Terk etti sakinleri bu diyarı. Yine vefasız sevgili gibi davrandılar bu dişil şehre. Vefasız da olmasalardı, tahrik öyle büyük ki, ‘ihanet’ etmemek elde değil. Hem mayıs geldi, hem de Paskalya.
Kimi karayoluyla kuzeye (Volos, Selanik, Kavala), kimi güneye (Mora Yarımadası) gitti. Kimi denizden geçip ulaştı canım adalara, kimi de uçağı tercih etti.
Vakit, onca kalın giysinin gizlediği bedenlerin güneşin cömertliğine merhaba demeleri, masmavi sulara teslim olmaları vakti. Vakit, kırmızıya ve sadece değil boyanmış yumurtaların, sakızlı çöreğin, kuzu çevirmenin, su gibi akacak şarabın vakti.
Yarın Paskalya, Ortodoks aleminin Noel ile birlikte en büyük bayramı. Atina, sırtlarında çantaları, ellerinde haritalar; şehir merkezinde bir o bir bu yana dolaşan turistlerin ve sayısı 700 bini bulan göçmen işçilerin işgali altında. Bir de, herhalde kendime uzaydan gelebilecek bir taarruza karşı Akropolis mabedini koruma görevi veren bendeniz kaldım.
Paskalya kelimesinin kökeni ‘Pesah’, İbranice ‘geçiş’ anlamına geliyor. Firavun ordularından kurtulmak için Yahudilerin Kızıldeniz’den geçiş bayramına ‘Pesaska’ deniyor. Atalarının bu mukavemetini kutlamak için Yahudilerin düzenledikleri törenler MS 33 tarihinde Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesi, ölmesi ve Hıristiyan inancına göre göğe yükselmesi dönemine denk düşmüş. Hıristiyanlar için insan neslinin ölümden hayata geçişini, Tanrı’nın tek oğlunun ölüm karşısındaki zaferini simgeliyor Paskalya.
Bu bayramın Noel gibi (25 Aralık) sabit bir tarihi yok. Tarih konusunda farklı görüşler var. Yunanlı ilahiyatçı Alkiviadis Kaliva’ya göre MS 2. yüzyılda özellikle Anadolu’daki kiliselerde Paskalya bayramı 14 Nisan’da, yani İsa’nın çarmıha gerildiği gün kutlanıyordu. Bir diğer deyişle, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Anadolu’da İsa’nın göğe yükselişi değil, ölümü anılıyordu.
Gelelim kırmızı yumurtalara. Kimine göre tamamen sembolik. Öncelikle içinde hayat var. Kırmızı renk İsa’nın dökülmüş kanını temsil ediyor. Yumurtaların tokuşturulması ise, göğe yükselmek için mezarından çıktığında, mezar taşlarının paramparça olmasını. Kimine göre ise Hıristiyan inancı doğrultusunda önce günahkarlığı, sonra doğru yolu seçmiş Maria Magdalena’nın da aralarında bulunduğu üç kadın ‘Yeni ölünün ruhu bir süre etrafta dolaşır. Olur ya, karnı acıkır’ düşüncesine dayanan bir Yahudi geleneğini yerine getirerek, ellerinde birer yumurta ile Hz. İsa’nın mezarı başına giderler. İsa karşılarına çıkınca, kendisinden mezarında olmadığına kanıt için beyaz yumurtaları kırmızıya çevirmesini isterler. O da hemen yapar tabii.
Paskalya’da kiliseye gidenlerin elinden eksik olmayan büyük mumlar ‘nur’un simgesi. İlk mum kutsal topraklarda, Kudüs’te yakılır ve tüm dünyaya yayılır.
Kuzu eti ise kurbanlığın bilinen öyküsü. Yunanistan’ın bazı köylerinde Paskalya için hálá kuzu kurban edilir. Ancak, genel adet kuzunun kasaptan satın alınıp afiyetle yenmesidir.
İnsanlar bu diyarda genellikle üç dört gün oruç tutarlar. Cumartesiyi Paskalya pazarına bağlayan gecede de küçük büyük herkes bayramlıklarını giyer ve kiliseye giderler. Sönmemesine itina gösterilen mumlarla eve dönülür ve ‘magiritsa’ denen sakatat çorbası yenir. Pazar sabahı bahçede, avluda çevrilmeye başlar kuzular. Öğle yemeği, hoş sohbet, kahkahalar, müzik, dans, eğlence... İkindi vakti geldi mi, şarabın da tesiriyle herkes bir kenara çekilir. Uyku vaktinde inanılmaz bir sessizlik hakim olur bu aleme.
Paskalya geldiğinde yaşlanıyorum mu nedir, hep İstanbul’daki çocukluğumu, ilk delikanlılık yıllarımı hatırlarım. Tatlı ve acı hatıraları ile Paskalyalar. Eh onları da seneye anlatırım.
Akropolis Rallisi’nde kupa Türkiye’nin
Yazık ki gidip göremedim. Kimbilir ne güzeller vardı ne güzeller... Porsche’ler, Ferrari’ler, Jaguar’lar. Az değil, dokuz ülkeden tam 110 eski otomobil katıldı 4. Klasik Akropolis Rallisi’ne. Pilotlar üç gün süreyle 32 etapta 1350 kilometre yol yaptı. Bu nostaljik rallide, en az kötü puan toplayan Türk pilotlar büyük bir başarıya imza atarak Takım Kupası’nı kazandı. Türk takımının adı da çok tatlıydı doğrusu: Turkish Delight.
Klasik Akropolis Rallisi’nde, yabancı pilotların tanımadığı, bilmediği bir otomobil vardı. Markasını ilk kez duyuyorlardı 1971 model Anadol’un. Şaşkın bakışlarla motorunu bile tetkik etmişler.
Anadol, sırtına 34 yıl yüklenmiş olmasına aldırmadan, Atina’da Mora Yarımadasının kuzeyinde, güneyinde, dağda, yokuşta yuttu kilometreleri; Ahmet Öngün ve Serkan Sorguç ile genel klasmanda 13.’lüğü elde etti.
Aydın Harezi ve Peter Rushforth 1969 model Mercedes Benz 280 SL ile genel klasmanda 4. oldu. Serdar Yanaşan ve Esen Yanaşan ise 1967 model Ford Mustang’ı ile 8. sırayı aldı.
VW’nin kablumbağası ve Mini Cooper gibi, Anadol da bir klasik. Kendi efsanesini yarattı. Anadol bir bakıma ‘rock’. Belki yaşlı, belki her gün konser verecek takati yok ama gerçek bir ‘rock’ olarak hálá sahnede.