Elde var tarih

Aydınlar Dilekçesi ile ilgili mangalda kül bırakmayan ve dilekçeye imzasını basan Fikret Hakan’ın, mahkemede kendini “dilekçeyi okumadan, tiyatrolara devlet yardımı sanarak imzaladım” diye savunduğunu vurgulamıştım dün yazımda.

Haberin Devamı

Korkudur, insanlık halidir. Başa gelmeden bilinmez.
Ama 30 yıl sonra üste çıkmaya çalışmak, bir başka hal olsa gerek.

* * *

O dönemde dilekçeyi önce imzalayıp, sonra çark edenler arasında Öztürk Serengil de vardır.
O da mahkemede şöyle savunur kendini:
‘‘Biz kahvede oyun oynuyoruz. Kemal diye bir adam var. Kendisi yayıncıdır ve sol görüşlü olmasına rağmen itibar ettiğim biridir. Çok enteresandır, benim en iyi arkadaşlarım hep solcudur.
Kemal bana, ‘Evsiz, barksız sanatçılar için bakanlık nezdinde girişimde bulunacağız. İmza topluyoruz, sen de at...’ dedi. Ben bugüne kadar 29 tane evden olmuşum. Okumadan şak diye imzayı patlattım.
Meğer dilekçenin içinde işkence görenler falan varmış. Ben öyle şeye imza atar mıyım. Beni katakulliye getirdiler. Sonra mahkemeye çağırdılar, hâkime anlatınca o da gülmeye başladı.’’

* * *

Haberin Devamı

Aziz Nesin ise Askeri Mahkeme’deki ünlü savunmasında net konuşur:
“O imza benim.
Ben zaten sadece imza koymakla yetinmedim, öteki imzaların toplanması için de gecemi gündüzüme kattım.”

* * *

Yazımın ardından CHP eski Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş aradı.
Aydınlar Dilekçesi’ni o da imzalamış.
Ardından da, dönemin Ankara Sıkıyönetim Savcısı Albay Nurettin Soyer aramış. İfadeye çağırmış...
Ateş gitmiş, ifadesini vermiş, hakkında takipsizlik kararı verilmiş.
Ateş, “Bu, 12 Eylül gibi müthiş bir baskı ortamında yaşandı. Şimdi ifadesine başvurulacak insanlar, sabaha karşı saat 04.00, 05.00’de evinden gözaltına alınıyor.”

* * *

Ateş’in aktardığı anekdot kuşkusuz 12 Eylül’ün umumi manzarası içinde emsalsiz bir istisna.
Bugün suç sayılan ve artık münferit olaylar arasında nitelendirilen “kurumsal işkence” gibi bir istisna belki...
12 Mart ve 12 Eylül’de sıkıyönetim savcılığı yapan Soyer hakkındaki işkence iddiaları ise farklı bir araştırmanın konusu...
Ancak Fikret Hakan’ın 30 yıl sonra üste çıkmak, tarihinin o bölümünü “temize çekmek” için öfkeyle ambalajladığı çıkışı, her insanın hayatı, kendi mütevazı biyografisiyle ilgili bir düşünme vesilesi.
Sadece resmi tarih değil, gerçekten samimi, dürüst bir özeleştiri sergilemezseniz, bireysel tarih de temize çekilemiyor.

Yazarın Tüm Yazıları