Paylaş
Edip Cansever'de ise şiirdir, bardaktan boşanırcasına:
“Ve yağmur hızlanıyor biraz /Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum /Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum..."
* * *
Sanata bereket getirir de, siyasete getirmez mi.
Beraber yürünür o yollarda, beraber ıslanılır o yağmurda…
Bereketi de, hava/sandıklar açılınca ortaya çıkar.
* * *
Ama Ankara'da yağmur artık ne hikaye, ne şiir, ne şarkı, ne de hoş bir film sahnesi.
Beraber yürünür, beraber ıslanılır da yine…
Ama artık bize yağmura dair herşey, bir tek şey hatırlatır:
“Kenti teslim alan, orta ya da büyük şiddette bir felaket…”
* * *
Dün akşam Sincan taraflarına bastırdı, bu kez...
Sele kapılan vatandaşlardan yaralananlar da olmuş.
Selin arabasıyla birlikte sürüklediği yurttaşımız ise, ıslak ıslak DHA muhabiri Taner Güner’e konuşmuş:
“Arabayı bıraktım, kendi imkanlarımla yüzerek kurtuldum…”
“Kendi imkanlarımla” deyince; torpidodaki gözlükle-şnorkeli, koltuğun altındaki paleti kast ediyordur, muhtemelen.
* * *
Şaka değil.
Kaçıncı yağmur, sel baskınıydı, hatırlamıyorum. Yine “yağmura teslim”di Ankara.
Millete yardıma koşan polisler, Akay Kavşağı’nda, Meclis’e 100 metre mesafede…
Boğulup, gidiyordu da…
Polis arabasının üzerine çıkıp, canlarını zor kurtardılar.
* * *
Şaka değil.
En sıkı yelkencileri, gölünde verdiği eğitimle deryaya salan, yarışmalarda başarıdan başarıya koşan Ankara…
Deniz sporları alt branşına, zaruretle kavuştu:
“Serbest dalış…”
Yağmur yağdı mı... “Ankaralı balıkadam”lar, cadde-sokak, alt geçit demeden asfalta dalışta:
“Acaba, boğulmakta olan var mı?”
Şaka değil; işte buyrun, resmidir.
Son seçimlerde “Ankara”ya deniz de getireceğiz” vaatlerine, gülelim geçelim. (Ne komplekstir birader)
Hatta kiminde, kıyılarda “derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar” misali konuşlanıp… “Denizsiz şehir mi olur, a hiç sevmem” diyelim.
Ama “bu gidişle” bütün bunları; bir de “Ankara Gölbaşı’nda -yerel- tsunami riski” manşetini attığımızda, yeniden konuşalım.
Şaka mıdır? Bilmem; belki öyledir, belki değil…
* * *
Yağmur yıkamıyor artık sokakları, temizlemiyor.
Selin kabahatini, doğaya, “birden bire bastırdı”lara, “mevsim ortalamaları”na bağlama çabası da, bu perişan hali temize çekmiyor.
Çözmüyor, plansız betonlaşmayı ve epey gerisinden koşturan altyapıyı…
* * *
Yağmur artık işbirliği içinde değil, yolla, asfaltla.
Ama o başkaldırmadı, ayaklanmadı. Biz onu dar yerlere hapsettik.
Toprağıyla, yeşiliyle, bazen kekik, bazen yeni biçilmiş çayır kokusuyla o doğal işbölümü, sahaflardaki ilkokul dergisi şimdi…
Yeni baskısı, yok.
Onların yerini beton aldı.
Hani geçen gün “Hürriyet Ankara MOBESE”sine takılan manşetimizdeki gibi.
İncek Bulvarı’nda ne kırmızı ışık, ne hız sınırlaması dinleyen beton kamyonları…
Nerelere yetiştiriyorlar, -Tabakhane misali- taşıdıklarını?
* * *
Bereket meselesine gelince…
İşi tarla-tapan olmayana, çayırda, yaylada değil betonun göbeğinde yaşayana… Her yağmur yağdığında, sefil olana…
“Bereket yağıyor” desen, işte o şaka.
* * *
Pencerem açık, çiseliyor yağmur. Tenime uzanan perde serin, günler sonra Şile bezi.
Ama çağırmıyor artık.
"Çık o soluksuz, 'temiz hava sahası olamayan' evinden de, hadi yürüyelim" demiyor. Diyemiyor...
"Otur evinde" diyor sanki, "Otur"... Dost tavsiyesi...
Ve, selle sürüklenmiş pet şişe kapaklarının peşisıra kopup geliyor o iki satır, Sait Faik'in hikayesinden:
"Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı.
Ne yapacağım, küfrettim…”
Paylaş