Paylaş
Her müzik, her rakı, her tını, her sokak, her manzara...
Her kavun, her domates...
Her ince belli çay, her sade Türk Kahvesi...
Her zeytinyağına bandırılmış o ekmek...
Her zeytin...
Her simit...
Her kuş, her ağaç...
Ufku görebildiğim her an...
Her gün doğumu, her dolunay...
Denize çıkan her yol...
Her mavi her yeşil...
Her Cem Adrian “Tanrının Elleri”, “Bana Özel” çalışı...
Her lüfer...
Her çekirdek...
Her biri ayrı ayrı ve hep beraber mi etkiler beni!
Sürekli!
Bende duygu kontrol bozukluğu var. Böyle bir sendrom varsa yani bende var.
Öyle bir etkileniyorum ki yaşadığım şeylerden, içinden çıkasım da gelmiyor. Ezile büzüle, sürüne sürüne yaşamasını seviyorum o duyguları. Durduk ve hiç olmadık yerde ağlıyorum sırf o dakika hiç beklemediğim anda çaldı diye o şarkı ve tam da o sırada 4 martı birden uçtu diye gözümün önünden...
Her elime aldığım 4’e varıyor, her şey bir şekilde mucizeye bağlanıyor...
Ama ben istiyorum ki herkes ben kadar etkilensin o andan, o şeyden.
Herkes dursun. Hayatta o an o şeyden daha önemli bir şey olmasın hiç kimse için.
En hızlı şekilde yaşanan en hararetli zevki bile durdurmak geliyor içimden.
Durduruyorum elimden gelince.
Duralım bir orada öyle.
Öylece duralım.
Bitmesin her şey hemencecik.
Keyfi sürsün.
Can daha çok çeksin. Kıvranayım ben o anın güzelliğinden. Abarta abarta perişan olayım.
Hiç unutmayayım asla o anı. Ama şöyle; o anda olan sahnede her ne varsa dip bucak hatırlayayım.
Seslerden sözlere, havanın kokusundan sokağın sesine.
Belki de ondan seviyorum hatıraları. Delice saklıyorum, kazıyorum hepsini beynime. Durduk yerde bir şekilde çıkarıp deşmeyi de seviyorum hatıraları.
Küçükken de böyleydim. Sandıkları, çekmeceleri karıştırırdım. Albümleri, eski fotoları çıkarır bir bir anılarını dinlemek isterdim. Sonra o anı da anı gibi kaydederdim.
Bazen bir şeyleri sırf anısı olsun diye abartabiliyorum.
İlla damardan yaşayayım yeter.
Koşuları da öyle yaşıyorum. Gittiğim o yolu da öyle kazıyorum beynime.
Duygusallık iyi mi kötü mü anlamadım.
Denge filan diyorlar. Dengeli olmak gerekiyor ya illa... Ay çok sıkılıyorum bu gereken şeylerden. Bir ara ne çok uğraştım kendimle anlatamam. Doktorlara git, kendini deş Allah deş. Sürekli hatalarınla yüzleş, sürekli bir düzeltilmen gerek ya hani... Kendini tanı, çöz, yap.
Kime ve neye göre bozuğum ki de düzeleyim?
Çok düşünme diyenler, düşün diyenler...
Takma diyenler, tak diyenler...
Değer değmez tartışmaları...
Şöyle yap böyle yap diyen diyene. Herkesin verecek ne çok aklı var yahu! Ne çok önyargı, yargılama, bilgiçlik taslama!
İnsanlar hep bir kalıba uymak zorunda denge için. Toplum için, onun için, bunun için...
Ya kardeşim belki de ben kendi dengesizliğim içinde bir dengedeyimdir.
Niye illa değişecek bu bünye?
“Kal ulan böyle!” dense ya bir kere de!
Çocukları da kalıba sokmaya, hepsini “aynı” yapmaya çalışıyorlar. Oysa baksanıza, 10 parmağımızın 10’unun da izi başka. Benzersiz ve tek hatta!
Nitekim uzun zamandır uğraşmıyorum kendimle. Oh be!
Özgürüm.
Birilerine göre dengesizlik gibi gelen aşırı duygulanma halim, aşırı abartılı mutlu veya mutsuz olma halimle kalma kararındayım.
Kendim hakkında daha fazla bir şey bilmek de istemiyorum. Eee bildik tamam. N’apcaz şimdi yani?
Başkasını yargılamayı geç, kendini yargılamaktan perişansın yeminle.
Hayalperestim de!
Kime ne yahu, kalacağım böyle abartılı hayallerimin içinde.
Biri bana “Sen nasıl bu kadar çocukluğundaki Yonca’yla aynı kalmışsın ki?” dedi geçenlerde.
Hayatımda aldığım en şahane iltifattı!
Ama içimde bir yerde deprem yarattı.
Büyü diyenlere inat çocuk kalmak kolay olmuyor, olmadı.
Her dediğine “hayır!” diyor büyükler. Hep bir yapma, etme diyenlerle çevrilisin. Yaptıkça da bildiğini; inatçısın, söz dinlemeyensin. Şikayet etme şansın/hakkın yok o yüzden.
Dağlarda çamurlar içinde koşan benle, toplantıdaki topuklu kadın; her ikisi de benim.
2 çocuklu anne de benim, çocuklardan gıcık kapan kadın da!
Yalnızlığı çok seven yaban da benim, dostlarla kalabalık içinde göbek atan da!
Aradaki renkleri sevip uçlarda dolaşan da!
Kalıpları anlayıp sığmayan da benim, kendi kalıplarına takılıp düşen de!
Bu da benim Dünyam.
Benim.
Yonca
“Dingil”
Paylaş