Her müzik, her rakı, her tını, her sokak, her manzara...
Her kavun, her domates...
Her ince belli çay, her sade Türk Kahvesi...
Her zeytinyağına bandırılmış o ekmek...
Her zeytin...
Her simit...
Her kuş, her ağaç...
Adadım da!
Eğer bir gün bu ülkede her 18 yaşını doldurmuş insan “Hayatımda 1 kere maraton koşmayı denemek isterim” diye aklından bile geçirirse, hayal etse... “Ölsem de gam yemem!” diyeceğim.
Maraton bir TV programı değildir.
En güzel hayat dersidir.
Ayrımlar yok olur maratonda. Tanımadığın herkesle arkadaş olursun.
Önyargılar sonlanır, tarih olur, biter maratonda.
Cinsiyetler, dinler, renkler önemini yitirir.
Paris Maratonu’nda TEGV’e bağış yaptığı için 42km 195metre maraton koştum. Şirket yaptığı bu bağışla, TEGV’de 285 çocuğun eğitimine katkı sağladı. Türkiye’de hayalini kurduğum bir ilke de yine onlar sayesinde adım attım. İlk defa bir şirket bana geldi ve “Gel sen bizim için şu maratonu koş, biz de senin adına bağış yapalım” dedi. Evet bu bir ilkti. Devamı da geldi.
Nilfisk Türkiye... Benim için bu Danimarkalı şirket, “sihirli süpürge üreticisi”. Hem kelimenin tam anlamıyla mucizevi dayanıklılık ve güçte süpürge üretiyorlar; hem de Runfire Cappadocia Ultra Maratonu’nda Toplum Gönüllüleri’ne yaptıkları bağışla 200 gencin hayatına değdiler.
Nilfisk Türkiye de bir ilke imza attı. Beni Facebook’tan bulup “İlk koşacak olduğunuz yarış için bağışçınız olmak istiyoruz!” diyen ilk şirket oldu. Sosyal medyanın sosyal sorumluluğa vesile örneğidir yani.
MOTAŞ (Mobil Oil Türkiye): Geçen sene İstanbul Maratonu’nda koşuyorum diye TEGV’e yaptıkları bağışla 340 çocuğun eğitimine katkı sağlamaktan öyle mutlu oldular ki, bu pazar koşacak olduğum İstanbul Maratonu’nda 42km 195metrelik maratonum için ikinci kez TEGV’e bağış yaparak TEGV Van Erciş Adım Adım Öğrenim biriminin 1 yıllık işletme masraflarını da karşıladılar. MOTAŞ, kurumsal bağış konusunda “kazan-kazan” durumuna “sürdürülebirlik” örneği açısından bir ilktir.
Bu şirketlerin ortak güzelliği, koşuyla farkındalık konusunda ileri görüşlü olmaları. Türkiye’ye bu fikri ilk getiren ve yayan ADIM ADIM’ın “Yardımseverlik koşusu” olgusunu destekleyerek, spor aracılığıyla farkındalığa önem vermeleri. Başka şirketlere ilham kaynağı olmaları dileklerimle...
Ben koşmaya dünden hazırım efenim!
Bilgi ve ilgilerinize...
Ona herhangi bi konuda engel olmak imkansızdı zaten.
Kafaya koydu mu, tamamdı.
Karar verdi eylülde, kasım oldu ve gitti işte... Gönlümden bir yıldız daha kaydı “pıt” diye.
* * *
Babamın amcasının oğluydu Hüsnü Amca.
Emmioğlu...Özel bir adamdı.
O kadar zeki, inatçı, bilgili ve mizah dolu bir insan da az ve özel olur ya hep zaten.
Hemen merhamet duygusu devreye giriyor. Oysa sosyal sorumluluk ve sivil hareketler konusunda merhametten öte bilinç ve farkındalık gerek.
“Gel şu gençler için bir şey yapalım!” dedin mi, etrafını harekete geçirmek için kırk takla atıp bin türlü gerekçe sayman gerek. (Gerçi ben gençlerimiz için takla da atar, 4444 değer gerekçe de sayarım ama, koşmayı tercih ettim:)
Bir gence şu konuda yardıma ihtiyaç var dediğinde, o genç o konuda çalışmaya ve destek vermeye hazır.
Yeter ki imkan ve şans ver!
Toplum Gönüllüleri Vakfı bunu yapıyor işte.
Gençlerle, hem kendileri hem de toplumdaki her hassas konu için bir şey yapma şansı veriyor.
Gençlerin TOG’la yaptığı çalışmaların önemini kavramanız için o konularda bir sorunun başınıza gelmeMEesini dilemeliyim belki de.
Ben ancak sonlara doğru ağladım. Ama kuzenim Damla öyle çok ağlıyordu ki, o da gözlerini kaybedecek sandım! Filmden çıkınca, bir daha şarap içtik ve üzerine bolca felsefe patlattık.
Herkes Beren Saat ve Uğur Yücel’den bahsediyor. Müthişler.
Ben ciddi ciddi Beren Saat fanıyım zaten. Düşünün üçüncü seferdir “Fatmagül’ün Suçu Ne?” seyrediyorum... Hâlâ!
Artık onun oyunculuğunun iyiliğine şaşırmaz olduğumu fark edip kendime kızdım.
“Yabancı” oyuncular gibi Beren Saat. Her role bürünüyor.
Uğur Yücel dediniz mi, akan sular durur. Sesine, yüzüne, oyununa hiç doyamadığım insan. İçinde olduğu her işe hastayım.
Ama Benim Dünyam’ı izlerken esas Melis Mutluç’a, yani Ela’nın küçüklüğünü oynayan kıza bir başka hayran olduk.Uzunca süre, daha önce nerede izlediğime takıldı kafam. Sonra filmi izlerken acaba gerçekten görmüyor mu diye içimden geçirdim. Melis süper oynamış. Çok alkışlamak gerek Melis’i!
Bugün tarihi bir gün.
Kadınlar için, hepimiz için.
Ülkemizdeki her insan için tarihi bir gün.
Tarihe geçen bir gün.
Her konuşmayı (henüz) dinleyemedim.
Ama Şafak Pavey’in konuşmasını eve geldiğimden beri 5 kere dinledim, izledim. Konuşmasının her kelimesini ezberlemek istedim.
Yüzündeki gülümsemeyi, kendinden emin duruşunu, kelimelerindeki emek ve özeni, anlattıklarının insanı ne kadar acıttığını ve düşündürttüğünü…bin kere dinlesem doyamam.
Kadın madın değil mesele, bir insan olarak her şeyi, ama her şeyi, nasıl da o kadarcık zamanda gümbür gümbür ifade ederken bu kadar sakin ve doğru olabildiğini beynime, bünyeme, kalbime kazımak istedim.
Dubai’de adım başı Dubai Expo2020 reklamı var. Şehirde bazı duvarlara grafitiler yapıldı. Görünce gözlerime inanamadım.
Sahil yolunda 1 km boyunca yapılmış şahane grafiti, neden Dubai Expo2020’ye aday, onu anlatıyor.
Kafamızı nereye çevirsek Expo2020’ye dair bir şey görüyoruz.
Gazetelerde her gün haber var. Ama her gün. Televizyonlarda da haber var. Reklamlar gani gani.Okullarda çocuklar, plajda insanlar, çölde develer konuşuyor Expo2020 hakkında.Yerel halkın evlerinin kapılarında pankartlar, bayraklar, arabalarda etiketler, sokaklarda, AVM’lerde afişler.
Yani bilmem anlatabiliyor muyum Dubai kendini nasıl çılgınca bu olaya adamış durumda.
Gelelim İzmir’e...
Basit bir örnek; arkadaşlarıma soruyorum neler oluyor diye, kiminin haberi yok. Kiminin umurunda değil. Kimi bu tantanayı anlamsız buluyor. Şöyle ağız dolusu bir haber veren yok. Pek ilgilenmiyor gibiler.