Konuyu bu şekilde somutlaştırınca sorunun cevabı da nispeten kolaylaşıyor tabii ki. Ama iş ülke yönetimine gelince çarşı karışıyor. Bir ülkeyi yönetmek için alınması gereken kararları tek başınıza uygulayamayacağınıza göre bir vekil tayin etmeniz, haliyle bu vekilleri tayin için de bir yol bulmanız gerekiyor.
TOPLANTIYA KİMLERİ ÇAĞIRMALI
Bir başka soru sorayım: Apartmanızın dış cephesi değişecek. Apartman genel kurulunun toplanması icap ediyor. Apartmanınızın bir de en alt katta oturan görevlisi var. Onu da çağırır mısınız? Bu adam, sabahtan akşama kadar apartmanın her türlü işiyle uğraşıyor: Çimleri biçiyor, yerleri temizliyor, kaloriferi yakıyor, çöpleri topluyor. Belki de içinizde apartmanı en iyi bilen ve apartmanda en çok vakit geçireniniz o. Apartmanın dış cephe rengini değiştirirken ona da sormak aklınıza gelir mi? Peki ya çocuklar? Apartman’da hiç görmediğiniz Alamancının 5-6 yıldır komşunuz olan kiracısı? Toplantıya kimleri çağırmalı?
DEMOKRASİ ADAM OLMAKTIR
Demokrasi işte böyle bir şey. Aslında içinizden ‘evet, çocukları da kiracıyı da kapıcıyı da çağırmalıydık’ dediğiniz anda aklınıza gelen ‘ya saçma sapan bir şey söylerlerse, ya benim değil üst kattakinin fikrini desteklerse’ düşüncesine hakim olmaktır demokrasi. Demokrasi adam olmaktır, adam yerine konmak isteyenlerin ve onlarla empati yapabilenlerin rejimidir demokrasi.
Soruyu biraz daha değiştirelim mi? Hadi kabul edelim, apartman yönetimi toplantısına çocuğunuzu götürmezsiniz, götürseniz de söz vermezler, verseler de sözünü önemsemezler. Peki ya kıyafet, oyuncak alırken? AVM’lerden birinde gezinirken sizin istediğiniz o güzel sarı elbiseyi mi alırsınız yoksa çocuğun istediği o kırmızı elbiseyi mi?
Hadi bir soru daha: İstediği elbiseyi, oyuncağı almadınız diye çocuğun ağlama, tepinme hakkı var mı sizin evde?
NEYİ BİLMEDİĞİMİZİ BİLMEK
Roma hukukçuları “vim vi defendere omnes leges omniaque iure permittunt” yani “kuvvetin kuvvetle uzaklaştırılmasına bütün kanunlar ve hukuk düzenleri izin verir” demekteydiler.
Hristiyanlıkta geçerli olan “haksızlığa katlanmak ve tepkide bulunmamak kuralı” (bir yanağına tokat atıldıysa diğer yanağını çevir) bir zorunluluk değil bir öğüttür, bu nedenle meşru müdafaa bir hak olarak değil hoşgörü ile karşılanan, kusuru kaldıran bir mazeret olarak kabul edilmiştir.
İslam hukukunda ise, meşru müdafaa halinde bulunan kimse ne kısas, ne diyet ne de tazir’e muhatap olabilir. Ancak bunun için tecavüzden başka türlü kurtulmak imkânının bulunmaması, örneğin “sayha ve feryad edildiği takdirde etrafından yetişerek kendisini kurtaracak halkın bulunmaması” gerekir; müdafaa sırasında ölen mü’min şehid sayılır.
Türk Hukuku’nda ise meşru müdafaa 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25. Maddesinde düzenlenmiştir: “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
Polise karşı meşru müdafaa olur mu?
Son hafta içinde özellikle sorulan sorulardan bir tanesi de bu. Örneğin bir Polis Memuru, kanunsuz bir emri uyguluyorsa ya da verilen emrin sınırlarını aşmışsa ona karşı meşru müdafaa olur mu? Bu sorunun cevabı eminim birçok yetkiliyi şaşırtacak:
Meşru müdafaanın birinci şartı, saldırının haksız olmasıdır. Görevini yapmak üzere hareket eden örneğin bir polis memuru apartmanın girişinde birkaç kişiyi sıkıştırıp copla vurmaya başlarsa fiili haksızdır. Çünkü polis memuru, kişilere karşı şiddet kullanamaz, polis memuru kişileri uygun şekilde etkisiz hale getirir, gerekirse kelepçe takar ve gözaltına alır. Ancak kişiler polis memuruna gözaltına alınmamak için direnç gösterirlerse caydırıcı olmak üzere copunu çıkarabilir ve hatta kullanabilir. Böyle bir direnç olmadan polis memurunun cop kullanması haksız bir saldırıdır, çünkü kişilerin davranışlarının suç olup olmadığına karar verecek olan makam mahkemelerdir. Haksız saldırı kimden gelirse gelsin, makamına mevkisine bakılmaksızın meşru müdafaada bulunmak hakkı doğar ve ona karşı işlenen fiil memura mukavemet suçunu doğurmaz. Fakat bu durumu açıkça düzenleyen 765 sayılı Eski TCK’nın 272. Maddesi 5237 sayılı yeni TCK’ya alınmamıştır.
Saldırının halen var olması şartı
Ancak, her sorun gibi boşanmayı da onu yok sayarak, görmezden gelerek ya da öteleyerek çözemezsiniz. Bir şey bitmişse bitmiştir. Kafanızı kuma gömdüğünüzde yaşadığınız problemler ortadan kaybolmuyor ne yazık ki...
Hiç şüphesiz, boşanma kararını almak evlenme kararını almaktan daha zordur. Evlenme kararınız çevredeki herkes tarafından teşvik edilirken, boşanmaya dair verdiğiniz karardan, sıkıntılarınızın yakın tanıklarınca dahi vazgeçirilmeye çalışılırsınız bir müddet.
Bana da danışanlarım çokça bu soruyu sorar, “Sizce boşanmalı mıyım?”. Koyu ceviz masamın arkasında dönen sandalyemde, biraz daha dikleşen sırtımla cevaplarım, “Zamanı gelmişse zaten bilirsin.” Sonucu ne olursa olsun karar size ait olmalıdır, ne çocuklarınıza, ne arkadaşınıza, ne annenize ne de avukatınıza... Boşanmanın altın kurallarına gelince, benim için bu tavsiyeler sadece bana danışan açısından geçerlidir, hayatın odağında karşımda oturan insan bulunur.
BİRİNCİ ALTIN KURAL: SAKİN OLUN!
Size boşanma kararını aldıran ya da en azından düşündüren olaylar sükunetinizi bozmasın. Olaylar karşısında kontrolünüzü kaybederseniz doğru düşünemezsiniz. Doğru düşünemediğinizde ise, sürekli karar değiştirmeler yaşarsınız. Bu nedenle kendinizden başkalarına akıl sormaya ve hayatınızla ilgili özel konuları herkese anlatmaya başlarsınız. Hayvanlar yularından, insanlar sırlarından çekilirmiş. Sakin olun ve özelinizi başkalarına anlatmayın.
İKİNCİ ALTIN KURAL: SABIRLI OLUN!
Boşanma başlı başına zor bir süreçtir. Anlaşmalı boşanma dahi, karşılıklı konuşma, avukata gitme, davanın açılması derken en az 3-4 aylık bir zaman ister. Boşanma kararı aldığınız ve bunu karşı tarafa açıkladığınız gün, yeni hayatınızın ilk günüdür. Her gün kavga ediyor bile olsanız, alıştığınızdan daha farklı bir hayat başlamıştır sizin için. Bu nedenle sabırlı olun; “Roma bir günde kurulmadı” derler, kendinize zaman tanıyın.
ÜÇÜNCÜ ALTIN KURAL: EVLİLİĞE ŞİRKET KURAR GİBİ BAŞLAYIN!
İcra takiplerinin artması ile bir kısır döngü içine girilir:
Alacaklılar borçluların tüm mallarını olabildiğince çabuk haczettirmeye çalışır, mallarına haciz konulan borçlular çalışamaz ve gelir üretemez hale gelir, kendileri de başka yere borçlu olan alacaklılar, alacaklarını–en iyi ihtimalle-yeterince hızlı tahsil edemez ve onlar da borçlu duruma düşmekten kurtulamazlar.
TEK ELDE TOPLANIYOR
Bu fasit daireyi kırmanın birinci yolu, kişileri kişilere borçlu etmemek olarak bulunmuş gibi. 1985 yılına kadar ‘karşılıksız çek’ dolandırıcılık suçu sayılıyordu. 2003 ve 2009 yıllarında yapılan değişikliklerle çek bedelini ödememenin cezası önce para cezasına çevrildi, ama mahkemece verilen bu para cezasını alacaklılar değil ‘devlet’ alıyordu. Daha sonra 31.1.2012 tarihinde yapılan değişiklikle bu da kaldırılarak ceza basit bir ‘çek hesabı açma yasağı’na dönüştürüldü.
Yapılan değişiklik çekin piyasada güvenle dolaşımına son verdi, esnaf kredi kartsız iş yapmamaya başladı. Vatandaş esnafa değil bankalara borçlandı, esnaf vatandaştan değil bankadan alacaklı oldu.
İCRA YASASI DA DEĞİŞTİRİLDİ
Toplumun tamamını yakından ilgilendiren 1932 tarihli İcra Yasası’nda son değişiklik 3. Yargı paketi olan 6352 sayılı Kanun’la 2012 Temmuz ayında yapıldı. Aşağıda bir bölümünü aktardığım değişiklikle icra (haciz) işlemleri çok zorlaştırıldı, alacaklılar tahsilat yapamaz hale geldi.
EV EŞYASI HACZEDİLEMEZ
Ankara Hürriyet okuru Ayçin hanım da bu hafta bu problemi dile getirmiş. Ayçin hanım, özellikle internet üzerinden yaptığı araştırmalardan, arkadaşlarının danıştığı avukatlardan aldıkları cevaplardan ve bazı köşe yazılarından sonra kafasının daha da karıştığını söylüyor. Bu nedenle özellikle kadınların daha çok merak ettiği ‘mal paylaşımı’ konusunu gelen sorulara kısaca cevaplar vererek, biraz açalım istedim.
* 1 Ocak 2002’ye kadar evliliklerin durumu... (Tahsin Ç.)
Önceki Medeni Kanunu’muz 1 Ocak 2002 yılında değişti. Önceki Medeni Kanunumuz yürürlükte iken eşler kanuni olarak mal ayrılığı sistemine tabiydi. Mal ayrılığı sistemini kısaca şöyle açıklıyorum : “Benim malım bana senin malın sana.”
Bu kanunun bu şekilde yapılmasının nedeni kadını korumaktı. Bu sistem sayesinde kadın kendi mallarını dilediği şekilde harcayabiliyor, satabiliyor, kiraya verebiliyordu. Parası için kocasına hesap vermek zorunda değildi.
* 1 Ocak 2002’den sonra evliliklerin durumu (Müge S.)
Kadının daha çok ev işleriyle uğraşması, erkeğin ise dışarıda para kazanması ve kazandığı para ile alınan malları kendi adına kaydettirmesi nedeniyle boşanmadan sonra kadınlar beş parasız ortada kalmaya başladı. İsviçre’de 1957 yılında başlayan çalışmalar bizde 2002 yılında kanun haline geldi. İlginçtir ki yine aynı nedenle, kadının korunması amacıyla “edinilmiş mallara katılma sistemi” kabul edildi. Yani evliliklerin 1 Ocak 2002’ye kadar olan dönemi için “mal ayrılığı”, bu tarihten sonraki dönemi için ise basitçe “ortaklık” sistemi geçerlidir.
* Tüm mallar ortak mı? (Emel G.)
Tüm mallar ortak değil. Eşinize miras kalan, 1 Ocak 2002’den önce aldığı mallar ortaklığa tabi değil. Yine sorunuzda belirttiğiniz eşinizin iş kazası sonucu tazminat olarak aldığı paradan manevi tazminat kısmı ortak değil ama maddi tazminat kısmına ortaksınız. Eşinizin çalışması ile elde ettiği maaşı ile aldığı tüm mallara ortaksınız.
Boşanmadan sonra rahmetli babamdan bana maaş bağlandı. Bundan 15 gün kadar önce de aldığım tüm maaşları faiziyle iade etmem için yazı göndermişler. Ne yapmalıyım?
Nevin T.
Bazı kişiler SGK’dan haksız yere aylık alabilmek amacıyla eşlerinden anlaşmalı şekilde boşanabiliyorlar. Boşanmadan sonra da aynı evi paylaşmaya devam eden bu kişileri SGK takip ederek bağladığı tüm aylık nedeniyle yaptığı ödemeleri geri istiyor. SGK kişileri buna zorlamak için Savcılığa da başvurarak ceza davası açıyor. Genellikle karşılaştığımız olaylarda ceza davasının korkutucu etkisiyle elindekini satarak borcu ödemeye çalışıyor insanlar. Haksız yere aylık alanlar için bir diyeceğimiz yok tabi ancak SGK böyle bir ayrım yapmadan anlaşmalı boşanmış herkesi savcılığa şikayet edince bir çok emekli mağdur oluyor. Sizin durumunuzda yapılacak şey şu eğer boşanmanız gerçek ise ceza davasının açılması sizi korkutasın. Mahkeme sizi ve tanıklarınızı dinleyecek ve doğru bir karara varacaktır. Yargıtay’ın da sizin durumunuzda olanlar lehinde bir çok kararının olduğunu hemen belirteyim.
- İki aylık hamileyim işverenim beni bu nedenle çıkarmak istiyor. İşyerinin muhasebecisiyle konuştum, haklarımı vereceklermiş. Ancak ben işten ayrılmak istemiyorum. Kadınlar hamile kalınca işten çıkarılabilir mi? Ne yapabilirim?
Gaye S.
İş Yasası’na göre kadın işçi doğumdan önceki 8 hafta ve doğumdan sonraki 8 haftada izinli sayılır. Bu sürede ücretini almaya devam eder. Yani sırf bir kadın işçi hamile kaldı diye onu işten çıkaramazsınız. Ancak şu da var Eğer işveren bir işçi ile herhangi bir nedenle çalışmak istemiyorsa iş sözleşmesini kanundan ve aralarındaki sözleşmeden doğan tüm haklarını vererek sona erdirme hakkına sahip.
- Ben bir inşaat şirketinin yurtdışındaki şantiyesinde çalışıyordum. Yerel halkla epey bir sorun yaşadık. Birkaç defa şantiyemiz basıldı. Bir tane iş makinası yakıldı. Bu baskınlardan bir tanesinde kafama taş fırlattılar, dört dikiş atıldı. Bu şartlarda işe devam edemeyeceğim için iki hafta önce döndüm. Şirketle konuştum sen kendin istifa ettin hiçbir hakkın yok diyorlar. Ne yapmalıyım?
Ahmet F.
Yeni Borçlar Kanunu, eski kanunun düzenlemediği birçok şeyi düzenliyor, bir kısım konuda da yeni uygulamalar getiriyor. Köşemde daha önce bu konuya değinme fırsatım olmamıştı ancak gelen soruların yoğunluğu ve bazı konuların birden fazla sorulması nedeniyle bu hafta kira konusunu ele aldık.
KEFİLE ‘EVLİ MİSİN’ DİYE SORUN
* Yasin bey, bizim bir evimiz var, bunu kiraya verirken kiracıdan kefil istedik, kefile “Sen evli misin” diye sormadık. Aldığımız bu kefalet geçersiz mi? Osman Hamdi Ş.
Yeni Borçlar Kanunu’nun 584. Maddesine göre eşlerden biri ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.
Şirketlerin işleriyle ilgili olarak eşin rızası kaldırıldı. Ama, ev kiralamalarında kaldırılmadı, yani üzülerek söylüyorum ki eğer kefiliniz evli ise aldığınız bu kefalet maalesef geçersiz.
SÖZLEŞMEDEKİ KİRA ARTIŞ ORANLARI GEÇERLİ REĞİL
* Kira sözleşmemizin süresi mayıs ayının sonunda doluyor. Yeni başlayacak dönem için ne kadar artış yapmalıyız? Hatice K.
Yılların alışkanlığı olsa gerek, ülkemizde kira sözleşmelerinde artış oranı kararlaştırılırken genelde TEFE + TÜFE’nin ortalaması diye bir şart konur. Yeni Kanunla birlikte bu uygulama da sona erdi. Artık, ÜFE artış oranı uygulanacak. Bu artış oranlarını tablo halinde yanda bulabilirsiniz. Bu tabloya göre, örneğin Nisan ayında artış yapacak olanlar kira bedellerini yüzde 3.74 oranında artırarak ödeyecekler.
Nafakayla ilgili gelen soruları bir arada değerlendirince aslında halk arasında bir çok bilinmeyen ya da yanlış bilinen noktaların olduğunu gördük. Bu hafta sizlerden gelen sorular doğrultusunda yoksulluk (eş için) durumunda bağlanan nafakaları ele aldık.
* Yasin bey merhaba, iki yıl önce boşandık. Hakim, eşime aylık 300,00 TL nafaka bağlamıştı. Bu nafakayı ne zamana kadar ödeyeceğim? İki yıldır nafaka maaşımdan kesiliyor, kaç yaşına kadar ödeyeceğim? Bu nafakadan nasıl kurtulurum? Mithat A.
Mithat Bey, hakim eşinize yoksulluk nafakası adını verdiğimiz nafakadan bağlamış. Yani hakim demiş ki, “Bu kadının bir yerden geliri yok, bir malı mülkü yok, boşanmadan sonra bu kadın yoksulluğa düşer, buna kocası aylık maaş gibi bir para ödesin.”
Nafakadan nasıl kurtulacağınız konusuna gelince. Bunun için sizden nafaka alan eski eşinizin kendisini yoksulluktan kurtaracak bir işe girmesi gerekiyor. Eğer bir işe girip çalışmaya başlarsa nafaka ödeme yükümünüz sona erer.
İkinci olarak, eski eşiniz yeniden evlenirse de nafaka borcunuz kalmaz. Bununla birlikte, eski eşiniz biriyle evlenmeden fiilen evli gibi yaşamaya başlamışsa da nafaka ödemek zorunda değilsiniz; yine çalışamayacak duruma düştüyseniz de nafaka yükümünüz kaldırılabilir. Son olarak taraflardan birinin ölmesi de nafaka borcunu sona erdirir. Hemen belirtelim, nafaka borcunuz otomatikman sona ermez, kaldırılması ya da azaltılması için dava açmanız gerekiyor.
* Yaklaşık 6 yıllık evlilikten sonra boşanmaya karar verdik, davamız şu anda görülüyor. Mahkeme, bana tedbir nafakası bağladı. Karşı taraf ödemezse ne yapabilirim? Nafaka ödenmezse cezası varmış, doğru mu? Nazan S.
Nazan Hanım, boşanma davası süresince mahkeme tarafından sizin için takdir edilen tedbir nafakasını alamazsanız yapmanız gereken işlemler şunlar: Öncelikle tedbir nafakası verilen duruşma tutanağının bir onaylı örneğini alacaksınız, bununla icra dairesine gidip ilamsız icra takibi başlatacaksınız. Takip kesinleşince eşinizin maaşı vs. üzerine haciz konmasını isteyeceksiniz. Yine ödenmezse icra hâkimliğine bir dilekçe yazıp nafakanın ödenmemesi nedeniyle şikayette bulunabilirsiniz. Nafaka ödememenin 3 aya kadar hapis cezası vardır.
* Yasin bey, sizi her hafta takip ediyorum. Çok güzel bilgilendirici yazılar yazıyorsunuz. Benim merak ettiğim şey şu: Ben çok kısa bir evlilik yaptım, evliliğim sadece 7 ay sürdü. Ortak çocuğumuz da yok. Karşı tarafa, hakim nafaka bağladı, 4 yıldır bu nafakayı ödüyorum. 7 aylık evliliğe ömür boyu nafaka mı ödeyeceğim, bu adalet midir? Hikmet R.