1998-2005 arasında Schröder başbakan iken, Steinmeier onun başdanışmanı, Alman istihbaratı ona bağlı. Kim, neden dinleniyor, bunu en iyi bilenlerden biri.
Almanya Türkiye’yi dinliyor, iktidar partisi bunu itiraf ediyor. CDU üyeleri, “Türkiye ABD, Fransa ve İngiltere gibi dost değil, müttefik ülke, dinleme makuldür” diyor. Alman Meclisi NSA İnceleme Komitesi Başkanı: “Türkiye’nin Irak sınırındaki gelişmeleri öğrenmek için kendi istihbaratımıza göre hareket etmek gerekir.”CDU Grup Başkanvekili: “Almanya’da üç milyon Türk yaşıyor, terör örgütü PKK’nın bağlantılarını izlemek için her yola başvurulması normaldir.”
GEREKÇE VAHİM
Aslında ülkelerin birbirini dinlemeleri normal. Herkes birbirini dinliyor. Amerika ile İsrail, Amerika ile İngiltere, son olarak Amerika ile Almanya arasında dinleme krizleri, buna dayalı casusluk olayları filmlere bile konu oluyor. Burada tuhaf bir şey yok. Ama, Almanya’nın bizi dinlemesinde vahamet, dinlemenin gerekçesi. Dinleniyor, çünkü:
“1- Türk hükümeti Almanya’daki Türk kulüpleri ve dernekleri üzerinden yıllardır siyasi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. (Nedir o amaçlar? İddia müthiş.)
2- Başta PKK, Türkiye merkezli sol ve sağ gruplar Almanya’da faal. (Biliniyor.)
3- Türkiye üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı var.” (Bu da biliniyor.)
Polis kaçakçıları yakalıyor, çalınan antikalar Mardin Müzesi’nde koruma altına alıyor. Suriye’de rejim yerine oturduğunda geri vermek üzere.
Polisten kurtulan kaçakçılar çaldıkları antikaları Mardin, Urfa, Gaziantep pazarlarında satışa çıkarıyor (Der Spiegel, sayı 31, s. 98-100). Oradan Avrupa ve Amerika’ya. Tarihi mirasın kaçakçılar eliyle Batı’ya taşınması. Suriye’deki içsavaşın yeni yüzü. Pazarlarda neredeyse işportaya dökülen antikalar UNESCO’nun “Kırmızı Liste’sinde, korunması gereken miras” niteliğinde.
IŞİD’İN PAYI
On yıl önce Irak’taki gibi. Irak sokaklarında askerler savaşırken, müzelerde arkeologlar “antik eserleri tek tek ayıklama” peşinde. Tam kültür yağması. Ortadoğu’da her savaşta görülen “kültür kaçakçılığı” şimdi Suriye’de. Bu kez adi kaçakçılar eliyle.
Suriye’deki yağmadan IŞİD de yararlanıyor. Kaçakçıların bir bölümü IŞİD militanı, IŞİD silah ve cephanelerini bu antikaların satışından elde ediyor (Der Spiegel, aynı sayı, s. 99).
Sadece Türkiye’ye değil, Lübnan ve Ürdün’e de antika kaçakçılığı var. O iki ülke de, Türkiye gibi, ele geçirdiği kaçak antikayı kendi müzesinde saklıyor, zamanı gelince geri vermek üzere.
Kaçırılması mümkün olmayan kültür mirası Şam’da El-Hamidiye Çarşısı, Humus’ta Haçlı Seferleri’nde rol oynayan kale, Hama’da Apamea antik kenti ve Ortodoks kilisesi, Halep Kalesi, Tartus’ta Arwad Kalesi, milattan önce 8. yüzyıla kadar giden insanlığın en eski yerleşim yerleri, şimdi kan gölüne dönen bu topraklarda.
MALLOWAN
Demirel:
“Bana gazeteciler hangi takımı tuttuğumu sorar. Ben onlara üniversiteyi Taşkışla’da okudum, Ihlamur’da oturdum, Baba Hakkı’nın maçlarını izledim, diyorum, bana hâlâ tuttuğum takımı soruyorlar”.Demirel asıl espriyi sona saklıyor, Seba’ya dönüyor:
“Bu ülkeye Süleymanlar hep yararlı olmuştur, Kanuni Sultan Süleyman’dan başlar, sana kadar gelir”. Seba mahcubiyetini koruyarak:
“Estağfurullah efendim, sizin yanınızda benim adım mı geçer?”STAT RUHSATI
İnönü Stadı’nın yıkılıp yeniden yapılması ile Seba yakından ilgileniyor, sürekli bilgi sahibi olmak istiyor. Başkanlığı döneminde en büyük arzularından biri yeni stat. Çilekli, Nevzat Demir tesisleri, Akaretlerdeki Plaza’nın arsası, toplam on bir tesisin altında onun imzası var. Yeni stat onun heyecanlarından biri.
Stadın inşaat ruhsatını o günkü Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal veriyor. Ruhsat çıktıktan sonra İsmail Ünal, Başkan Fikret Orman’a Seba’yı ziyaret etmeyi öneriyor. Birlikte Seba’ya gidiyorlar, Ünal ruhsatın bir fotokopisini Seba’ya veriyor. Yeni stadı çok teşvik eden Seba, fotokopiyi odasının duvarına asıyor: “Bugünü çok beklemiştim”.
Yeni stadın açılmasını en çok arzu edenlerden biri de o, ne yazık ki, göremiyor.
1- Yüksek Seçim Kurulu Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce takvim yayınlıyor. Sonuçların 15 Ağustos’ta, yarın Resmi Gazete’de yayınlanması bekleniyor. Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı, Anayasa gereği, düşüyor. 27 Ağustos’taki kongreye katılması mümkün değil. YSK yarın Erdoğan’ın seçildiğine ilişkin mazbatayı Meclis’e göndermek zorunda. Gönderir mi?
2- Gönderirse, Meclis Başkanı mazbatanın gereğini yapmak ve Erdoğan’ın milletvekilliğinin sona ermesi ile ilgili işlemleri bitirmek zorunda. Bitirir mi?
3- YSK ve Meclis Başkanı, diyelim ki, bu yola gitmiyor, Erdoğan Anayasa’ya rağmen, hâlâ AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık’tan ayrılmıyor. 27 Ağustos’ta AKP kongresine katılır ise AKP kongresi hukuken hükümsüz, oradaki seçim geçersiz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kongreyi iptal etmesi gerek. Eder mi?
4- Etmez ise, konu Anayasa Mahkemesi’ne kadar gidebilir. Anayasa Mahkemesi’nin AKP kongresini iptal etmesi gerek. Eder mi?
GÜL’E DE GÖREV
CHP milletvekili Atilla Kart tüm anayasal dayanakları ile birlikte dün yine girişimde bulunuyor. Hazırladığı gerekçeleri belirtilen kurumlara ve Cumhurbaşkanlığı’na gönderiyor.
28 Ağustos devir teslim günü. 15 ile 28 Ağustos arasında Abdullah Gül’e de görev düşüyor. Atilla Kart gerekçelerini o nedenle Çankaya’ya gönderiyor. O süre içinde Gül, Başbakanlığa vekâleten bir milletvekilini atamak zorunda. Atama yapar mı? Yapmaz ise, hukuken Gül de sorumlu.
Buna rağmen, on dört milyon seçmen, Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer gibi, sandığa gitmiyor. Koca bir Cumhurbaşkanı yurttaşlık görevini yerine getirmiyor, on dört milyon da öyle. Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtiren on dört milyon Ahmet Necdet Sezer. Sorumsuz on dört milyon.
PARTİ KİMLİĞİ
Nasıl olsa Erdoğan kazanacak, adayı içime sindiremiyorum, aday laik mi, değil mi, gibi gerekçelere sığınıp inadından ve tatilinden vazgeçmeyen on dört milyon seçmenin bundan böyle Erdoğan’ı eleştirmeye hiç hakkı yok. Köşk ona onların armağanı.
Kaldı ki, sandığa giden CHP’liler ve MHP’lilerde kayma var. MHP’den Erdoğan’a yüzde 24, CHP’den de Demirtaş’a yüzde 3-4 oranında kayma var. Bu nasıl parti kimliği?AKP’liler iki eli kanda olsa sandığa gidiyor, sakatları, yaşlıları sandığa taşımakta seferber oluyor, tabanı ve seçmeni parti söylemine uygun davranıyor. İşte, kimlik bu. CHP ve MHP liderleri bir adayda anlaşıyor, ama MHP örgütü daha çok, CHP örgütü ise yeterince çalışmıyor. Nerede CHP ve MHP’nin parti kimliği? Nasıl oluyor da, AKP tabanı ve seçmeni tepeden gelen işaretlere asker asker uyarken, CHP ve MHP bu ölçüde yaya kalıyor, Cumhurbaşkanı adayı iki partinin toplam oyunun çok altına düşüyor? Bu adayın kimliği filan değil, nedenleri daha derinlerde yatan kurumsal bir hastalık.
MUHALİFLER
Ayrıca, CHP’de ayaklanan muhalifler. Şaşıyorum o muhaliflere. On iki yılda bu dokuzuncu yenilgi. Her sefer “kurultay” sesleri. Kurultaydan önce şu dokuz yenilginin hesabı yok mu? Parti kimliğine saygı çerçevesinde, kampanyada kendileri ne kadar çalıştı, örgütleri ne ölçüde harekete geçirdi? Nasıl bir program öneriyorlar? Tipik yenilgi paradoksu.
Roma hukuku, adaleti böyle tanımlıyor ama Roma İmparatoru Agustus döneminin ünlü şairi Ovidius’un özgürlük özlemi fışkıran şiirlerini yasaklıyor, şairi sürgüne gönderiyor. Hukukun aksine, hem zarar veriyor, hem hakkını tanımıyor. İmparator Caligula aynı yolun yolcusu, Homeros’un kitaplarını yaktırıyor. Halkın canını çıkarıyor.
Roma ile sınırlı değil. Katolik Kilisesi Robinson Crusoe’u, Protestan Kilisesi Genç Werther’in Acıları’nı, Amerika 1930’larda Rousseau’nun İtiraflar’ını, Voltaire’ın Candide’ini yasaklıyor. Fransa Rousseau’nun kitaplarını yasaklamakla kalmıyor, hakkında tutuklama kararı veriyor. Almanya, İngiltere, Çin, Rusya farklı değil, dünyaca ünlü, günümüzün klasik kitapları yakılıyor, devlet büyüklerinin işaretiyle yazarlar, gazeteciler taşlanıyor, geçmişte bunlar hep var. Pek çok ülkede, bir dönem sadece yazar-çizerlerin değil, herkesin canı fena yanıyor. Hepsinde acı ve ıstırap dolu dönemler gelip geçiyor, sonunda demokrasi galip geliyor.
Sandık ve sandık ve fakat ille de sandık. Bugün elbette ve mutlaka sandığa gideceksiniz. Roma hukuku gereği.
ABD yüzde yetmişin peşinde
IRAK Meclisi’nden bir türlü geçmeyen Petrol Yasası var. Güney Irak’taki petrol rezervlerinin yabancılara açılmasına izin veren yasa. Amerika bastırıyor, Irak Başbakanı Maliki direniyor.
Hep kuzeyden söz ediliyor ama, Irak’taki petrolün yüzde yetmişi güneyde. Yabancıların daha pek el sürmediği rezervler. Amerika’ya ve Batı’ya rahat nefes aldıracak rezervler.
Bu arada El Kaide, Taliban misali IŞİD doğuyor. IŞİD Irak’ta hızla ilerliyor. İlerledikçe, kendisini dev aynasında görüyor. Çok tehlikeli, çok acımasız, işin rezilini çıkarıyor. Kadınlara tecavüz ediyor, çocukları ölüme mahkûm ediyor, binlerce insanı evinden barkından ediyor. Bu arada da, petrol yasasına direnen Maliki’nin canına okuyor. Maliki günlerdir Amerika’dan yardım bekliyor, yok, onun önce sıkı bir ders alması gerek. Ona o dersi IŞİD veriyor.
Konseyin Bakanlar Komitesi’nin “medyanın seçimlerde uyması gereken kurallarla ilgili” özel kararı var:
“Özgür ve demokratik bir seçim için TV yayınlarında haber, röportaj ve tartışma programlarının adil ve tarafsız olması gerekir.” Bizdeki aman ne tarafsız, aman ne adil, elem tere fiş kem gözlere şiş.
“Yayıncılar kamu yetkililerine ayrıcalıklı davranamaz.” Ayrıcalık mı, TRT başta, on yedi kanalda saatlerce Erdoğan, arada sırada da diğer adaylar. “Resmi makamlar seçimlere etki edecek şekilde medya mensuplarına müdahale edemez, gazeteciler ve tesisleri resmi makamlarca korunur.” Kim ediyor ki, sadece isim vererek kişi ve kurumlara hakaret ediyor.
Siyasi reklamların ücretinde eşitlik, ücretin açıklanması, her adaya ve partiye eşit reklam süresi gibi, “demokratik bir seçim için” ilkeler tek tek sayılıyor. Hele de kararın 31. maddesi: “Adil ve tarafsız yayın özel ve kamu kanallarınca uygulanmak zorundadır.”
Cumhurbaşkanı seçimi için yürütülen kampanya, Türkiye’nin de imzası bulunan bu kararlara teğet bile geçmiyor. İnanılmaz taraflı, eşitlikten uzak, demokrasiye aykırı. Türkiye bu kararlara uymayı taahhüt etmişken, Yüksek Seçim Kurulu neden müdahale edemiyor? RTÜK neden harekete geçemiyor? Onların sessizliği otoriter baskının kanıtı. Bu kurallar ortada, YSK ve RTÜK ve kampanya burada. YSK ve RTÜK mü, gerçekten burada mı?
Al sana Batı’da seçim
Demokratik kampanyanın örnekleri var.
Üçüncü bir uyarı daha gelince, RTÜK’ün önerisiyle hükümet TRT Genel Müdürü Tayfun Akgüner’i görevden alıyor, 1996 Eylül. Görevden alan Refahyol hükümeti, Başbakan Erbakan. Erbakan bunlardan daha adil, TRT’nin tarafsızlığına daha çok dikkat ediyor.
Uyarı gerekçeleri günümüz açısından akla bile gelmez. İlk uyarı gerekçesi, o sırada iktidar ortağı olan “DYP’nin Meclis dışı toplantısını yayınlamak”. Ohooo, bugün hangi Meclis dışı, Hazret nereye adım atsa, nerede bir çift laf etse, anında canlı yayında.
İkinci uyarı gerekçesi bugün daha komik. “Başbakan Erbakan Ulusa Sesleniş konuşmasında siyasi partiler arasında eşitliğe özen göstermiyor, TRT bunu yayınlıyor”. Bugün hangi parti, ne özeni, Hazret her ağzını açtığında, muhalefeti yerden yere vuruyor, hem de ne üslupla. Bu küçük örnek bile, 1996-2014 demokraside geldiğimiz yerin aynası. Devletin iktidar partisine dönüşmesinin küçük bir örneği.
SÜRELER KOMİK
Bugün cumhurbaşkanı seçimi var, TRT’nin adaylara tanıdığı süreye bakın, Selahattin Demirtaş’ın YSK’ya itiraz başvurusundan aktarıyorum:
TRT Türk: Erdoğan 305, İhsanoğlu ve Demirtaş 0 dakika.