CHP seçmenine soruluyor, sadece yüzde 25’i benzer yanıt veriyor: “Ben sosyal demokratım”. Sosyal demokrat olduğunu söyleyen BDP seçmeni oyunu öncelikle BDP’ye, olmadı AKP’ye veriyor. Yarıya yakını madem sosyal demokrat, oyunu neden CHP’ye vermiyor?
Demek ki CHP, BDP seçmeni ile diyalog kurmak zorunda. Bu Genel Merkez ile birlikte BDP seçmeninin yaygın olduğu illerde CHP örgütünün görevi.
CHP seçmeninin sadece yüzde 25’i sosyal demokrat olduğunu söylediği halde, oyunu neden CHP’ye veriyor:
Cumhuriyet tutkusuyla. Demokrasi arayışıyla. Demek ki, CHP’nin Cumhuriyet ve demokrasi vurgularında öncelikleri doğru.
PARTİ KİMLİĞİ
1950’lerde Menderes-İsmet Paşa ya da 70’lerde ve sonrasında Demirel-Ecevit arasındaki düellolarda Cumhuriyet tartışması yok. Bugün T.C. tartışması var, Sağlık Bakanlığı’nda bitiyor, Bursa Valiliği’nde başlıyor. Ya da başka kurumlarda.
Böyle bir ortamda Cumhuriyetçilerin kendi aralarındaki tartışmaları bitirmesi gerek. Herkes belli bir fikre sahip olabilir ve o fikri gerçekleştirmek üzere siyasete atılmış olabilir. Ama, bunun ölçüsü var. Parti disiplini. Burada çelikçomak oynanmıyor, burası çocuk bahçesi de değil. Herkesin parti disiplinine uyması şart. Partide belli bir görüş oluşturmak amacıyla parti içinde tartışma yapılabilir, ancak bunu uluorta yapmak, partiyi eleştiren yazıları başkalarına göndermek, “katılma” denilen TV programlarına katılmak partili olmak kimliği ile bağdaşmıyor. Öyle değil mi, Sayın Gülseren Onanç?Kendi Genel Başkan Yardımcısını “CIA ajanı” diye suçlamak akıl alacak gibi değil. O zaman belgesini çıkarın Sayın Dilek Akagün Yılmaz. Ya da kadere razı gelmekten başka çare yok.
ZİL TAKIP OYNAYANLAR
Dava garip. Darbe teşebbüsü genellikle iktidarı devirmek amacıyla yapılır. Bu davada tam tersine, iktidar sahipleri darbe girişimiyle suçlanıyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan hükümet üyeleri ve diğerleri darbe teşebbüsüyle yargılanıyor.
Karşınızda, Demokrat Partililerin yargılandığı 1961 Yassıada Mahkemesi.Eski Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk geçenlerde bana bir kitap ve bir mektup gönderiyor. “Yassıada Duruşmaları Anayasa Davası Toplu Savunması” başlığını taşıyan 240 sayfalık kitap, tarihe müthiş bir hukuk belgesi.
Cindoruk da Yassıada’da sanıkları savunan avukatlardan biri.
İNANILMAZ BENZERLİK
Cindoruk mektubunda özetle şöyle yazıyor:
“Belgesel kitap elli iki yıl önce İhtilal Mahkemesine verilmiş ortak bir savunma. Güncelliğini koruyor. Konusu, günümüz Silivri ve Sincan davalarının benzeri. Bir hükümet hikâyesi. Bu savunma, bir iktidarın ihtilal girişimi iddiasına karşı, sanık avukatlarının toplu itirazı. Günümüzde ise, asker ve sivil devlet örgütlerinin meşru iktidara karşı darbe iddiası ve davaları sürüyor. Her iki davada da, sanıklar arasında Genelkurmay başkanları var. İnanılmaz benzerlik”.
SAVUNMA NAFİLE
Kitabın önsözünde dikkatimi çeken bir konu var. Aynen şöyle yazıyor:
Şömine başında Finlandiya, Estonya, Letonya, Danimarka, İrlanda başbakanları ya da ekonomiden sorumlu bakanları. Ve bizden Ali Babacan. Dünyadaki ekonomik ahvali tartışıyorlar.
İlk tespit: 2009 ekonomik krizi henüz bitmiş değil. Buna rağmen, Avrupa Birliği krizi çözmek için hâlâ köklü adımlar atmış değil. Yapısal reform ihtiyacı var. Sağlam tek ülke Almanya.İkinci tespit: AB ülkelerinde devlete güven hızla azalıyor. Devlet borcunu öder mi ödemez mi kaygısı var.
Üçüncü tespit: Avrupa Merkez Bankası bol bol para basıyor ve devletlere destek vermeye çalışıyor. Bunun ne kadar tehlikeli olduğu ortada.
Dördüncü tespit: Devlet halka olan borcunu ödemeyi uzun döneme yayacak, vergileri yükseltecek.
Avrupa tam “Hasta Adam”.
1929 GİBİ
Şömine başında oturanlar dünyanın diğer bölgelerine bakıyor.
1914-1919 arasında sosyalist mücadele veren, 500 bin işçiyi genel greve götüren Spartakistler Almanya’nın her yerinde, özellikle Berlin’de iyi örgütlü. O örgüte Berlin’e matematik okumaya giden Fazıl Say da katılıyor.
1987’de de, yine Fazıl Say 17 yaşında Berlin’e müzisyen olarak gidiyor. Piyanist Fazıl Say yetmiş yıl sonra dedesi Fazıl Say’ın sosyalist eylemlere katıldığı kentte dünya yıldızı olarak doğuyor.
DEDE İLE TORUN
Dede ile torun aynı ismi taşıyor. Torun, yani piyanist Fazıl Say’ın babası Ahmet Say kendi oğluna babasının adını veriyor. Ahmet benim can dostum, bir ara Türkiye İşçi Partisi’nde (TİP) görev yapıyor, TİP’te bürokratik mekanizmaya karşı çıktığı için partiden ihraç ediliyor. Ahmet sosyalist kimliğini üzerinden hiçbir zaman çıkarmıyor.
Geçen yıl anılarını yazdığı kitabını okurken dede ile torun arasındaki bağlantıyı görüyorum. “Ağaçlar Çiçeklendi” başlığını taşıyan kitabında, dede Fazıl Say’ın Berlin’de Spartakist Hareket’e katıldığını öğreniyorum. Ahmet’le daha sonra bunun üzerinde sohbet ediyoruz. Dün de, yine benzer bir sohbetteyiz.
HEP BİRİNCİ
Piyanist Fazıl Say “üstün yetenekli çocuklar” arasında. Konservatuvarın yüksek bölümünü bitirdiğinde, 17 yaşında üniversite mezunu. Kazandığı Alman bursuyla Düsseldorf’a, sonra Berlin’e gidiyor. Berlin’de 21 yaşında hoca oluyor. Dedesinin matematik okuduğu kentte.
“Bizim asker şuraya girerse, onları kaçırırız, sonra buraya girersek, öbür tarafta yerleşiriz”.
Kerkük, Musul çevresiyle birlikte, karşınızda Milli Misak, yeni Türkiye Cumhuriyeti (T.C.) sınırları. Genişlemiş bir devlet.
Çankaya Köşkü’nde cetvel harita üzerinde dolaşırken, hemen aynı günlerde bizim üst düzey yetkililer Kuzey Irak’a gidiyor ve Talabani ile görüşüyor. Talabani o yıllarda henüz Cumhurbaşkanı değil, ama Barzani ile birlikte, etkin iki Kürt liderinden biri. Talabani aynen şunu söylüyor:
“Biz, Özal’la Türk-Irak federasyonunu tartıştık”.
Irak diktatörü Saddam daha hayatta ve çok güçlü. Türk-Irak federasyonu dediği, Türk-Kürt federasyonu. Aynı tarihlerde Özal o ünlü cümlesini söylüyor:
“Federasyonu da tartışmalıyız”.
Talabani tartışmakla kalmayan, belki bir gün gerçekleşebilecek bir hedef olarak söylüyor.
ABD PLANI
Ankara’nın bir tespiti var. Maliki hızla Sünnileri ve Kürtleri dışlıyor. Örnek, yeni Irak ordusu. Ordunun hem yapısı, hem önemli komutanlıkları Şiilerden oluşuyor. Irak ordusu Şii ordusu gibi.
Bununu sonucu malum. Kuzey Irak’ta yer yer Irak ordusu ile Kürt peşmegeler arasında gerginlikler yaşanıyor, silahlı çatışmaya ramak kalan gerilimler.
TAM İŞBİRLİĞİ
Maliki Kürtleri dışlayınca, Kürtler de Bağdat’ı dışlıyor ve rotayı Ankara’ya çeviriyor.
Ankara ve Barzani hayatlarının en şenlikli günlerini yaşıyor, tam balayı. Bu siyaseten böyle. Siyasetin altyapısı var, ekonomi.
Türkiye ile Kuzey Irak arasında tam bir ekonomik işbirliği, hatta bunun ötesinde bütünleşme var. Öyle ki, Kuzey Irak, Türkiye’nin uzantısı gibi.
Bu ne zamana denk düşüyor? PKK’nın silahsızlanma sürecine. Ne zamana denk düşüyor? Eyalet laflarının telaffuz edildiği günlere.
KARŞILIKLI ÇIKAR
Bu değerlendirme toplumsal olaylarda polisin müdahalesine ışık tutan reçete. Bu reçete, Emek Sineması dahil, çeşitli gösterilerde polisin kullandığı şiddeti de açıklamaya yetiyor.
CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Salıcı bir süredir farklı bir faaliyet yürütüyor. “Gece vardiyası” adını verdiği bir etkinlik çerçevesinde, çalışanların saatlerine uygun olarak, arkadaşlarıyla çeşitli meslek gruplarını ziyaret ediyor. Örneğin, sabah 05’te hale gidip onların dertlerini dinliyor. Yine sabahın erken saatlerinde balıkçılar ya da fırıncılarla bir araya geliyor.
Geçen hafta itfaiyecilere konuk olan Salıcı önceki akşam “Polis Günü” nedeniyle bazı karakolları ziyaret ediyor.
Giderken çikolata, çiçek eksik değil. Onlara da çay, kahve, kolonya ikramı eksik değil.
“Son ağaç kesildiğinde, son hayvan öldüğünde, sular kirlendiğinde paranın yenecek bir şey olmadığını anlayacaksınız”.
Aynı cümleyi geçen gün Tayyip Erdoğan tekrarlıyor ve ekliyor “Buna mutlaka engel olmalıyız”. Erdoğan geçen hafta üst üste çevreye dönük mesajlar veriyor:
“Evimizdeki mobilya yağmur ormanlarını yağmaladıysa, sorgulamak ve buna çareler üretmek zorundayız”.
Ardından büyük kentlerde gökdelenlere karşı çıkıyor. İyi, güzel de, AKP’li belediyelerin yaptıklarıyla, gerçeklerle uyuşmuyor.
ÖNCE İSTANBUL