Yasemin'ce

Yarım asırlık ömürDile kolay tam yarım asır geçmiş. Ve tam yarım asırdır halkın gözü, kulağı ve sesi olmuş. Hem de mükemmel bir biçimde. Hem de zamana ve mekana kafa tutup tıpkı bir altın gibi parlamayı başarmış. Biliyorsunuz, zaman ve mekandan etkilenmeyen tek madde altındır. Çünkü saftır. Ve simyacılar karışık bir madde olan bakırı katışıksız ve saf olan altına dönüştürmeye çalışırlar. Böylece kendilerini de zaman ve mekanın bozan ve çürüten etkisinden kurtaracaklardır. Bütün zamanlarda parlayan altın gibi tam yarım asırdır ışıltılarıyla çevresini aydınlatanın ne olduğunu, sanırım anlamışsınızdır. Tabii ki, Hürriyet. Hürriyet Gazetesi geçen gün tam yarım asırı geride bıraktı ve elli yaşını doldurdu. Hem de görülmemiş bir kutlamayla. Zaten Hürriyet'e de bu yakışırdı. Ve Hürriyet'e yakışan muhteşem ekibinin görkemli kutlaması görülmeye değerdi. Ne yazık ki, aile içinde yapılan bütün kutlamalar gibi dışarıya kapalıydı. Ne yazık ki, diyorum, çünkü Hürriyet'i oluşturan ailenin fertleri öylesine bir coşku içindeydiler ki, işte bu mutluluğu görememiş olmak gerçekten büyük kayıp. Şayet görseydiniz, Hürriyet'in tam yarım asırdır tıpkı bir altın gibi nasıl bozulmadan böylesine pırıl pırıl parladığını anlardınız. Nasıl olupta tam elli yıldır yaşadığı halde böylesine genç, diri ve enerjik olabildiğini idrak ederdiniz. Ne yazık ki, göremediniz. Ama olsun. Bu ailenin el birliği ile ortaya çıkardığı sonucu görüyorsunuz. Yani Hürriyet Gazetesini.Sonucu yaratan nedenleri anlamak bence çok önemli. Önemli olmasaydı, tarih kitapları bu kadar kalın ve bu denli keyifli olmazdı. Keyifli diyorum, çünkü bilgiler, nedenleri anlatan öykülerin içinde gizli. Bilgilenmenin yarattığı keyif ise, kalın kitapların bir solukta okunabilmesini sağlıyor. Böylece sonucun anlamını kavrıyorsunuz ve bilginiz tam oluyor. Sözü ne kadar uzattığımı düşünebilirsiniz. Düşünüp sıkılabilirsiniz, pek tabii. Fakat, duygularınızı anlatmaya çalıştığınız zaman kelimelerin ne kadar fakir ve duygularınızı anlatmakta ne kadar hafif kaldığını sanırım siz de biliyorsunuz. Ve sanırım sıkıntımı anlıyorsunuz. En iyisi sıkıntılardan söz etmemek. Anlatmaya çalıştıklarımı daha sıkıcı hale getirmeden düpedüz kutlamanın yapıldığı geceyi anlatsam daha iyi olacak galiba. Böylece siz de görmemiş olsanız dahi bu kutlamayı bizlerle birlikte paylaşabilirsiniz, belki... Ödül töreninden sonra mükellef bir ziyafet şöleni başladı. Yiyeceklerin çeşitliliği, çokluğu ve lezzeti mükemmeldi. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘haydi yemek faslını bitir’’ fakat, biliyorsunuz ki, insanın aklı midesindeyken başka bir şey düşünemez. Tamam bu bölümü uzatmayacağım. Fakat, bütün bir gün (hatta bir önceki geceden sabahlamış ve o gün de çalışmaya devam etmiş) aile fertlerini birazcık düşünmelisiniz. Tabii çalışırken açlığını tamamen unutmuş bu kişilerin karnı iyice doyduktan sonra nasıl gevşeyip yüzlerinde güller açtığını da görmeliydiniz. Bu sözlerimi sakın yanlış anlamayın. Hürriyet ekibi burada aç karnını doyurmaya değil, tam yarım asırı geçmenin mutluluğunu kutlamak için bulunuyordu. Ve güller açan gözleriyle sevincini ve dostluğunu yansıtıyordu. Ziyafet şöleninden sonra ‘‘Direnen Mızıkacılar’’ın neşeli ritmine bıraktık kendimizi. Ailenin reisi (Genel yayın yönetmeni) Ertuğrul Özkök mutluluğunu dans ederek ifade ederken ailenin diğer fertleri yerlerinde durur mu, hiç. Elbette içimizdeki coşku ve heyecanı bastıracak halimiz yoktu. Ve ‘‘Direnen Mızıkacılar’’ın hareketli ezgisine direnmedik. Kendimizi müziğin ritmine kaptırdık. Böylece aramızda ne cevherler olduğunu da keşfetmiş olduk. Örneğin, Oğuz Aral değme dansçılara taş çıkartan figürleriyle dikkat çekiciydi. Doğrusu partneri (Gazetemizin reklam pazarlama müdürü) Taçlı Yazıcıoğlu ayak uydurmakta zorlanıyordu. Tabii daha sonra yanına gidip cebren ve hileyle konuşturdum! Meğer kendisi bir dönem tiyatroda hareket hocasıymış. Böylece yaptığı sayısız işlerin arasına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Neyse, bu başka bir konu. Onu da bir gün anlatırım. Aslında kimler kimler ve ne cevherler vardı da, herkese parmak ısırtacak türden. Ne yazık ki, burada tek tek anlatamıyorum, yerimin yetersizliğinden. Fakat, bu bir kaç örnek de hayal gücünüzü harekete geçirir umarım. Bu arada izlemekten dans etmeye vakit bulamadığımı sanıyorsanız, çok yanılırsınız. Ben de herkes kadar mutluluğa kendimi kaptırdım. Tabii müdürüm Orhan Olcay'la dans etmeyi de ihmal etmedim. Doğrusu mükemmel dansediyordu. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘anlattığına göre herkes mükemmel. Aralarında hiç mi, kötüsü yoktu. Hadi kötüyü geçelim. Şöyle böyle. Vasat, birileri’’ ve çok haklısınız. Mutlaka iyilerin karşıtı kötüler olmalı. Ancak, sizi temin ederim ki, ‘‘Kötü’’ kavramına uygun olan ne bir kişi, ne bir durum, ne de olay vardı.O gece, Hürriyet binasının balo salonunda ‘‘Kötülük’’ tatile çıkmıştı ve sadece iyilik hüküm sürüyordu. Danslar, dans eden kişiler, müzik, sohbet, yemek, her şey ama herşey çok iyiydi. İyi de ne demek, tek kelimeyle mükemmeldi. Mutluluğun yarattığı heyecan bütün salonu kaplamıştı. İşte böylesine bir coşkuyla Hürriyet'in yarım asırlık ömrünü geride bıraktık diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları