Başkentin amblem tartışmaları ve Başkan Melih Gökçek’in yargıya karşı -kedi çevikliğinde- amblem manevraları, “Ankara Kedisi’nin bıyıkları” düzeyine indiyse...
Benim de kavram ve usul açısından, “bıyıklı önerilerim” var.
* * *
Köşe yazarlarının bazen pek sevdiği bir kelime oyunu yaparaktan, ehemmiyetle ve ivedilikle önce kavrama itirazım var.
“Amblem” kelimesinin Ankara’daki yerel kullanımı, artık “proamblem” (amblem problemi) olsun.
Bu önerimin, haklı mı haklı, çok bi nedeni var.
Koca Başkentte, amblem meselesinin 20 yıldır süren bir problem olması değil sadece meramım...
Korkudur, insanlık halidir. Başa gelmeden bilinmez.
Ama 30 yıl sonra üste çıkmaya çalışmak, bir başka hal olsa gerek.
* * *
O dönemde dilekçeyi önce imzalayıp, sonra çark edenler arasında Öztürk Serengil de vardır.
O da mahkemede şöyle savunur kendini:
‘‘Biz kahvede oyun oynuyoruz. Kemal diye bir adam var. Kendisi yayıncıdır ve sol görüşlü olmasına rağmen itibar ettiğim biridir. Çok enteresandır, benim en iyi arkadaşlarım hep solcudur.
Kemal bana, ‘Evsiz, barksız sanatçılar için bakanlık nezdinde girişimde bulunacağız. İmza topluyoruz, sen de at...’ dedi. Ben bugüne kadar 29 tane evden olmuşum. Okumadan şak diye imzayı patlattım.
Darbeler bir çoğunun doğrudan hayatını vurdu.
Bir kısmının da -maalesef- diline vuruyor...
Mesela, Fikret Hakan.
* * *
Üç Arkadaş’ta Muhterem Nur ile birlikte çocukluğumun şefkatle andığım filmleri arasına yerleşen, Keşanlı Ali Destanı’na da bence en çok hakkını veren Hakan, geçen gün kalktı “darbe” açıklaması yaptı.
“Dünyada hiçbir darbe güle-oynaya karşılanmaz ama, 1980 darbesinin büyük bir iyiliği oldu. Seks filmleri furyası bitti...” dediği konuşmasının satır aralarından hareketle, farklı açıdan “bir darbe güzellemesi” diyen de çıkar.
Ben o kadarını demiyorum. Çünkü derdim o değil.
Bu kadar insan partisi içinde, onların kurdukları partinin adı Hayvan Partisi...
Fark ettiğim andan itibaren, fahri üyesi saydım kendimi.
Onlar, doğadaki işbölümünde insanın üzerine düşen görevin politika yapmak olduğuna inanıyor.
“Ama sadece kendisi için değil, bu işbölümünde onu temsilcisi olarak seçen tüm diğer canlılar için, kediler, köpekler ve koyunlar için de…”
Ve onlar, diğer havyanlar adına politika yapmak için var.
* * *
Hayvan Partisi, bu kez bir fotoğraf yarışması düzenliyor:
“Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi” dizisinde “Eda” karakterini başarıyla canlandıran, CerModern’de sahnelenen Hayvan Çiftliği’nde de potansiyelini gösteren Seda Bakan’ın bu cümlesi, hepimizin içinden geçen duyguyu özetliyor.
Başkan Bülent Tanık, sinema ve tiyatro sanatçısı Erdal Beşikçioğlu ve Seda Bakan ile birlikte ziyaret ettiğimiz Çankaya Belediyesi Kadın Sığınma Evi’nin hepimizde yarattığı “his” bu.
Bir kadının en travmatik, en yalnız, hatta ölümcül bir döneminde bazen çocuğuyla birlikte “sığındığı” bir evin, yeterli, sağlıklı, herşeyden önce güvenli, en azından makul olması beklenir de elbet.
Ama gördüğümüz anda, kurduğumuz cümle “Bu kadarını asla beklemiyorduk”a dönüşüyor.
* * *
Çünkü oraya gitmeden 48 saat önce okuduğum sürmanşet hala gözümün önünde:
“Kadın süründürme evi”...
Taraf Gazetesi muhabiri Tuğba Tekerek, şiddet gördüğünü söyleyerek İstanbul’daki bir sığınma evine giriyor. Ve yaşadığı o korkunç üç günü şöyle özetliyor:
“HİÇ böyle bir yer beklemiyordum...”
“Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi” dizisinde “Eda” karakterini başarıyla canlandıran, CerModern’de sahnelenen Hayvan Çiftliği’nde de potansiyelini gösteren Seda Bakan’ın bu cümlesi, hepimizin içinden geçen duyguyu özetliyor.
Başkan Bülent Tanık, sinema ve tiyatro sanatçısı Erdal Beşikçioğlu ve Seda Bakan ile birlikte ziyaret ettiğimiz Çankaya Belediyesi Kadın Sığınma Evi’nin hepimizde yarattığı “his” bu.
Bir kadının en travmatik, en yalnız, hatta ölümcül bir döneminde bazen çocuğuyla birlikte “sığındığı” bir evin, yeterli, sağlıklı, herşeyden önce güvenli, en azından makul olması beklenir de elbet.
Ama gördüğümüz anda, kurduğumuz cümle “Bu kadarını asla beklemiyorduk”a dönüşüyor.
* * *
Çünkü oraya gitmeden 48 saat önce okuduğum sürmanşet hala gözümün önünde:
“Kadın süründürme evi”...
Hani Gençlik Parkı’nın uzun süre restorasyon nedeniyle kapatıldığı, yani Ankara’daki bir çok şey gibi yokluğuna alıştırıldığı dönemde...
Kapatılana kadar Müslüm Gürses, her yaz, yaklaşık 1 ay süreyle havuzun yanındaki “İçkili Aile Gazinosu”nda sahne alıyordu.
Yazmıştım daha önce. Eski bir arkadaşına “vefa” için, 5 kuruş ücret almadan her yaz...
* * *
Üç-dört kez gittik.
O sahnede sadece, daha önce hiç duymadığımız, en damardan şarkılarını söylemesine rağmen sıkılmadık.
Sıkılmak ne kelime... Havuzun yanına yazın kurulan o farklı göçer otağına, o renkli, sıcak gezegene, kuytularımızda kalan duygularımızla ısındık.
İŞİMİZİN tabiatı nedeniyle, havaalanı mesaimiz yoğun oluyor genelde.
Havaalanına en az yarım saat önceden gidişi; 1- Havaalanında, 2- Havada, 3- Yerde, uçağın içinde bekleyerek, üç ayrı tür rötarıyla sevimsiz bir mesai aynı zamanda.
Eh, bir de tiryakisine sigarasızlık cabası...
Karayoluyla kaçamıyorsanız bu eziyetten, okuyacak sürükleyici bir kitap tek çare.
* * *
Geçenlerde kitap alamadım yanıma.
“Nasıl olsa havaalanından alırım” diye dert etmedim.
Müşkülpesent bir seçim olmayacak zaten. Bir deneme, öykü kitabı zaten ideal.