Dersler bitip kapılar açılmadan önce, kalabalık bir anne grubu olarak merdivenlerin orada bekliyoruz.
Düzen böyle.
Pek kimseyi tanımıyorum.
Bu konu beni hep üzüyor.
Hep çok çalışmaktan, koşturmaktan, seyahatlerden sınıf anneleriyle pek mesaim yok. 1-2 tanesini tanıyorum.
Gerçi tanıdığım annelerden biri beni bu konuda üzgün görünce, “Kurumsaldayken de hep yoğundun; ama en azından şimdi yoğun ve mutlusun. Bizi görmesen de çocukların seni eskisi gibi gergin değil mutlu görüyor!” dedi, hem dilim tutuldu hem içime inanılmaz su serpildi.
Demek o kadar belli oluyormuş o gerginliğim...
Ve zaten öyle.
Barış için yapıldığı söylenen savaşların tek galibi var; para.
Barış için yapıldığı söylenen savaşların tek kaybedeni var; insanlık.
İçine sürüklendiğimiz oyunlara seyirci kalmak midemi bulandırıyor. Haberleri takip etmeye ürküyorum, olan sivillere olacak yine... Oluyor bile.
Kobani’de katliam söz konusu ve derin bir sessizlik hakim her yerde.
Nasıl bir Dünya bu?
Muhalefet olaydı filan gibi zavallı cümleler geçiyor aklımın bi yerlerinden...
Yazılarımızın altında, okurlarımızın yorumlarını ve birbirleriyle yazışmalarını da görüyoruz. Birbirimize açık alanda cevap verebiliyor, hep beraber tartışabiliyoruz.
Ben bu şekilde canlı ve interaktif bir yazı ortamını ezelden beri çok severim.
Yazı hayatıma internet yazarı olarak başladığım için de çok tanıdık olduğum bir sistem.
Ancak…
Bu sosyal ortamda beni en çileden çıkartıp üzen, hayal kırıklığına uğratan kısım okurun birbirine olan tahammülsüzlüğü ve saygısızlığı.
Bazı okurların birbirlerine yazdığı terbiyesiz, seviyesiz, sevgisiz yorumları hay görmez okumaz olaydım dedim dün bir kere daha!
Bu uygulama olmadan önce, okur mail atarak gerek eleştirisini gerek övgüsünü sadece yazara özel yapıyordu.
Başım açık.
Başını kendi rızasıyla inancına uygun olarak örten reşit kadınlara karşı eskiden önyargılıydım doğru. Bu konuda daha saygılı ve dikkatli olmaya dikkat ediyorum ancak; orta okul çocuklarının başının “ailesi bilir” kafasıyla örtülmesi konusunda çekincelerim var... Çok net karşıyım.
2 çocuğum var.
Kızlı erkekli ortamlarda çok mutluyum. Tek başıma seyahat etmeyi çok seviyorum.
Ramazanda oruç tutamıyorum.
Şeker Bayramı tamam; ama Kurban Bayramı’nda ortalığın hunharca kan gölüne döndürülmesine dayanamıyorum.
Dahası 14 senedir Dubai’de yaşıyorum, tek bir kere orta yerde kurban kesildiğini görmedim! Ha bir de 23 Nisan’da “Kutlu Doğum Haftası” kutlayanını da görmedim.
ÇO-CUK.
Reşit olana kadar anne babasının sorumluluğu altında olan yavrularımızdan bahsediyoruz yani.
ÇO-CUK.
Her aile kendi inançları doğrultusunda, örf ve adetlerine uygun olarak çocuğunu istediği şekilde yetiştirme özgürlüğüne sahip.
Doğru.
Doğru da, işte keşke bu ülkede her aile, gayet eğitimli, gayet çocuğunun çocuk olduğunun bilincinde olsa.
Çocuğunun hakları olduğunun, onun özgür bir birey olduğunun farkında olsa.
Çocuğunu ekmek kapısı olarak göreni var.
Yetmemiş, site sakinlerinden bu duruma itiraz edenlerin yasal hakları olan itirazları beklenmeden, yani tamamen, oldu bittiye getirilerek acele acele hepsi kesilmiş…
Site sakini ve bu karara red oyu kullanmış sağduyulu ve çaresiz ama işin peşini bırakmamaya kararlı o müthiş okurdan mail geldi,
Seyahatte olduğumdan hemen yazamadım…
Ama o mail ve fotolar üzerine Hürriyet Ege’de Melis Alphan geçen hafta müthiş bir yazı döşendi, manşet oldu.
Ama yetmedi, ben de gözümüze sokmak istiyorum bu utancı, günahı!
Dünyanın en büyük amatör spor organizasyonu olan Özel Olimpiyat Oyunları’na bu yıl 13-20 Eylül 2014 tarihlerinde Türkiye’den 39 özel sporcu katılıp ülkelerini temsil edecekler.
Çocuklar oyunlarda yüzme, atletizm, futbol, basketbol ve masa tenisi branşlarında performans sergileyecekler.
P&G, Migros ve Özel Olimpiyatlar Türkiye Organizasyonu, 10 yıldır Özel Olimpiyatlar Projesi'ni yürüterek engelli özel sporcuların sporla yaşamlarının değişmesine destek oluyor.
Bu proje pek çok özel genç ve ailesi için bir mucize gibi.
Bizlere de bir çeşit hatırlatma aslında. İçimden pek güzel tokat gibi demek geliyor aslında. Yüzünde güller bitiren...
Neye mi?
Olayları algılayış yaşayış ve paylaşım şeklimize.
"Amma doyumsuzuz!" diyorum çoğu zaman.
En büyük acılar yetmiyor, en büyük mutluluk ve başarılar da yetmiyor bize!
Kimi zaman da "yuh" çekiyorum sürekli duygu sömürüsü ile beslenmemize.
Bu hep böyle miydi, yani genetik ve kültürel mi, yoksa basın, eğitim ve iğrenç politikalar mı bizi bu hale getirdi emin değilim.
Neden sosyologlar bizi tahlil etmiyor bilmiyorum; ama mercek altına alınması gereken bir toplumuz onu biliyorum.
Ve bizden çok sıkılıyorum!