Yaşar Nuri Öztürk

Şimdi Kemalizme ihanet zamanı!

1 Ağustos 2008
“Komünizm geliyor” yaygarasıyla Türkiye’yi ürkütüp yarattığı Yeşil Kuşak İslamı ile bizi Demir Perde’ye karşı bedava şövalye olarak kullanan Haçlı Batı, şimdi aynı şeyi ‘Ilımlı İslam’ slogan ve projesiyle yapıyor.

Tek fark, Türkiye’nin bu kez, gayri Müslimlere karşı değil, doğrudan doğruya İslam âlemine karşı kullanılmasıdır.

 

Yeşil Kuşak oyunundan çok daha zor bir iştir bu. Çünkü Müslümanı Müslümana karşı kullanmak söz konusudur. Artık “Allahsız komünistler geliyor, Allahsız komünizme karşı dine inananlar birleşmeli...” edebiyatı yeterli olmaz. Kaldı ki o edebiyatın ne kadar namussuz bir emperyalist edebiyat olduğu artık anlaşılmış bulunuyor.

 

Ucuz şövalyeyi cepheye sürmek için belli ki yine ‘İslam’ kullanılacak, ama bu sefer İslam’ı İslam’a karşı kullanmak söz konusu olduğundan Haçlı iblisliği de çare bulmakta zorlanıyor.

 

Nasıl yapacaklar bunu?

 

Yazının Devamını Oku

Alternatif yok mu?

31 Temmuz 2008
Türkiye’yi dünyanın önünde rezil eden AKP iktidarından görünürde şikâyet etmeyen yok.

Fakat, acaba bu şikâyet seslerinin kaçı samimi? Dışarıdan Haçlılarca kotarılan ve içerideki beslemelerce desteklenen ‘AKP’yi yaşatma tezgâhı’, AKP’ye destek hizmetinde yeni bir yöntem geliştirdi:

 

Yeni yöntemin kısa tanımı şu: Görünürde şikâyetçi ol, mağdurlardan aferin al; sonra usta bir manevrayla şöyle konuşmaya başla:

 

“Durum iyi değil ama ‘alternatif’ yok. Lider yok, program yok, kadro yok. Elini taşın altına koymak üzere ortaya çıkan yok. Ne sağdan hayır var ne soldan. Yine kala kala AKP kalıyor.”

 

Türk halkı önünde tüm itibarını yitirmiş, saygınlık sıralamasında en alt sıraya düşmüş  ‘destekçi’ medyanın mandacı ve meddah kalemleri kitleyi çıldırtmadan AKP meddahlığı yapmanın yolunu işte böyle buldu. Vuruyor gibi görün, ama okşa, destekle, palazlandır, açıklarını kapat...

 

Yazının Devamını Oku

Egemenliğimizi tehdit eden üç bela

30 Temmuz 2008
Türk Milleti’nin egemenliğini tehdit eden üç temel musibetle yüz yüzeyiz:

Aynı zamanda birer terör olan bu musibetler sırasıyla şunlardır:

1. Allah ile aldatma belası veya dinci terör,2. Nifak belası veya bölücü terör,3. Borç belası veya ekonomik terör.

Birincisi, yani dinci terör, 1925’ten beri yani Cumhuriyet’in en taze yıllarından başlayarak canımızı yakıyor. Daha nice yıllar, belki de ebediyyen yakacaktır. Bugün, küresel emperyalizmin güdüm ve denetiminde Türkiye’nin işini bitirmek üzeredir. Kullandığı temel araç ise tarihin en namert ama en etkili silahı olan ‘Allah ile aldatmak’tır.

Bu belanın dehşetini anlatmak ve ondan kurtuluşun reçetelerini göstermek için, şu sıralarda 52. baskısı yapılmakta olan o ‘devrim’ kitabı,  ALLAH İLE ALDAMAK kitabını yazdım.

Umarım beklenen sonucu doğurur.

İkincisi, yine ilk yıllarda denenmekle beraber, kalkınma hamlelerimizin dikkat çekecek noktaya geldiği son yarım yüzyılda tırmandırılan bir bela oldu.

Üçüncüsü, ilk ikisinin tek veya birlikte sonuç getirmemesi üzerine, ilave tahrip aracı olarak son çeyrek yüzyılda tepemize bindirildi.

Bu üç belanın üçünün de temel niyet, strateji, yönetim, donatım, teşvik, teçhiz ve taktik merkezi Hıristiyan Batı mahfilleri.

Yazının Devamını Oku

İman ve imkan açısından Türkiye’nin durumu

29 Temmuz 2008
Türkiye’de bugün, Kurtuluş Savaşı’na ön gelen günlerdeki iman yok. Hatta yer yer o imandan eser yok. O imanın yerini çıkarcılık, düzensizlik, bölünmüşlük, nemelazımcılık ve daha tehlikelisi ümitsizlik almış bulunuyor.

Yayınlanan bir kamuoyu yoklaması gösteriyor ki, Türk gençliğinin (bu demektir ki Türkiye’deki nüfusun %80’inin) Türkiye’den ümidi kalmamış. Büyük kısmı bir dış ülkeye gitmek istiyor, geleceğinden ümitsiz, Türkiye’nin içine itildiği çıkmazı aşamayacağı kanısında...

 

Kurtuluş Savaşı’nı mihver alarak, meseleyi iman noktasından değerlendirirsek, Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nı kaybetmiş gibi görünüyor.

 

Bu ürkütücü tablonun arkasında ne var?

 

Temel bela, bilinçsizlik ve nemelazımcılıktır. Nemelazımcılık, imansızlığın en yıkıcısıdır.

 

Yazının Devamını Oku

İman ve imkan

28 Temmuz 2008
Tüm oluş ve erişlerin, tüm zaferlerin iki temel dayanağı vardır: İman ve imkân.

İmanla imkânın ilişkisi çok esrarlı bir ilişkidir. Tarihi yazanlar, ama daha önemlisi tarihi yaratanlar bu esrarlı ilişkinin vücut verebileceği sonuçları çok iyi tahmin edebilen insanlardır.

Tarih yaratmak, imanla imkân ilişkisini iyi tahlil etmeyi, değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

 

Üzerinde olduğumuz konu açısından, sadece Tanrı’nın değil, tarihin de imzaladığı gerçek şudur:

 

İman yoksa imkân hiçbir işe yaramaz; ama iman varsa imkânın azlığı zaferi engelleyemez.

 

Yazının Devamını Oku

İnsan gerçeğinde birleşemez miyiz?

25 Temmuz 2008
İnsan merkezli bir fikir ve siyaset iklimine hava ve su kadar muhtacız.

İnsan merkezli olmak nedir?

Deniyor ki, “Ne demek insan merkezli olmak? Tüm siyasetler insan merkezlidir. Aksini söyleyerek siyaset yapan mı var?”

Aksini söyleyen yok, ama aksini yapanlar var. Söylerken doğru söylediler ama eyleme geçince aksini yaptılar.

Eğer öyle yapmasalardı bu ülke bu halde olur muydu?

Yazının Devamını Oku

Gerçek aydın bunalımı

23 Temmuz 2008
Kur’an’ın önümüze koyduğu evrensel ilkelerden biri de şudur: <br><br>İnsanın mutluluğu ve yücelmesi için iyi adam olmak yetmez, iyilik uğrunda eylemci adam olmak gerekir.

Şöyle deniyor:

 

“Halkı iyilik ve barış için gayret gösterenler olsaydı, Rabbin o kentleri/medeniyetleri zulümle helâk edecek değildi ya!” (Hûd Suresi, 117)

 

Ancak, Kur’an bize gösteriyor ki, bir ülke ve toplumun, hatta bir uygarlığın ayakta kalması,  salih insanlarla sağlanamaz; muslih insanlar lazımdır. Yani pasif barışseverler yeterli değildir; barış ve huzur için faaliyet ve gayret gösteren insanlar gerekir. Aksi halde, barış- severlerin (salihlerin) varlığı, çöküşü engellemez. Yani barış ve iyilik sever olmak yetmez, barış ve iyilik için uğraşmak, gayret ve eylem sergilemek lazımdır.

 

Bu da öncelikle aydınların, daha sonra da siyasetçilerin işidir.

 

Yazının Devamını Oku

Kula kulluk bitmedikçe…

22 Temmuz 2008
Kaç asırdan beridir, Müslüman kitlelerin büyük çoğunluğu, görünürde Allah’ın kulu, gerçekte ise efendilerinin kulu. Bu ikinci kulluk ‘müritlik’ adı altında yürütülüyor.

Ne demek mürit?

 

İradesini efendisinin iradesine teslim eden kişi demek. Yani iradesi ve aklı felç edilmiş kişi, insan suretinde robot. Kur’an’ın deyimiyle abd-i memlûk, yani kendi iradesiyle köleleştirilmiş kişi. 

 

Peki, “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fâtiha Suresi, 5) diyerek önünde secde ettiğimiz Allah’a kulluk nerede?

 

Efendisinin müridi-robotu haline gelen, yani Allah dışında bir şeye veya kişiye teslim olan nasıl oluyor da Müslüman oluyor? Hem de birinci sınıf Müslüman...

 

Yazının Devamını Oku