Ordulu olduğu için yine ünlü sosyalistlerden Ziya Yılmaz’ı, Abdullah Yılmaz’ı biliyor. “Ben hep sosyal demokrat kaldım” diyor. Dedeleri üzerinden diğer yanı Ordu’da CHP Fırkası kuruculuğuna, Trabzon Valiliği’ne uzanıyor, “Ben hep Cumhuriyetçi oldum” diyor.
Beşiktaş CHP başkan adayı Murat Hazinedar avukat. Baykal’ın ünlü bir tüzük kurultayı var, parti içi demokrasiyi kuşa çeviren, genel başkan sultası kuran tüzük değişikliği. Tel örgüler
içinde bir binada yapılan kurultaya Murat Hazinedar engelleri hukuk yoluyla aşarak giriyor. Bedeli var, CHP’den iki kez ihraç ediliyor, hukuk yoluyla partiye dönüyor.
HALKIN CANI
Başkan seçildiğinde Hazinedar’ın önceliği “binaları depreme karşı güçlendirmek”. Ortaköy Vadisi deprem açısından sorunlu bölgelerden. “Halkın canı her şeyden önemli, onun için asıl çalışma güçlendirme olacak.” Yapacağı her işte, kaldırım, park, belediyenin herhangi bir hizmeti için “Mutlaka halka soracağım” diyor. Bir zamanlar bu ülkede hukuk işliyor, iki kez ihraç edilmesine rağmen, insanlar partilerine dönüyor, hatta belediye başkan adayı olabiliyor. Az gördüğüm bir nitelik, Murat Hazinedar karşısındakine baştan sona pozitif enerji yüklüyor.
Yollar ayrıldı
İLK kez genel lafları bir yana bırakıyor Abdullah Gül. Faiz lobisi, yolsuzluklar, kumpas, ötekileştirme, cinayetler gibi her konuda Tayyip Erdoğan’ın tam karşısına geçiyor.
Batman, daha sonra Diyarbakır valiliğinde bulunan Efkan Ala terörün yeniden azgınlaştığı bir dönemde bu valiliklerde kimsenin burnunun kanamasına izin vermiyor. Etkin, kararlı, bilgili. Valilik yaptığı dönemlerde halka şefkatle davranması için polise sürekli telkinde bulunuyor.
Batman ve Diyarbakır’da kendisini birkaç kez ziyaret ediyorum. Nezaket gösteriyor, uzun süre sohbet ediyoruz. Onunla ilgili izlenimlerimi yazarken “olumlu” cümleler kullanıyorum.
MÜSTEŞARLIK
Efkan Ala’daki enerjiyi Tayyip Erdoğan da fark ediyor. Belli ki, siyasi görüşü AKP’ye uzak değil. Onu Başbakanlık Müsteşarlığı’na getiriyor. O zaman da, kendisinden yine “olumlu” söz ediyorum, bir fırsat olarak görüyorum.
Başbakanlık Müsteşarlığı kabinedeki pek çok bakandan daha yetkili. Bürokrasinin en tepesi, tüm bürokrasiye oradan egemen olmak mümkün. Devletin en işlek, en yoğun makamı.
Müsteşar atandığında, onu yine ziyaret ediyorum. İçeri girer girmez, bana “Görüşmemizi not alabilir miyim” diye sorunca, ben “neden” diye bakıyorum, “Farklı görüşlere ihtiyaç var, burada herkes aynı doğrultuda konuşuyor, yanlış yapabilirim”. Efkan Ala’ya yakışan bir üslup.
Bir daha ziyaretine gitmiyorum, rahatsız etmek istemiyorum. Sadece bir kez telefonda konuşuyoruz, çok kısa.
VE BAKAN
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ilkeler belirliyor:
“Gösteriler yasaya aykırı bile olsa, özgürlük kısıtlamaları haklı olamaz. Yeter ki, kamu düzeni yara almasın”.
Böylesine geniş demokratik ölçüyü senin anlaman mümkün değil.
“Yargı yönetimin hoşgörüsünü ölçmek zorundadır.”
Ölçüyor olsa, AİHM’ye bu kadar çok başvuru olmaz. Ve Türkiye istisnasız hepsinde mahkûm olmaz.
“Polisin göstericileri dağıtmak için orantısız güç kullanması kabul edilemez.”
Bizimle dalga geçiyor. Polisin orantısız güç kullanmadığı gösteri yok. Her birinde insanlar ya ölüyor ya sakat kalıyor, cop, gaz, basınçlı su, etkisi günlerce sürüyor.
2012 Eylül’ünde AKP kongresinde Tayyip Erdoğan parti örgütünden helallik istiyor:
“Milletimize söz verdik, bizden öncekiler gibi, koltuğa yapışıp kalmayacağız, dedik. Bugün sözümüzü tutuyoruz, bu bir ilkenin, bir vaadin yerine getirilmesidir. Biz kenara çekileceğiz, makamlarımızı arkadaşlarımıza bırakacağız”.Dinleyenler arasında fenalık geçirenler var, ama o kararlı:
“Tüzük gereği son kez genel başkan adayı oluyorum”.Alkış, haykırış, bağırış çağırış, akla gelen bütün “ış”lar arasında şiirler okuyor, dünyadan insan manzaraları çiziyor.
TUTMAYAN KILIF
O gün “hedefte Başkanlık”, olmaz ise, Cumhurbaşkanlığı cepte keklik. Her yere korku salmış, iş dünyasına vergi denetimleri, havuz medyaları, Balyoz, Ergenekon, Odatv davaları, gözünü budaktan esirgemiyor. Böylesi yüz yılda bir gelir, her şey feda olsun ona.
Önce Gezi, onun dumanı tüterken 17 Aralık yolsuzluk iddiaları hesabını altüst ediyor. Cinayetlere, “Benim kahraman polisim”, yolsuzluk iddialarına “paralel devlet” kılıfı. Maske düşüyor, dünya basınında bir zamanların diktatörleri, yolsuzluk şampiyonları için çizilen karikatürler ve yazılar onun için döşeniyor.
İTİRAF
Berkin Elvan’ın cenazesi önceki gün Adli Tıp’a götürülüyor, ölüm sebebinin hukuken tespiti için. Otopsi yapılacak.
Bu cinayetin peşini bırakmayan avukat ve bir bilirkişi (aynı zamanda doktor) otopsiye girmek istiyor. Bilirkişi tamam, savcı “avukatın girmesine” itiraz ediyor. Cenaze bekliyor, “girer, giremez” gerilimi yaşanıyor.
Orada bulunan İlhan Cihaner müdahale ediyor, “CMK’ya göre, avukat girebilir”. Olmuyor, Cihaner bu kez Minnesota Protokolü’nü örnek gösteriyor.
YARGISIZ İNFAZ
Bu protokol orantısız güç kullanımında, yargısız infaz cinayetlerinde soruşturma yöntemini kapsayan BM sözleşmesi.
Protokole Türkiye çekince koyuyor, Tayyip Erdoğan’a üç yıl önce “Bu sözleşmeyi Türkiye neden imzalamıyor” diye sorulduğunda, “Bizim de bir bildiğimiz var” diyor. Maksat, yargısız infazın her aşamasında güçlük çıksın.
Sonuçta, savcı avukatın da otopsiye girmesine izin veriyor.
52 YERDE
Geçtiğimiz pazar akşamı Okmeydanı Hastanesi. Berkin Elvan’ın annesi tükenen umutlarını ziyarete gelenlerle paylaşıyor. On altı kiloya düşen Berkin’e bakarken annelik duyguları şahlanıyor:
“Her işi yaptım, ona yine de haram lokma yedirmedim.”Berkin’in aramızdan ayrılması Gezi’de sekizinci cinayet. Türkiye öyle yasa boğuluyor ki, TV’lerde dün sabah ekonomi ya da kadın programlarında insanların boğazı düğümleniyor, “Bugün nasıl program yapacağız” diye isyan eden edene.
‘BİZ KİME NE YAPTIK’
16 Haziran sabahı annesi tam dışarıya çıkacak, Berkin:
“Yok anne, sen çıkma, polis filan var, ben alır, gelirim.”Gelmiyor, bir daha evine dönmüyor. Polisin attığı gaz fişeği 269 gün sonra onun canına kıyıyor.
23 Haziran’da ailesi savcılığa başvuruyor, aradan geçen dokuz ayda hiç ses yok, ne görüntü, ne tanık, ne kanıt, ne bir ipucu. Yer yarılıyor, hepsi içine giriyor.
Meclis’te aylar önce iki araştırma önergesi veriliyor, gündeme bile alınmıyor. Aradan dokuz ay geçmiş, on gün önce dört polis ifade veriyor, “görmedim, duymadım, bilmiyorum”. Bir cinayet, yine kapatılmak isteniyor. Baba Sami Elvan haykırıyor:
Daha yargılama başlamamış, ama emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ için yandaşlar cezayı çoktan kesiyor, “Darbeciye müebbet”. Ceza üstüne ceza yağıyor, “Rütbesi sökülecek”.
Bu cadı avı iki yıl sürüyor. Günün birinde aniden “Orduya kumpas kurdular”. Hem de, bu yazının çıktığı gazete “darbe de darbe” diye iki yıl boyunca davul çalarken.
UZUN TUTUKLULUKİnsanlar beş yıldır hapis, tanıklar dinlenmiyor, kanıt diye sunulan CD’lerin sahte, hukukun en temel ilkeleri ayaklar altında, bütün dünya “uzun tutukluluk süresi” diye nota üstüne nota veriyor, kimse oralı değil.
Günün birinde yine aniden, yandaşların aklına, uzun tutukluluk süresi geliyor. İki yıl önce Başbuğ ve arkadaşlarını ömür boyu hapse mahkûm edenler, aniden “Bu kadar uzun tutukluluk süresi hukuka aykırı” diye hepimizden çok bağırmaya başlıyor.
Ne, hukuk mu? Hangi hukuk? Aniden hukuk?
Kırk üç AKP milletvekili “İhalede fesat varsa, sorumluların Yüce Divan’da yargılanması gerek” inancında.
Kırk üç AKP’li imzasıyla eski başbakanlardan Mesut Yılmaz hakkında soruşturma komisyonu kuruluyor, ardından Mesut Yılmaz Meclis’te AKP oylarıyla Yüce Divan’a gönderiliyor ve yargılanıyor.
Yılmaz’ın fesat karıştırdığı öne sürülen ihale Türkbank’ın özelleştirilmesi ile ilgili. Türkbank ihalesi sonuçlanıyor, daha sonra Emniyet’ten gelen bir belge üzerine ihale iptal ediliyor.
1998’de yaşanan bu olayı AKP 2003 yılında Yüce Divan’a taşıyor.
GEMİ İHALESİ