Hepsi mevsimlik, hepsi mevsimsiz

“YAPICILAR türkü söylüyor /Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama...” Ne zaman rengarenk ama rengi atmış-solgun gömlekleri, öylece alınmış üzerinde ne denk gelirse yazan tişortlarıyla inşaatlarda çalışan işçileri görsem... Nazım Hikmet’in bu dizeleri düşer aklıma.

Haberin Devamı

Hayatım boyunca karşılaştığım inşaat manzaraları gelir geçer belleğimden...
Gözümün önüne katları yükselen, kabası biten inşaatların giriş katındaki, solgun ışıklı, perdesi gazeteden o tek oda da gelir.
Mukavvadan, kontrplaktan penceyi delen odun sobasının dumanı, alacakaranlığa karışır.
* * *
Emanet bir tüp, üstünde isli bir çaydanlık.
Bazen menemen, bulgur, tarhana tenceresi...
Yazsa karpuz, lor, ekmek. Olmadı yoğurt-ekmek.
Denk düşerse bir transistörlü radyo...
Ama hep türküler.
* * *
İçinden hasret, sıla, hüzün geçen türküler.
O Orta Anadolu türküsündeki gibi “usul basıp yavaş yürüyen” sesleriyle...
İster göçle gelen mevsimlikler olsun, ister “yerli” mevsimlikler.
Yerlisi de potansiyel göçerdir aslında, şanslısı kalkar yakınındaki, yamacındaki yaylaya, tarlaya, bahçeye konar.
Bazısı ise aniden uzaklara uçar...
Enver Gökçe’nin “memleketimin türküleri kadar acı çektim” dizesi, hepsinin mevsimlik, geçici, ayaküstü hayatlarını özetler.
Alın yazısı varsa, odur işte onlara...
Tek dilde ve her dönem, aynı el yazısıyla...
Hepsi mevsimlik, hepsi mevsimsiz

Hepsinin adı “mevsimlik”tir aslında, ki hepsinin adı da sadece mevsiminde anılır.
Sonra unutulur adları, her yıl kırışan, erken yaşlanan yüzleri...
“Mevsimlik”tir adları, öyle anılır, öyle çağrılırlar. O hüzünlü ironi, tuhaf çelişki de bu tanımlamada başlar zaten.
Çünkü “mevsimsiz”dir hayatları.
* * *
Hep kaçırırlar mevsimleri yaşamayı...
Kaçırmazlarsa mevsimlik işlere koşarlar.
Bazen her yıl başka bir diyarın başka mevsimini, gün boyu çalışarak yaşarlar.
Ömürleri şantiyelerde, çadırlarda geçer.
Ne baharları bahardır, ne yazları yaz...
Baharda, yazda bir kaç kuruş biriktirirlerse kışı bilirler. Ayazı...
Sonbahar onlara herkesten önce gelir, zaten.
* * *
Göçerler oradan oraya...
Sonra da hayattan göçerler.
İş kazası, iş cinayeti midir, iki büklüm iş hastalığı mı, sağlıksız koşulların, sağlıksız beslenmenin, barınmanın erken eceli mi...
Hepsi aynı kapıya çıkar.
* * *
İşçiler bu kez asansörde (adı asansör) 32. kattan düşerek...
Nasıl, 32 kattan düşmenin, yahut madene havasız gömülmenin, geçen o saniyelerin mevsimi yoksa, öyle.
Mevsimlik, taşeron, sözleşmeli, yahut işçi pazarından toplama...
Bazen ayrı koridorlardan, ama hep aynı kapıya...
Ve yine “insanlık” denen şey, noktası koyu bir soru işareti gibi kalır ortada:
“Acaba mevsimlik midir, taşeron mu, geçici mi…”

Yazarın Tüm Yazıları