Yalçın Doğan

O kaleler bu sefer düşmedi

30 Ocak 2008
"BU odalar alınacak". Emir net ve öz ve büyük yerden, AKP Genel Merkezinden. Hangi odalar?<br><br>İstanbul Mimarlar Odası, İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası, İstanbul Çevre Mühendisleri Odası. Geçen pazar bu odalarda seçim var. Yıllardır kendi içinde seçim yapan, elbette belli siyasal guruplaşmalar etrafında birleşen mimar, mühendis ve çevreciler bu yıl ilk kez farklı bir seçim yaşıyor. Seçimin yapılacağı yerlere otobüslerle delege taşınıyor. Oy kullanması için arkadaş gurubuna bin kere tembih ediliyor. Gazete ilanları eksikleri tamamlıyor. Sanki bir parti kongresi. Ama, değil. AKP’nin "burayı da ele geçirelim" kongreleri. O kadar ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da gelip, oy kullanıyor.

Türban burada da kendini gösteriyor. Oy verme sıralarında ilk kez bu kadar çok türbanlı üye göze çarpıyor.

AKP boş durmuyor. Türk-İş’ten sonra, toplumun örgütlenmiş bir başka kesimini ele geçirme denemesinin son örneği, adı geçen odalar.

GAZETE İLANLARI

Seçim gazetelere verilen ilanlarla başlıyor. İlanları, bazı gazete ve TV yönetimleriyle al takke-ver külah ilişkileri izliyor.

AKP’nin desteklediği gurup, seçimlere "Mimarlık İçin Mimarlar" adıyla katılıyor. Türbanlı üyeler bu gurubun zaferi için çalışıyor. Mimarlık İçin Mimarlar gurubu, örneğin Levent-Maslak hattındaki gökdelenleri destekliyor. Zaten felç olan trafiğin, bir süre sonra, orada artık kilitleneceğini görmezden gelerek. Çünkü, o proje AKP İstanbul Büyükşehir projesi. Ya da su havzalarındaki yapılaşmaya ses çıkarmıyor.

Mimar oldukları halde, ideoloji bir yana, sadece mimar olarak, bu projelere karşı çıkmak, mimarlığın gereği değil mi? O zaman o mimarlar bunlara neden karşı çıkmıyor? Sadece AKP’li oldukları için mi? Yoksa, o projeleri desteklemenin başka nedenleri mi var?

Ya bu gurubu destekleyen medyanın bir bölümüne ne demeli? Çağdaşlık ve çözüm üretme adına AKP yağdanlığı.

Yine de, olmuyor. AKP, odaları yine de ele geçiremiyor. İstanbul Odası dediğiniz, Gebze’den Edirne’ye kadar bir alanı kapsıyor. Yani, bu odaları ele geçirmek, hiç de kötü bir proje değil. AKP canını dişine takmış, buraları ele geçirmeye çalışırken, CHP’nin bu seçimlerden haberi bile yok. Aradaki fark bu kadar basit.

NTV’YE KIRGINLIK

Seçim öncesi ve sırasında medyada yaşananlar, seçimi kazanan laik kesimin tepkisini çekiyor. Özellikle NTV’ye yükleniyorlar:

"Seçim öncesinde taraf tuttular, seçim öncesinde onların görüşlerine daha çok yer verdiler. Eğer, seçimi AKP yandaşları kazansaydı, sonuçlar açıklanır açıklanmaz, onlarla canlı yayına gireceklerdi, ama biz kazanınca, canlı yayından vazgeçtiler."

Bu iddia üzerine, dün NTV Haber Müdürü Mete Çubukçu’yu arıyorum. Çubukçu, "Bu haksızlık" diyor ve bir döküm veriyor. İki tarafın üyelerinin hangi gün, hangi saatlerde ekrana çıkarıldıklarının dökümü. Seçim günü canlı yayınla ilgili olarak, "o gün üç saat yayın yapıldı, sonra haberlerde kazanan grubun lideri Eyüp Muhçu ile konuşuldu" diyor.

Kazanan mimarlar ise, şaşkın. Odalar seçimine medya ilgisi ilk kez böylesine büyük. Onlara göre, çünkü seçime AKP giriyor.

Türk-İş gibi, o kaleler bu sefer düşmüyor, her şeye rağmen, odalar dimdik ayakta.

Erdoğan’a stadyum gibi arena

GELECEK hafta Tayyip Erdoğan Almanya’ya gidiyor. Önce Berlin’de Merkel ile görüşüyor, sonra Münih’te Güvenlik Konferansı’nda konuşuyor. Ardından Köln’e geçiyor.

AKP ile Almanya’daki Türkler arasında, eskiden kalma bir mesafe var. Milli Görüş döneminde toplanan paralar nedeniyle, aldatılan binlerce insan, bir ara faturayı AKP’ye kesiyor. Haklı değiller. Almanya’daki Türklerin önemli bir bölümü sonradan AKP’ye destek veriyor.

Bu desteği genişletmek üzere, Erdoğan gelecek hafta Köln’de tam bir gövde gösterisine hazırlanıyor. Konuşacağı yer, 18 bin kişilik arena. Yani, Köln’de miting. Bülent Ecevit’in Kıbrıs zaferi sonrasında Almanya çıkarmasını geride bırakmak umuduyla.

18 bin kişilik arenayı doldurmak kolay değil. O nedenle, AKP şu sıralarda Almanya’da yoğun bir çalışma içinde. Almanya’nın her tarafına haber gönderiliyor. Müthiş bir faaliyet, arenaya adam taşıma faaliyeti. AKP her ne kadar, "Bu toplantıyla Almanya’da Türk gücünü göstereceğiz" havasında ise de, asıl amacı, kendi iktidarını göstermek.

Türkiye bitti, sıra Almanya’da.
Yazının Devamını Oku

Kar altında cuma namazı

29 Ocak 2008
GEÇEN cuma Uludağ.<br><br>300 kişilik cami dolunca, Uludağ’a kayak yapmaya giden tatilcilerin bir bölümü ile otellerde çalışan personelin bir bölümü cuma namazını eksi üç derecede karlar altında kılıyor. Otel çalışanları, "böyle bir manzarayla ilk kez karşılaştıklarını" söylüyor. Onlar kar manzarasına alışık, karlar altında kılınan namazlara değil.

Bu fotoğraf ve haber Milliyet’te yayınlanıyor. Kayak yapmaya, Uludağ’a gidenler cuma namazını eksi üç derecede, karlar altında kılacak kadar özveri gösterdiklerine göre, bu merak onlarda ne zaman uyanıyor? Kim bunlar? Üç olasılık var:

1-Kayak yapanlar belli gelir grubunda. Onların cuma merakı, namazı eksi üç derecede karlar altında kılacak kadar ileri değil. Aniden fışkıran bu adet, iktidara yaranma merakı. Toplumsal sırnaşıklık. Hem kendileri, hem iktidarın kendisi için aldatıcı ve tehlikeli./images/100/0x0/55ea75d5f018fbb8f88168f1

2-AKP kendi sermaye sınıfını yaratıyor. Artık onlar da, bir zamanlar kendilerini yabancı hissettikleri ve dışlandıkları mekanlara gitmeye başlıyor. O grubun yaşam tarzı değişiyor. Ürkekliklerini üstlerinden atıyor.

3-Ya da ikisi birden, karlar altında namaz kılanlar hem iktidar sırnaşıkları, hem AKP’nin yeni tip insanları.

Bu sıradan bir fotoğraf değil. Türkiye’nin değişen sosyolojik manzarasını yansıtıyor. İslam değerlerinin giderek ağır bastığı bir manzarayı.

Türbana serbestlik tanıma, bu değişimin en çarpıcı simgesi, göstergesi.

70’lerdeki sağ-sol kutuplaşmasından sonra

HUKUKÇULAR, "aman çok tehlikeli" diye uyarıyor. Son numara, türbanla ilgili Anayasa değişikliğini referanduma sunmak.

Tehlikeli olmasının yanı sıra, öğrenim özgürlüğünden hareketle, Anayasa hukukçuları, "temel haklara ilişkin referandum olmaz" görüşünde birleşiyor.

Buna rağmen, AKP referandumu kendi içinde tartışıyor. Türbanda serbestliği halkın yüzde 70’i istediğine göre, AKP "bizim elimiz güçlü" havasında. Yani, referanduma gideriz, bu laikçilere de hadlerini bildiririz, hesabında.

Aynı anda, türbana dönük herhangi bir yargı yolunun önünü kapatmak da, hesaplar arasında. 22 Temmuz sonrası, referandumla seçimden sonra, güç tazeleme hırsı.

AKP’deki kaygı, "referanduma kadar geçecek 45 günlük sürede, herkes birbirine daha da fena girecek" yönünde.

Aklı başında hukukçuların ikinci itirazı burada. Zaten yay gibi gerilmiş toplumu, referandumla iyice germek.

Cumhurun başı olan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise, referandumu savunuyor. Cumhuru böleceği, kutuplaşmanın daha da sertleşeceği bir yöntemi savunmak, bir Cumhurbaşkanı için çok talihsiz.

1970’lerdeki sağ-sol çatışmasından yaklaşık kırk yıl sonra, Türkiye kendi içinde ve hiç bir dış etken olmadan, ilk kez böylesine toplumsal bölünme eşiğinde.

Huzurunuzda AKP iktidarı.
Yazının Devamını Oku

Davos, Hitler’in arka bahçesiydi

27 Ocak 2008
8 Mayıs 1945’te Davos’ta yeni bir sayfa açılıyor. Bando eşliğinde, Nazilerin sembolü gamalı haçlar Davos’un bütün duvarlarından ve evlerinden sökülüyor. Davos o günden sonra derin bir nefes alıyor. Dünya Ekonomik Forumu’na ev sahipliği yaptığı günlere geliyor.

"Führer emir versin, diyelim ki, karımı öldürmek için, bir dakika gözümü kırpmam, öldürürüm."

Wilhelm Gustloff, Hitler’in bu derece sadık bendesi. Sadece sadakatla kalmıyor, Hitler ve Nazi partisi için, Avrupa’da her türlü örgütlenmeyi de üstleniyor. Bunu büyük başarıyla yürütüyor.

Nerede? Davos’ta.

Dünya Ekonomik Forumu ile ünlenen şu bildiğimiz Davos’ta, İsviçre Alpleri’ndeki kayak merkezinde. Yirmi yılı aşkın süredir küresel kapitalizmin buluşma yeri Davos, 1930’lardan Hitler’in tarihe gömüldüğü 1945’e kadar Nazilerin Almanya dışındaki en önemli merkeziydi.

Hitler’in bir emriyle karısını bile öldürebilecek inanca sahip olan, kendini Hitler’e ve Nazizme adayan Wilhelm Gustloff, Nazi Partisi’nin Avrupa’da örgütlenme merkezi olarak Davos’u seçiyor. Yıl 1934.

Aslında Davos’u ondan 70 yıl önce iki doktor keşfediyor: Alman Alexander Spengler ile Hollandalı Willem Jan Holsboer. Veremli hastaların tedavisi için, 1860’larda Davos’ta ilk sanatoryumu açıyorlar. Spengler eski bir devrimci. 1848 ayaklanmalarına karışıyor. Sonra mesleğine dönüyor.

MÜTHİŞ BİR TERÖR

Davos 1930’lara kadar tatil yeri, dinlenme yeri, tedavi ve kayak merkezi. Bir ara oraya gidenler arasında, edebiyat tarihinin devleri arasında yerini alan Thomas Mann da var. Davos’la ilgili yazdığı "Sihirli Dağ" (Zauberberg) romanıyla, Davos’a şiirsel bir anlam kazandırıyor.

Wilhelm Gustloff ise, rotayı Nazizme çeviriyor. Davos ve çevresinde müthiş bir terör yaratıyor. Sokak ortasında faili meçhul cinayetlerden, Zürih’teki tiyatroda Brecht’in "Üç Kuruşluk Opera" oyununu kundaklamaya varan sabotajlara kadar.

Ancak, yarattığı terörden kendisi de kurtulamıyor. 4 Şubat 1936’da, bir Yahudi gencin tabancasından çıkan kurşunlar, evindeki kabul salonunda, kendi sonunu getiriyor. 28 yaşındaki genç Yahudi 18 yıl hapse mahkûm oluyor ve savaş sonrasında affedilip hapisten çıkıyor, 1982’de Tel Aviv’de eceliyle ölüyor.

GEMİSİNİ DE BATIRDILAR

Gustloff’un kaybına Hitler çok üzülüyor. Adını yaşatmak üzere, bir savaş gemisine Wilhelm Gustloff adını veriyor. O gemiyi İkinci Dünya Savaşı sırasında Ruslar özellikle, büyük bir hınçla izliyor ve batırıyor.

Gustloff öldürülüyor, gemi batırılıyor, ama Davos, Nazilerin merkezi olmaktan kurtulamıyor. Hitler’in doğum günleri ile Nazilerin zaferlerini kutlamakta Berlin’den sonra gelen yer Davos. Ayrıca, Naziler savaşta ağır yaralanan askerlerini Davos’a gönderiyor. Hastabakıcılar ile yaralı askerler arasında doğan aşkların her biri ayrı bir öykü.

1945’in 8 Mayıs’ında Davos’ta artık yeni bir sayfa açılıyor. Bando eşliğinde, şen şakrak bir törenle Nazilerin sembolü gamalı haçlar Davos’un bütün duvarlarından ve evlerinden sökülüyor.

Davos o günden sonra derin bir nefes alıyor. Bugünlere geliyor.

Kaderin cilvesi, Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’nu kuran ve kasabayı bugünkü uluslararası niteliğe kavuşturan, İsviçre uyruklu, aslen yine bir Alman, Klaus Schwab.

Not: Bu bilgileri, 18 Ocak 2007 tarihli haftalık Die Zeit gazetesinden aktarıyorum.
Yazının Devamını Oku

Bunun adı rejim değişikliği

26 Ocak 2008
LOKANTA içkili. Ruhsatı var. Ruhsatın süresi doluyor. Yenilenmesi gerek. Anadolu’nun herhangi bir ili ya da ilçesinde. Ruhsatın yenilenmesine izin verecek olan, Belediyeler. Yasal yetki onlarda.

AKP’li belediyeler pek çok lokantanın içki ruhsatını yenilemiyor.

Anadolu’daki il ve ilçe ne, İstanbul’un göbeğinde, Boğazda yenilemiyor. Verilen izni, kazanılmış hakkı iptal ediyor.

Ruhsat, izin gibi teknik deyimlere gerek yok. Bu durumun açık bir adı var:

Fiilen içki yasağı. İslami rejimlerde olduğu gibi.

İKİ AY SONRA YASAK

Bir hafta önce spor kulüplerinin sosyal amaçlı tesislerine ve derneklerine resmi yazı geliyor:

"Gençlik, spor veya gençlik ve spor kulüplerinin sosyal amaçlı tesisleri ile lokallerinde alkollü içki kullanılmasına izin verilmez."

Bu kural 31 Mart 2003’te yayınlanan Dernekler Yönetmenliğinin bir maddesine dayandırılıyor.

31 Mart 2008’de yürürlüğe giriyor.

Türkçesi şu:

İki ay sonra, spor kulüplerinin sosyal tesislerinde ve derneklerinde içki yasak.

Neden yasak? Ne oluyor da, yasak. Ne adına yasak? Hangi hakla yasak?

Yasağın burada kalacağını sanmıyorum. Spor amaçlı olmasa bile, o belediye, bu kaymakamlık, öteki valilik bir yolunu bulur, başka dernek ve lokallerde , bu maddeye dayanarak, fiilen içki yasağı başlatabilir.

Türban serbestisiyle, içki yasağıyla, Batıya küfürle, kadrolaşmasıyla, kendi sermayesiyle, kendi işçi sendikasıyla, kendi medyasıyla bu bir siyasal rejim değişikliği, gidiş o gidiş.

22 Temmuz seçim gecesi, yumuşak üslup bütünüyle kayboluyor, yerini yeni bir rejim rotasına bırakıyor, Cumhuriyet döneminde emsali görülmemiş hırsla.

MHP’ye binlerce protesto

PEK çok MHP milletvekili birkaç gündür telefonlarına cevap vermiyor. Bir kısmı telefonlarını kapatıyor.

Çünkü, büyük tepki var. AKP ile kurduğu Türban Koalisyonu MHP’nin başına iş açıyor. Bırakın sıradan yurttaşları, bizzat MHP’liler Devlet Bahçeli’ye ve genel merkez yönetimine öfke saçıyor.

Bahçeli, AKP’nin arka bahçesi. AKP ne zaman zora düşse, imdadına Bahçeli yetişiyor. Meclis dışındaki MHP’liler bunun farkında. Öfke o nedenle çok büyük.

22 Temmuz seçiminde MHP 70 milletvekili çıkartıyor.Bundan sonraki seçime daha çok zaman var, ama kaderini şimdiden çiziyor. Yeniden Meclis dışına.

Sudanlı ve türbanlı yemek

BÜTÜN dünyanın sanık sandalyesine oturttuğu, eli kanlı bir diktatörün Sudan’lı Ömer Beşir’in Türkiye ziyareti Batı basınında hala eleştiri konusu. Hem de, zehir zemberek.

Ziyaretin siyasal boyutu, Batıda Türkiye’nin ciddi sorgulanmasına yol açıyor. Bunun dışında, Batılıların çok farklı bir yorumu daha var:

"AKP Ömer Beşir’i özellikle çağırdı, böylelikle Çankaya’da ilk türbanlı resmi yemek verilmiş oldu. Sudanlıyı bunun için çağırdı."

Kuşku bir kez tohum atmaya görsün, en aklı başında Batılı bile, her olayla farklı bağlantılar kuruyor. Haklı olarak.
Yazının Devamını Oku

Türbanla başka bir düzene doğru

25 Ocak 2008
ASKERE katıksız hapis veriyor. İsviçre. Orada katıksız hapis cezası yasal olarak mümkün. Asker cezaya itiraz ediyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gidiyor. AİHM İsviçre’yi haksız buluyor, yasayı değiştirmesini istiyor. İsviçre oralı olmuyor. AİHM bastırıyor, "mahkeme kararının uygulanması şarttır" diyerek.

Yoksa, iş büyüyebilir, İsviçre’nin Avrupa Konseyi’nden atılmasına kadar uzanabilir. İsviçre yasayı değiştiriyor, AİHM kararına uyuyor.

Komşu binanın yıkılması yasaya aykırı. İtalya. Binası yıkılan kişi, AİHM’ye gidiyor. Davayı kazanıyor. İtalya oralı olmuyor. AİHM bastırıyor, "mahkeme kararının uygulaması şarttır" diyerek.

Yoksa, iş büyüyebilir, İtalya’nın Avrupa Konseyi’nden atılmasına kadar uzanabilir. İtalya binayı yeniden yapıyor, AİHM kararına uyuyor.

Dul ve yetim aylığı artışını öngören kararnameyi uygulamıyor. Yunanistan. Aylığı alamayan kişi AİHM’ye gidiyor. Davayı kazanıyor. Yunanistan oralı olmuyor. AİHM bastırıyor, "mahkeme kararının uygulanması şarttır" diyerek.

Yoksa, iş büyüyebilir, Yunanistan’ın Avrupa Konseyi’nden atılmasına kadar uzanabilir. Yunanistan aylığı ödüyor, AİHM kararına uyuyor.

NİHAYET KABUL

AİHM türbanla ilgili karar veriyor:

"Türbanın dini aidiyete dair güçlü bir sembol teşkil ettiği gerekçesiyle, türbana getirilen sınırlama doğrudur".

AİHM’nin bu kararını AKP yüreği kan ağlayarak uyguluyor. Ancak, şimdi durum değişiyor. Tayyip Erdoğan düşüncesini açıklıyor:

"Sembolse sembol, ne olmuş".

Bu sözüyle:

1-Türbanın dinsel sembol olduğunu nihayet kabul ediyor. Türbanla bağlantılı olarak, isteyen istediği gibi giyinir, demek, sade suya tirit.

2-AİHM kararına karşı çıkıyor. AİHM’nin ilk kararını uygulamış bile olsa, şimdi aynı kararı değiştirmeye çalışıyor.

Bu değişiklikten sonra, iş büyüyebilir. Avrupa Konseyi’nin gözü şimdi Türkiye’de. Merakla Türkiye’yi izliyor.

ANAYASA’YA AYKIRI

Benzer biçimde, iç hukuk AKP-MHP Türban Koalisyonunun zorlamalarına olanak vermiyor.

Türban yasağını onaylayan Anayasa Mahkemesi’nin 13 Mayıs 1998 tarihli başka bir kararı var:

"Anayasa’ya aykırı bulanarak iptal edilen kuralları tekrar yasalaştırmak, bu kararları etkisiz kılacak biçimde yasa çıkarmak mümkün değildir. Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar".

O halde, türbanla ilgili farklı bir düzenleme Anayasa’ya aykırı. Bu kadar açık.

Yine de, yapmak mümkün. Anayasa’yı değiştirerek. Yapılan o. AKP-MHP Türban Koalisyonu eliyle.

Ama, o artık bir başka düzen. Laiklikten kopmaya başlayan bir düzen.

Elin mahkemesi, türban dini simgedir, diyor. Tayyip Erdoğan, simge olduğunu kabul ediyor.

Ve bu kabul bir Anayasa değişikliğine dönüşüyor.

Ama, o artık bir başka düzen.
Yazının Devamını Oku

Davos’tan soru: Ne giyeceksiniz?

24 Ocak 2008
ANKARA’dan resmi yanıt gidiyor. Davos’tan gelen soruya:<br><br>"Muhafazakardır". Bu gece gala yemeği var. Nasıl giyineceksiniz?

Madem ki, gala, yani bir kutlama, bir resmi yemek, bir buluşma, bir ilk gece, o zaman giyim ona göre.

Erkekler için smokin, frak, koyu renk elbise mi? Kadınlar için tuvalet, tayyör, uzun etek mi?

Bu tür bir yemeğe nasıl giyineceksiniz? Bunun protokolde tanımı var, İngilizcesi dresscode. Türkçe’ye giyim tarzı olarak çevirmek mümkün.

Mademki, gala yemeği, o zaman, o yemeğe özel bir giyim tarzı gerek. Adı üstünde, onun kodu var. Önceden belirleniyor ve geleneğe dönüşüyor. O tür galalarda, o koda göre giyinmek gerek. Kadın için de öyle, erkek için de.

DÜNYAYI YÖNETENLER

Dünyanın büyükleri her yıl ocak sonunda İsviçre’nin Davos köyünde buluşuyor. Dünya Ekonomik Forumu.

Davos İsviçre Alplerinde, kayak merkezi. Köyü üne kavuşturan sadece kayak merkezi olması değil. Yirmi yılı aşkın süredir, dünyayı yönetenler burada buluşuyor. Çokuluslu şirketler, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, uluslararası örgütler, sivil toplum örgütleri.

Davos’u Türkiye Turgut Özal’la tanıyor. Özal’dan sonra Davos ádetini başka başbakanlar da sürdürüyor.

ASLINDA HOŞLANIR

Tayyip Erdoğan
da, Davos’a gidenler arasında.

Ama, bu yıl son anda vazgeçiyor. Programı yapıldığı halde. Gitmeyişine gerekçe olarak, "Türkiye’de yoğun çalışmalarını" gösteriyor.

Erdoğan bu fırsatları kaçıran biri değil. Tersine, oralarda bulunmaktan hoşlanıyor. Davos’ta ortam hem rahat, hem iş konuşuluyor. Kaldı ki, gitmesi Türkiye için yararlı.

Bu yıl tam gidecek, Davos’tan soruyorlar:

"Gala yemeği için Türkler’in giyim tarzı ne olacak?"

Ankara’dan verilen yanıt:

"Muhafazakar".

Geride kalan yıllarda giyimle ilgili bir soru yok. Belki Tayyip Erdoğan bu soruya kızıyor, belki başka bir nedenden dolayı gitmiyor.

Nasıl giyiniyorsunuz? Elinin körü. Sanki bilmiyorlar, insanı nasıl da kızdırıyorlar.

AB’deki yeni koz Hisarcıklıoğlu

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu becerisiyle, pek çok kilidi açıyor. İçerde ve dışarıda iyi ilişkiler kuruyor. Son başarısı Moskova’daki seçim.

Eurochambers Avrupa’da 46 ülkenin ticaret ve sanayi odalarının şemsiye kuruluşu. Buraya 2 bin ticaret ve sanayi odası, 19 milyon işletme üye.

Hisarcıklıoğlu dört yıl önce bu kurumun yönetim kuruluna, iki gün önce ise, Başkanlık Divanı’na oybirliği ile seçiliyor. AB üyesi olmayan 19 ülkenin temsilcisi olarak. Bu alanda, Türkiye için bu bir ilk.

Çok yönlü ticari ve siyasal ilişkileri ile Hisarcıklıoğlu, Türkiye’de iktidarların işlerini kolaylaştırıyor. Filistin lideri Mahmud Abbas ile İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’i Ankara’da buluşturduğu gibi.

Hisarcıklıoğlu bu göreviyle, AB’de Türkiye için ciddi bir koz.
Yazının Devamını Oku

AKP eleştirisi eşittir darbe çağrısı

23 Ocak 2008
HABER bir:<br><br>Lisede öğrenciler namaz kılıyor. Bu yönde çıkan kim bilir kaçıncı haber bu. Kız ya da erkek öğrenciler şu ya da bu okulda namaz kılıyor. Bir gösteriye yedi/sekiz yaşındaki kız öğrenciler türbanla çıkıyor. Sahnede dualar okuyarak, canavarı kovuyor.

Lisede öğrenciler namaz kılmasın da, gidip kötü alışkanlık mı edinsin, gibi masum itirazlar.

Haber iki:

İstanbul Bayrampaşa’da bir spor merkezi kuruluyor. Her şeyi var, modern bir spor tesisi. Orada kadınlar ve erkekler ayrı salonlarda spor yapıyor.

Spor yapan türbanlı ve başı açık kadınlara soruyorlar, verdikleri yanıtlar aynı: "Eskiden spor yapamıyorduk, şimdi artık rahat rahat spor yapıyoruz". Eğer, eskiden spor yapıyorlarsa, sanki kendilerini rahatsız eden bir olay varmış gibi. Rahat spor yapmak gibi, masum gerekçeler. Harem-selamlık, yavaş yavaş.

Haber üç:

Sudan’ın eli kanlı diktatörü, şeriatçı devlet başkanı Türkiye’yi resmi ziyaret ediyor. Bu haber dünya basınında manşetlerde dolaşıyor. Türkiye yerin dibine batırılıyor. Eleştiriler karşısında, "bize kim karışabilir, biz Sudan’la ticaretimizi geliştiriyoruz" gibi masum savunmalar.

Haber dört:

Türban, ille de türban yasağını kaldıracağız kavgası.

MASUMİYET OYUNLARI

Atılan her adımın arkasında, sinsi bir yaklaşım var. AKP’ye hoşgörüyle yaklaşanlar bile artık, "acaba, nereye gidiyoruz" kaygılarını daha sık dile getirmeye başlıyor.

Belli bir rahatsızlık, toplumda hızla yayılıyor. AKP’ye duyulan güvensizlik tepkiye dönüşürken, tepkinin frekansı yükseliyor, şiddet kazanıyor.

Buna karşılık, yine planlı denebilecek bir manevra devreye giriyor.

AKP’yi eleştirmek askere çağrı gibi algılanıyor. AKP’yi eleştirmek eşittir askere çağrıda bulunmak gibi bir denklem kuruluyor.

Bu AKP yandaşlarının su götürmez cambazlığı. Tayyip Erdoğan da bu denklemi her fırsatta kullanıyor. Böylece, onlara yönelik eleştiriler insafsız ve demokrasi dışı oluyor. Aynı masumiyet oyunları.

AKP’yi demokrasi adına eleştirmek neredeyse suç. Eleştiri-darbe çağrısı denklemi, aslında toplumsal muhalefeti sindirmek kurgusu.

Bu kurgu, "Türkiye nereye gidiyor" kaygılarını biraz daha biriktiriyor. Erdoğan’ın hırçın nutukları birikimi katlıyor.

Kuş gribi, avlanmaya hemen yasak

ZONGULDAK Çaycuma’ya bağlı Saz Köyü’nde kuş gribi görülüyor.

Eyvah, burası sulak alan. Eyvah, mevsim su kuşlarının göç zamanı. Kuş gribi virüsünü bu göçmen kuşlar taşıyor.

Kuş gribi geçen yıl Van’da başlıyor. Tipik bizim tarzımız, hastalık önce saklanıyor, kısa sürede Türkiye’ye yayılıyor, ülkenin en önemli sağlık ve gıda sorununa dönüşüyor. Yurt dışı ilişkilerimizi bile etkiliyor.

Neden yayılıyor? Çünkü, o tarihte sulak alanlarda avlanma devam ediyor. Avlanacağını hisseden göçmen kuşlar başka sulak alanlara uçarak, kuş gribini o yerlere taşıyor. Bu yıl geçen yıldan ders almak gerekiyorsa:

Geçen yıl avlanma yasaklanmadığı için, kuş gribi yayılıyor, şimdi yapılması gereken ilk iş, yayılmayı önlemek için, avlanmayı yasaklamak gerek.

Avlanma yasaklanmadığı sürece, biz şu, şu önlemleri alıyoruz demek, hikaye. Görev Tarım Bakanlığı’na düşüyor.
Yazının Devamını Oku

Merkez’in Levent macerası

22 Ocak 2008
ARSA İstanbul Levent’te. Büyük bir arsa. Peşinde çok kişi koşuyor.<br><br>Arsa Merkez Bankası’na ait. Merkez Bankası bu arsaya bir şube açmak istiyor. Halen bulunduğu Bankalar Caddesi’nde trafik felaket. Bankalarla para alışverişi, nakit işlemleri, depolama açısından bu trafik paranın güvenliği için risk. Üstelik, bina eski, deprem riski ile karşı karşıya.

1996’da Merkez Bankası İstanbul’a taşınmak değil, Bankalar Caddesi’nde bulunan şubenin yerini değiştirmek için harekete geçiyor. Hazır Levent’te arsa da var, mesele yok.

BELEDİYE KARŞI

Hayır, var.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi o tarihte Levent’teki arsanın yerine şube yapmak için, Merkez Bankası’nı sürekli oyalıyor. Projeye engel çıkartıyor.

Levent’teki arsa, gökdelen dikmek için, geride kalan az sayıda değerli araziden biri. Projeye engel çıkartan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı o tarihte kim?

Recep Tayyip Erdoğan.

Merkez Bankası’nı şimdi İstanbul’a taşımak için, önünde hiç bir engel tanımayan Erdoğan, şube yerini daha modern, trafik açısından daha güvenli bir yere taşımak isteyen Merkez Bankası’nın bu fikrine o tarihte karşı.

Yine de, Erdoğan’ın hakkı Erdoğan’a. Levent’e engel çıkarmasına rağmen, daha o yıllarda, "İstanbul finans merkezi olmalı" diyen, yine Erdoğan.

Merkez Bankası’nın taşınması, İstanbul’u finans merkezi yapmaya yetiyor mu? Dünyadaki örnekler, tersini gösteriyor.

Öte yandan, geçen yıl Merkez Bankası’nın Levent’teki arsasına temel atılıyor, ama İstanbul şubesi hálá Bankalar Caddesi’nde.

PLAN VE RANT

Ben Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmak istenmesine ideolojik bakmıyorum. Rant açısından bakıyorum.

Merkez Bankası’nın yeri için seçilen Ataşehir ilk yapıldığında, yıllar önce iyi prim yapıyor. Sonra, Ataşehir heyecanı kayboluyor. Hele de, son aylarda Ataşehir’de ciddi miktarda konut stoku birikiyor. Yapılan konutlar satılmıyor.

Merkez Bankası’nın buraya taşınacağı haberiyle birlikte, ilk adımı İstanbul Büyükşehir Belediyesi atıyor. Ataşehir’de imar planı değişiyor. Değişiklik sonucu:

1- Eskiden 10 bin metrekareye 20 bin konut izni varken, şimdi aynı alana 25 bin konut izni veriliyor.

2- Konut alanları daralıyor, iş merkezi alanları genişliyor.

3- Okullar plan kapsamı dışında kalıyor.

KİMİN YARARINA

Ama, asıl değişiklik başka yerde. Biriken konutlar satılmaya başlıyor, üstelik yüzde yüz artan fiyatlarla. Yenileri de, yolda.

Kolay değil, eğer Merkez Bankası taşınırsa, en az ek on-on beş bin kişi Ataşehir’de yaşayacak. Buranın prim yapması normal.

Buradaki soru şu: Hangi arsa sahibi, hangi müteahhit?

Bir karar alındı mı, herkesin aklına ilk gelen, "bu kimlerin yararına" sorusu. Ne kadar kötü değil mi?

Türkiye çete cenneti

NEŞE Düzel Taraf Gazetesi’nde Meclis İnsan Hakları Araştırma Komisyonu eski Başkanı Mehmet Elkatmış’la röportaj yapıyor. Elkatmış’ın sözü önemli:

"1998-2007 Ağustos arasında dört bine yakın çete operasyonu yapılmış, 35 bin kişi yakalanmış, Türkiye Sicilya gibi."

Çeşitli cinayetler ve yolsuzluklar artık tek başına birilerinin işi değil, çeteler kuruluyor, iş bitiriliyor.

Dört bine yakın operasyon çetelerle mücadele edildiğini gösteriyor. Ama, çete sayısının artması, bataklığın kanıtı.

İki hafta önce, Meclis silah taşıma kolaylığını genişletiyor. Çeteleşme bu durumda kolaylaşmıyor mu?
Yazının Devamını Oku