7 Nisan 2011
Başbakanımız Kaddafi’den ödül aldı, Kaddafi ayvayı yedi. Cumhurbaşkanımız Mısır’a gitti, Mübarek’le görüşüp, Harp Akademisi mezuniyet törenine katıldı, Mübarek’i devirdiler, ordu yönetime el koydu. Başbakanımız Saakaşvili’yle kucaklaştı, ertesi gün, Rusya, Gürcistan’a girdi. Başbakanımız Lübnan Meclisi’nde konuştu, ertesi gün, Lübnan işgal edildi. Cumhurbaşkanımız Yemen’e gitti, bakanlarımızla birlikte Yemen türküsünü söyleyip ağladılar, Yemen’de iç savaş çıktı. Başbakanımız Hindistan’a gitti, bi kaç saat sonra, Bombay patladı, Bomba’y oldu. Başbakanımız İsrail Başbakanı’yla el sıkıştı, ertesi gün, Gazze’yi vurdular. Başbakanımız Suriye Başbakanı’yla Dostluk Barajı’nın temelini attı, adam iki gün sonra istifa etti. Suudi Kralı Türkiye’ye geldi, başbakanımızla cumhurbaşkanımıza madalya takdim etti, turp gibiydi, felç oldu, belki de öldü, tedavide filan diyorlar ama, altı aydır gören yok. Afrika açılımı yaptık, Tunus’tan Fildişi Sahili’ne kadar her yer birbirine girdi. El Beşir’i Türkiye’ye davet ettik, iç savaş çıktı, Sudan resmen ikiye bölündü, Birleşmiş Milletler görüldüğü yerde tutuklamak için El Beşir’i arıyor. Cumhurbaşkanımız Güney Kore’yi ziyaret etti, Kuzey Kore 50 sene sonra Güney Kore’yi vurdu. Başbakanımız Lübnan’a gitti, halka hitap etti, tıkır tıkır yürüyen koalisyon bozuldu, hükümet düştü. Arjantin devlet başkanı Türkiye’ye geldi, gelmeden önce 100 bin dolarlık seyahat harcırahı çalındı. Başbakanımız Irak’a gitti, başbakanımız henüz Irak’tayken, meclis basıldı, hükümet yetkilileri rehin alındı, 45 kişi öldü. Suriye ile yakınlaştık, vizeleri kaldırıp, sınırları açtık, sıkıyönetim ilan edildi, giriş-çıkış yasak, halkın üzerine ateş açılıyor. Yunanistan Başbakanı’nı Erzurum Kış Oyunları’na davet ettik, Yunanistan’da halk ayaklanması çıktı. Kıbrıs’ı dizayn ettik, Hastir çektiler. Polonya’yla irtibat kurduk, Polonya devlet başkanının uçağı düştü, rahmetli oldu. Silvio’yu aganigi naganigiden yargılamaya başladılar. Cumhurbaşkanımız İran’a gitti, henüz İran’dan ayrılmadan ayaklanma çıktı.
*
(Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin taraftarı olan başbakanımız, Galatasaray Cumhuriyeti’nin stadına gitti, Galatasaray nerdeyse küme düşecek, başkan koltuğunu kaybediyor.)
*
2010’u Türkiye’de Japonya Yılı ilan ettik, 2011’de dümdüz oldular abi.
*
Cumhurbaşkanımız önceki gün Endonezya’ya ayak bastı, yedi şiddetinde deprem oldu iyi mi, tsunami alarmı verildi.
*
Yazıyı bağlıyordum ki...
Kaddafi muhaliflerinin Bingazi Konsolosluğumuzu basıp, taşlayarak, bayrağımızı indirdikleri haberi geldi. İki tarafa da faydamız olmadığı gibi, iki tarafa da yaranamadık yani.
*
Gözünüzün yağını yiiyim...
Şu dışişlerine ara verin gari.
Biz kaderimize razıyız...
El alem mağdur olmasın bari.
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2011
Üniversite sınavındaki şifre rezaletinden sonra pek moda oldu, algoritma aşağı, algoritma yukarı, bir algoritmadır gidiyor...
E soran sorana tabii, nedir kardeşim bu algoritma?
*
Aslında...
Orijinali
algoritma değil.
Harezmi yöntemi.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2011
Şık’ın deşifre eden kitabının basılmadan basıldığı ülkede, üniversite sınav kitabının şık’larına şifre basıldığı ortaya çıktı iyi mi... Yakı’şık aldı yani!
¡“Sayısal”da şifre var... “Sözel”in şifresini de ben yazayım bari.¡a, layığını buldunb, böyle başa böyle tarakc, az bile az...d, ne bekliyodun ki?e, müstahak¡Perşembenin gelişini çarşambadan gören, mücadelesini veren insanlarımızı tenzih ediyorum.¡Gerisine gelince...¡Memur sınavında dini-imanı dilinden düşürmeyen arkadaşların soruları arakladığı, kul hakkı yemeye utanmadıkları ortaya çıktı. Öğretmenlik sınavında sorular sızdırıldı, iki kere iki’yi denk getiremeyen lavukların 120’de 120 yaptığı ortaya çıktı. Geçen sene, üniversite sınav sorularının bazı dershanelere servis edildiği, üstüne, anadolu lisesi kayıtlarında taban puan dümeni çevrildiği iddia edildi; babaçko özel okullarda 30-40 bin liralık ücretleri kim tarafından ödendiği belli olmayan tiplerin türediği ortaya çıktı. Polis Akademisi sınavında soruların zimmete geçirildiği, tarikatçılara-cemaatçilere ezberletildiği, uzun lafın kısası, hırsızların polis olmaya çalıştığı ortaya çıktı. Kamu bankasında sınav açıp, müfettiş aldılar, 80 puanlar girecekti, 70’liklerin doldurulduğu ortaya çıktı. Bir başka kamu bankasında sınav açtılar, sınavı hazırlayan özel üniversitenin aynı soruları daha önce bir başka kamu sınavında sorduğu ortaya çıktı. Sağlık Bakanlığı’nda unvan sınavı yaptılar, 20 soru iptal edildi, 17 sorunun cevap şıkları değiştirildi, zaten 50 soru vardı birader, buna rağmen unvanı yükseltmek isteyenlerin beceremediği ortaya çıktı. Bir üniversitede yetenek sınavı yaptılar, kazananlar açıklandı, sonra o liste indirildi, başka liste asıldı, kazananlara kazanamadınız denildi, namuslu bir savcının “oha artık” deyip, sınavı iptal ettiği ortaya çıktı. Eğitim Kurumu Müdürlüğü sınavı yapıldı, soruların yandaş sendikanın çalıştayında belirlenen sorular olduğu ortaya çıktı. Diyanet İşleri’nde bile olmayacak duaya amin denildiği, müezzinlik vaizlik sınavında başarılı olan adayların, sanırım uygun tarikattan olmadıkları için başarısız ilan edildikleri ortaya çıktı.¡Demokrasi de sınavdır...MHP İzmir milletvekili aday adayı Musavvat Dervişoğlu, İl Başkanı’yken İzmir’de alenen oy çalındığını, CHP-MHP oylarının başka partiye kaydırıldığını sandık sandık belgeledi.¡Çıtını çıkarmadın.“Neme lazım” dedin.¡“Susma, sıra sana gelecek” diyenlere, sırna’şık sırna’şık sırıtarak “her koyun kendi bacağından asılır şekerim” dedin. Sıra sana gelseydi, inan yürekten sevinirdim... Sıra çocuğuna geldi.¡Para, kaybedilir, gene kazanılır. Fabrikalar limanlar satılır, yarın öbür gün geri alınır. Sınır bile değişebilir, devran döner, düzeltilir. Çocuklarımızın katakulliyle değiştirilen hayat akışı nasıl telafi edilebilir?¡“Korkma” diye başlayan ulusal marşa hiç kulak vermeyen korkak... Kendi poponu kurtarayım derken, kendi çocuğunla beraber, milyonlarca çocuğun geleceğini sattın, yılı’şık!
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2011
Şık’ın deşifre eden kitabının basılmadan basıldığı ülkede, üniversite sınav kitabının şık’larına şifre basıldığı ortaya çıktı iyi mi... Yakı’şık aldı yani!
*
“Sayısal”da şifre var... “Sözel”in şifresini de ben yazayım bari.
*
a, layığını buldun
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2011
İzlediniz mutlaka.<br><br>“Üvey anne, 9 yaşındaki Fırat’ı bıçaklayarak öldürdü, minicik vücudunu parçalara ayırdı, kafasını kolunu çöp bidonlarına poşetlerle dağıtırken yakalandı. Üvey annenin, Fırat’ı okula göndermediği, sürekli dövdüğü, işkence ettiği, aç bıraktığı ortaya çıktı sayın seyirciler...” *
Okudunuz illa ki.
“Cani üvey anne.”
“Üvey anne vahşeti.”
“Vicdansız üvey anne.”
“Üvey anne kurbanı.”
*
Aslında, Anneler Günü’nde yazmayı düşünüyordum ama, annem aradı.
Hemen dedi. Şimdi.
*
“Cani öz anne” demediğimize göre, hangi vicdanla “cani üvey anne” diyebiliyoruz avaz avaz? Ağız burun kıvırma, zahmet edip kıyasla... Öz annesi tarafından öldürülen öz evlat sayısı mı fazladır, üvey annesi tarafından öldürülen üvey evlat sayısı mı?
*
Manyak, manyaktır.
Bıçaklayarak öldürüp, kafasını kesen Cem Garipoğlu, Münevver’in üvey annesi miydi?
*
Bakın, Türkiye İstatistik Kurumu açıkladı, son 5 yılda 604 bin çift boşandı. Herkes bi yastıkta kocamak niyetiyle imzayı basıyor ama, samanlık seyran olmayabiliyor. Hayatın gerçeği bu. Keşke olmasa... Ne çare ki, oluyor. Son 50 yıla oranlarsak, en az 5 milyon çiftin boşanmış ve yeniden evlenmiş olduğunu görürüz. Kabaca yarısının çocuklu boşanma ve çocuklu ikinci evlilik olduğunu varsayarsak, milyonlarca insanımız “üvey anne-üvey evlat”tır.
*
Ruh sağlığı bozuk bir kadının insanlık dışı cinayetini, hoyratça “üvey, üvey, üvey” vurgusuyla yazdığımızda... İkinci evliliğiyle edindiği çocuklarına şefkat gösteren kadınların ruhunda nasıl yaralar açıldığını merak eden var mı acaba?
*
Hiç dahli olmadığı ayrılıklar neticesinde, öyle ya da böyle, bi şekilde kendisini öz olmayan annenin evinde bulan, özellikle küçük çocuklar... “Üvey anne dehşeti, üvey anne vahşeti, cani üvey anne” haberlerini izleyip izleyip, ne hissediyorlardır şu anda iç dünyalarında?
*
Annen öz’se, leğende yıkarken kafana tasla vurur, kıkır kıkır gülersin. Terliği geçirir suratına, bilirsin ki, yanağını okşadı. Ama, öz değilse annen, hele bir de, bu bangır bangır haberleri izledikten sonra hafif asıldıysa suratı akşam sofrasında... Düşünsene üveysen.
*
Üvey de tıpkı öz gibidir iddiasında değilim... Ama, öz evladını cami avlusuna bırakan kadın mı öz’dür, yoksa, o bebişi çocuk esirgemeden alıp, bağrına basan kadın mı üvey’dir?
*
Ne doğmak elimizde.
Ne ölmemek.
Ne anamızı seçebiliriz.
Ne babamızı.
Hayattır bize rol biçen.
*
Ve, emektir sevgi...
Öz olmayan anne tarafından öz’enle büyütülen, okutulan, efsane sanatçılarımız var, sporcularımız, zirveye çıkan profesörler, işadamları, politikacılarımız var. Benim bildiğim, fedakârlıktır annelik... Kendi mesleğini bırakıp, eşinin ilk evliliğinden olan felçli çocuğa bakan anne var. Doğurmadığı evlada, canından can, böbreğini veren anne de.
*
Ya üvey baba?
*
Bırak siyaseti miyaseti, bunu yaz dedi. Hemen şimdi. Çünkü, üvey babayla büyüdü. Öz babasından çok severdi rahmetliyi... Rahmetli de öz oğullarından çok, annemi.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2011
Türkiye Diyabet Vakfı, ülkemizde 10 milyondan fazla kişiyi etkileyen diyabetle mücadele amacıyla “Diyabeti Durduralım” projesi başlattı. Tanıtım toplantısı, Çankaya Köşkü’nde yapıldı.
(Sunuculuğu üstlenen şovmen Beyaz, Köşk’teki değişimden övgüyle söz ederek, “Gerçekten bir hanım eli değmiş” dedi. Daha önceki cumhurbaşkanları bekârdı demek ki... Neyse.)
*
Ahaliyi bilinçlendirme projesini himayesine alan Cumhurbaşkanımız, diyabetin ülkemizde “salgın” seviyesine ulaştığını belirterek, özellikle çocukların iyi eğitilmesi gerektiğini söyledi. Sonra da, “çocukların beslenmesinde hanımların söz hakkı daha çok” diyerek, först leydimizi kürsüye davet etti.
*
Först leydimiz “Abdullah Bey’in de söylediği gibi, bu konuyla yakından ilgileniyorum. Çünkü, bırakın artık işlenmiş gıdaları, meyveyi, sebzeyi çocuklarımıza yedirirken bile, acaba hormonlu mu, genetiğiyle oynanmış mı, diye endişe ediyoruz. Bizim neslimiz şanslıydı. Doğal ürünlerle büyüdük. Çocukluğunda o lezzetleri tadanların, şu an, ah nerede o mis kokulu sebzeler dediğini duyar gibi oluyorum. Maalesef artık tohumlarını bile yurdumuzda bulamıyoruz” dedi.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2011
Yaz dediniz. Yazdım.
Kitabım piyasaya çıktı.
İsim, Şehir, Hayvan...
Adı bu.
*
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2011
Televizyonu bi açtım kardeşim, başta Zekeriya Beyaz, ilahiyat profesörlerinin alayı ekranda... Hayırdır inşallah dedim. Benim bildiğim, ilahiyatçıların 11 ay telefonu bile çalmaz, senede bir ay pide gibi piyasaya sürülür. Seçime günler kala iftar çadırlarında oy toplamak için Ramazan’ı öne mi aldılar acaba? *
Alır mı alır bunlar.
*
Dinledim tabii biraz, meğer, ilahiyat profesörleri ilahiyatla ilgili mevzular üzerine çalışıyormuş iyi mi... Bak sen şunlara! Allah bilir, arama neticesinde evlerinden Kuran-ı Kerim, İncil, Tevrat filan da çıkmıştır. Halbuki ilahiyatçı dediğin, teksas tommiksle ilgilenir.
*
Üstelik, ilahiyatla ilgilendiği yetmezmiş gibi, nükleer fizikle ilgilenmesi gerekirken, misyonerlikle de ilgilenmiş benim canım Zekeriya Beyaz... Olmuş sana Zekeriya White.
*
Sahte Haham’ı öttür...
Harbi İlahiyatçı’yı sustur.
*
Velhasılıkelam...
Yapılmamış darbenin
düşürülmemiş F16’nın
bombalanmamış caminin
varolmamış suikastın
teşebbüs edilmemiş planın
kurulmamış komplonun
tanışmamış insanların
buluşulmamış toplantının
bulunmamış delilin
yazılmamış haberin
basılmamış kitabın davasına...
Gazetecilik yaptığı için enselenen gazetecilerden sonra, ilahiyatçılık yapan ilahiyatçılar da eklendi.
*
Sıra geldi...
Düşünülmemiş fikir’e.
*
Bilahare?
Sıradan vatandaş olduğu için henüz bi kulp bulunup içeri tıkılamamış, bu yaşananlara rağmen hâlâ kahırdan geberememiş Atatürkçülere.
Yazının Devamını Oku