Paylaş
Devasa kayalar var. Aslında minnacık kayalar da var.
Her çeşit kaya, toprak, dikenlik var.
Keçi yok. Biz varız.
Renkleri sarı kahve arası. Keskinler.
Uçurumun başındayım.
Dimmmdik, ama dimdik bir yamaç. Sağ tarafımdan aşağısı deniz. Denizi görüyorsun uzaktan. Dalgaların sesi de geliyor. Anlık bir mola verip o sesi içine çekiyorsun. Hani burası cennet mi dersin ya kendine...
Evet yahu, cennet.
Gözün açıkken gördüğün cennettesin.
Devam etmen gerek. Çok durabileceğin gibi bir yer değil. Doğanın sessizliğinin gücü diye diye bitiremiyorum ya size... Ya duyun benim bu cümlemi ne olur!
Sessizlik, doğanın sesi yani, insanı uçuran bir şey.
Güç veriyor sana. Tertemiz bir şeyler giydiriyor üstüne. Kulağından, ağzından burnundan giriyor o hava, içinde kalan tüm insan yapımı zararlı maddeleri terinle attırıp yıkıyor içini dağ kekikleri.
Rüzgar alıp götürüyor uzaklara içindeki acıyı macıyı.
Böyle nasıl desem, hamama gidip kese attırmışsın gibi bir his o dağı inmek veya çıkmak...
İşin teknik kısmı ise daha ilginç.
Likya Yolu Ultra Maratonu’ndan bahsediyorum size.
Şu an Demre’deyim. Dördüncü gün sonu... Toplamda 91,59 km. koştum. Daha iki gün var, üç koşu daha...
Biraz teknik bilgi de vereyim. Şu yukarıda anlattığım kısım birinci gün, biz 6G’cilerin -yani organizasyon tarafından eşyası taşınan, yemeği sabah akşam verilen grup- parkurunu bitirdikten sonra, ultra maratoncuların devam ettiği kısımdı. Ben o gün onlarla devam etme kararı almıştım. 19 km’mi bitirip 36 km’ye tamamlayacaktım ve 10 saat sınırı vardı. İlk kısımda 5 km kadar kaybolunca hesaplarım şaştı tabii.
Neyse.
Ultracıların peşine takılıp koştuğum kısım yüzde 43 eğim olan kısımdı. Ortalama eğim zaten yüzde 10’du. 1932 metre tırmanış, 1505 metre iniş vardı.
Hayatımda yaşadığım en acayip duygulardı orayı bir başıma aşabilmek. 9 saat 40 dakikada geldim finişe.
Kendini aşmak denilen şey bu.
Korkularını alıyorsun, hop bir sepete atıyorsun o anda.
Diyorsun ki, şu koca dağlar, kayalar, sen sakin, dingin ve kararlı olduğunda bir çeşit anne kucağı. Ondan korkma.
Nitekim ayağını bastığın kaya inan bana insan yapımı her türlü betondan güçlü. Binlerce, milyonlarca yıldır orada. Kökü sonsuz.
Ağaçların gölgesi her insan yapımı dandik plastik malzemeden bin kat daha iyi serinletiyor seni.
Yolda karşılaştığın keçi boynuzu ağacından topladığın keçiboynuzları en inanılmaz enerji kaynağın oluyor.
Azmakların buz gibi suları en baba kas gevşeticiden, ağrı kesiciden de iyi geliyor bacaklarına, dizlerine.
Kendini dünyanın olduğu günden beri olana teslim etmek hissi var ya... Offf inanılmaz bir güven.
Güvenmek, güvenebilmek bu ülkenin en çok eksikliğini duyduğu şey ya... Aha... Al sana işte.
Bu ülkenin en güvenilir şeyi doğası.
Hiç yalanı dolanı yok.
Düşünsene savaşlar, depremler geçirmiş. Taş gibi duruyor her şey.
Bastığın her yer güven duygusu.
Sırtını dayadığın dağ da, kaya da...
Ve işin içine ne zaman insan yapımı bir şey giriyor bu ülkede, al sana şüphe.
Can güvenliğin inan bana doğada gizli. Çok aşırı duygusalım, anlayın beni.
Likya Yolu insanı garip bir hale sokuyor sanırım.
Milyar duygu yüklüyüm.
Bir de bu organizasyonun alnından öpesim var.
Her türlü koşulda her birimize gösterdikleri ihtimam var ya, yeri gelir anandan babandan göremezsin, öylesine candan ve halden anlayan...
Sporcu insanların dünyasında sonsuz bir mutluluk var aslında.
Güven var. Sağlam kafalar ve sağlam bedenler var.
Cinsiyetlere, ıvır zıvırlara kafa takmalar filan yok...
Uzatacak mecalim de yok..
Koşacak iki günüm, aşacak dağlarım, varacak kıyılarım var...
Yonca
“Likyalı”
Yonca notu: Ahmet Hakan’a kurulan tuzağı ve başına gelenleri herhalde duymayan yoktur. Üzüntüm büyük. Çok büyük. İnsanın gücünü, aklını, tüm yetilerini konuşarak anlaşmak yerine kalleşliğe, faşistliğe, şiddete kullanması ne acıklı, ne aciz bir durum. Saldırıyı yapanlara ve o kafalara acıyorum.
Ahmet Hakan’a büyük geçmiş olsun. Yazarın ve gazetecinin gücünden, düşünceden korkmayın. Pusu kurandan, kurabilen zihniyetten korkun. Tarihte düşündüğünü, hissettiğini, inandığını yazmaktan vazgeçmiş yazar yok. Korkup kaçmış, kendini yok etmiş, faşist politikacı hikayesi çok...
Paylaş