Bugün, İslam kelimesini, siyasal, ideolojik dürtülerle öne çıkarılmış bir sürü ifadede kullanmak, bu isimlerle öne çıkarılan ‘tüp bebek din’den istenildiği kadar üretmek mümkün hale gelmiştir. Özellikle ABD’de zamana, şartlara göre sürekli yeni isimler üretilmektedir.
ABD’nin Ortadoğu'daki hesapları nasıl bir ‘tüp bebek İslam’ üretmeyi gerektiriyorsa, Ortadoğu’daki ‘BOP Eşbaşkanları’ tarafından ona göre bir ‘İslam’ üretilmektedir.
Soğuk Savaş döneminde türetilen ‘Yeşil Kuşak İslamı’ terimi, (Sovyetler Birliği ile sınırdaş diğer Müslüman toplumların insanları ile birlikte) Türk insanını Demir Perde'ye karşı kullanmak üzere geliştirilen siyasetler dolayısıyla öne çıkarılan bir nitelemedir. Benzer şekilde, günümüzde de, ‘ılımlı İslam’ terimi türetilmiştir.
Soğuk Savaş'ın son bulmasıyla yeni stratejiler, bu stratejilere göre de yeni ‘İslamlar’ üretmek gerekmektedir.
Batılılar, İslam’a ‘Muhammedanizm’ yani Muhammed’in dini demeyi çok severler. Onlara göre, İslam, Muhammed’in kurduğu bir dindir ve Muhammed de bir zındıktır. Batı’nın anıt şairi İtalyan Dante’nin Divina Komedyası’nda, Hz. Muhammed, cehennemin en alt tabakalarında azap gören zındıklar arasında gösterilir.
Batılılar, İslam’a ‘Muhammedanizm’ yani Muhammed’in dini demeyi çok severler. Onlara göre, İslam, Muhammed’in kurduğu bir dindir ve Muhammed de bir zındıktır. Batı’nın anıt şairi İtalyan Dante’nin Divina Komedyası’nda, Hz. Muhammed, cehennemin en alt tabakalarında azap gören zındıklar arasında gösterilir.
Bir Alman olan bugünkü papa 16. Benediktus, Hz. Peygamber’e saldırırken, onu, ‘şiddet ve şerden başka bir şey yaymamakla’ itham etme talihsizliğini göstermiştir.
Dahası var:
Batı’nın biraz daha bahtsız adamları bu sataşma ve hakaretlerini Kur’an’a da uzatırlar. Reformun babası sayılan ve yine bir Alman olan papaz
Meşru şartları doğmuş, insan hak ve onurunun kurtarılması için kaçınılmaz hale gelmişse savaşa ‘evet’ diyen İslam ona izin vermekle kalmaz, onu teşvik eder, emreder.
Böyle bir savaşın ilk ve temel şartı, ‘savunma savaşı’, namı diğer ‘meşru müdafaa savaşı’ olmaktır.
Hiçbir saldırı savaşı, İslam’dan onay alamaz. Tarih içinde adına ‘cihat’ veya Osmanlı’da olduğu gibi, ‘Îla-i Kelimetillah’ (Allah’ın adını yüceltme) yaftaları yapıştırılmış savaşların büyük kısmı, Kur’an’ın asla onaylamayacağı saldırı ve tagallüp savaşlarıdır. Ve bunların yarattığı günahın faturasını bugün yeni Müslüman nesiller olarak bizler ödemekteyiz.
İslam dinini diğer dinlerden ayıran temel farklardan biri de
Bu sorunların önemli sebeplerinden biri, İslam kelimesinin günümüzde, ‘ılımlı İslam’ ve ‘muhafazakâr demokrasi’ gibi ifadelerdeki yanlış kullanımıdır. Örneğin, ‘muhafazakâr demokrasi’ ifadesinde yer alan demokrasi kelimesi, aslında, İslam kelimesi yerine kullanılmaktadır. Türkiye’de anayasal sistemin izin vermemesi nedeniyle, söz konusu siyasal
İslam anlayışına ‘muhafazakâr İslam’ yerine ‘muhafazakâr demokrasi’ denilmektedir.
Şu bir gerçek ki, son zamanlarda İslam, tâbir caizse, tüp bebek üretimine tâbi tutuldu ve bir yığın sahte ‘İslam’ üretildi. İslam'a birkaç yılda bir, yeni bir isim bulunuyor.
İslam kelimesinden yanlış ifadeler türetilmesine daha Demir Perde döneminde başlanmıştır. Bu dönemde, ‘sosyalist İslam, İslam sosyalizmi, Arap İslamı’ olarak aktarılabilecek bazı isimler türetilmiştir. Daha sonra, Soğuk Savaş sonrası dönemde ise, bu listeye, ‘Türk İslamı, Avrupa İslamı, Orta Asya İslamı, Amerikan İslamı’ ya da ‘Yeşil Kuşak İslamı’ gibi yeni nitelemeler eklenmiştir. Yakın gelecekte, kavramın başka yanlış biçimlerde kullanılması da şaşırtıcı olmayacaktır.
Dinden-imandan-mukaddesattan en çok söz edenler, bu değerleri fütursuz biçimde maddî çıkara, siyasete, servete tahvil eden dinci takımı olmuştur. En cilalı, en hararetli din nutukları onlardadır ama dinin temel amacı olan ahlaktan en az nasibi olanlar da onlardır.
Dinin temel düşmanları olan yalancılık, kamu hakkı talanı, iftira, insana kötülük (diri diri insan yakmak dahil) bu dinci takımın sıradan eylemleri olmuştur. Son otuz yıl boyunca ekranlar bunların rezillik ve sefillikleriyle reyting rekorları kırdı.
Menfaatleri için çiğneyemeyecekleri ahlak ilkesi, çamur atmayacakları haysiyet, rencide etmeyecekleri hak söz konusu değildir.
Özellikle iftira, bunların baş ibadeti, birinci dereceden siyasal sermayeleridir.
Allah ile aldatma tezgâhının Kur'an kursları yoluyla neler yaptığını anlattığımız bu başlığın yayını üzerinden üç ay geçmeden Konya'da yaşanan bir 'kaçak Kur'an kursu' faciası ile sarsıldık. 17'si çocuk 18 kişi enkaz altında can verdi.
Şimdi gelin, Allah ile aldatmanın Türkiye'de oynadığı oyunlardan sadece birisi olan 'Kur'an Kursu Aldatmacası' üzerine yeniden konuşalım.
Bugün Türkiye'de Diyanet'in şemsiyesi altında faaliyet yürüten ve Türk halkından resmî, gayrı resmî büyük meblağlarda paralar toplayan Kur'an kursu sektörü, Allah ile aldatmanın bir hizmet kurumu gibi çalışmakta, buralara devam eden çocuklara Kur'an'ın muhtevası, ilkeleri, zulme karşı çıkan, ahlakı öneren ruhu öğretilmek yerine Arap harflerinin telaffuzu öğretilmektedir. Oysa ki Kur'an kursunun anlamı ve amacı bu değildir.
Allah ile aldatmanın Kur'an kursu sektörünün ulaştığı gücü tahmin edebilmek için, kaçak açılan ve çöken bir Kur'an kursunda 18 kişinin ölmesi üzerine yayınlanan bir araştırmanın şu sonucuna bakalım:
“Her gelen orada istediği kadar yayılırsa Kâbe’nin mehabeti kalmaz...”İmamı Şâfiî (ölm.204/820), Peygamberimize salât ve selamın her ağız açıldığında telaffuzuna aynı gerekçeyle karşı çıkmıştır: Mehabeti kalmaz. Yani saygınlığı, iç dünyaya nüfuz gücü yok olur, sakıza döner. Bu sakıza dönüş önlensin diyedir ki, İmam Şâfiî gibi bir din büyüğü şöyle diyebilmiştir:“Bir insan, bir mecliste bir kez salât ve selam getirse yeter. Ömründe bir kez getirse yine yeter...”
Bu satırların yazarı, ‘Allah’ kelimesini çok az telaffuz eden, ama telaffuz ettiğinde titreyen, bazen yere çöken, gözleri yaşlarla dolan, gerçek Allah adamları tanıdı.
Onun içindir ki, bendeniz, Allah’ı pazara indirip aldatma aracı olarak kullanmaya kalkan sahtekârı çok iyi tanırım. Onu damarından, yüzünden, nefesinden, tanırım. Daha ağzını açtığı anda tanırım. Adımını attığı anda tanırım.
Siyaset ve çıkar dincisi sahtekâr, kutsallarımıza, boyutlarımızı tutan ölümsüz değerlere saygıyı ufalta ufalta yok etti. Şimdi o, “Allah” dendiğinde olduğu yere çöken, gözleri yaşlarla dolup göğsü titremeye başlayan yüce ruhlu insanların dine-imana yönelik yarattığı sevgi ve saygıdan eser kalmadı.
Bunda şaşılacak bir taraf yok. Millî Mücadele yıllarında, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin neredeyse tümünün kurucuları din öncüleriydi: Müftüler, müderrisler, vaizler, dersiamlar…
Ve o aziz insanların ortak özellikleri İslam’ı, emperyalizme karşı en büyük iman ve kuvvet merkezi olarak öne çıkarmaktı.
Ama bunun yanında, İslam’ı emperyalizme, İngiliz işgaline, Yunan paryalarına ve onların içerdeki destekçisi Damat Ferit Hükûmeti’ne hizmet için kullanan ve bu kullanımı halka kabul ettirmek için de Allah ile aldatma tezgâhı kuran işbirlikçi alçaklar da vardı.
Ve ne garip kaderdir ki, hükûmetin, padişahın ve satılmış basının bütün desteği bu işbirlikçi alçakların yanındaydı.