Paylaş
“Türkiye’nin temel sorunu namussuzluk veya namussuzlar sorunudur. Bu sorunu çözün, Türkiye’nin başka sorunu kalmaz. Bu sorunun çözümü ardından öteki sorunlar kendiliğinden çözülecektir. Çünkü tümü namussuzluk sorununun yan ürünüdür.”
Ahlakın esası dürüstlüktür. Yani olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi olmak...
Zaafların bulunması insanı ahlaksız yapmaz, hatalı yapar, günahkâr yapar. Hatalar tamir edilir, günahlar ise tanrısal rahmet tarafından affedilir.
Ahlaksızlık yani dürüst olmamak farklı bir şeydir. Hatalı olmak bir zaaftır, sürçmedir. Ahlaksızlık ise bir temel çürümedir, kötü niyet ürünüdür.
Türkiye’deki akıl almaz çarpıklıkların başında din-ahlak ilişkisindeki çelişki gelmektedir.
Türkiye, görülmedik bir hızla dincileşirken, görülmedik bir hızla da ahlaksızlaşmaktadır. Yalancılık, dolandırıcılık, yolsuzluk, düzenbazlık... gibi temel bozukluklar listesinde her gün biraz daha yukarılara çıkışımız, dünyanın izlediği ve bizim de önümüze koyduğu bir gerçektir.
Ne yazık ki, Türkiye, yalandan hırsızlığa, kamu kaynaklarını talandan mafya zulümlerine kadar her türlü suç ve rezilliğin, her türlü ahlaksızlık ve düşüklüğün doruğa tırmandığı bir ülke haline gelmiş bulunuyor.
Bir yanda, temeli ve amacı ahlak olan İslam adına yüz bine ulaşan cami, (sağlık ocaklarının toplam sayısı 7500, okulların toplam sayısı 67 bin), gökleri tırmalayan on binler minare, öte yanda zirveye tırmanmış ahlaksızlıklar...
Bundan ilginci, ahlaksızlığın en zehirlisi olan riyakârlık, iftira, kamu kaynaklarının talanı gibi temel çürümelerde öne çıkmış isimlerin önemli bir kısmı dincilikleriyle de ünlü kişiler...
Böyle bir çarpıklık tarihte az görülmüştür.
Dinselleşme arttıkça ahlaksızlık, vurgunculuk ve ikiyüzlülük de artıyor.
Bu nasıl iştir, nasıl bir garabettir?!
Dinin gerçeğinin uygulanmasına bile, ‘ibadette azalma yaratılıyor’ gerekçesiyle karşı çıkan insanların, orman yağmalamasına, kamu mallarının talanına, insan haklarının çiğnenmesine, kadının horlanıp ezilmesine karşı çıktıklarına tanık olamıyoruz.
Kısacası, İslam, birileri aracılığıyla âdeta ahlaksızlık, akıl dışılık, düzenbazlık üreten bir din olarak algılanır oldu.
Siyaseti çürüten temel olumsuzluk da dürüstlüğün göçürülmesidir. Siyaset, ne yazık ki, büyük çoğunluğu itibariyle, olduğu gibi görünmeyenlerle göründüğü gibi olmayanların kümelendiği bir mesleğe dönüştürüldü.
Her gün, her yerde şunu duyabilmekteyiz: “Falanca mı? Yok canım, o siyaset yapamaz, imkânsız. Çünkü o adam düzgün adam; yalan-dolan bilmiyor, haram lokmaya karşı. Başarılı olamaz....”
Siyaset dendi mi ilk söylenen bu. Bu zehirli söylem, kamu vicdanı haline getirilmiş. Bunun anlamı acaba şu mu?
“Ne yapalım, ülkeyi kirliliğe teslim etmekten gayrı çaremiz yok!”
Siyasetimizin duayenlerinden birine yıllar önce, “Efendim, falancanın ahlaksal tarafı çok bozuk çıktı; onu yanımızdan uzaklaştırsak!” dediklerinde cevabı şu olmuştur: “Ben, iyi ahlak derneği kurmadım, parti kurdum; siyaset yapıyorum.”
Ahlakı bir meslek gibi algılayan bu bakış açısı, ne yazık ki, Türk siyasetinde yıllardır egemen olan anlayıştır. Türk siyasetini çürüten ve oy kullanma durumundaki insanların % 32’sinin sandığa gitmesine engel olan olumsuzluk işte bu anlayışın yarattığı güvensizliktir.
Siyasete güvensizliğin faturası çok ağır olmuştur. Kullanılan oyların % 24 ile parlamentodaki sandalyelerin % 67’sini bir partiye veren korkunç çarpıklık ortada dururken siyasete güvenden söz etmek mümkün olabilir mi? Ne demektir bu? Şu demektir:
Türkiye’yi bugün siyasete güvenin oluşturduğu bir iktidar değil, güvensizliğin ürettiği bir iktidar yönetiyor. Başka türlü ifade edelim:
Ülkemizde, demokrasi adı altında karmaşa egemendir. Gerçek demokrasi yerine Türkiye’ye özgü bir ‘kapkaç demokrasisi’ sahnededir. Siyasal Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu’nun yaşatmakta olduğu sistem, iliklerine kadar antidemokratiktir; insan haklarına aykırıdır. Bunu bilen yok mu? Bilen var, ama gereğini yapan yok! Eğer demokrasi diye bir şey varsa, Türkiye’deki tablonun anlamı budur.
% 65’nın iradesi nedir ve nerededir?
Şimdi ne oluyor? % 92’lik bir çoğunlukla kabul edilmiş bir anayasa, yüzde 45’lik bir oyla değiştiriliyor. Buna ‘demokrasinin sonucu’ denebilir mi?
Hayır! Bu, demokrasinin sonucu değil, antidemokratik siyasetin yol açtığı sistem yozlaşmasının sonucudur. Eğer demokratik bir halk seferberliği ile ülkenin önünü açmak üzere insan merkezli yeni bir oluşumla halkın ümitleri tazelenmezse Türkiye’nin sonu hüsrandan başka bir şey olmayacaktır.
Ötekilerin tümü denenmiş, bugünkü perişanlığı yaratmıştır. Diriliş ve kurtuluş, ötekilerin devamı olmayan yenide, gerçek yenidedir.
Milletimizin bu kutlu ve mutlu reçeteyi layıkıyla değerlendirmesi niyazıyla tüm halkımıza güzel yarınlar diliyorum.
Paylaş