Yasemin Boran

Yasemin'ce

12 Nisan 1998
Cehennem trafiği Bugün uzun bayram tatilinin son günü. Zaman geçti ve tatil bitti. Kimine göre çok hızlı kimine göre ağır geçti. Tabii bu tatili şehir dışında geçirenler için oldukça hızlı geçmiş olmalı. Hareket halinde bulunduğunuz anlarda zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamıyorsunuz. Hele bir de keyif almışsanız... İşte keyifli bir tatilin ardından yollara düşüp kürkçü dükkanına geri dönenlerin, geçip gittikleri yolların da keyfini çıkartırcasına araba kullanmalarını öneriyorum. Yani arkanızdan şeytan kovalıyormuş gibi gitmenizin manası yok, diyorum. Bir de son gün deyip gecenin geç saatlere kadar eğlendikten sonra uykusunu da pek alamadan araba kullanmaya kalkanlar, trafiği iyice cehenneme çevirebilirler. Ayrıca, tatilin rehavetiyle dikkatiniz iyice azalmış olabilir ve herşey çok kolaymış gibi gelebilir. Sonra ‘‘hayat memat meselesi’’ni halletmeye koşanlar misali şuursuzca sürat yapıp biran önce evinize vasıl olmaya çalışırken soluğu hastahanede ya da mezarlıkta verebilirsiniz. ‘‘Allah gecinden versin’’ kendinizi düşünmüyorsanız, tanıdığınız ve tanımadığınız onlarca insanı, onların hayatlarını ve kederlerini düşünürek, direksiyonun başında kendinize gelin. İnsan olduğunuzu hatırlayın ve başka birşeye dönüşmeyin. Genellikle direksiyon başına geçtiği anda tanınmayacak derecede değişenleri çok gördüm. Halim selim bir adam, direksiyon başına oturduğu anda bir de bakıyorsunuz, ‘‘kurt adam’’ olmuş. Her türlü insani melekesinden sıyrılıp acayip ve tuhaf biri olup çıkmış. Sanki bilinçaltının derinliklerine bastırdığı ilkel canavar, direksiyonun başına oturduğu anda kişinin bütün benliğini ele geçiriyor ve artık o başka birşey oluyor. Anlaşılmaz, bilinmez, çözümlenemez, karanlık bir şey.Böyle bir yaratık için, yollar onun sahiplendiği alanlar ve diğer arabaların hepsi rakipleri olan yaratıklar. Ve bütün bu hilkat garibelerinden oluşan bir cehennemin içinde ‘‘Cehennem trafiğinde’’ yol alıyorsunuz.Kamyon şekline bürünmüş cehennem zebanisinden tutun da renk renk, irili ufaklı çeşit çeşit biçimlere bürünmüş küçüklü büyüklü cehennem yaratıkları sağınızdan solunuzdan geçiyor. Yol vermiyor, sizi çileden çıkartmak ve şuurunuzu kaybettirmek için ne varsa yapıyorlar. Maksat, sizi de kendilerine benzetmek. Bu sırada içinizde, midenizin altlarında bir yerde bir kıpıdanma başlıyor. Kendinizin bile o güne kadar farkına varmamış olduğunuz tuhaf bir şey beyninize doğru yükseliyor. Öfkenin kızıl dumanlarının ardına saklanıp şuurunuzu ele geçirmeye başlıyor. Bu sırada siz, hiçbir şeyin farkında değilsiniz. Ve bir anda dişleriniz uzuyor, kuvvetli pençelerinizle direksiyona kıskıvrak yapışıyor ve olanca gücünüzle gaza basıyorsunuz. Sizi çileden çıkartan yaratığın peşine düşüyorsunuz. Homurdanmalar birbirine karışıyor. Bu garip seslerin sizden mi, yoksa arabadan mı çıktığı belli olmuyor. Yanınızda oturan kişi şaşkınlık ve dehşet arasında gidip gelen gözleriyle size bakıyor. Kazara bir çığlık ya da heyecan belirtisi taşıyan bir ses çıkartacak olsa, daha bir kendinizden geçiyorsunuz. Bu ses sanki sizi kamçılıyor. Yavaşlamak şöyle dursun, göz ucuyla yanınızdaki kişinin yüzündeki ifadeye bakıp cehennemi bir keyifle gaza daha bir yükleniyorsunuz. Siz artık siz değilsiniz. Ve şu an hiçbir şey sizi kendinize getiremez. Elim bir kazanın dışında. Yoldan çıkan arabanın içinden çıktığınızda eski halinize dönmüş olarak şaşkın ve anlamaz gözlerle etrafınıza bakınıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. (Tıpkı fimlerdeki vampirin ölüm anında insan biçimine dönmesi gibi) Veee anlayamıyorsunuz. Çünkü, o dakikaya kadar benliğinizi ele geçiren canavar yine bilincinizin derinliklerindeki o eski yerini alıyor. Siz de şaşkın şapalak öylece kala kalıyorsunuz. Zaten kaza denilen şey, nasıl oluyor zannediyorsunuz? (Karayollarının tuzaklarının dışında. Aslında karayolları bu cehennemin baş melekleri. Nereye ne çeşit bir tuzak hazırlayacaklarını önceden bilmeniz ve tedbir almanız imkansız.) Bilinciniz yerli yerinde olsa zaten tedbirli ve düşünceli sürersiniz arabanızı. Böylece de her türlü sürprizle başa çıkabilirsiniz. Üstelik hazırlıksız olsanız bile arabanız kontrolden çıkmaz. Ve her türlü belayı hafif atlatabilirsiniz. En azından canınız fazla yanmadan. Tabii bu cehennem sadece şehirler arasındaki yollara özel bir alan değil. Şehir içindeki yollar da bir başka türlü cehennem. Hatta neredeyse cehennemin farklı katları gibi... Belediye otobüs şöförleri üzerinde yapılmış (Hayli zaman önce) bir incelemeye göre belediye otobüslerini kullanan şöförlerin yüzde 99'u sinir hastası. (Cehennemde hem de bir sürü insan taşıyan bir otobüsün şöförlüğünü yapmak delirtici bir iş olduğu çok açık) Yüzde birlik kısmı da her halde işe yeni başlayanlar olsa gerek. Caddeler, sokaklar, yan yollar, üst yollar hepsi hepsi ele geçirilmiş ve bu yollarda gidip gelmek zorunda olan herkes de yol boyunca cehennem zebanilerinin tasallutu altında bulunuyorlar. Tabii hiç bir şekilde farkında olmadan, neye uğradıklarını bilmeden şuurlarını kaybediyorlar. Zaten minicik bir bilinç kırıntısı varken o da ortadan kayboluyor.Peki, bu cehennemi ortadan kaldırmanın, cennete çevirmenin bir yolu yok mu? Elbette ki, var. Tek, biricik yolu irade ve dikkat. Öfkeniz ortaya çıkarken iradenizle kontrol altına alacaksınız. Böylece insani melekelerinizi kaybetmeden dikkatinizi yola verebilirsiniz. Tabii bunun sonucunda diğer arabalar ve trafikte hareket halinde bulunan herşey rakibiniz olmayacak. Sadece aynı yolu paylaştığınız, kendinizle aynı haklara sahip diğer araçlar ve insanlar olacak. Ve herkes bilincini yükseltip iradesini güçlendirerek son derece dikkatli araba kullanabilecek ve böylece ne çıldırdan trafik tıkanıklıkları ne de yaratığa dönüşen insanlarla karşılaşılacak diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

11 Nisan 1998
Büyücü olmayan büyücüDeğerli araştırmacı M.C.Stevenson'un Yeni Meksika'da ‘‘Zuniler’’le ilgili yaptığı araştırma gerçekten çok ilginçtir. İnsan düşüncelerinin yarattığı sonuçlar ve kitlesel enerjinin sonuçlarını aynen aktarıyorum.‘‘12 yaşlarında bir kız, ergenlik çağında bir oğlanın elini tutmasından hemen sonra bir bunalıma girer. Oğlan, bunun üzerine büyücülükle suçlanır. Ardından ARC rahipleri mahkemesine götürülür. Bir saat boyunca, gizli ilimlerle herhangi bir ilişkisi bulunmadığını söyler. Büyücülük suçlamasını redder. Daha sonra bu savunma biçiminin etkisiz olduğunu anlayınca (Üstelik bu dönemde Zuniler'de büyücülük ölümle cezalandırılmaktadır.) taktik değiştirmek zorunda kalır. Büyücülüğü hangi şartlar altında öğrendiğini ve ustalarından iki ayrı ilaç aldığını açıklar.Bu ilaçlardan biri kızları çıldırtmakta diğeri ise, iyileştirmektedir. Bu açıklama daha sonraki gelişmelere karşı son derece akıllıca bir önlemdir. Bunun üzerine ilaçları göstermesi istenildiğinde sıkı gözetim altında evine gider ve kısa süre içinde iki şişeyle geri gelir. Bunları ritüel (Ayin) yaparmış gibi kullanmaya başlar. Birini yuttuktan sonra düzmece bir kendinden geçme hali içine girer. Orada hazır bulunanların yardımı ile diğer şişedeki sıvıyı yutar ve eski haline döner. Daha sonra ilacı hasta kıza verirler ve iyileştiğini bildirirler.Ertesi gün devam edilmek üzere mahkemeye ara verilir. Ancak o gece sözde büyücü kaçar. Kısa süre sonra yakalanır ve kızın ailesi davayı sürdürmek için aile bireylerinden mahkemeyi oluşturur. Yeni yargıçların anlattığı hikayeye inanmamaları üzerine delikanlı yepyeni bir hikaye uydurmak zorunda kalır. Artık bütün ataları büyücüdür. Onlardan kendisine olağanüstü güçler geçmiştir. 'Kedi kılığına girmektedir. Ağzına doldurduğu kaktüs dikenlerini fırlatarak kurbanlarını öldürmektedir. Şimdiye kadar iki kız, üç oğlan çocuğu öldürmüştür. Ve bütün bunları insan görünümünden çıkmasını sağlayan büyülü bir tüy yardımıyla olmaktadır.' İleri sürdüğü son ayrıntı, yargıçların delili görmek istemelerine neden olur. İddiaların doğruluğunu göstermesi için sanığın evine gilir. Delikanlı bu kez de tüyün duvarın içinde gizli olduğunu ve duvarı yıkamayacağını söyler. Yargıçlar, duvarın yıkılması kararını alırlar ve duvar yıkılır. Her yıkıntıyı özenle inceledikten sonra, sıvaların arasında eski bir tüy bulunur. Buna dört elle sarılan delikanlı, büyülü suç aracını yargıçlarına sunar ve nasıl kullanıldığını tüm ayrıntılarıyla anlatır. Daha sonra köy alanına götürülür. Hikayesini ayrıntılarla süsleyerek burada bir kez daha anlatır. Ve gözyaşları arasında artık doğaüstü güçlerini yitirmiş olduğunu açıklar. Bunun üzerine bütün dinleyiciler içleri rahatlamış olarak delikanlıyı serbest bırakırlar.’’ Kısaca özetleyerek verdiğim bu olay, aslında bir çok açıdan aydınlatıcı bir özellik taşımaktadır. Delikanlı suçlu olduğunu inkar ederek sonuç alamayacağını anlayınca bu kez suçunu üstlenmiştir. Hem de suçlandığı konuyla bütünleşerek, yaşayarak ifade etmiştir. Dinleyenlerin inandıkları konuda görmek istedikleri kişiyi onlara göstererek özgürlüğüne kavuşmayı başarabilmiştir. İnkar etmeye devam etseydi, yargıçlar onu mahkum etmekte gecikmeyeceklerdi. Suçu sabit görülerek idam edilmesi işten bile değildi.Öte yandan delikanlı öylesine ayrıntılara girmiş ve suçunu detaylı olarak anlatmıştır ki, sonuçta yargıçlar ve dinleyenler asıl suç konusunu unutmuşlardır. Büyülü tüyün bulunması ise, ikna olmaları için yeterli olmuştur.Doğaüstü gücünü kaybetmiş olduğunu öğrendikleri zaman ise, büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardır. Çünkü, delikanlının büyülü gücünü deneme fırsatları ortadan kalkmıştır. Tabii bu arada büyülü suyun nasıl olupta hasta kızı iyileştirmiş olduğuna hiç değinmedik. Ancak, bu da tıpkı hastalığına benzer bir biçimde kızın duygu ve düşüncelerinin etkilenmesi sonucu meydana gelmiş bir durumdur. Ve tüm bu olan biten ise, insanın düşünce, inanç ve duygularının hem kitlesel hem de kişisel olarak nasıl etkilendiğini ortaya koyan önemli bir örnektir. Üstelik günümüz insanının bilgi ve anlayışını zorlasa bile...Zaman ve teknolojik farklar, insanın temel özellikleri olan düşünce ve duygularını değiştirmiyor. Ve pek tabii ki, açığa çıkan enerji de aynı biçimde etkiliyor diyorum, Yasemince...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

10 Nisan 1998
Davranışları değiştirmek için...Rumuz: Huzursuz aşıkKendinizi engelleyemediğiniz davranışlarda bulunuyor ve sonra büyük bir sıkıntı duyuyorsunuz. Aslında yapmamanız gereken ne varsa, bile bile yapıyor ve kendinizden nefret ediyorsunuz. Bunları değiştirmek istiyor fakat, ne yapacağınızı bilemediğinizi yazıyorsunuz. Anlattıklarınız gerçekten çok zor bir durumu ifade ediyor. Fakat, en azından farkındasınız. Yani kendinizle ilgili düşünceleriniz ve gözlemleriniz açık ve dürüst. İstemediğiniz davranışlardan vazgeçmek tabii ki, çok zor. Hele alışkanlıkları değiştirmek, büyük bir gayret gerektiriyor. Öncelikle davranışlarınızı oluşturan etkinin düşünceleriniz olduğunu bilmelisiniz. Düşünce tarzınızı ve bakış açınızı değiştirmeye çalışın. Böylece düşüncelerinizi değiştirmeniz, buna bağlı olarak duygularınızı değiştirebilmeniz mümkün olacaktır. Bütün bunların sonucunda beğenmediğiniz davranışlarınız da kendiliğinden değişecektir. Ayrıca, şu sıralarda Güneş'iniz Mars'tan sert etkiler alıyor. Bunun sonucunda davranışlarınızı kontrol edebilmeniz çok zor. Bir kaç gün sonra bu etki azalmaya başlayacak. Böylece hem duygularınızı hem de davranışlarınızı kontrol altına almanız daha kolay olabilecek. Kendinizi eğitmek için Mars geçişinin bitmesini bekleyin. Ayrıca, aşık olduğunuz için bütün dikkatinizi ona yöneltmiş olmalısınız. Dikkatinizi başka konulara çevirmeye gayret gösterin. Huzursuzluğunuzu ona yansıtmanız çok doğal. Başka konularla ilgilenirseniz, huzursuzluk yaratan yoğunluğunuzu dengeleyebilirsiniz.Venüs istedi! Rumuz: Semra-İstanbulYükselen burcunuz Aslan. Bu nedenle anlatmış olduğunuz ani olayları yaşıyorsunuz. Uranüs hem yükselen burcunuzu etkiliyor hem de Ay'ınızı. Duygularınızı alt üst edecek ya da büyük değişimlere neden olacak olaylarla karşılaşacaksınız. Şu sıralarda yoğunlaşmış olmasının nedeni, Venüs'ten kaynaklanıyor. Ancak, bu etki dağılmak üzere. Yaklaşık üç yıllık bir değişim süreci içinde bulunuyorsunuz. Bu sürecin sonucunda hem duygularınız hem de davranışlarınız tamamen değişmiş olacaktır.YolcusunuzRumuz: Başka isteklerSizin yükselen burcunuz Yay. Şu sıralarda Jüpiter Ay'ınızı olumlu etkiliyor. Merak ettiğiniz ‘‘Yurt dışına gidebilecek miyim?’’ sorunuza cevap olarak güçlü bir etki gönderiyor. Zaten doğum haritanızda da yurt dışına gitmek ve eğitim almakla ilgili etkiler var. Hatta sadece eğitim değil, bir yabancıyla evlenebilir ve yurt dışında yaşayabilirsiniz. Şu sıralarda Jüpiter, bu isteğinizin oluşmasına yardım edecek. Önce mantıkAyşe Kılıç’a cevaptırSorduğunuz kişiyle aranızda aşk oluşmasına yardım eden açılar var. Fakat, düşüncelerinizin uyumsuz olduğu görülüyor. Hem siz hem de o biraz iddiacı ve inatçı bir tavır içinde bulunabilirsiniz. Aslında mantığına hitab etmeyi başarabilirseniz, düşüncelerinizi kabul edebilecek biri. Ayrıca, aranızdaki ilişkinin dengesi ailelerin etkisiyle zaman zaman bozulabilir. Mutlaka yakın akrabalarla ilişkilerinizde tedbirli ve sakin davranmaya özen göstermelisiniz. Bunlara dikkat edecek olursanız, aranızdaki sevgiyi yaşatabilir ve beraberliğinizi evlilik sonrasında da güzel bir biçimde sürdürebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

5 Nisan 1998
Ölüm tecrübesi ve hoşgörüFarklı inançlar, farklı karakterler ve farklı tavırlanışlar içinde bulunan insanların hoşgörü sınırları da farklı. Fakat, hangi kültürden gelirlerse gelsinler, ne çeşit eğitim almış olurlarsa olsunlar konu ölüm tecrübesi olduğu zaman her türlü farklılığın ortadan kalktığını görüyoruz. Ölümle burun buruna gelen kişileri dikkatle incelediğiniz zaman, ölüm sınırına gelmiş olmanın ciddi bir dönüm noktası olduğunu anlıyorsunuz. Ölümün ucundan dönen kişiler, önceden olmadıkları kadar geniş bir hoşgörüyle dünyaya bakmaya başlıyorlar. Katı tutumlarından sıyrılıp çok daha yumuşak bir tavır sergilediklerine şahit oluyorsunuz. Bir zamanlar tanıdığım birinin yaşadığı ölüm deneyini örnek olarak anlatmanın, konunun çok daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağını düşünüyorum. Kahramanımızın ölüm tecrübesinden önceki tavırlarından biraz bahsetmekte yarar var. ‘‘Kişi, son derece gururuna düşkün, yardımsever, iyi niyetli, iyi eğitim almış ve elinden kitap düşürmeyen biridir. En son çıkan kitapları günü gününe takip ettiği için benim en iyi kitap danışmanım olduğunu söyleyebilirim. Özü sözü bir, denilen insanlar vardır ya, tam onlardan. Aklından geçeni, düşüncelerini pat diye yüzünüze hiç düşünmeden söyleyiverir. Kendi doğruları en doğru, gördükleri en gerçek ve hata kabul etmeyen tavırlarıyla başka doğruların olabileceğine ihtimal bile vermeyen davranışlarıyla son derece sert çıkışları olan biriydi. Yüreği sevgi dolu olduğu halde hata olarak nitelediği bir davranış karşısında öyle sert bir tepki gösterirdi ki, karşısındaki zavallı ne yapacağını bilemez hale gelirdi. Ona başka doğrular olabileceği üzerine sohbetler yaptığınız zaman büyük bir sabırla sizi dinler, daha sonra mantık, ahlak ve inançlar üzerine öyle bir söylev çekerdi ki, başka doğruların olabileceği ihtimalini top yekün ortadan kaldırırdı. Yani onunla böylesi bir tartışmaya girmeniz mümkün değildi. Başka ülkelerin, başka inanç ve kültürüne sahip insanların davranışlarından söz açacak olsanız hemen ‘‘Onlar kendi ahlak ve inançları doğrultusunda yaşıyorlar. Onlar adına benim söyleyecek sözüm olamaz. Ben burada yaşıyorum ve burası da böyle’’ deyip haklı görüşlerini sıralamaya başlardı. Onun için belirgin ve sınırlı çizgilerle ayrılmış doğrular vardı. Bu çizginin dışına taşanlarla işi olmadığı gibi birlikte olduğu herkesi de kendi çizgisine çekmeye çalışırdı. Hem de katı bir tutumla. Sonra bir gün beyine giden damarlardan biri tıkandı. Felç olmuştu. Hayata olan bağlılığı mücadele gücü veriyordu. Sonunda iyileşti. Ayağa kalktı. Ve uzun uzun sohbet ettik. ‘‘Ölüyordum’’ dedi. ‘‘Öylesine tuhaf bir algılama içine girdim ki, sana anlatamam.’’ Tuhaf algılamasını anlatmasını istedim. Bütün dikkatimle onu dinliyordum. ‘‘Evdeki insanların bildiğim biçimleri değişmişti sanki. Hareket eden renkli dumanlar şeklinde dalgalanarak gidiyorlardı. Hangi dumanın kime ait olduğunu çıkartamıyordum. Konuşmaları da düzgün cümleler şeklinde değil uzayan ve yankılanan sesler şeklinde algılıyor ve kime ait olduğunu anlayamıyordum. Zamanla kimin kim olduğunu ayırd etmeye başladım. Üstelik kendimi de bildiğimden daha farklı hissediyordum. Kısacası bildiğim ve alıştığım dünyadan başka bir yerde yaşıyormuşum duygusu uyanıyordu.’’Evet, bunlara benzer daha bir çok ayrıntı hakkında uzun uzun sohbet ettik. Onun yaşadığı bu tecrübeden sonra dostumun tamamen değiştiğini anlamışsınızdır. Çünkü, ölüm kalım savaşı verirken algılamasıyla birlikte düşünceleri de değişmişti. Hatta bambaşka biri olup çıkmıştı. Eskiden öylesine katı bir biçimde karşı çıktığı olaylara büyük bir hoşgörüyle bakmaya başlamıştı. Daha da ötesi büyük bir hoşgörüyle davranıyor ve şimdi bildiği doğruların dışında doğrular olabileceğini kabul gösteriyor.Tamamen iyileşip sağlığına kavuştuktan sonra algılaması normale döndüğü halde daha önce keskin çizgilerle belirlediği dünyadan çıkmış durumda. Artık yaşadığı dünyayı daha farklı değerlendiriyor. Tabii buna bağlı olarak daha farklı yaşıyor. Onun bu tavrı hem ilişkilerine hem de yaşam biçimine yansımış durumda. Ben de bunun üzerine oturup düşünüyorum. Acaba, insanların düyaya hoşgörüyle bakabilmeleri için böylesine sert bir tecrübe mi yaşamaları gerekiyor?İlla da ölümle burun buruna mı gelmek gerekiyor, hayatın değerini anlamak için? Yaşamak için, engin bir hoşgörüye ulaşmak için ölümle karşılaşmak şart mı, diye düşünüyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce...Korkmaktan yaşayamıyoruz

5 Nisan 1998
‘‘Korku dağları bekler’’ sözü nereden çıkmış bilemiyorum fakat, ‘‘korku’’ insanın hayatını bekliyor. Heybetli, gizemli, ulaşılmaz ve aşılmaz görünen dağlar ile hayat arasında gizli bir bağ var sanki. Sanki insanın yaşadığı hayat dağların ürkünçlüğüne denk. Bilinmezlik ve anlaşılmazlık, dağlarla hayatı birleştiriyor. Dağların insan üzerindeki etkisiyle hayatı yaşamaktan alakoyan etki aynı. Çocukken hazırladığımız hatıra defterlerine ‘‘Hayatın taşlı dikenli yollarında ilerlerken ....’’ şeklinde başlayan temennileri hatırlıyorum da sanki bir dağa çıkıyormuşuz, hayat bir dağ yolculuğuymuşcasına zor, sürprizlerle dolu duygular içine giriyorum. Kimden ve nereden çıktığını bilemediğim bu tasviri o zamanlar neredeyse bütün çocuklar yapardı. Anlamını biliyor muyduk? Sanırım biliyorduk. Hayatın büyük zorluklarla dolu olduğu fikri vardı. Bu nedenle ‘‘taşlı dikenli yol’’ benzetmesini pek bir tutardık. Fakat, böyle bir tanımlamadan hiçbirimizin korkmadığını çok iyi hatırlıyorum. Hatta yaptığımız yaramazlıkların sonuçlarını beklerken duyduğumuz korkudan başka korku tanımazdık. Peki sonra ne oldu? Neler oldu da gölgemizden bile korkar hale geldik? Bunun tek bir açıklaması var. Daha küçük bir çocukken ‘‘taşlı dikenli yol’’ misali bilinçaltımıza yerleştirilen tohumlar zamanla filizlendi ve birer yetişkin olduğumuz zaman meyvelerini vermeye başladı. Üstelik bu meyveler öylesine olgunlaşmış durumdalar ki, hayatımızın hemen bütün alanlarında müdahale etmeye hazırlar. Tam hayattan zevk alacaksınız, yaşamanın keyfini çıkartacaksınız, içinize bir korku düşüyor ve hemen vazgeçiyorsunuz. Tabii burada vazgeçmiş olduğunuz sadece bir işi yapmak veya bir yere gitmek ya da eğlenceli vakit geçirmek değil. Dışardan bakıldığı zaman bunların her hangi birinden vazgeçmişsiniz gibi görünebilir. Halbuki o sırada vazgeçmekte olduğunuz şey, ‘‘yaşamak’’. Acaba biri karşınıza çıkıp o sırada vazgeçmekte olduğunuz şeyin ‘‘hayatınız’’ olduğunu söyleseydi, davranışınız gene aynı mı olurdu? Tabii bunu test etmeden bilemeyiz. Çünkü, davranışlarımızın kökeninde düşünceler ve duygular yattığı için, böyle bir durumda düşüncelerde meydana gelecek değişikliğin ne olacağını da bilemeyiz. Ancak, kişinin kendi hayatı söz konusu olduğu zaman (Dışarıdan ya da içeriden gelen uyarılar) her ne olursa olsun kişinin kuvvetle yaşama bağlandığı biliniyor. Korkular, hayatımızı gizlice ele geçirdiği için farkına varamıyoruz. Ve zannediyoruz ki, korktuğumuz için değil, açık seçik nedenler yüzünden istemiyoruz. Halbuki bu nedenlerin hemen büyük bir bölümü korkularımıza uydurduğumuz kılıflardan başka birşey değil. Bu duruma çok masum bir örnek verebilirim. Geçenlerde bir arkadaş yeni açılan bir marketi dolaşırken serginin birinde duran pilleri görür. Pillerin üzerindeki etikete bakar ve anlayamaz. Gördüğü rakkam paket fiatı olarak çok ucuzdur. Düşünür; ‘‘Acaba tek bir pilin fiatı mı, yoksa paketin fiatı mı?’’ Uzun süre baktıktan sonra oradan uzaklaşır. Orada bulunan yetkililere neden sormadığını merak ettiğimde bana şöyle bir cevap vermişti; ‘‘Şimdi onunla kim uğraşacak? Zaten fazla zamanım yoktu.’’İşte böyle. Arkadaşım böyle bir soruyu korkusundan soramazdı. Ne var bunda korkulacak, demeyin. Aslında küçük düşmekten korkuyordu. Pillerin üzerinde açıkça yazılı fiatı anlayamamış olmaktan değil, sorduğu zaman ters ya da alaycı bir cevap almaktan korkuyordu. Korktuğunu kendine bile itiraf edemeyip zamanı bahane ederek düpedüz kılıf uyduruyordu. Tabii bunun sonucunda çok merak ettiği halde ne olduğunu öğrenemeden gitmişti. Böylesine küçük, böylesine basit bir olayda bile korkularımız hayatımızın yönünü değiştiriyor. Alacağımız küçücük bir bilgiden tutun da ilişkilerimize kadar herşeyi ama herşeyi etkiliyor. Aşık olmaktan korkuyoruz. Bu ne acı verici, insanı yaşamaktan alenen uzaklaştırıcı, korkunç bir durum. Sonra, içimizden yükselen bir isteği gerçekleştirmekten, yeni tanıştığımız kişilerle samimi ve sıcak ilişkiler kurmaktan, seyahate çıkmaktan, farklı düşüncelerimizi ifade etmekten, sorumluluk almaktan, sorumsuz davranmaktan, gülmekten, ağlamaktan, insanların bizim için neler düşüneceğinden, velhasılı herşeyden korkuyoruz. Sonra da bunun adına yaşamak diyoruz. Böylesine korkular içinde kıvranırken yaşayabilmek mümkün mü?İşin gerçeği, bizim yaşadığımız falan yok. Düpedüz vakit dolduruyoruz. Yapmak zorunda olduklarımızı yapıyoruz. Sonra da ‘‘Nasıl yaptım diye karşısına geçip böbürleniyor, böylece tatmin olmaya çalışıyoruz. Halbuki, mecbur kalıp yaptıklarımızın altında da korkularımız yatıyor. Hayatın bize sunduğu ne varsa, hiçbirini almıyoruz. Neden? Çünkü, korkuyoruz. Çocukluk günlerinizi hayal edin ve o zamanlar korkusuzca nasıl yaşadığınızı, hatta yaramazlıkları yaparken bile korkunun zerresini bile duymadan nasıl keyif aldığınızı hatırlayın ve yaşamaktan korkmayın diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

3 Nisan 1998
Çok korkuyorumAkşam biraz erken yatmıştım. Amacım yattığım yerde biraz kitap okuyup sonra da erkenden uyumaktı. Kitabı okumaya henüz başlamıştım ki, göz kapaklarım ağırlaştı. Zorlukla uzanıp ışığı kapattım ve yorganı kafama çektim. Birden içimi kaplayan bir huzursuzlukla yarı uykulu yattığım yerde doğruldum birden bire yatağımın hemen yanıbaşında duran karaltıyı gördüm. Aslında karaltı denemezdi. Düpedüz orada biri duruyor ve bana bakıyordu. Hayal gördüğümü düşünüp gözlerimi kapattım. Tekrar açtığımda hala orada duruyordu. Panik halde uzanıp ışığı yaktım ve yatağın içinde oturdum. Tekrar baktığımda yoktu. O kadar korkmuştum ki, sabaha kadar ışığı yakıp oturdum. Doğum anındaki Güneş'iniz şu sırada Neptün etkisi altında bulunuyor. Bu durum hayal gücünüzü ve imajinasyon yeteneğinizi harekete geçiriyor. Ayrıca doğum anındaki etkiler de sezgilerinizin ve hassasiyetiniz güçlü olduğunu gösteriyor. Üstelik anlattığınız rüyaların zenginliği de Neptün etkisinin güçlü olduğunu gösteriyor. Söylediğiniz gece Neptün'ün dışında Ay etkisi aldığınız da görülüyor. Bütün bunlar birleştiği zaman bilinçaltının bilinç üstüne çıkmasına neden olur. Ayrıca, anlattığınız olayın öncesinde ve sonrasında benzer bir durumla karşılaşmadığınız için aslında anlattığınız türden korkulacak bir durum olmadığını belirtmek istiyorum. Bir anlık yakaladığınız farklı titreşim alanı olabileceği gibi, aşırı yorgunluk hallerinde ortaya çıkan, uykuyla uyanıklık arasında algılanan farklı şuur hali de olabilir. Ancak, hangi durum söz konusu olursa olsun, korkularınızı büyütmenize neden olacak bir durum yok. Bu enerjileri yaratıcı biçime dönüştürebilir ve sanatla ilgili uğraşlarınızı yoğunlaştırarak benzer durumlar yaşamaktan uzaklaşabilirsiniz. MİNİYLE MİKİSizin yükseleniniz Aslan, onunki Kova. Üstelik yükselen burç derecelerinizde iki derece farkla üst üste duruyor. Yani iki haritayı bir biri üstüne kapattığınız zaman yükselenleriniz üst üste geliyor. Bu durumda aranızda güçlü bir çekim ve aşk meydana gelecektir. Yalnız siz, kendi içinde çatışmalar yaşayan, kolay kuruntulara kapılan biri olmalısınız. Düşüncelerinizin doğru olup olmadığını araştırmadan (Öyleymiş gibi) davranabilen birisiniz. Tabii bu tutumunuz hem arkadaş ilişkilerinizi hem de sevdiğinizle aranızdaki ilişkiyi zorlaştıracaktır. Hayallerinizi ve düşüncelerinizi onunla kolayca paylaşabilirsiniz. Çünkü, onun Ay'ı sizin hem Merkür hem de Mars'ınıza güzel açı yapıyor. Zaten siz de bunun farkındasınız. Artık ona açılmanın ve rahat olmanın zamanı geldi. Endişelerinizden uzaklaşmak için gayret gösterin. Beraberliğinizi evlilikle noktalayabilirsiniz. CANAN-MERSİNYükselen burcunuz Akrep. Güneş'iniz ateş gurubunun elemanı olduğu halde sakin ve içine kapanık bir tutum içinde bulunmanız nedeni yükselen burcunuzdan kaynaklanıyor. Üstelik Merkür de Balık burcunda durduğu için suyun etkisi oldukça kuvvetli bir biçimde ortaya çıkıyor. Yani su, ateşin gücünü azaltıyor. Ancak, bu durum hayatınıza zorluk getirmez. Sadece tipik ateş karakteri göstermezsiniz. Yani burcunuzun etkisini bire bir sergilemezsiniz. Buna karşılık çok daha kararlı bir tavır içinde bulunabilir ve sorunlarınızı kendi içinizde çözümlemek yoluna gidebilirsiniz. Şu sıralarda yaşadığınız sorunlar geçici. Nisan'ın 20'sinden sonra tamamen rahatlayacaksınız.
Yazının Devamını Oku