Çok yoğun bi gün. Yine...
Gerçi bu cümleye gülüp geçiyorum artık. Hangimizin hangi günü yoğun değil ki?
Herkesin yoğunluğu da, derdi de kendine çok.
Yoğunluk ve acele ikiz kardeş oldu hayatımızda.
Kafamda yapılacaklar listesi, her birinin zamanlaması, sıralaması öyle bir ayarlanmış durumda ve her biri öyle çok konuşuyor ki, kafamdaki seslerle sürekli pazarlık etmekten perişanım. Arada nefes almayı unuttuğumu fark ediyorum. Nefes almayı kendime hatırlatmak zorunda kalmama içerliyorum.
Sanki ölüm mü var işlerin sonunda? Yok.
Sürekli kendime “nefes al Yonca, aceleden hata yapma, sakin ol” telkinleri yapıyorum.
Nitekim yine geldi ve yine kadınları çarptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önce;
“Kadınların ihtiyacı olan şey nedir?” diye kendi kendine sordu,
“Kadınların “Eşitlik” değil, “eşdeğer” olmaya ihtiyacı var” diye kendi kendine cevapladı.
“Kadınların ihtiyacı eşitlik değil ADALET” dedi sonra.
Ve ekledi:
"Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir."
Her şeyi yanlış yaptım. Her şeyi.
Ne giydiğim, ne yediğim, ne yanıma aldığım ne de almadığım hiçbiri tutmadı.
O yüzden son dakikayı beklemeden aklımdakilerin hepsini yazayım istedim. Pazar gününe az kaldı, önümüzdeki birkaç gün size koş koş koş yazıları yazacağım.
Yalnız bu yazı uzun.
Demedi demeyin bak. Ya şimdi vazgeçin, ya da sonra bana “Eh Yonca, sabahı mı yedin” demeyin.
7 kıtada 7 ultra maraton devirmiş tek Türk Alper Dalkılıç arkadaşım bir keresinde, “Yonca her maraton yeni tecrübe” demişti haklıydı.
İnsan koştukça öğreniyor ve her seferinde de başka tecrübeler kazanıyor. Koşmadan tecrübe edinilmez. Net.
Kaç km koşuyosun?
Yazarlar da.
Hele yazdırılmayanı, daha da güçlü oluyor bu memlekette. Bu da net.
Ama, nasıl oluyor da koca koca yazarlar, gazeteler söz konusu hiçbir şeye taraf olmayan en masum konular olduğunda bile birlik olamıyorlar işte buna kafam basmıyor benim.
Basın, sürekli felaket haberlerini vermek ve iş bitip fiş gittikten sonra yazmak için mi var, yoksa önceden uyarıp icabında olay olmadan yeri yerinden oynatmak için mi?
Benim bakış açımla sonuncu için...
Tek manşetle yer yerinden oynar, şirketler batar çıkar... Hükümetler sallanır...
Öyle mi?
TEMA Vakfı bundan bir yıl önce Kasım 2013’te, "Termik Santral Etkileri Uzman Raporu: Konya Kapalı Havzası (Konya Karaman Bölgesi)" başlıklı raporunu yayınlamıştı. Bu rapor daha önce hem sosyal medyada, hem gazetelerde yer buldu.
Haberi olmayanlar olduysa diye, tekrarlıyorum burada, bir kere daha.
Rapor, Konya kapalı havzasının özellikleri, bu bölgede planlanan yeni kömür madenleri ve termik santrallerin etkilerine odaklanmaktaydı.
Ermenek madeni ile TEMA Vakfı raporunun kapsadığı alan farklı özelliklere sahip. Rapor doğrudan Ermenek’teki kapalı maden ile ilgili değil.
Konya Karaman’da yapılması düşünülen termik santralin ve bu bölgedeki kömür madenlerinin olası etkilerinden bahsediyor.
Raporun detaylarına bu linkten ulaşabilir:
http://www.tema.org.tr/folders/14966/categorial1docs/83/TERMIK%20SANTRAL%20RAPOR%20A5%20BASKI.pdf
Böylece, Türkiye’nin “Buğday Ambarı”na yapılacak kömür madeni ve termik santral projesinden neden vazgeçilmesi gerektiğini de okuyup anlayabilir, bilgi sahibi olabilirsiniz.
Hiçbir karşılık beklemeden, karbon emisyonu gibi çevreci bir bilince de sahip olduğunuz için uçağa filan binmeyi reddederek, saatlerce yol katedip;
koca bir hafta sonu yan gelip yatmak, arkadaşlarla takılmak, gezmek, uyumak veya her neyse o yaşta ve anda canının yapmak isteyeceği şeyleri, onları bir kenara bırakıp memleketi kurtarmak için Şirince'deki Nesin Matematik Köyü'nde Toplum Gönüllüsü bir genç olarak diğer gençlerle buluşup,
Anadolu Arıları projesine katılıp,
arıları kurtarmak için onlar hakkında bilgi almak ve proje üretmek için gelir miydiniz?
Geldiler!!!!
Nereden mi?
Bizde bu saydıklarımın “olduğunu sandığımızı” görüyorum.
Yok. Miş gibileri var. Onunla yetiniyoruz.
Henüz.
Atatürk ve ilkelerine, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne saygım sonsuz.
Bu kadar saygı duyduğum Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bu içinde bulunduğumuz yıllarda büyük haksızlıklar yapıldığı da, elbet bir gün 1+1 eşittir 2 kadar net olacak.
Bunu da biliyorum.
Atatürk’ü hiç putlaştırmadan sevmeyi bildim. Bunun için kendimle gurur duyuyorum.
Budur.
Kedilere, köpeklere, eşeklere, ördeklere tecavüz edecek kadar yalnız, yasaklı, sevgisiz ve sapkınlık içinde büyütülen insanların barındığı yer bu ülke.
Bu vehamet yeterince üzerinde çalışılması düşünülmesi gereken bir konu değilmişçesine; hayatını kandırmacalar, beyin yıkamalar, gündem saptırmalarla filan geçirenlerin ülkesidir burası.
4.5 yaşındaki erkek çocuğuna, hastanede tecavüz ediliyor.
O sırada vizite çıkan doktorlar olmasa… haberimiz olur muydu?
Sanmam.
Nitekim siz bu satırları okurken acaba kaç çocuk tecavüze uğruyor?