Her gün bir patlamayla uyanıyor Irak. 1 Mayıs’ı herkes istediği yerde kutluyor. Ne bomba, ne patlama, ne çatlama.
Bangladeş’te her gün gösteriler birbirini izliyor, 1 Mayıs’ı herkes istediği yerde kutluyor, ortada polis gören yok.
İstanbul ise, yine sıkıyönetim günlerinden birini daha yaşıyor. Bir yanda bütün yollar, köprüler kapalı, sokaklarda kimseler yok, radyasyona uğramış gibi.
Öte yanda, gösterilere kapatılan Taksim’de bile biber gazından etkilenenler. Ta Şişli’de kullanılan biber gazı, Taksim’de esiyor, o kadar orantısız, o kadar yoğun.
FİLMLERDEKİ GİBİPolis öyle emir almış ki, kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Dayıyor biber gazını, dayıyor basınçlı suyu, coplar makineli tüfek gibi. Görüntüler Güney Amerika ülkelerinde çekilen filmleri andırıyor.
Ne o? Taksim işçilere yasak. Ne olurdu izin verilse, kimin zümrütleri dökülürdü acaba?
Yollar öyle kapalı, polis öyle kararlı ki, işçiler dağılmak, evlerine gitmek istiyor, gidemiyor, bir yerde toplanıyor, polis bu kez oraya biber gazı ve basınçlı su sıkıyor.
O da ne? Tam sırat köprüsünden geçerken aynı BDP araştırma önergesi veriyor:
“1915 Ermeni olayları için Meclis’te komisyon kurulsun”.BDP şu gerekçeye dayanıyor:
“Birinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllarda meydana gelen tehcir ve sonrasının tartışmaları sürmektedir. Türkiye bu yaşananları araştırmak için gerekli adımları uzun süre atmamış, mutabakat sağlanamamıştır. Taraflar gerçekleri açığa çıkarmak yerine, acıları kendi politik söylemlerinde malzeme olarak kullanmıştır. Tarihsel yüzleşme olmadıkça bu acıları kullanmak devam edecektir”.
İSRAİL’İN GİRİŞİMİ
1915 Ermeni tehciri konusunda birbiriyle çelişen pek çok tez ve kitap var. Bir bölümü soykırım diyor, bir bölümü şiddetle reddediyor. Konu her seferinde “Tartışılmalı” dilekleriyle erteleniyor. Bu, işin başka yönü.
Ama, şu sırada BDP’nin böyle bir önerge vermesi şaşırtıcı. Üstelik bu önerge, ne yazık ki, İsrail parlamentosunda aynı konuda verilen bir önerge ile aynı zamana denk geliyor. İsrail’de de muhalefet partisi geçen hafta “Ermeni soykırımının araştırılmasını” istiyor. 2007’de benzer bir önerge İsrail parlamentosunda kabul edilmiyor. Zamanlama açısından tatsız bir rastlantı.
TAŞNAK-HOYBUN
BDP’nin Ermeni önergesi ister istemez tarihi anımsatıyor,
“Bizim mahalle”de geçen cuma günü seçim var. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) seçimi. Seçimin kendisi zaten önemli, ayrıca bir başka önemi daha var. On iki yıldır TGC Başkanlığı’nı yürüten Orhan Erinç aday değil, yeni bir başkan seçilecek.Erinç ayrılıyor, onunla birlikte görev yapan ekip yeniden seçiliyor, TGC Başkanı artık Turgay Olcayto.
ERİNÇ’E KUTLAMA
Orhan Erinç tam bilmiyorum, herhalde elli yıldır, belki de daha fazla Cumhuriyet’te çalışıyor. İlhan Selçuk’tan sonra halen Cumhuriyet Vakfı Başkanı.
Cumhuriyet dışında, kurumsal gazetecilik anlamında bir daha Türkiye’de kolay kolay kırılamayacak bir rekorun sahibi. Dün kendisiyle sohbet ederken ayrıntısını öğreniyorum, şu döküme bakın:
Erinç TGC’de iki yıl balotajda, on dokuz yıl genel sekreter yardımcılığı ve genel sekreterlik, üç yıl başkan yardımcılığı, on iki yıl başkanlıkta görev yapıyor. TGC dışında, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda (TGS) iki yıl merkez yürütmede, yedi yıl TGS Başkanlığı’nda bulunuyor. Otuz altı yıl TGC, dokuz yıl TGS olmak üzere, tam kırk beş yıl. Kurumsal gazetecilik alanında muhteşem bir rekor.
PRATİK KATKILAR
Dün kendisine neden ayrıldığını sordum:
Özel yaşamında ne kadar sevimli ve cana yakın ise, siyasi yaşamında da öyle. Dünkü telefonda, her zamanki gibi yine esprili. Aramızda eskiye dayanan bir arkadaşlık var. “Senlibenli” sohbet başlıyor dün sabah.
- Sırrı, bütün bu olayları yaşayan biri olarak, not tutuyor musun? Sonradan yazmak üzere.
- Not tutmaya ihtiyacım yok ağabey, hepsi kafamda var.- Perde arkasını anlatan bir kitap yazmayacak mısın?
- Ömrüm vefa ederse, belki ileride mavrasına bir şeyler yazarım, ama bu süreci senin söylediğin anlamda yazmam.- Neden?
- Kendimizi katmak gibi olur, o da hoş değil.
‘NEDEN BIRAKSIN’
- Açıklamayı sen de gördün, PKK silah bırakmıyor.
Davutoğlu yanılıyor. Bilimsel ve pratik açıdan bakarsak...
“Aktivist” herhangi bir alanda “aktif” olan, sadece söylemekle vakit geçirmeyen, bizzat ve fiilen bir şeyler yapan anlamında. “Sosyal aktivist” ya da “politik aktivist” türleri var.
Herhangi bir alanda, yasalar çerçevesinde aktif olan, eylem yapan kişi ya da kuruluş anlamına geliyor. Aktivisti teröristten ayıran, bu yasal zırh.
Avrupa Konseyi aktivist diyerek, PKK’yı terörist saymaktan vazgeçiyor, PKK’nın yasalar çerçevesinde eylem yaptığını söylüyor. Yasalar çerçevesinde adam öldürmek, insanları kaçırmak, hepsi yasalar çerçevesinde. İyi mi?
Bu yeni tanımla birlikte, PKK artık “siyasal muhatap” oluyor. Avrupa Konseyi tanımlaması bunun hukuksal kılıfını yaratmış oluyor.
Birkaç gün önce BDP de benzer bir isteği gündeme getiriyor, uluslararası kurumların PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamasından vazgeçmesini diliyor. Zaten Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde bu yönde önergeyi veren bir BDP milletvekili. Avrupa Konseyi, BDP’nin isteğini yerine getiriyor.
Konsey’in kararı içerideki süreçle birebir uyumlu.
Özel hayat spotlara teslim
Deyim, Barham Salih’e ait. Barham Salih bir ara Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı, halen Irak Cumhurbaşkanı Talabani’nin partisi Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Genel Sekreter Yardımcısı. Talabani’nin veliahtı olarak görülüyor. Sıkı ekonomi bilgisine sahip, dış politikada iddialı.
T24’te kaleme aldığı yazıda Ceyda Karan Erbil izlenimlerini anlatırken, Barham Salih’le yaptığı sohbeti aktarıyor. Barham Salih Türkiye’ye çok sık gidip gelen biri. Daha yirmi gün kadar önce yine İstanbul’da, enerji ile ilgili bir yuvarlak masa toplantısında, Türk ve Amerikalılar ile birlikte. Bugün Türkiye’yi yöneten üst kadroları yakından tanıyor.
ESKİ VE YENİ
“Kürt baharı” Amerika ve Avrupa’da kendini çoktan gösteriyor.
Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği Türkiye raporu “Kürt baharı”nın belgesi. O rapor son aylarda Türkiye’de yaşadıklarımızla yan yana geldiğinde, yeni bir sözlük oluşturuyor. Baştan başlarsak:
Eskiden “Bebek katili”, şimdi “İmralı”.
Eskiden “Türk”, şimdi “Türkiye vatandaşları”. Avrupa Konseyi raporuyla birlikte, yeni sözlüğün bu maddesine Amerika da katkı sağlıyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin ilk kullandığı “Turkish nation” (Türk milleti) düzeltiliyor, “Turkish citizens” (Türk vatandaşları) oluyor. BDP, Amerika ve Avrupa Konseyi arasında bu yöndeki uyum akıllara durgunluk veriyor. Hepsi aynı deyimde mutabık kalıyor.
Burası Türkiye Cumhuriyeti. Burada “Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz” öykülerinin bini bir para. Uludere’de insanların üzerine bomba yağıyor, otuz dört kişi öldürülüyor. Kurtulanlar arkadaşlarına mı üzülsün, sağ kaldıklarına mı sevinsin, o karmaşık duyguyla ortada dolaşırken, sağ kalanlardan Servet Encü’nün kapısını postacı çalıyor. Postacının elinde bir karar:
“Sınır ihlali nedeniyle Pasaport Kanunu’na muhalefet etmiş olmanızdan dolayı, size iki bin lira para cezası verilmiştir”.
Neden sınır ihlali? Başka geçim kaynağı bulamadıkları için “sınır ticareti” yapmış olmaktan ve pasaportu olmadan Irak’a gidip gelmekten dolayı.
Fıkra gibi. Başka üç kişiye daha ceza yazan Gülyazı Jandarma Karakol Komutanlığı.
LEVENT GÖK’ÜN SORUSU
Vaaay, Servet Encü ve arkadaşları sınır ticareti için Irak’a gidip geliyor, hem de pasaportsuz. İyi ki, “vatana ihanetten” ömür boyu hapse mahkûm olmuyorlar, iki bin lirayla kurtuluyorlar. Fıkra gibi.
Ne sınır ticareti cezası, ne pasaport yasası ihlali, bizimle dalga mı geçiyorlar?
Devlet harcamalarını Meclis’ten kaçıran bu fiili durum şimdi yasal hale geliyor. Sayıştay Yasası baştan sona değiştiriliyor. AKP yasa önerisi hazırlıyor, ama Sayıştay’ın görüşüne başvurulmuyor, Sayıştay’da kimseye bilgi verilmiyor. Yasa önerisine göre:
Sayıştay’ın denetim raporlarının Meclis’e gönderilmesi ve kamuoyuna ilan edilmesi kaldırılıyor. Böylece kamu kuruluşlarında ortaya çıkabilecek yolsuzluklardan kimsenin haberi olmayacak. Demokratik bir devlet yapısına bütünüyle aykırı bir durum. Meclis denetimi ortadan kalkıyor.Eski Roma ve Yunan’dan 1215 Magna Carta’ya, 1781 Amerikan Anayasası’ndan bizdeki bütün anayasalara uzanan, demokrasiye uygun düşmeyen bir adım.
SEN, BEN, BİZİM OĞLAN
Devlet kurumlarını denetleyen Sayıştay denetçileri çok titiz bir elemeyle göreve başlıyor. Sınav, iki yılık eğitim, yeniden sınav, yeterlilik, ancak ondan sonra denetçi olabiliyorlar.
Oysa, şimdi öngörülen değişiklikle, dışarıdan denetçi atanması mümkün hale geliyor. Mantık basit. Sen, ben, bizim oğlan denetçi olacak, kamu kurumlarını denetleyecek, dostlar alışverişte görsün.
Denetçileri bağlayan bir başka değişiklik, raporların Sayıştay bünyesi içinde frenlenmesine ilişkin. 150 yıllık Sayıştay uygulaması değişiyor. Halen denetçi raporları bağımsız olarak Sayıştay’ın ilgili birimine gidiyor ve orada kesin karara bağlanıyor. Şimdi, Sayıştay Savcısı denetiminden geçerek, raporların ilgili dairelere gönderilmesi öngörülüyor.
O savcılar Sayıştay üyelerinden değil, Maliye Bakanlığı’nın önerisiyle dışarıdan atanacak savcılardan oluşacak.
REJİME TIRPAN