çikolata kutusu içinde olması ve bu nedenle hemen fark edilmemesi!..
BU SKANDALLAR ELBET BİRİNE YARAR
Bu iddialar, istifalar ve kovmalar, önce şüpheli çıkan, sonra nasıl olduysa ortalıktan kaybolan ve hatta akıbeti için savcılık emri ile önsoruşturmanın yapıldığı kuş gribi şüpheli ‘hindi skandalı’ yüzünden fiyakası bozulan Karamanlis için büyük baş ağrısı.
Ne de olsa bir buçuk yıl önce seçimleri ‘Yolsuzluklara, yozlaşmaya son! Şeffaf yönetim...’ sloganlarıyla kazanmıştı. Şimdi sorarlar adama elbette... .
Söz konusu skandalların üçünü Alpha TV’de perşembe ve pazar günleri gece yarısına yakın başlayan ve ne kadar süreceğini bir tek Allah’ın bildiği programlarıyla ünlü araştırmacı gazeteci Makis Triantafilopulos, birini de To Vima gazetesi ortaya çıkardı.
Yunanistan’da medyanın ağır topları merkez-sol çizgidedir. Yani merkez-sağcı Karamanlis’e muhalif. Yunan hükümeti şimdilerde Türkiye’de bilinen bir yönteme başvurmak niyetinde: Medyaya tazminat davaları açacaklar. Hükümet Sözcüsü eski gazeteci Teodoros Rusopulos bu niyetlerini ‘TV’lerde tele-mahkemeler kurulup yetkililere çamur atılıyor’ diyerek çağrıştırdı.
Bu arada, bazı medya kuruşları ve özellikle gazeteler skandal iddialarında televizyonların gerisinde kalınca hükümetin tele-mahkemelere yaklaşımına destek verdiler. İşin doğrusu, bu desteğin arkasında reklam pastası ve tiraj kaybı yatıyor.
Curcuna kime yarıyor diye sorarsanız; muhalefet lideri olarak, dışişleri bakanı olduğu dönemdeki performansının gerisinde kalan, hani fazla bir tat vermeyen Yorgos Papandreu’ya diyeceğiz. Ha bir de akşamları tavernalardaki sohbetlerde ‘Yahu şu memleket nasıl kurtulur’ edebiyatına bayılan Yunanlılara.
Türk düşmanı siyasetçinin kötü kaderi
Andonis Samaras 1951 yılında doğdu; daha 26 yaşındayken milletvekili seçildi, 38 yaşındayken ekonomi, 39 yaşındayken de dışişleri bakanı oldu. Yunanistan’ın iki büyük siyasi partisinden birisi olan ve bugün iktidardaki Yeni Demokrasi’nin gelecekteki lideri gözüyle bakıldı.
Bize göre, böyle bir ‘lider’ tarafından yönetilmediği için Yunanistan’ın verilmiş sadakası varmış.
Samaras, dışişleri bakanı olduğunda Türk-Yunan ilişkilerine zarar verecek ne varsa yaptı.
Sözgelimi Batı Trakya’da fanatik Yunanlıların örgütlenmesinde önemli rol oynadı. PKK’ya sempatisi ve yaklaşımı hakkında da çeşitli iddialar ortaya atıldı. Diğer dış politika icraatı, Miloseviç hayranlığı ve Makedonya Cumhuriyeti ile ilişkilerde aşırı milliyetçi siyasetten ibaretti.
1990-93 döneminin başbakanı Konstantinos Miçotakis’in, söylediği kadarıyla dışişleri bakanının ‘marifetlerinden’ pek haberi yoktu. Parlamentoda birkaç sandalye fazlasıyla iktidarda olan Miçotakis’in derdi başbakanlık koltuğunu sağlama almaktı.
Ancak Miçotakis 1992’de genç dışişleri bakanının icraatından ciddi şekilde rahatsız olmaya başladı. Makedonya Cumhuriyeti ile ilgili olarak siyasi parti liderlerinin buluştuğu bir toplantıda, görüşlerini belirtmesi için davet edilen Samaras’a ‘Tamam evladım çıkabilirsin’ dedi. Birkaç dakika sonra Yunan televizyonlarından dışişleri bakanının görevden alındığı anons ediliyordu. Samaras o sırada yolda olduğundan, kovulduğunu milyonlarca Yunanlıdan sonra öğrendi.
O ŞİMDİ AVRUPA PARLAMENTERİ
Başbakan Miçotakis, dışişleri bakanlığına getirdiği Mihalis Papakonstantinu ile başta Türk-Yunan ilişkileri olmak üzere Yunan dış politikasını sürüklendiği uçurumdan kurtarmaya çalışırken, başbakanlık için onca hayal kuran ihtiraslı Samaras intikam için yanıp tutuşuyordu. Kolları sıvadı, işe koyuldu. İddialara göre, Miçotakis hükümetinden memnun olmayan bazı işadamlarından aldığı maddi destekle Siyasi Bahar partisini kurdu. Kendisine yakın birkaç milletvekilini ayarladı.
Miçotakis 1993’te parlamentodaki çoğunluğunu yitirince istifa etti ve Yunanistan’da erken seçime gidildi. Banka hortumlama skandalı, o dönemdeki adıyla ‘Banker Koskotas Skandalı’ için sevk edildiği Yüce Divan’da beraat eden, bu arada kendisinden 35 yaş küçük sevgilisi Dimitra Liani ile evlenen sosyalist Pasok partisinin lideri Andreas Papandreu seçimleri kazanırken, Samaras topladığı tepki oyları sayesinde parlamentoya girmeyi başardı.
Tepki oyları Samaras’ı parlamentoda sadece üç yıl tutabildi. Siyasi Bahar Partisi 1996 seçimlerinde barajı aşamadı. Samaras bir süre partiyi yaşatmaya çalıştı. Olmadı. Kabuğuna çekildi. Bir süre sessiz kaldı. Sonra ‘baba evine’ yani Yeni Demokrasi partisine dönüş yolları aradı. Her gayretinde, karşısında kendisine ‘hain’ demekten çekinmeyen Miçotakis’i buldu.
Partinin lideri Kostas Karamanlis 2004 seçimlerindeki tüm sağ güçleri birleştirmek çabasında Samaras’ın dönmesini kabul etti. Andonis Samaras bugün Avrupa parlamenteri.
Yunanistan’ın eski dışişleri bakanını hatırlamamız ve uzunca bahsetmemize, geçen hafta Elefteros Tipos gazetesinde Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili uzun bir yazısı vesile oldu.
Huylu huyundan vazgeçmez misali, Samaras aşağı yukarı şu öneride bulunuyordu: ‘Yunanistan, Türkiye’nin AB’ye yaklaşmasına yardım etsin.’ Buraya kadar iyi ama durun, devamı var: ‘Türkiye’nin AB’ye yaklaştıkça yapmak zorunda kalacağı değişiklikler nedeniyle devlet yapısı zayıflayacak.’ Hmm... çıkaracak ağzındaki baklayı!.. Ve işte devam ediyor: ‘Türk devleti zayıfladı mı da, o zaman Yunanistan Türkiye’nin AB’den uzaklaştırılmasına gayret etsin.’
İyi ki Samaras’dan farklı düşünenler var. Bu yazıdan birkaç gün sonra To Vima gazetesinin ‘Pandora’ adlı köşesi Samaras ile dalga geçercesine ‘Eee Andonis, söyle bari İstanbul’u da ne zaman alacağız? Atina Başpiskoposu Hristodulos’un ömrü -köşenin görüşü ile, bu adamın da işi gücü Türkiye’yi ve Türkleri kötülemek- İzmir’in mukaddes toprağını öpmeye yetecek mi?’ diyor ve ekliyordu:
‘Kader iyi mi kötü mü etti? Bir dönem bu ülkeyi yönetme şansı doğan Samaras’a kader kötü bir oyun mu oynadı? Yoksa Samaras’ın bu ülkeyi yönetmesine izin vermeyen kadere mi şükredelim?’
Bayramda Atina’ya gideceklere tavsiyeler
Niyetimiz aslında hani biraz ‘nostaljik’ takılıp, ‘biz öyle bilirdik’ diyerek İstanbul’da yaşadığımız yıllardaki ramazanları ve şeker bayramlarını anlatmaktı.
Rum, yani Hıristiyan olmamıza rağmen komşularımızın ellerinde şeker kutuları bizi ziyarete gelip bayramlaşmalarımızı anlatmaktı... Büyüklerimizin bayramlarda bize daha fazla harçlık verdiğini, sokağa da Noel ya da Paskalya yortularında giydiğimiz bayramlıklarla çıktığımızı anlatmaktı...
Ama Suyun Öte Yanından ekibi Atina’nın bayramda Türklerle dolacağını öğrenince vazgeçtik. Bu nedenle de bazı tavsiyelerde bulunmayı tercih ettik.
İstediğinizde taksi bulmanız zor. Eğer takside başka müşteri varsa hiç oralı olmayın ve taksiciye gideceğiniz yeri söyleyin. Eğer yolunun üzerindeyse siz de binebilirsiniz. Tam dolmuş değil. Çünkü inerken, bindiğiniz andan itibaren taksimetrede yazmaya başlayan ücreti ödeyeceksiniz. Taksiye iki, bazen üç ayrı müşteri alınması yasak. Uyan kim?
Atina’nın herhangi bir kafe ya da restoranından ücretsiz su isteyebilir ve tuvaletlerini kullanabilirsiniz.
Şehir turlarına merkezdeki Sintagma Meydanı’ndan başlayın. Toplu ulaşımın en yoğun olduğu yer burası.
Yemeklere aman dikkat. İsim benzerlikleri sizi aldatmasın. Zeytinyağlılardan ve etli yemeklerinden kaçınmanızı, balık ve deniz ürünlerini tercih etmenizi öneririz. Damak zevkinize uygun tatlı bulmanız da zor. Dondurma favorimiz.
Öğle yemeği pek makbul değildir. Restoranların, tavernaların çoğu akşamları açılır. Yemek saati ise 22.00’den sonra.
Alışverişe de dikkat. Giyim eşyası alacaksanız, yerli malı ürünler Türkiye’den pahalı. Buna karşı yabancı markalar daha ucuz. Ama siz siz olun, etikete mutlaka bakın. Ünlü bir markanın etiketinde ‘Made in Turkey’ yazabilir.
Süpermarketler 08.00-20.00 veya 21.00; dükkanlar pazartesi, çarşamba ve cumartesi 09.00-15.00 arası; salı, perşembe ve cuma günleri de 09.00-13.30 ile 17.30-21.00 saatleri arasında açık. Pazar günleri turistik eşya satan yerler dışında her yer kapalı.
Cuma ya da cumartesi gecesi rebetiko ve sirtaki için gece hayatına dalacaksınız mutlaka önceden rezervasyon yaptırın. Müzikhollerde kişi başına 40-50 euro ödeyeceksiniz.
Bayramınız mübarek olsun.
DÜZELTME
Yazarımızın 22 Ekim tarihli yazısının girişinde yer alan ‘Türkiye’de her zaman Yunanlı futbolcular olmuştur...’ şeklinde başlayan cümledeki Yunanlı futbolcuların doğrusu Rum futbolculardır. Editoryal hatadan dolayı okurlarımızdan özür dileriz.
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2005
Türkiye’de her zaman Yunanlı futbolcular olmuştur ama bir Türk’ün Yunan formasıyla top koşturması birkaç sene öncesine kadar ütopik bir hayalden öteye gidemiyordu. Ama şimdi durum değişti. Bu sezon lig başladığından beri bir maç bile kaybetmeyen lider Skoda Ksanthi’nin oyuncuları arasında iki Türk var.
Başlayalı altı hafta olan Yunan futbol liginin üç büyükleri; yani Olimpiyakos, Panatinaykos ve AEK daha hiç yenilmeyen yeşil-beyazlı lider Skoda Ksanthi’nin arkasında sıralanıyorlar.
Yeşil-beyazlılar, Türklerin yoğun yaşadığı Batı Trakya’nın, İskeçe’nin (Ksanthi) takımı. Skoda Ksanthi, adından da anlaşıldığı gibi bir otomobil markasının Yunanistan distribütörü olan şirkete ait. 1991 yılında satın alındı ve o gün bu gündür hem büyük takımlara satarak kasasını doldurduğu futbolcular yetiştiriyor hem de rakipleri tarafından hatırı sayılıyor. Kolay ceviz değil. Geçen yıl ligde dördüncü oldular, bu yıl da yine takır takır top oynuyorlar.
Taraftarları arasında Batı Trakyalı Türklerin de bulunduğu takımda iki Türk futbolcu var.
Biri, Deniz Baykara. Yunan takımı iki yıl önce İstanbul’da Gaziosmanpaşa ile bir hazırlık maçı oynamıştı. O zaman 17 yaşında olan Deniz’i izleyen yeşil-beyazlıların yöneticileri hemen transferi gerçekleştirdiler. Deniz, geçen sezon 17 maçta dört gol attı. Hatta geçen şubatta ‘ayın futbolcusu’ bile seçildi. Ersun Yanal döneminde ümit milli takımına çağrıldı, geçirdiği sakatlık yüzünden bir süre sahalardan uzak kaldı. Şimdi toparladı kendini. Geçen hafta Selanik’in köklü takımlarından İraklis’e karşı deplasmanda oynanan maçta 60’ıncı dakikada skor 1-2 iken oyuna girdi ve maçın kaderini değiştirdi: Sonuç, 1-4.
İkinci Türk oyuncu ise Batı Trakyalı Erkan Kurak. İskeçeli ve Yunan vatandaşı olan 24 yaşındaki savunma oyuncusu Avusturya’nın Glatkorn takımından transfer edildi.
İBRAHİM KUTLUAY’IN KATKISI ÇOK BÜYÜK
Futboldan çıkmadan biraz siyasete girelim... Türkiye’de Lefter Küçükandonyadis, (takdime gerek yok), Kostas Kasapoğlu (İstanbulspor’un bir dönem efsanevi kaptanı ve Türkiye’nin penaltı kralı), Niko Kovi (Beşiktaş ve milli takımda oynamıştı) ve Aleko Sofianidis (Beşiktaş) gibi Rum futbolcular büyük kariyer yaptı.
Yunanistan’da ise birkaç yıl öncesine kadar bir Türk futbolcunun top koşturması ütopyaydı. Biraz eskileri hatırlıyoruz da, Anadolu Ajansı’nın Atina muhabiri olarak görev yaparken bir haber yapmıştık: Batı Trakyalı genç bir Türk güreşçi, kulüpler bazında rakiplerinin sırtını hep mindere yapıştırmasına rağmen Yunan milli takımına çağrılmıyordu. Hatta birileri bu çocuğa yaklaşıp, milli mayoyu giymek istiyorsa din değiştirmesi gerektiğini söylemişti.
Türk-Yunan ilişkilerinde değişen rüzgarlar, yaşanan düşündürücü ve üzücü bazı olaylara rağmen, etkisini sporda da gösterdi. Ve tabii Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerek; AEK ve Panatinaykos takımlarında oynayan basketbolcu İbrahim Kutluay’ın bunda çok büyük katkıları oldu.
Dönelim Yunan ligine... Bu diyarın ‘Koç’ ve ‘Sabancı’ ailelerine benzetebileceğimiz Vardinoyanis ve Kokalis aileleri, sahibi oldukları Panatinaykos ve Olimpiyakos takımlarına Türkiye’deki büyük kulüpler gibi öyle astronomik paralar harcamadılar. Panatinaykos’un bu sezon en büyük transferinin Galatasaray’da forma bulamayan Flavio Conceicao’nun olduğunu söylemek yeterli.
BİR DE ŞU AEK YÜZÜMÜZÜ GÜLDÜRSE
Futbol hayatı Cihangir’deki semt takımı Atakanspor’da başlayan, Beyoğluspor’da devam eden ve Atina’da amatör Aya Thoma takımında noktalanan; ama sadece çocukluk, delikanlılık dönemlerinde değil, hep o kutsal sarı-lacivertli formayı bir anda birkaç mucize gerçekleşip de giyme hayalleri kuran gerçek ve safkan bir Fenerbahçeli olarak, bu diyarda tuttuğumuz AEK’ya gelince, dertliyiz işte dostlar...
Ne ahım şahım bir transfer, ne kasada para... Başkan deseniz, geçenlerde olay çıkaran taraftarları ‘fairplay’ uğruna polise ispiyonladı. On küsur yıldır şampiyonluk yüzü görmedi AEK, bu yıl da zor... Çok zor.
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2005
‘Kıbrıs Kilisesi Sen-Sinod Meclisi Başkanı Başmetropoliti Sayın Hrisostomos, Bildiğiniz üzere Omorfo (Güzelyurt) metropoliti Neofitos, Kıbrıs halkının mücadelesini baltalamakta, Türkiye’ye itaat eden Talat yönetimi ile konuşmaktadır. Adanın yeniden birleşmesi bahanesiyle illegal rejimi legalleştirmekte, Kıbrıs’ta taksimi daimi kılmaktadır. Morfu Metropoliti bu yaptıklarıyla Kıbrıs davası için tehlikeli hale gelmektedir ve Kıbrıs Helenizminin büyük çoğunluğunun referandumla dile getirdiği iradesine saygı göstermemektedir. Kilisenin gerekli tedbiri almasını öneriyorum. İmza: Kirinia (Girne) Metropoliti Pavlos’ Metropolit Pavlos bu mektupla, diğer metropolitlere seslenerek üç aşağı beş yukarı ‘Susturun şu adamı’ demek istiyordu. Pavlos’u kızdıran ve ‘Milli davaya ihanet’ saydığı şey, Neofitos’un KKTC’de yayınlanan Halkın Sesi gazetesine verdiği demeçte ‘Rumların Annan planı için söyledikleri ‘hayır’ Hıristiyan felsefesi ile bağdaşmaz’ demesi oldu.
Girne metropolitinin, Güzelyurt metropoliti ile kavgası yeni bir şey değil. İlki Rum kilisesinin ‘katı milliyetçi’, ikincisi ise ‘uzlaşmacı’ kanadın liderleri. Neofitos, eskiden sıkı komünistti. Yani Tanrı ile pek işi yoktu. Kıbrıs (Rum) Üniversitesi’nde hukuk eğitimi görürken komünist AKEL partisinin üyesiydi. Okul bittiğinde, ne olduysa nasıl olduysa avukatlık yerine din adamlığını tercih etti. Rum Kesimi’nde geçen yıl Annan planı için yapılan referandumda ‘evet’çi ana muhalefet partisi DİSİ’den daha ‘evet’çi bir tavır sergiledi. Rum din adamlarının tek bir ağızdan ‘şeytanın işi’ sayıp, aforoz ettikleri Annan planını ‘Tanrı’nın lütfu’ gibi savundu.
Kendisiyle geçtiğimiz aylarda Fener Patrikhanesi’nde düzenlenen ve Kudüs Patriği’nin azledilmesinin kararlaştırıldığı Ortodoks zirvesi sırasında İstanbul’da görüşmüştük. Sorularımızdan biri de Kıbrıs Kilisesi’nin milliyetçi fanatikliği idi. Şöyle izah ediyordu durumu:
‘Megalo Idea (Yunanistan’ın üç kıta ve beş denize yayılması) görüşü iflas ettikten sonra, kendisine Yunanistan’dan başka bir mekan aradı ve elverişli ortamı Kıbrıs’ta buldu. Enosis (Tüm Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi) hayali, Megalo Idea hayalinin devamından başka bir şey değildi. Bu politikalara kilise çanak tuttu. Enosis hayalleri 1974’te bitti.’
Kıbrıs Rum Kesimi’nde, Neofitos gibi din adamlarına ihtiyaç var diye düşünüyoruz. Ancak, metropolit Pavlos’un yazdığı mektup, adadaki gerçeklerin çok farklı olduğunu gösteriyor.
Bul karayı kap Euro’yu
Atina’da, Selanik’te ve Yunanistan’ın dört bir yanında küçük yerel televizyonlarda yayınlanan büyük ödüllü ‘yarışma’ programları geçtiğimiz hafta ekonomi bakanlığının 2 numarası Adam Reguzas’ı koltuğundan etti.
Ekonomi Bakan Yardımcısı’nın suçu, bu yarışmalarla 10 ay içinde 115 bin kişinin 10 milyon eurosunu dolandıran Vasilis Hristidis adlı ‘işadamının’ yakın dostu olması ve aynı zamanda küçük televizyon kanalları sahibi dostuna devlet reklamlarından pay vermesi.
Hristidis’in kanallarında ya da anlaştığı başka yer televizyonlardaki yarışmalar inandırıcı olmayacak kadar basitti.
Örnek 1: Ekranda genç bir kadın. Sağında solunda cep telefonları dolaşıyor. ‘Sevgili izleyiciler bu cep telefonlarından birini kazanmak için bizi arayıp az sonra ekranlarınızda göreceğiniz soruya doğru cevap vermeniz yeterli’ diyor... Ekranda soru görünüyor: ‘Kiremitlerde yürümeyi seven, mart ayı geldi mi iyice azan, miyav miyav diye bağıran, sokakta adım başı rastlayabileceğimiz resimdeki hayvan hangisi?’ Altyazıda 090’la başlayan bir telefon numarası...
- Alo...
- Adım Yiannis .
- Hoş geldin. Çok şanlısın bize doğru cevabı söyle.
- Dana.
- Hayır bilemedin. Hemen ikinci şanslı izleyicimize geçelim.
- Ağaçkakan...
- Hayır sen de bilemedin. Üçüncü şanslı...
- Deve!
Örnek 2: Ekranda boylu poslu bir delikanlı. Hemen arkasında birbirine tıpatıp benzeyen iki fotoğraf. Yalnızca birinde söz konusu adamın iki kolu eksik. Aradaki farkı bulana 3 bin Euro ödül var!
- Birinci şansı izleyicimiz ile bağlandık. Doğu cevap ne?
- Adam ikinci resimde kel.
- Bilemediniz, üzgünüz,
- Sağdaki resimde adamın tırnakları daha uzun...
- Siz de bilemediniz...
Örnek 3: Ekranda koskocaman Britney Spears fotoğrafı. Şarkısı da çalıyor: ‘Soyadı Spears, adını bilene 3 bir Euro!’
- Alo, doğru cevabı alalım.
- Maria.
- Josephine.
- Jasmine...
*
Sanki genel kültürü mağara çağından kalmış ne kadar insan varsa bu diyarda, bu yarışmaları arıyor; tesadüfe bakın ki telefonlar hemen bağlanıyor ve yanlış cevaplar veriyorlardı. Eh akıllılar ne güne duruyordu. Sarılıveriyorlardı telefonlara bekle babam bekle. Her ne hikmetse sıra kendilerine gelmeden birileri çıkıp doğru cevapları buluyordu: Örnek 1: Kedi; Örnek 2: Adamın iki kolu eksik; Örnek 3: Britney... gibi.
Ve bu 115 bin akıllı, Euroları götürmek yerine, telefon faturaları geldiğinde Hristidis’in şirketlerine ceplerinden Eurolar ödüyorlardı.
Soruşturmada yanlış cevapları da, doğru cevapları da verenlerin, hálá komploya uğradığını ve masumiyetini kanıtlayacağını söyleyen Hristidis’in adamları olduğu ortaya çıktı.
Vatandaşlar ‘Kazıklandık, paramızı geri isteriz’ diye veryansın ediyorlar şimdi.
Haklılar mı?
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2005
Pazartesi günü Hürriyet’in Atina bürosundaki üç televizyon da sabahtan beri açıktı. Bir yandan Türk TV’lerinden, bir yandan da Yunan TV’lerinden Lüksemburg’daki gelişmeleri izlemeye, anlamaya ve izah etmeye çalışıyorduk. Dikkatimizi tam Türk TV’lerine yöneltmiştik ki, gözümüz Yunan Mega TV’sine ilişti.
Sabah kuşağının reytingi yüksek programı ‘Sabahları dünya güzel’deki konuklar vur patlasın çal oynasın göbek atıyorlardı. Konukların arasında ikisini hemen tanıdık. ‘Yabancı Damat’ dizisinin ‘Kahraman’ı Erdal Özyağcılar ile ‘Feride’si Sumru Yavrucuk.
Lüksemburg’dan gelen haberler limoniydi. Avusturya’nın inadı inattı. Üstelik Yunan-Rum tarafı da müzakere çerçeve belgesinde Kıbrıs Rum Kesimi’nin uluslararası kurumlara (sözgelimi NATO) katılımını Türkiye’nin veto etmeyeceğine ilişkin paragrafta ısrarlıydı. Yunan dışişlerinden bu paragraf için ‘kırmızı çizgi’ açıklaması geldi.
Yunan televizyonlarından birisi yayınını yarıda keserek ‘son dakika’ haberi verdi: Türkiye’nin üyelik müzakereleri başlamıyor. AB Türkiye’yi dışladı.
Öğle bültenlerinde de durum farklı değildi. Yunanlı TV izleyicisi, bu iş yattı ve Türkiye’nin AB müzakereleri başka bahara kaldı diye anlıyordu.
Türk TV’lerinde umut yeniden belirdiğinde, Yunan TV’leri yerli ve yabancı dizi kuşağına girmişti. Saat 18.30 sularında Alpha TV’de ‘Asmalı Konak’ oynuyordu.
Ana haber bültenleri yaklaşırken, Lüksemburg’da değişen havanın Atina’ya ne kadar yansıtıldığını merakla bekliyorduk. Ne gezer?
SAYEMİZDE TÜRKÇE’Yİ SÖKECEKLER
Pazartesi gecesi, Türkiye hakkında görüşleri olumsuz politikacılar, sözüm ona siyaset bilimcilerinin ve gazetecilerin gecesiydi. Adamlar konuk oldukları haber bültenlerinde, üyelik müzakerelerinin başlamasının ne kadar yanlış olacağını Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne ne kadar zarar göreceğini anlata anlata bitiremiyorlardı.
Saatler ilerliyordu. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Lüksemburg’a gitmeye hazırlanırken, Mega TV’de ‘Yabancı Damat’ dizisinin 30. bölümü başlamıştı.
Ertesi gün Elefterotipia gazetesi manşetinde Türkçe ‘Hoş geldin’ diyordu. To Vima gazetesinin televizyon sayfasında ise şu satırlar vardı:
‘Türk dizileri yetmiyormuş, bu dizilerin kahramanlarının sabah programlarındaki istilası yetmiyormuş gibi, hangi kanalı açsak Tayyip Erdoğan’ı görüyorduk. Türkçe’yi yavaş yavaş sökmeye başladık.’
Yunan medyasının büyük bir bölümü AB’nin bir uzlaşma platformu olduğunu unutarak, Atina’nın ve Rum Yönetimi’nin taviz verdiğini savunuyordu.
Türkiye gerçekten tarihinde büyük bir adım attı.
‘Cool’ Papandreu’nun sırrını açıklıyorum
Yorgos Papandreu, malumunuz Yunanistan’ın eski dışişleri bakanı ve birbuçuk yıldır da anamuhalefetteki Pasok partisinin lideri. Papandreu’nun bize göre en önemli meziyetlerinden birisi, son derece soğukkanlı olması ve bunu dışa göstermesidir. Yorgos’un sinirlendiği hemen hiç görülmemiştir. Hep sakin, hep ölçülü, hep dengelidir. Tebbesüm dudaklarından eksik olmaz.
Meğer Papandreu’nun bu kadar ‘cool’ olmasının sırrı varmış. Yunan anamuhalefet liderinin Tibet’ten gelmiş özel guru’su ortaya çıktı geçenlerde.
Uzakdoğu felsefeleri uzmanı Rostan, birkaç yıldır Atina’da yaşıyor. Glifada semtinde oturan Rostan, geçenlerde Espreso gazetesine verdiği demeçte, daimi müşterileri arasında Papandreu’nun da bulunduğunu ifşa etti.
Rostan ‘Ona konsantrasyonu, doğru nefes alıp vermeyi, yorgunluğunu nasıl aşacağını, nasıl sakin kalacağını, nasıl keyifli olacağını öğrettim. Ayrıca yaptığım masaj da Yorgos’un dinç kalmasını sağlıyor’ dedi.
Kendisi ile ilk randevuyu Papandreu’nun eşi Ada’nın ayarladığını da kaydeden Rostan, ‘Yorgos’un meditasyona öyle sık ihtiyacı yok. Dersleri onun evinde yapıyoruz. Bu dersler sayesinde üzerindeki negatif enerjiyi atıyor, stresten kurtuluyor; insanlara iyimserlik ve sevgi aşılayabiliyor’ diye konuştu.
Pasok yaklaşık 20 yıllık iktidardan sonra muhalefete düşünce, parti içinde tepki sesleri eksik olmuyor tabii. Yorgos’un sakin kalması gerek!
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2005
Rakamlarla, istatistiklerle değil de; hani şu diyarın dört bir yanındaki insanlarının yaşam şeklinde 20 yıl içinde meydana gelen değişikliği görebilseydiniz ve 1980’lerin Yunanistan’ı ile 2005’in Yunanistan’ını kıyaslama imkanınız olsaydı; bugün ‘müzakere çerçeve belgesi’ ya da ‘karşı deklarasyon’ gibi gündemde olan ve önemi küçümsenemeyecek konuları belki de bir yana bırakır, Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin başlamasından dolayı bayram ederdiniz... Yunanistan, 1981 başında yaklaşık beş yıl süren müzakerelerden sonra Avrupa Birliği üyesi oldu. O zamanlar AB’nin üye sayısı bugünkünün yarısı bile değildi. Müzakereler başladığında, Albaylar Cuntası (1967-1974) iktidarından kurtulalı sadece iki yıl olmuştu ve doğrusunu isterseniz, eski Yunan medeniyetine sempati, Hıristiyan bir ülke olması gibi bazı ‘avantajlar’ı da vardı Yunanistan’ın.
Bugün 100 bin sayfa olan AB müktesebatı denen kitap ise o zamanlar 20 bin sayfayı geçmiyordu. Bunların hepsi tamam. Ancak, yine de o dönemin şartlarında AB üyesi oluncaya kadar az fırtına yaşamadı bu ülke.
Bunları biz anlatmak yerine, birkaç yıl önce NTV için hazırladığımız Yunanistan’ın AB öyküsü konulu haber-programdan bazı alıntılar yapalım...
KİMİNLE MÜZAKERE ETTİĞİMİZİ BİLMİYORDUK
Sözgelimi, Yunanistan’ın Babacan’ı, yani baş müzakerecisi emekli büyükelçi Viron Teodoropulos bize şunları söylüyordu: ‘Hem AB ile hem de kendi içimizde güçlükler vardı. Öncelikle kimlerle müzakere ettiğimizi anlamamız gerekiyordu. Almanlarla, İngilizlerle, Fransızlarla ayrı ayrı müzakere etmediğimizi, AB ile müzakere ettiğimizi anlamak zaman aldı. Ben Yunan heyetinin başkanıydım. Karşımda 9 ülke değil, sadece AB vardı. Ayrıca ne için müzakere ettiğimizi anlamamız da zaman aldı. AB’nin ilkelerini, kaidelerini, değerlerini müzakere etmiyorduk. Bir kulübe giriyorduk. Bu kulübün de kuruluş beyannamesinde birtakım maddeler vardı. Eğer üye olacaksak bunlara uymak zorundaydık. Yani onların istediklerini kabul etmemiz gerekiyordu. Müzakerelerde elbet bizim de taleplerimiz vardı. Uyum sağlamamız gereken alanlarda hep ek zaman tanınmasını istiyorduk. Yani geçiş dönemlerinin süresini olabildiğince uzatılmasını. Karşılaştığımız bir başka güçlük de Yunanistan’daki mantaliteyi değiştirmekti. En büyük güçlüğümüz, sanırım Yunanistan’daki devlet sektöründe yapılan düzenlemelerdi. İnanın, devlet sektörünün düzenlemeler için kendi insanlarımızı ikna etmek, AB’yi ikna etmekten daha güçtü. Üyelik müzakerelerimizi yaparken siyasi açıdan da ekonomik açıdan da AB’ye tam hazır değildik. Zamanla farklı düşünmeyi öğrendik. Brüksel ile aynı tempoda şarkı söylemeyi öğrendik. Bugün artık Avrupa dediğimiz evde kendimizi daha rahat hissediyoruz. AB’ye girdiğimizde ayakkabılarımızı nerede bırakmamız gerektiğini bilmiyorduk. Terlikler nerede bilmiyorduk. Şimdi eve alıştık.’
Eski ulusal ekonomi bakanlarından Stefanos Manos da Yunanistan’ın AB öyküsü hakkında şöyle diyordu: ‘Yunanistan’da iyi ve kötü, çabuk unuttuğumuz bazı şeyler var. Bugün Komünist Partisi dışında tüm siyasi partiler AB’den yana. Oysa 1975 yılında üyelik için ilk gayretler başladığında karşı çıkanlar çoktu. AB bizim için büyük bir bahisti. Hemen her şeyi yeniden düzenlememiz gerekti. Bazen yasaları değiştirdik, Anayasa’da bile düzenlemelere gittik. Yunanistan’ın tarihinde gerçek demokrasiyi sadece son 25 yılda yaşadığımızı itiraf etmeliyiz. Tarihimizde hiçbir zaman gerçek demokrasi görmemiştik. Şimdi demokrasinin yerleşmesinde AB’nin baskıları da var diyebilirim.
AB sayesinde ekonomik istikrara da kavuştuk. AB’nin Tarım politikası Yunanlı çiftçiyi kurtardı. Adamlar gelişip onları yakalamamız için bize yıllarca para verdiler.’
TÜRKİYE’NİN LAYIK OLDUĞU YAŞAM BİÇİMİ
Demokrasi azdı, çok oldu; fakirdi, zengin oldu; istikrar ve güç kazandı Yunanistan, AB üyeliğiyle.
Eğer işler çok sapa sarmazsa Türkiye’nin üyelik müzakereleri başlayacak, biz de buradan kim bilir kaç tane ‘Yunan inadı’ ya da ‘Rum oyunu’ başlıklı haber geçeceğiz. Paris, Viyana, Brüksel çıkışlı; hiç de hoşumuza gitmeyen ne haberler olacak... Göz göre göre haksızlıklar bile yapılacak belki de. Ancak AB, refah seviyesinden ya da siyasi-ekonomik-sosyal onca standarda erişilmesinden öte, çok öte bir yaşam biçimidir. Türkiye’nin layık olduğu bir yaşam biçimi!
Müzakereler, uzun da sürse, çok çetin de geçse, bazen üzse, bazen öfkelendirse de, hedefe ulaşmanın tek yolu. Maraton gözüyle bakalım müzakerelere, 100 metre yarışı gibi görmeyelim. Türkiye’nin yavaşlayacağı, hatta adımlarının birbirine karışacağı dönemler olacak. Kendine gelecek, ilerleyecek, temposunu yükseltecek, adımlarını hızlandıracak ve o uzun koşuda ipi göğüsleyecek diye inanıyoruz.
Haydi hayırlısı...
Yazının Devamını Oku