Sokaklar bomboş ve ben esneyerek giyiniyorum. Herkes azıcık gergin. Of ne çok eşya var yine. Bavullar, bavullar bavullar. Kuru köfte, kızartma, ekmek dahil.
Aralıksız eşya taşıyoruz arabaya. 5 kat in, 5 kat çık. Asansör de yok ki o dönemde.
Çok sessiz ol. Komşular uyuyor. Kimseyi rahatsız edip uyandırma, bi de babanı durduk yerde kızdırma.
Eşyalar yerleşti.
06 RD 011 plaka, kırmızı Renault Steyşına doluştuk.
Ben en arkada bavulların üzerine serilen battaniyede uyuyarak gidicem; çünkü arka koltuk da eşya dolu!
Arabada bir klozet bile var!
Evet bildiğin tuvalet klozeti.
Alay etmedim.
Kimine bir sivilce dünyanın sonu gibidir, kimine dibi tutan kek.
Benim de kendime göre zor geçirdiğim çok zaman var. Hep hop hop eller havaya değilim pek tabi. (Gülümsemeyi seven insan olunca, bunu yazmak durumunda mı hissetim ne! Ezik bi açıklama hali, ne saçma)
Birincisi kendi derdimle kimseyi sıkmak istemediğimden, ikincisi dertleri bahane etmeyi sevmediğimden, üçüncüsü çocuklarımı düşündüğümden, dördüncüsü derdimi kendince hor görecek densizlerden haz etmediğimden, beşincisi derdimi kullanacak hadsiz çıkarcılardan, altıncısı ise sırf ben öyle isteyip tercih ettiğimden duygularımı kedime sakladığım, kamuflajlı takıldığım da oldu, ortaya saçtığım da.
Ben birileri susmayı tercih ettiğinde, anlamasam da saygı gösteririm.
Bana ters gelebilir, anlamayabilirim; ama sevdiğin zaman anlamasan da olabilir, olduğu gibi kabul edersin. Sevgi öyle bi şeydir.
Sen zor durumdayken sana birilerinin nasıl davrandığı, senin için nasıl durduğu, nasıl olduğu aslında sana o kişilere dair de bi şeyler öğretiyor.
Hatta doğduğumda o kadar uyumayan, o kadar çok ağlayan bir bebekmişim ki, annem perişan olmuş.
Babam zaten aşırı ilgili ve herrrr şeye karışan bir baba, yani insanı ilgisiyle yoran cinsten bi insan olduğundan, Annecim de içinden tövbeler etmiş ikinci bir çocuk doğurmaya.
Bankada çalışırken gişede hüngür hüngür ağlarmış annem yorgunluktan, uykusuzluktan. Sabah kuzenlerim gelir beni devralırlarmış. Battaniye içinde saatlerce sallarlarmış uyuyayım diye de bana mısın demezmişim.
En sonunda ailenin canına tak etmiş uykusuzluğum, Doktor Dedem de çözemeyince durumu beni alıp Hacettepe'ye gitmişler. Doktor Amca da bana iyice bakmış ve: "Bu çocuk gayet sağlıklı. Enerjisi fazla, uykusu yok belli ki. Uykusu gelince uyur elbet" demiş.
Annemi düşünebiliyor musunuz, kadın perişanlığına devam tabi.
Nitekim geçen sene bana benzer çocuğu olan bi arkadaşım halinden yakınırken şöyle diyordu Annecim: "Yonca da doğduğundan beri uyumuyor ve susmuyor. Çok zor bi çocuktu. Çok sabır lazım evladım. Ama merak etme, çok şükür sonu iyi oluyor."
Kahkahayı bastım tabi. Çok hoşuma gitti. Annemin gözünde çekilen cefanın mutlu bir sonuyum ben...
Mesela kendimi iyi hissetmediğim zaman bahçem, ağaçlarım da iyi olmaz. Ya da tam tersi diyelim ki ağaçların kalbi kırık, ben de çabuk hastalanırım. Tarif edemediğim bir bağ var aramda doğayla. Kimi zaman bu çeşit olaylarıma tanıklık edip denk gelenler şaşkına dönüyor. Havayı okuyorum sanki. Ağaca bakıp konuşabiliyorum. Arılarla da konuşuyorum yemin ederim ve beni duyuyorlar. Filler de gergedan da duyuyor beni. Ağaçlar da. Denizdeki dalga da.
Ben kendimi bu konuda bilime adamak istiyorum, yani bedenimi. Benim üzerimde deney yapıp insan ruhunun ve bedeninin doğayla bir bağı varolduğunu kanıtlayalım ve insanlar bunu görüp inansınlar. İnsana dair olan her türlü fiziksel ve ruhsal her şeyi doğada olan şeyle açıklayabiliriz bence.
Veya doğaya aykırı şeyler yaptığımızda ödediğimiz bedeli...
Mesela söylemeyi isteyip söyleyemediklerini yutmak, susmak yani, bence guatr yapıyor insanı. Ya da karnını şişiriyor; çünkü kelimeleri atmak yerine yiyorsun sürekli ve kabızsın! Veya ben nefes alamadığım, içimden geldiği gibi hareket edemediğim ve kendimi özgür hissetmediğimde hemen zatürre oluyorum, ya da soğuk algınlığı.
Ciğerim tıkanıyor ağlıyor üşüyor.
Boğazım şişiyor. Burnum tıkanıyor ve ağlayamadıkça gözlerim akıyor.
Çocukların okul dönemi daha sık hastalanmasını da buna bağlıyorum. Zil çalana kadar başkasının dediğine mecbursun. Tenefüste de özgür değilsin. İçinde bi hayvan var deli dolu koşturmak oynamak isteyen ama sisteme kölesin.
Sonra hüngür hüngür…
Bugün böyle.
Bazen birileri soruyor bana: “Ya sen hep mutlu musun, yoksa çok mutsuz bir kadınsın da çaktırmıyor musun?” diye...
Ben de cevap veriyorum: “Yok. Mutluysam mutluyum, mutsuz olunca da zaten acayip belli ediyorum, ya sessizliğe bürünüyorum, ya da Allah ne verdiyse dökülüyorum ortaya” diye.
Şu an mutsuz değilim.
Sadece şaşkın, üzgün ve ne bileyim işte, kafam karışık gibiyim.
Sorularıma cevap ve çözüm arıyorum.
Hayalime Dokun
Banu Özkan Tozluyurt tanıdığım en çalışkan kadınlardan biri.
Bir araya getirilmesi belki çok zor olacak kadınları bir araya getirip İmza:Kızın, İmza:Karın, İmza:Ben kitaplarını çıkarttı. Ben de yazdım bu üçlemede.
Ne yaptı, nasıl yaptı hatırlamıyorum, ama engel tanımaz, olmaz kelimesi sözlüğünde yok, yaptırdı işte.
Yaptığı her şeyin ucunda da illa bir farkındalık olur. Bir fayda olur.
Boşa değildir çabası, uğraşı.
Esas bir de “Hayalime Dokun” adında bir kadın konferansı yapıyor.
Hem de ücretsiz.
AKP’ye de çakmış olmak için çakmıyorum zaten.
Benim için hangi değerlerin önemli olduğunu, ne istediğimi, ne istemediğimi biliyorum.
O kadar.
İster AKP’li ol, ister CHP’li,
İster Sultan ol, ister Padişah, ister Kral, ister benden ol, ister bana düşman...
İstersen “Bu Dünyaları Ben Yarattım” diyen bilmem kim ol umrum değil.
Bir ağacın bir tek dalına bile zarar verilmesini kabul etmiyorum.
Ya bakar mısınız... Size bir şey anlatmam lazım. Oturduğum yerden çatladım.
Şu anda whatsapp'ımda yüze yakın mesaj var.
Mail kutumda da.
Yetmiyor facebook, instagram dan da yetişiyorlar.
Bir saniye durmuyorlar. Sürekli üretiyorlar, sürekli paylaşıyorlar, sürekli ama sürekli çalışma halindeler! ANADOLU ARILARI adını verdiğimiz TOG gençlerimden bahsediyorum. Hani o ilk ARI SEVGİSİ Eğitimi alanlardan. Gerçekten mutluluktan ve gururdan çıldırmak geliyor içimden yazdıklarını yaptıklarını gördükçe. Ve şunun şurasında 1 ay oldu eğitimi aldıklarından beri. Arıların sevdiği tohumlardan tohum köfteleri yaptılar dağıtıma, ekime başladılar.
İlkokullara sunumlara başladılar, üniversitelerinde çalıştaylar yapıyorlar, Belediyelere gidip fidanların arıların sevdiği ağaç fidanları olması için pazarlıkları yapıp işi bitirenler var...
Düşünebiliyor musunuz, siz ben biz şu anda bööööyle dururken bir yerlerde, benim TOG'lu gençlerim, resmen arıların aynısı tıpkısı gibi durmadan severek, isteyerek ve sanki 150bin yıldır böyle gelmişlermiş gibi Dünya'ya; arıları anlatmak, sevdirmek, hayatımızdaki önemlerini anlatmak için ARI oldular ve çalışıyorlar sonsuzca.
Bu akşam Aslan Cem'le "More Than Honey" belgeselini seyredip ana-oğul sinirden, üzüntüden ağladık. İğreniyorum bazen insan denen mahluk cinsinin bir üyesi olduğum için. Nasıl ticari, nasıl kötücül, nasıl yıkıcı, yokedici ve köleci olabildiğimize ve bunun bedelini de -ne çektiriyorsak aynısını çekerek- yaşadığımızı görmeyişimize inanamıyorum.