‘Abd-i memlûk’ tâbiri, Kur’an’ın en hayatî kavramlarından biridir. Kur’an’ın, insan onuruna aykırı bularak eleştirdiği ‘abd-i memlûk olmak’ nedir?
Abd-i memlûk; sözlük anlamıyla, ‘birilerine mülk olmuş, eşyalaşmış köle kişi’ demek.
Eşyaya dönüştürülmüş, kullaştırılmış insan demek. Daha doğrusu, abd-i memlûk,
insan kılığında eşya demek
Abd-i memlûk’un iğretiliği, bönlüğü, yaratıcılıktan, özgürlükten, isyan ve direnişten uzaklığı bakın nasıl eleştirilmiş:
Bu alan; Allah’ın, dinin, sevabın devreye sokulduğu alandır. Daha açıkçası, bu alan, Allah ile aldatmanın tüm hararetiyle işletildiği alandır.
Müslüman ülkelerde, özellikle Türkiye’de haram kazanç simsarları bugün en çok bu alanı kullanmaktadır. Bu alan, Türkiye’de çok büyük bir ‘aldatılmış hainler zümresi’ de yaratmıştır. ‘Aldatılmış hainler’ tâbiri, literatüre bizim kazandırdığımız bir tâbirdir. Sözlü olarak ilk kez, Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Cevizkabuğu programında, yazılı olarak da ilk kez ‘Allah ile Aldatmak’ kitabında kullandık ve açıkladık.
Bu aldatma alanının nasıl işlediğini anlamak için bizim ‘Allah ile Aldatmak’ kitabımızın okunması lazımdır. Bu konuda o kitabın yerine konacak başka bir şey yoktur. Ancak biz, o kitabın iki satırlık bir özetini size verebiliriz. Bu özet, ‘Allah ile aldatılmayın’ emrini veren Kur’an-ı Kerim’in şu ayetidir:
“Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler.” (Tevbe Suresi, 34)
Para denen gücün işler hale gelmesi ‘harcama’ dediğimiz eylemle gerçekleşir. Harcama, paranın kişiliği, kaynağı, ne idüğü hakkında da bilgiler verir. Hatta Türk tasavvuf geleneğinde şöyle bir deyiş vardır:
“Sen, paranın nereden geldiğine dikkat et, nereye gideceğini o bilir.”
Helalden, alın terinden gelmişse iyiliğe, hayra gider; aksi yerlerden gelmişse şerre hizmet eder. Türk kamu vicdanı bunu da çok güzel formüllendirmiştir:
“Haydan gelen huya gider.”
“Türkiye’nin temel sorunu namussuzluk veya namussuzlar sorunudur. Bu sorunu çözün, Türkiye’nin başka sorunu kalmaz. Bu sorunun çözümü ardından öteki sorunlar kendiliğinden çözülecektir. Çünkü tümü namussuzluk sorununun yan ürünüdür.”
Ahlakın esası dürüstlüktür. Yani olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi olmak...
Zaafların bulunması insanı ahlaksız yapmaz, hatalı yapar, günahkâr yapar. Hatalar tamir edilir, günahlar ise tanrısal rahmet tarafından affedilir.
Ahlaksızlık yani dürüst olmamak farklı bir şeydir. Hatalı olmak bir zaaftır, sürçmedir. Ahlaksızlık ise bir temel çürümedir, kötü niyet ürünüdür.
Gerekli dirayet ve tahammülü gösterip karşıya geçerseniz cennete gidersiniz; işi ciddiye almayıp gevşerseniz aşağı düşersiniz. Ve aşağısı, cehennem gayyasıdır.
Türkiye ya sırat köprüsünden karşıya geçip mutluluğu yakalayacaktır yahut da “Boşver sen de!” deyip aşağı düşerek cehennemi boylayacaktır.
İş, öncelikle şu üç zümreye düşüyor:
1. Aydınlar,
2. İş ve servet sahipleri,
Allah’a ortak koşma tutkusu (gizlisi ve açığı), şürekâcılık denen bir illet ve bir meslek yaratmıştır. Bu meslek daha çok ‘dincilik, tarikatçılık, din baronluğu, Allah adına avukatlık’ maskeleri kullanılarak icra edilir.
Türkiye, şürekâcılık mesleğinin saltanat sürdüğü ülkelerden biri, belki de birincisidir.
Şürekâcılığın Allah'a din öğretmeye kalkmasında kullanılan bahanelerin, iki ana başlık altında toplanacağını, tanrısal kitabın verilerine dayanarak söyleyebiliriz.
Birinci bahane şudur: "Kur'an'da her şey yok, sıkıntılar, problemler çıkıyor. Biz de bir şeyler söylemeliyiz."
Şöyle deniyor o ayetlerde:
"Kim Rahman'ın zikrini/Kur'an'ı görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytan musallat ederiz, o ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar. Sonunda bize geldiğinde şeytan yoldaşına şöyle der: 'Keşke aramızda iki doğu arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü yoldaşmışsın sen!"
Rahman'a karşı şeytan söz konusudur burada. Zikir, Kur'an'ın adlarından biri olduğuna göre, karşı karşıya gelen değerler, Kur'an değerleriyle şeytanın değerleridir.
Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta, şeytanı yeğleyerek Kur'an'a sırt dönenlerin, kendilerini ışık ve aydınlık üzere gören kişiler olmasıdır. Yani bu ‘şeytan yeğleyiciler’, öyle dinsiz-imansız inkârcılar değil, hidayet iddiasında kendilerini öne çıkaran kişilerdir. Allah adına avukatlık yapmakta olan din yaygaracıları, şeriat isterükçüler, din baronları bu cümledendir.
1. Dincilik illeti, namı diğer Allah ile aldatmak.
Din istismarı ve Atatürk aleyhine Haçlı Batı ile işbirliği bunun sonucudur.
2. Dinciliğe yalakalık zilleti,
Allah ile aldatanlara görünüşte karşı çıkarken perde arkasında onların tabanından oy koparmak için onların sloganlarını kullanmaya tenezzül etme onursuzluğu bu psikolojinin sonucudur. Riyakârlığın sembolü olan bu tutum, ülkemizde dürüstlüğün kural olmaktan çıkarılmasına yol açmıştır.
3. Laikliği yanlış okuma hamakati.