Olay, senin neyi nasıl anlattığın ve o insanın içine nasıl bir duygu ektiğinle alakalı.
Geçenlerde otomobilimi sokakta bir evin önüne park ettim.
Dönüşte aracın camında bir not buldum:
“Bi daha buraya park etme! Özel park yeri!”Notu bırakan arabasını da öyle bir dayamış ki bana, ya ona ya da ancak karşımdaki duvara çarpıp çıkabilirim.
İyice sıkıştırmış beni. Bin manevrayla zar zor çıkabildim.
Park ettiğim yer, evet o evin önü, ama orası upuzun bir sokak.
“Özel mülktür park edilmez” işareti yok.
Ama, vazgeçtim.
1 yıldır ulvi bir mecburiyet olmadıkça televizyon seyretmiyorum. Geçen hafta azıcık hastalanıp yatınca, hasta hasta can sıkıntısından izledim. İzlerken de hayli düşüncelere daldım. Notlar aldım. Onları yazdım.
1- Bir yatak markası reklamında anne-baba arasında yatan koca bir çocuk.
Hâlâ mı bu kadar hassas bir konuda bu kadar özensiziz? Kadın hakları diyoruz, erkek çocuk yetiştirmenin önemi diyoruz, kız-erkek fark etmez bağımsız bireyler yetiştirmekten bahsediyoruz; ama günde bilmem kaç kez o reklamda o koca çocuk anne babasının arasında o yatakta yatıyor işte.
Hep beraber dikkat etmeden, özen göstermeden nasıl olacak bu? Televizyon gibi güçlü bir kitle iletişim aracıyla insanlarımıza verdiğimiz mesajlara dikkat edelim dilerim. Aileye hitap eden reklamlarda psikolojik danışmanlık almak ne kadar çok şey değiştirir...
2- Bitmek, tükenmek, durmak ve mola vermek bilmeyen bir Cumhurbaşkanı sesi, söylevi, sövmesi, kızması, bağırması. Nereyi açsan, nereye baksan her yerde ve devamlı. Ömrü hayatımda hiçbir Cumhurbaşkanı’nın bu kadar yoğun ses ve görüntü bombardımanına uğramamıştım. Bir ara kâbus gördüğümü sandım. Aşırı ve yüksek dozda bunaldım.
3- İzmir’de sele kapılan aracını kurtarmak için kendini akıntıya bırakan vatandaşa muhabir sordu: “Ne hissettiniz?” Vatandaş, “Ölüyorum sandım. Çok korktum. Benim arkamda eşim, çocuğum, borcum var” dedi.
Kadınların yaklaşık 3’te biri 19 yaş altında evleniyor.
15-29 yaş arası genç kadınların yüzde 52’si ne çalışıyor ne de okuyor. 15-29 yaş arası kadınların eğitimde en az süre geçirdiği ülke Türkiye!
30 genç kadından 7’si kafeye, pastaneye, gezmeye, tozmaya gidemiyor. Bu 7 genç kadından 4’ü ailesinden, eşinden, sevgilisinden izin alamadığı için bunları yapamıyor.
Kadınlara resmen sokağa çıkma yasağı var yani bu ülkede!Bütün bunlar, Türkiye’de Gençlerin Katılımı Araştırması, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2013 araştırmasından bazı alıntılar.
Genç kadınlar bedenlerinden, üreme sağlığı ve cinsel sağlık haklarından habersiz. Okula gitmesi engellenen kadınlar, gidebildiklerinde de okullarda bu eğitimi almıyorlar.
10 kadından sadece 5’i bebeğin geliştiği üreme organını biliyor. Gebeliği önleyici yöntemlere erişemiyorlar. (UNFPA raporu)
Her yer taciz her yer şiddet
Genç kadınlar, kentte ve kampüslerinde sıklıkla sözlü/fiziksel taciz ve tecavüzle karşı karşıya kalıyorlar. Taciz ve tecavüzlerin failleri diğer erkek öğrenciler, öğretim görevlileri ya da üniversite dışından erkekler olabiliyor. 2014 yılı verilerine göre, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsel tacizin yüzde 13’ü okul ve dershanelerde gerçekleşti. (Erkek Şiddeti Çetelesi, Bianet, 2014)
Televizyonda, sosyal medyada, gazetelerde, her yerde.
Birçoğu doktor değil; ama doktorlardan daha doktor demeçler, daha koyu harflerle tavsiyeler veriyorlar insanlara.
Ağzım açık dinliyorum.Nasıl diyorum, nasıl bir cesaret bu? Buna nasıl izin, imkan ve prim verilebiliyor?
Bu kadar basit mi her şey?
Sırf sıfatın ünlü, bedenin güzel ve “fit” olduğu için, sağlıklı sayılabilir misin?Ben mesela çok uzun süre çok “fit” görünen bir sağlıksızdım.
Ünlü olduğun için doktorculuk oynayabilir misin peki?İnsanların ne yiyip ne içeceğine, hamileyken ne yapacağına, neyin kime iyi/kötü geleceğine dair bu kadar rahat konuşabilir misin?
Nasıl yapabilirsin?
“Engelimiz bize engel değil” diyor ya, şahidim, aynen öyle!
Engel kelimesi onun için aşılmak için bir tepecik sadece. Verin engeli aşsın.
“Engeller aşılmak, sorunlar çözülmek içindir” demesi de bu yüzden zaten.
Aşıyor, çözüyor.
“Yaşamı sevmek için yürek, başarmak için emek gerek” diyor ya, işte bu cümleyi alıp çerçeveleyip ülkenin ta tepesine asmak istiyorum!
Ya da hapını yapmak içtiğimiz suya karıştırmak.
Yürek ve emek kadar güzel iki kelime yok.
Neredeyse bayramlıklarımızı giymediğimiz kaldı. O kadar özene bezene hazırlandık.
Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun “Yasaklar”ına gideceğiz. Beyoğlu’na...
Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ı canlı izleyeceğim. Nasıl bir heyecan bende!
En sevdiğim ikili. Tiyatrocu olasım da var, nasıl özeniyorum onlara... Çocuğum daha.
Ne o geceki kadar güldüğümü, ne de o geceki kadar korktuğumu hatırlıyorum. O kadar korkulası yasaklarla yüzleştim ki, bunlara nasıl bu kadar güldüğümü anlayamıyordum.
Bir çocuk şarkısının yasaklanması sahnesi mesela...
Evine giden bir sokaktan evine gidememe yasağı mesela... Tatilde tatil yasakları mesela...
Sorumluluğum büyüktü. TOFD Başkanı Ramazan Baş’ı tek başıma iterek koşacaktım.
Bugüne kadar birkaç kere tekerlekli sandalye iterek koştuğum için tecrübem var. Ama hiç tek başıma itmedim.
Parkurun ilk 10km düz ve asfalt olduğu söylenmişti. Hedefim en fazla 10km koşmak olduğundan olur bu iş dedim. Ramazan Bey’in tekerlekli sandalyesinin koşuya uygun olacağını sanıyordum tabi.
Yarıştan bir gece önce sandalyenin koşuya uygun olmadığını anladığımda biraz gerildim. Ramazan Bey’in kendini bu sandalyede rahat hissettiğini söylemesi akan suları durduran en geçerli nedendi.
Ama starta çok az zaman kala ilk 3.5km’nin Arnavut kaldırımı olduğunu, daha ilk km’lerden uzun yokuşların beni beklediğini öğrendiğim an, başımdan aşağı kaynar sular indi.
Ramazan Bey’e yansıtmak istemedim; ama bunları bilsem, ona göre itici takım kurardım, böyle bir sorumluluğu yalnız almazdım diye düşündüm. Düşündüm ama, düşünmek için artık çok geçti.
En bildiklerinizden başlayayım önce.
Gülben Ergen.“Çocuklar Gülsün Diye” anaokulu açmaya başladı. Hemen hemen her ay, Gülben ve ekibinden mesaj geliyor, “Gelecek ay şurada bir yuva daha açıyoruz, Yonca gelme şansın var mı?” diye. Bu haberi almak beni benden alıyor! Biliyorum ki orada bir yerde çocuklar gülecek evet.
Kaç tane çocuğun hayatına dokundun bir dökümünü versene diyeceğim, bir denk gelmedik. Binleri geçmiştir eminim.
Ünlüsü ünsüzü birçok insan, kimi basının önünde, kimi medyatik olmadığı için daha sessiz bir şekilde bu ülkede neye ihtiyaç varsa, neyin canı yanıyorsa onun elinden tutmak için uğraşıyor.
Bilim Kahramanları mesela.
Ne kadar zor bir uğraş veriyorlar sponsor, destekçi bulmak ve bilimi toplumun odak noktası haline getirmek, gençleri erken yaşta temel bilimlere çekmek, gençlerin takım çalışması becerilerini artırıp toplumsal sorunlara çözüm üretme zevki aşılamak, genç bilim insanlarını öne çıkarıp yüreklendirmek, zaman içinde fikirlerin katma değerli üretime dönüşmesinin yollarını açmak, geleceğin bilim insanlarına, mühendislerine, etkin girişimci, duyarlı vatandaşlarına ilham vermek için.
Bütün bunları kimi zaman 4-5 kişi ile 100 kişi arasında değişen bir gönüllü ordusuyla yapıyorlar hem de. Madenci Hamzacık Köyü’ndeki Nizamettin’i dinleyin videosunun linki bu, daha iyi anlarsınız.