Paylaş
Ama, vazgeçtim.
1 yıldır ulvi bir mecburiyet olmadıkça televizyon seyretmiyorum. Geçen hafta azıcık hastalanıp yatınca, hasta hasta can sıkıntısından izledim. İzlerken de hayli düşüncelere daldım. Notlar aldım. Onları yazdım.
1- Bir yatak markası reklamında anne-baba arasında yatan koca bir çocuk.
Hâlâ mı bu kadar hassas bir konuda bu kadar özensiziz? Kadın hakları diyoruz, erkek çocuk yetiştirmenin önemi diyoruz, kız-erkek fark etmez bağımsız bireyler yetiştirmekten bahsediyoruz; ama günde bilmem kaç kez o reklamda o koca çocuk anne babasının arasında o yatakta yatıyor işte.
Hep beraber dikkat etmeden, özen göstermeden nasıl olacak bu? Televizyon gibi güçlü bir kitle iletişim aracıyla insanlarımıza verdiğimiz mesajlara dikkat edelim dilerim. Aileye hitap eden reklamlarda psikolojik danışmanlık almak ne kadar çok şey değiştirir...
2- Bitmek, tükenmek, durmak ve mola vermek bilmeyen bir Cumhurbaşkanı sesi, söylevi, sövmesi, kızması, bağırması. Nereyi açsan, nereye baksan her yerde ve devamlı. Ömrü hayatımda hiçbir Cumhurbaşkanı’nın bu kadar yoğun ses ve görüntü bombardımanına uğramamıştım. Bir ara kâbus gördüğümü sandım. Aşırı ve yüksek dozda bunaldım.
3- İzmir’de sele kapılan aracını kurtarmak için kendini akıntıya bırakan vatandaşa muhabir sordu: “Ne hissettiniz?” Vatandaş, “Ölüyorum sandım. Çok korktum. Benim arkamda eşim, çocuğum, borcum var” dedi.
Kalakaldım.
Eş, çocuk, borç!
Borç, bir çocuk gibi ailenin üçüncü ferdi. Geride bırakmaktan korktuğun canın kadar içine işlemiş, borç...
4- Dizilerde erkek çocuk sahibi olmaya yapılan aşırı vurgu, ünlem ve alkış.
Hâlâ mı? Bunca STK, bunca insan boşuna mı çabalıyor kız çocuklarının bu toplumdaki yeri için?
Yapımcı, senarist, oyuncu buna nasıl destek vermez? Hâlâ bu acizlikten prim yapmak kabul edilemez. Bunu bu ülkenin kız çocuklarına, çocuklarına yapmayın lütfen. Elinizde müthiş bir güç var. İnsanları hipnotize ediyorsunuz resmen. Bilinçli olun, bilinçlendirici olun. Yapımcı, senarist, oyuncu birlik olsun. Erkek çocuk “verme” vurgusuna dur densin. Oyuncu da o replik, o sahne gelince tavrını koysun dilerim.
5- Ünlülerin, spikerlerin ekrandaki tipleriyle gerçeğinin arasındaki fark inanılmaz. Çıtı pıtı ufacık tefecik birisi kocaman oluyor ekranda. Şaştım kaldım.
6- Erkek konuk ağırlayan kadın programcının, o adamı yıkama yağlama övmelere doyamaması coğrafyası burası net. Yok böyle “erkeği” el üstünde tutma durumu. İçimize işlemiş ve kanıksanmış gibi. Benimle birlikte izleyen başkalarına öyle gelmedi. Ben söyleyince fark edildi. Uyuşmuşuz korkarım.
7- Hangi magazin programıydı şu an hatırlamıyorum ama; Sinan Akçıl’ın sözüm ona “her şey ilham için” bahaneli özrü kabahatinden beter aşk oyunlarının iç yüzü ortaya saçıldı. Aşkı kullanmak iyi değildir yahu. Aşkı böyle kullanıp harcayan, kalp kıran insanlar ne işlerinde, ne de kalplerde kalıcı olabilirler. Ne kırıcı...
8- Reklamlardaki beyin yıkama bombardımanı isyan ettirdi! Kimyasallar nasıl da masum sunuluyor sürekli. Yahu kimyasal bu adı üstünde! Doğal değil, doğadan değil. Fayda zarar dengesine azıcık dikkat.
İnsanımız kendini bunca kimyasalla temizliğe vereceğine, iki gıdım doğal hobi edinse, çıkıp arkadaşıyla sokak ortasında sohbet etse, 10 dakika yürüse, çiğdem çitlese razıyım; memleketin hem kafası hem bedeni hem de doğası kurtulur. İki reklam başı hijyen kelimesini duymaktan hijyenim kaçtı!
Gidip kendimi yerlere atıp sürünmek ve öyle kalmak istiyorum.
Hayatımda hiç bu kadar temizlik yapan, aklını bu kadar temizlik ve hijyenle bozmuş ve yine de devamlı bu kadar hasta olan bir ortam görmedim.
Kirlenmek güzeldir diyerek bitireyim diyeceğim; ama takan kim!
Sen bas kimyasalı hâlâ daha bas bas...
9- Bunlar... Bunlar... Bunlar...
İktidar muhalefete “bunlar” diyor. Muhalefet iktidara “bunlar” diyor. Ne iktidar ne muhalif olan da kalanlara “bunlar” diyor. Okur bana “bu” diyor. Okur bizlere “bunlar” diyor. Komşu karşıya “bu” diyor.
Herkes birbirine “bu” diyor.
Ne üzücü, ne kaba, ne kadar öfkelendirici, yıkıcı bir söylem. Cansız, adsız, varlık yerine bile konmayan “bunlar” olduk çıktık hepimiz, her birimiz.
Bu kadar kolay söylenip bu kadar umursanmamasına mı, yoksa al birini vur ötekine dedirten söylem benzerliklerinin dayanılmaz ağırlığına mı, neye üzülsem bilemem. Ben kimseye, “bunlar” diyemem.
10- Seçim konuşmaları sırasında kullanılan “diller” de çok düşündürücü. Bir aday öyle cümleler kuruyordu ki, ancak sosyoloji profesörü anlar söylediklerini. Oysa acilen anlaşılabilir olmak gerek. Rakip aday sen ne dersen de sürekli dinden, imandan, inançtan dem vurup duruyor. Pek bir şey demiyor ama hassas yerden vurup kitliyor. Kimi seçmenin inancıyla sınandığını sandığı, ekonomisinin sıfırlandığı, borçla ve eğitimsizlikle sisteme köle edildiği bir ortamdayız. Bunları bile bile sen karşısında fazla “sofistike” cümlelerle üstten bakan bir edayla konuşmaya kalkarsan acaba o oy kime gidecek?
Anlaşılabilir olmak da mümkün. Çok acilen hem de.
Bazen gerçeklerimize bu kadar uzak olmamıza, bazen de bildiğimiz gerçekler için bile somut el ve gönül birliği yapmayıp sonrasında da hayal kırıklığına uğruyor olmamıza daha çok şaşırıyorum.
Yonca
“tane tane”
Paylaş