20 Mart 2011
AKP ne diyordu?<br><br>Analar ağlamasın. *
CHP daha açık ifade etti:
Kaçanın anası ağlamaz.
*
Kaçarsan, yırtarsın...
Bedelli askerlik budur.
*
İşi olana...
Evli olana...
Parası olana filan çıkmıyor.
Kimse kimseyi yemesin.
Kaçana çıkıyor bedelli.
*
Sektirmeden vergini öde mesela, primini
yatır, emlak gelirini
beyan et, tek kuruş kolaylık bile sağlamazlar... Ama, vergini kaçır, primini boşver, gelirini sakla, ödüllendirilirsin adeta... Bankada parası olanları inek gibi sağarlarken, parasını yurtdışına kaçırana af çıkarmadılar mı?
*
Bırak kırmızıyı, sarı ışıkta geçmemek için dikkat kesilirsin, ha bire yolunu kesip evraklarını sorarlar... Çatır çatır trafik suçu işleyip, üstüne cezasını ödemeyenleri tek kalemde affettiler. Elektrik, su faturanı koşa koşa ödersin... Ben keriz miyim diyenlerinkini, sildiler gitti.
*
Bilinçli sistemdir...
Vatandaşını defolu
hale getirir.
Ki, defoluya hesap sormasın.
*
(Arkadaşları gecesini gündüzüne katıp, kafa patlatırken... Sınav günü dahil, kızlar kahvesinde takılıp, bir değil, iki üniversite affıyla diploma alan öğrenci müsveddesinin
satırlarıdır bunlar.)
*
Bakınız, Orhan Aslıtürk... Naylon fatura. Hayali ihracat. Bilmemkaç sene hapsi isteniyordu. Vınn... 13 sene beyler
gibi araziye uydu. Zamanaşımı doldu. Geldi. Tebrik edip, bıraktılar.
*
Bu 13 sene zarfında, faturada katakulli yapmadığı, çekini günü gününe ödediği, kanunlara uygun olarak çalıştığı için... İflas eden, yuvası yıkılan, canına kıyan işadamı sayısı kaçtır? Patronu düzgün adam olmakta ısrar ettiği için, işsiz kalan insan sayısı... Kimin umurundadır?
*
Ya Hizbullahçılar? Her sabah imza vereceksiniz dediler, imza vermeyenler uçtu, her sabah efendi gibi imza vermeye geleni, tutukladılar... Ağlıyor şimdi, benim ne suçum var diye... Daha ne suçun olsun birader? Kaçtın da kovalayan mı oldu? Kaçmıyorsan, var bi sebebi!
*
Asıl mevzuya dönersek...
*
Sen boğazından kesip ev taksidini öderken, orman arazisine kurulanın sırıtmasıdır, bedelli... “Ver tapumu, al oyumu” diyen gecekonducunun, “ver tezkeremi, al oyumu” versiyonudur.
*
(Nasıl olsa bana giren çıkan yok, müşterisi de çok, savunabilirdim. Veya, ıskalayıp, hiç yazmayıp, suya sabuna dokunmayabilirdim. Özetle, vatandaşlık görevlerini hakkıyla yerine getirenleri, ekstra keriz yerine koyabilirdim ama... Böyle gelmiş böyle gitmez. Gitmemeli.)
*
Kızmaca darılmaca yok.
*
Bir defalığına çıkıyor, 1983’ten önce doğanları kapsıyor diyorsan... Sen onu benim külahıma anlat... 82’liye çıksın, 83’lüye albay rütbesi bile versen, gitmez, bekler. Başka seçim mi yok?
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2011
Çanakkale’deyim.Alışverişte...
Top mermisi aldım bu sene.
Kovan aslında.
120 milimetre çapında.
İngiliz malı.
50 lira istedi köylü.
10 liradan açtım kapıyı.
5 can mı aldı patladığında?
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2011
“80 ihtilali öncesi...Hacıhüsrev. Çocuğum o zamanlar.
Devrimci abiler vardı, hava karardıktan sonra cami duvarına yazı yazıyorlardı, ellerinde koca koca Marshall boya kutuları olurdu. Geceleri onları beklerdim, gizli gizli seyrederdim. Bi gece gördüler beni, ne arıyorsun lan burda deyip, çıkıştılar. Ben de onlara, boyanız bittiyse boya kutularınızı istiyorum dedim. Niye diye sordular. Darbuka yapacağım abilerim dedim. Gülüp gittiler. Ertesi sabah, camiye benim için darbuka bırakmışlar. Bakırdan, kocaman, güzel bir darbuka... Sonraları sordum o boyacı abilere, kim bıraktı diye... Mahir Çayan’ın emriyle aldıklarını söylediler. O söylemiş arkadaşlarına, çocuğa darbuka alınsın diye... Allah rahmet eylesin, ilk darbukamı Mahir Çayan almıştı yani... İlk gerçek darbukam oydu.”
Kim bunları anlatan?
Balık Ayhan.
Mahir Çayan?
Devrimci öğrenci lideri.
İsrail’in İstanbul Başkonsolosu’nu kaçırdı, evi basıldı, yaralandı, yakalandı, Maltepe Askeri Cezaevi’nden kaçtı, Ünye radar istasyonunda çalışan iki İngiliz, bir Kanadalı teknisyeni kaçırdı, karşılığında Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un bırakılmasını istedi, Tokat’ın Kızıldere Köyü’nde oldukları tespit edildi, baskın yedi, alnından vurularak öldürüldü.
Gel zaman git zaman...
Mahir’in darbukası, gariban roman çocuğunun hayatını değiştirmişti. İdealist motiflerle bezenen öykü, Mahirlerin kelleyi koltuğa aldığı dönemlerde araziye uyan entel dantel takımının malzemesi oldu. Mahir’i sokakta görse tanımayacak tipler, romantik manzumeler döşendi. İdealist cenazeler, alabildiğine sömürüldü. “Kardeşim saçmalamayın, dümbeleklik yapmayın” diyenlerin itirazları “ırkçı”lıkla suçlandı. Balık da, işi ilerletmiş, “müzik değil, felsefe yapıyorum” filan demeye başlamıştı. Velhasılıkelam...
Balık Ayhan, Balık Ayhan oldu.
Gel zaman git zaman...
AKP geldi, açılım yapıldı.
Devrimci romantizm...
Roman’tizme dönüştü.
Başbakanımız “kırmızıyı severler, birbirini överler” dedi. “Birbirini överler” lafını duyan Kiboş, dayanamadı, “çuk yakışıklı adamsın, üstüne tanımam anacım” dedi. Faytoncular Derneği Başkanı ile Kırkpınar cazgırı Pele Mehmet’in manilerinden sonra sahneye çıkan Balık Ayhan, noktayı koydu: “Sen adamın kralısın, kasım kasım Kasımpaşalısın!”
E haliyle...
Siyasete kulaç attı Balık.
AKP’den mebus adayı oldu.
Olunca ne oldu? Şu oldu...
Yıllar önce “ilk darbukamı Mahir Çayan aldı” diye röportaj verdiği gazeteye, gene röportaj verdi: “Hayatım roman olur. Hayatımın film olması için yazdığım senaryolar var. Hatta, ilk darbukamı Mahir Çayan aldı diye yazdım, herkes gerçek sandı. Oysa senaryoydu!”
Atasın palavracıkları...
Kafalayasın medyacıkları.
Enteller alkışlarken...
“Beni Mahir abi yarattı.”
Takunyalılar alkışlarken...
“Mahir filan tanımam anacım.”
U dönüşünün böylesi...
Milletvekili olsun Balık.
Hatta Kültür Bakanı olsun!
Yazının Devamını Oku 17 Mart 2011
Görünen o ki... <br><br>Son yıllara damgasını vuran tarihi davaların referandumu gibi olacak. *
Gazeteci Mustafa Balbay...
Ergenekon’dan tutuklu.
CHP’den milletvekili adayı.
*
İşadamı Sinan Aygün...
Ergenekon’dan girdi, çıktı.
Tutuksuz yargılanıyor.
CHP’den milletvekili adayı.
*
Savcı İlhan Cihaner...
Ergenekon’dan girdi, çıktı.
Tutuksuz yargılanıyor.
CHP’den milletvekili adayı.
*
Korgeneral Engin Alan...
Balyoz’dan tutuklu.
MHP’den milletvekili aday adayı.
*
Hâkim Osman Kaçmaz...
Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın
yargılanmasını talep ettiği için,
meslekten ihraç etmeye kalktılar.
MHP’den milletvekili aday adayı.
*
Gazeteci Tuncay Özkan...
Ergenekon’dan tutuklu.
Bağımsız aday olacak.
*
Polis Hanefi Avcı...
Devrimci Karargâh’tan tutuklu.
Partisi belirsiz, kesin aday adayı.
*
Kandil’den gelenler...
KCK davasından tutuklu.
BDP’den milletvekili aday adayı.
*
E Deniz Fenercilerin başı kel mi?
AKP’den aday olsunlar.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2011
Kendi payıma, henüz radyonun bile nasıl çalıştığını anlamış değilim. O nedenle, radyasyon üzerine ahkâm kesecek değilim. Ama şunu görüyoruz... *
Çiçekçilere gidin sorun.
Şu aralar en çok ne satıyor?
Kaktüs.
*
Küçücük saksılar içinde minik boy kaktüsler var ya... Onlar. Kapış kapış.
*
Özellikle banka manka gibi çok sayıda elektronik eşyanın bulunduğu ofislere dikkat edin... Bilgisayarların yanına konuyor. Çünkü, ahalimiz kaktüsün radyasyonu emdiğine inanıyor.
*
Nükleer kocakarı ilacı bi nevi.
Koy bunu, bi şeyciğin kalmaz.
*
Halbuki, internet palavrası bu... Van’da bir öğrenci, liselerarası proje yarışmasına katıldı, “benim tespitlerime göre kaktüs radyasyonu emiyor” dedi, haber internete düştü, çiçekçiler üstüne atladı, tsunami gibi yayıldı. Sanırsın, çocuk Einstein... Okuduğu lise de Princeton.
*
“Delil” olarak, ABD’deki nükleer santralların etrafında kaktüs bulunması gösteriliyor.
*
Kaktüs olmayacak da, ne olacak birader? Elin oğlu nükleer santralı götürüp taaa çöle kuruyor... Bizimkiler gibi, getirip cennetin ortasına kurmaya kalkmıyor! Ne diyeceğiz yani Mersin’e kurulunca... Portakal bahçeleri radyasyona iyi geliyor mu diyeceğiz?
*
Üstelik, ha bire Mersin Akkuyu’yu konuşuyoruz ama, İstanbul’un göbeğinde, Küçükçekmece’de Nükleer Araştırma Merkezi var, küçük de olsa reaktörü var. Fayın üstünde... Gölde yaşam niye bitti? Çekmece sakinleri arasında kanser istatistiği var mı? 1956 teknolojisiyle yapılan ve çalışmaya devam eden reaktör kaldı mı dünyada? Atıkları ne oluyor?
*
Neyse, sıkmayayım canınızı...
Bakın, başbakanımız dün nükleer kazayı yorumladı, duruma o kadar hâkim ki, “risksiz yatırım yoktur, aksi halde evinize aygaz bağlamamak gerekir” dedi.
*
Ha eve tüp bağlamışın...
Ha memlekete nükleer santral.
Aynı yani.
*
Kaktüs koyun bilgisayarın yanına, üstüne de dantel koyun, idare edin.
Yazının Devamını Oku 15 Mart 2011
İbo’yu niye vurdular?<br><br>Anlatayım... *
Uçak işine girdi, hava taksicisi oldu.
Kebapçı zinciri açtı.
Tekstilci oldu, gömlek dikiyor.
Turizmci oldu, otel işletiyor.
Televizyon işine girdi.
Radyocu oldu.
Gazete çıkardı.
Lahmacuncu oldu.
Bi ara siyaset işine girdi.
Manken ajansı kurdu.
Müteahhitlik yaptı.
Piyangocu oldu, Kuzey Irak’ta.
Yoğurtçu oldu, Almanya’da.
Çiğköfteci açtı.
Petrol taşımacılığı işine girdi.
Tankercilik yaptı.
Özel güvenlik şirketi kurdu.
Düğün-sünnet organizasyonu yaptı.
Peynir fabrikasına ortak oldu.
Sosyal tesis işine girdi.
web tasarım şirketi kurdu.
Catering işine girdi.
Otobüsçülük yaptı.
Fotoğraf stüdyosu açtı.
Büfe işine girdi.
Hayvancılık yaptı, çiftlik aldı.
*
Hep para kaybediyordu.
Bu defa canını kaybedebilir.
*
İbrahim Tatlıses’i İbrahim Tatlıses yapan mesleği, meslek olarak görmüyor çünkü.
*
İlla başka iş yapacak.
*
Türkiye’de “ekonomik” sebepler yüzünden başına felaket gelen girişimci tiplerine tek tek bakın... İddiayla söylüyorum, yüzde 99.9’u işinden başka işlerle iş tutmaya kalktığı içindir.
*
Müteahhit tekstilciliğe başlıyor, tekstilci kuyumculuğa dalıyor, kuyumcu turizme soyunuyor, turizmci müteahhitliğe özeniyor. Avukat köşe dönmek için restoran açıyor, doktor voli vurmak için dozer ithalatı yapıyor, tıbbi cihaz işine giren gazeteci var. Geçenlerde bi vatandaş yakaladı sokakta, matbaasına aldığı krediden batmış, faizleri şikâyet ediyordu, necisiniz dedim, arkeolog çıktı, komşusuyla ortak olmuş, komşu emekli albay... Hastalığımız bu bizim.
*
Hepimiz İbo’yuz.
*
Ve, sanırım o nedenle kafadan vurdular... Ki, belki dank eder.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2011
2010 Japon Yılı’ydı.<br><br>Türkiye’de... Japonya Yılı’ydı.
*
Sembolü sakura’ydı.
Kiraz ağacı.
*
Aslında, meyve vermeyen bir tür kiraz ağacıdır... Çiçekleri makbuldür. Ağır ağır açar ama, çok çabuk dökülür. Hem baharı müjdeleyip, hayatın başlangıcını, hem de kısacık ömrüyle, kaçınılmaz sonu simgeler. İki kapılı han’dır yani... Japon kültüründe, gelip geçiciliğe duyulan hevesin, hüznün, faniliğin eşanlamıdır. Japon ruhu’dur aynı zamanda... Kahramanca vuruşup düşen samuraylar, hayatlarını yaprak gibi savuran kamikazeler, sakura’yla özdeşleştirilir.
*
Doğa, insandır özetle.
İnsan, doğa.
*
Japon yılı ilan ettik.
Teşekkür olarak, Türkiye’nin dört bir yanına binlerce sakura fidanı diktiler.
*
Buraya kadar okuyanlar zanneder ki, kiraz’ın anavatanıdır Japonya... Bu mevzularla alakamız “Birader kilosu kaça”dan ibaret olduğu için, bilmeyiz. Kulağa filan takarız, yeriz, çekirdeğini yere tükürürüz, gerisiyle ilgilenmeyiz. Halbuki, dünyanın bir numaralı kiraz üreticisi, Türkiye’dir. Hatta, Japonya’ya kiraz ihraç eden ülkeyiz. Yalova’dan göndeririz.
*
Bakın, Japonya-Yalova falan deyince, aklıma deprem geldi ister istemez...
*
Çünkü, Yalova hem kirazın merkezlerinden biridir, hem depremin.
*
2 bin 500’den fazla insanımızı kaybettik orada... Her iki konuttan biri ya yıkıldı, ya hasar gördü. 16 bin kişi yıllarca prefabrikte yaşadı. Fay hattının kilit noktasıydı Çınarcık... Facianın sembolü Veli Göçer ise, Yalova’da yaptığı kartondan evler yüzünden hüküm giydi.
*
İnsanı doğa’da, doğa’yı insan’da gören Japonya’nın depremlerden nasıl ders aldığını, 8.9’luk kıyamette bile binalarının yıkılmadığını gördük... Peki, ya Yalova?
*
Enerji Bakanlığımız tarafından 67 tane maden arama ve işletme ruhsatı verildi. Bu maden ruhsatları, Yalova ormanlarının yüzde 37’sini kapsıyor. Orman İşletme Müdürlüğü’nün raporuna göre, sıkı durun, 6 milyon 996 bin ağaç kesilecek! Meşe, kayın, kestane, ıhlamur, karaçam, fıstıkçamı, kızılçam, gürgen ve tabii kiraz... 6 milyon 996 bin ağaç kesilecek!
*
Üstelik, söz konusu ruhsatlar, altın, bor filan gibi değerli madenler için verilse, belki kâr-zarar hesabı yapılabilir... Bizzat valilik diyor ki, bu ruhsatlar, değerli madenler aramak için değil, Körfez Köprüsü ve otoyol için gerekli olan taş ve kumu çıkarmak için veriliyor!
*
Uzun lafın kısası...
El âlem, kiraz ağacı.
Biz, keriz ağacı.
*
Hani hep şikâyet ederiz ya,
depreme karşı hiçbir şey yapılmıyor diye... Hiçbir şey yapılmasa, ben kendi payıma razıyım kardeşim... Bari ormanlarımızı ellemeyin de, enkazdan kurtulursak altına çadır kuracağımız bi ağacımız kalsın hiç olmazsa!
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2011
17 Ağustos 1999<br><br>Sabahın 7’si. Çoluğu çocuğu evde bırakmış, yazıişlerindeki haber manyağı arkadaşlarımla birlikte gazeteye koşmuşuz... Sabit telefonlar kesik.
Cepler kaput. Yollar kilit. Viyadükler enkaz. Adapazarı’na gidilemiyordu.
*
Pilot-muhabirimiz vardı; Murat Öztürk... Ne idüğü belirsiz abuk sabuk tipleri gazeteci zanneden Türkiye farkında değildir ama, dünyanın en önemli hava fotoğrafçılarından biridir Murat ağabey... Pırpır uçağı bisiklet rahatlığıyla kullanır, akrobasi pilotudur aynı zamanda.
*
Saat 5’te, yani depremden sadece
2 saat sonra Hezarfen’den havalanmış, Gölcük üzerinden dalmış, kare kare basmış felaketin üstüne, dönüp, vakitten kazanmak için, Olimpiyat Stadı’nın yanındaki tarlaya naylon torba içinde bırakmış, biz de paraşüt gibi süzülerek düşen filmleri kapıp, yıkatmıştık...
Ve, hep birlikte bakıyorduk ışıklı masada, inanılması güç manzaraya.
*
Rahmetli başbakanın “olağanüstü hale gerek yok, bana uydu telefon bulun, Hüsamettin’i bulun” diye bağırdığı zavallı dakikalarda, bütün çıplaklığıyla gözümüzün önündeydi facia.
*
Taş üstünde taş kalmamıştı.
Apartmanlar
Okullar
Hastaneler
Donanma
Hepsi çökmüştü.
*
Türk basınında ilk kez bir fotoğrafı, dokuz sütun değil, tam sayfa değil, 18 sütun, komple iki sayfa yayınladık. Taaa uçaktan çekildiği için, Adapazarı’nın neredeyse yarısı sığmıştı tek kareye... Ve, o çarpıcı detayı, devasa büyüklükteki fotoğrafı yayınladıktan sonra fark ettik.
*
Sadece camiler ayaktaydı.
*
Ertesi gün bölgeye gidip, kendi gözlerimizle de yakından gördük. Elbette minaresi yıkılanlar, yamulanlar olmuştu ama, adeta nükleer bomba düşmüş coğrafyada, sadece camiler ayaktaydı.
*
Kuldan korkmayan...
Allah’tan korkmuştu.
Malzemeden çalmamıştı.
*
Üç ay sonra, aynı tabloyu Düzce’de de gördük... Serçeparmağı kalınlığında demirlerle 10 katlı binaları dikenler, camilere kazma sapı gibi demir kullanmıştı.
Bi tek camiler ayaktaydı.
*
Ve, dün...
Bizim depremin 35 katı büyüklükle sarsıldı Japonya... Bütün binalar ayakta!
*
Okyanus üstlerine yürüdü.
Gene de yıkamadı binaları.
Öldüre öldüre, sokakta kıstırdığı, plajda yakaladığı 300 kişiyi filan öldürebildi...
Ki, bizim skor 30.000’di.
Tsunamisiz.
*
Tsunami olmasaydı...
Sadece 2-3 ölüyle atlatacaklardı Japonya tarihinin en büyük depremini.
*
Allah’ın verdiği aklı, insanı için kullanıyor çünkü Japon... Allah’ın verdiği aklı, bir yandan insanını dolandırıp, beri yandan sağlam camiler yaparak Allah’ı kandırmaya çalışmak için kullanmıyor.
Yazının Devamını Oku