Yalçın Doğan

Seçim zamanı denetim menetim olmaz

2 Ocak 2009
HER sefer itiraz etmeden, "tamam yapacağız" diye söz veriliyor. Aradan dört yılı aşkın süre geçiyor. Verilen söz henüz tutulmuş değil. El oğlu hálá bekliyor. 2004 belleklerimize AB yılı olarak kazılıyor.

Tam üyelik görüşmelerine kabul edildiğimiz yıl. Tam üyelik heyecanını yaşadığımız yıl. Batı ölçülerinde reformlara imza atıldığı yıl.

Daha o tarihte ve sonradan ve her görüşmede AB’nin üzerinde durduğu reformlardan biri de, tüm harcamaların Sayıştay denetimine alınması.

Öyle ya, devletin hangi harcaması varsa, denetlenmesi gerek. Ama, bazı harcamalar halen bu denetimin dışında.

İKİ TEMEL HARCAMA

Hangi harcamalar Sayıştay denetimi dışında?

1-Askeri harcamalar,

2-Belediye şirketleri.

AB tam üyelik görüşmelerine geçildiğinden bu yana, dört yıldır, bu iki harcama türünün Sayıştay denetimine alınması için bastırıyor.

AKP her sefer söz veriyor, ama çözüm için harekete geçmiyor.

AB neden Sayıştay denetimi için bastırıyor? Yolsuzluk kaynağını kesmek için. Her iki harcama kaleminde.

AKP’nin ayak sürçmesi hem kendinden kaynaklanıyor, hem kendi iradesi dışından.

EGEMEN KURUMLAR

Sayıştay denetimine yerel yönetim harcamaları dahil. Yerel yönetimlere bağlı kuruluşların harcamaları dahil.

Ama, belediye şirketleri dahil değil. Belediyelerde yolsuzluk kaynağı olan belediye şirketleri.

Şimdi yerel seçimlere gidiyoruz. AKP iktidarında geçen altı yıl içinde, yolsuzluk iddiaları en çok belediye şirketlerinde ortaya çıkıyor. Tam seçime giderken, Sayıştay denetiminin zamanı mı? AKP mantığında, elbette hayır. Onun için yan çiziyor.

Askeri harcamaların denetimi? Onu istemeyen egemen kurumlar var.

Mangalda kül bırakmayan AKP, o kurumların karşısında hazır ola geçiyor.

2004’ten 2009’a AB yolculuğu kesintilerle ve duraklarla dolu.

Sayıştay denetimi bunların en tipik örneği.

Kesintinin simgesi var. Yurtdışına çok sık gitme alışkanlığına sahip Tayyip Erdoğan’ın aklına Brüksel’e gitmek dört yıl sonra geliyor.

Ayşe Şan şana kavuştu

YASA aynı, yasada değişiklik yok, ama aynı yasayla TRT 6 Kürtçe yayına geçiyor. Demek istenirse, olabiliyor ve şimdi gerçekten iyi oluyor.

Dün Kürtçe yayına başlayan TRT 6’da ilginç gözlemler var. Örneğin, Kürt sanatçı Ayşe Şan. Şan sekiz yıl önce yoksulluk içinde ölüyor. Şarkılarına kimse itibar etmiyor.

Aradan geçen zamanda Ayşe Şan aniden Kürt sanatçılarının önüne geçiyor. Şimdi Kürt cephesinde onun şarkıları ve klipleri.

Diyarbakır’da bir parka onun adı veriliyor. Son olarak TRT 6 yayınlarında yine Ayşe Şan. Yoksulluk için hayata veda eden Şan, ölümünden sonra büyük itibar kazanıyor.

Kürtçe yayın iyi, Kürt sanatçıların itibar kazanması iyi, ancak Kürtçe yayınla, kendisine alternatif olan ROJ TV’nin bozgunculuğu kötü.

ROJ TV ve çevresi TRT 6 ile anlaşma yapan Kürt sanatçılara hain damgası vurmaya çalışıyor.

TRT 6’nın bu gibi provokasyonlara kapılmayarak, yolunda gitmesi gerek.

Alttan alta Türk milliyetçiliğini pompalamadan.

Ve önemli bir ayrıntı. TRT 6’nın muhabiri sokakta Kürtlere soruyor, "Halkımız nasıl program istiyor?"

Garip ama, sorudaki "halkımız" sözcüğü Kürtlere çok sıcak geliyor. Bazen böyle oluyor. Sıradan tek bir sözcük, tek bir mimik, bir anda pek çok şeyi değiştiriyor.

Karayalçın şimdi daha şanslı

İNANDIRICILIĞI yerle bir. Nezaket, siyasal etik, güvenirlik çoktan kayboluyor. Her türlü demagoji ve şirretliğin daniskası onda.

Onunla iki kelime konuşmaya kalksanız, aman bana sıçramasın kaygısına kapılmamak mümkün değil. Üstelik, doğalgaz, hava kirliliği ve su gibi hayati sorunlarda yaya kalıyor.

Buna rağmen, Melih Gökçek AKP’nin yeniden Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı. Yıpranan, tel tel dökülen, daha kendi partisinde bile güvenden yoksun Gökçek karşısında, CHP adayı Murat Karayalçın’ın şansı artıyor.

Tayyip Erdoğan Gökçek’in adaylığını günlerdir öyle yoğuruyor ki, onu eze eze sesini soluğunu kesiyor. Tırnakları alınmış kediye çeviriyor.

Ankara’ya yeni eklenen beldeler, seçimde Gökçek’in şansı. Ancak, Gökçek’in adaylığı da, Karayalçın’ın şansını arttırıyor.

Yazının Devamını Oku

Hayallerimi yaşamak istiyorum

1 Ocak 2009
SAVAŞTAN çıkmış gibiyiz. Yorgun ve mahmur ve kaygılı, hatta öfkeli. Gırtlağına kadar yalana ve siyasete batmış bir ülkenin kalp atışlarını her an hissediyorsanız, insan ve insana dair her konunun umursanmaz biçimde, teğet geçtiğini görüyorsanız, hepimizin hayatını doğrudan ilgilendiren konuların günlük politikaya alet edildiğini izliyorsanız, kendini çok bilen adam sanıp, cehaletinin farkında olmayanların her gün ahkam kestiklerini biliyorsanız, 2008’de hepimizin yorgun düşmesi normal.

ÜÇ BAŞLIK

Ekonomik kriz, kuraklık ve terör.

2008’i özetleyen üç ana başlık. Üçü de, dünyada ve bizde. Derinden. Her üçünden nasibini alanların başında biz geliyoruz.

Bizi yönetme iddiasında olanlar farklı konuşuyor. Onlara kulak asmak, onların yalanlara inanmak anlamına geliyor.

Geride kalan yılın tamamı terör ve kuraklığı konuşmakla geçiyor. Terörü bol bol lanetliyoruz, kuraklığa çözümü yağmur dualarında arıyoruz. Birinde cesur, ötekinde bilimsel çözüm, akıllara pek düşmüyor. Düşse bile, onu seslendirenlerin dili hemen kesiliyor. Çünkü, bizim mahalleye akıl pek uğramıyor.

Parti kapatma davaları, yüksek mahkemelerin birbirine düşmeleri, ülkeyi kan gölüne çeviren trafik kazaları, boş çuvallardan farksız nutuklar derken, ekonomik krize fena yakalanıyoruz.

UMUT ZAMANI

Adet yerini buluyor.

Bugün 1 Ocak 2009. Yeni yılın ilk saatleri. O zaman umut ve inanç ve yeni planlar ve kendine söz verme saatleri.

Nazım’ın dediği gibi, tekrardaki mucize, tekrarın tekrarsızlığı. Tekrar, çünkü her yılın ilk saatleri diğerlerinden farksız, benzer söz verme seansları. Tekrarın tekrarsızlığı, çünkü başka bir yılın hayalleri.

Hayallerle ayakta kalmak istemiyorum. 2009’da hayallerimi yaşamak istiyorum. Eminim siz de, öyle.

Araç muayene ücretine zam

ARAÇ muayenesi sırasında uzun kuyruklar, saatlerce çekilen işkence. Buna ilişkin yazdığım yazıya pek çok e-mail geliyor. Hepsi şikayetçi.

Gelen e-maillerden biri de, TÜV TÜRK’ten, özelleştirme sonrası muayene istasyonları sahiplerinden. İstasyonlardaki yoğunluğu onlar da kabul ediyor. Bunu gidermek için personel sayısı ile çalışma saatlerini arttırmak, yeni istasyonlar açmak gibi önlemlerden söz ediyorlar.

Bu arada bir zam haberi veriyorlar. Ocaktan itibaren araç muayene ücretlerine yüzde 12 zam yapılıyor.

Zam, kuyruğu kısaltmaya çare değil. Fiyat artışı, araç muayenesinden vazgeçtiren bir öge değil. Ekonomik deyimle, talep esnekliği yok, muayene zorunlu.

CHP’de yirmi güvenlik görevlisi var

AKŞAM giderken yok. Sabah gelince asistanın masasında bir aygıt, dinleme cihazı. Dışardan, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Algan Hacaloğlu’nu dinlemek üzere.

Hacaloğlu bir buçuk ay kadar önce by-pass ameliyatı geçiriyor. Uzun süredir partide yok. Genel merkeze iki gün önce uğruyor. Bu arada dinleme böceği bulunuyor. Asistanının masasından, Hacaloğlu’nun odasını dinlemek mümkün.

CHP genel merkezinde yaklaşık yirmi kişilik güvenlik ekibi var. Temel soru şu: Gece, gündüz o güvenlik ekibi orada iken, nasıl oluyor da, akşam giderken olmayan bir dinleme cihazı, sabah o masada bulunuyor?

O dinleme cihazını, kim, nasıl koyuyor? Aslında kameralar var. Belki o kameralardan işin aslını öğrenmek mümkün.

Pazar günü CHP Genel Merkezinde hassas arama var.

Ne demek bu? Varsa, aktif olmayan dinleme cihazlarının aranması.

Dinleme, Türkiye’nin en büyük hastalıklarından biri. Ama siyaseten, ama özel hayata dair. Dinleme gerçekte insan hakları ihlali. Kimsenin umurunda değil.

Bırakın sıradan vatandaşları, kaç bakan biliyorum, "benim telefonlarım dinleniyor" diyen. Geçmişte ve belki hálá.

Ve iktidarlar buna çözüm bulamıyor. İktidar içinde iktidarlar nedeniyle.
Yazının Devamını Oku

Ne de olsa yurtta hizmet cihanda hizmet

31 Aralık 2008
"Biz arabuluculuk için yaratılmışız."<br><br>Anaların ne evlat doğurduğunu Kudüs’te öğreniyorum. 2005’in Mayıs’ı. Tayyip Erdoğan dönemin İsrail Başbakanı Ariel Sharon ile Kudüs’te görüşüyor. Görüşmeden sonra basın toplantısında Erdoğan en çok İsrail ile Filistin arasında arabuluculuk etmekten söz ediyor.

Bu tezini öyle vurguluyor ki, arabuluculuk için yaratıldığını söylüyor. Bölgede şöyle bir çevresine bakıyor, belli ki, bu işi ondan daha iyi kıvıracak başka kimse yok. Eh o zaman da, iş başa düşüyor.

Büyük başın derdi, büyük oluyor. Erdoğan’ın başına da, o dert düşüyor.

İSRAİL ANLAMADI

Ertesi gün hep birlikte Filistin’deyiz. Bu serüveni izleyenlerden biri de benim.

Devlet Başkanı Mahmut Abbas ile görüşmesinde Erdoğan’ın tezi vazgeçilmez biçimde arabuluculuk.

Yaşasın, ne de olsa, bizim Başbakanımız arabuluculuk için yaratılmış. Ancak, o arada tatsız bir gelişme, hepimizin canını sıkıyor. İsrail Dışişleri Bakanı resmi açıklama yapıyor:

"Bizim kimsenin arabuluculuğuna ihtiyacımız yok."

Tuh, Allah kahretmesin. Bu İsraillilerde, ne izan var, ne nezaket. Sen daha bir gün önce konuk ediyorsun, hatta dönüşte yine senin hava alanından geçecek, sen tut, "bizim sana ihtiyacımız yok" de.

Oysa, o arabuluculuk için yaratılmış. Bunu görmezden geliyorsun. Yazıklar olsun sana.

ABBAS DA ANLAMADI

Tatsızlık Filistin tarafında da, sürüyor. Onlar da, anlayıştan yoksun.

Mahmut Abbas da, Erdoğan’la yaptığı ortak basın toplantısında tıpkı İsrailliler gibi: "Bizim arabuluculuğa ihtiyacımız yok."

Bu ne din kardeşliğine sığıyor, ne yaptığımız onca maddi yardımın karşılığına, ne de insanlığa.

Oysa, bizimkinin derdi sadece hizmet. Yurtta hizmet, cihanda hizmet. Ama, onlar bunu göremiyor, bu onların kusuru.

Erdoğan şimdi kolları yeniden sıvıyor, birkaç günlüğüne Orta Doğu turuna çıkıyor. Son İsrail saldırısını durdurmak, soruna çözüm bulmak için.

Nasıl ki, üç 2005’te çözümü buluyor ve İsrail ile Filistin arasında su sızmıyor, ama bombalar gökten yağmur gibi iniyor, şimdi de göreceksiniz, o turdan sonra Orta Doğu süt liman.

Birkaç ay önce, Rusya ile Gürcistan arasında savaş çıktığında, Erdoğan Kafkasya turuna çıkıyor. Yine devrede. Ama, kimse takmıyor. Bizim aziz medya hariç, hiç bir yerde haber bile olamıyor.

Argoda buna, her şeye maydanoz, deniyor.

İstanbul Üniversitesi emre amade

İŞİNE gelince, sandık, oy, demokrasi laflarına sarılan Abdullah Gül, kendi yandaşı, seçimde ikinci gelen Prof. Dr. Yunus Söylet’i İstanbul Üniversitesine Rektörlüğüne atıyor.

Söylet, Tayyip Erdoğan’ın aile doktoru. Eşi türbanlı. Ayrıca, belli bir cemaate yakın bir vakfın başkanı. Profil tam yerine oturuyor.

İstanbul Üniversitesi Cumhuriyet döneminde böyle bir rektörü ilk kez görüyor. İstanbul Üniversitesi de, düşen kaleler arasına katılıyor.

Abdullah Gül
’ün böyle bir fırsatı kaçırmayacağı belli. Tarafsızlık ve devamı hikaye. Gül, kuralları işine geldiği gibi yorumluyor. Çankaya’da herkesin değil, belli bir kesimin temsilcisi olarak oturuyor.

Ancak, burada asıl sorumlu olan o koca üniversitenin profesörleri, doçentleri ve diğer öğretim üyeleri ile diğer rektör adayları. On iki aday birbirini yerken, on üçüncü aday Söylet aradan sıyrılıyor.

Söylet’i ikinci sıraya oturtan o öğretim üyelerine yazıklar olsun. Hepsi dümen suyunda.

"Benim üniversitem" şimdi pişmanlıkla kıvranıyor. Ama, çok geç. Benim üniversitem şimdi huzursuzluk kaynağı. En büyük huzursuzluk öğrencilerde.

Benim üniversitem şimdi Gül ve Erdoğan’ın emrinde.

Teğetten psikolojiye transfer

AMERİKALI iktisatçı Nouriel Rubini 2008 Ocak ayında, bir yıl önce, global krizi haber veriyor. O tarihte bizi ilgilendiren önemli bir sözü daha var:

"Türkiye de tehlikede."

O zaman, bizimkiler Rubini’ye "felaket doktoru" adını takıyor. Krizle birlikte, Rubini dünyada bir anda "en iyi iktisatçılardan biri" unvanını kazanıyor.

IMF ekonomik krizi ancak Nisan’da görüyor. Amerikan Merkez Bankası yine aynı tarihlerde. Nisanda IMF’nin yaptığı ilk işlerden biri, Türkiye’yi uyarmak.

Bırakın nisanı, kriz Türkiye’nin yüreğine saplandığında, Tayyip Erdoğan hálá "teğet geçti, hamdolsun iyiyiz" gibi kandırmaca peşinde.

Erdoğan teğete şimdi de, "kriz psikolojik" yorumunu ekliyor. Arada işsizlik artıyor, büyüme düşüyor.

Bugün 2008’ın son günü. Binlerce ev yeni yıla krizle, işsizlikle giriyor.

2009 parlak görünmüyor. Yine de, yeni yılınız kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku

Kardeşine ilacı bile çok gördü

30 Aralık 2008
GIDA, ilaç ve diğer hayati ürünler iki aydır Amman’da bekliyor. Kızılay tarafından gönderilen bu ürünlerin Gazze’ye girmesi iki aydır engelleniyor. Kim engelliyor? Hangi düşman? Hayır, İsrail değil.

El Fetih engelliyor. Filistinli diğer kardeş.

Gazze’de Hamas var. El Fetih’in Filistinli diğer kardeşi.

Hamas ve El Fetih, ikisi de Filistin’li. İkisi de, Filistin Devleti için çabalıyor.

DÜŞMAN İÇİMİZDE

Hamas ve El Fetih, heyhat onlar düşman kardeş. Gittikleri kahveler, geçtikleri sokaklar, hatta mezarlıkları bile ayrı. Düşman İçimizde ya da İçimizdeki Düşman filmlerinin ibretlik örneği.

El Fetih Hamas’ı suçluyor, "siz Müslüman Kardeşlerin uşağısınız" diyor. Siz terör örgütüsünüz, anlamında.

Hamas El Fetih’i suçluyor, "siz Müslüman değilsiniz" diye.

Birbirlerinin can düşmanı. İlacı ve ekmeği bile kendi kardeşine çok gören bir ulusun çocukları, şimdi asıl düşmanın, İsrail’in bombaları altında.

İki kardeşin birbirine düşmanlığı o bombaları elbette mazur göstermiyor. Ama, oradaki dramın yüz kızartıcı yanını yansıtıyor.

KÜSTAH BÜYÜKELÇİ

Ankara’daki Filistin Büyükelçisi aynı masada oturduğu Ankara’daki İsrail Büyükelçisine:

"Siz benim dedemin köyünü işgal ettiniz, ondan vazgeçtim, siz 1967 sınırlarına çekilin, yeter."

İsrail Büyükelçisinin yanıtı küstahca:

"İşgal kelimesi ortada bir devlet varsa geçerlidir. Siz ne zaman devlet oldunuz ki, işgal lafını kullanıyorsunuz?"

Bir süre önce Ankara’daki Filistin ve İsrail Büyükelçileri ayna masada bir araya geliyor. Bir araya gelme nedenleri, Filistin sorununu tartışmak. Adı tartışma. Özünü aktardığım biçimde, İsrail’li kestirip atıyor.

Bu kişisel bir tavır değil. İsrail’in yıllardır izlediği politika bu. Kişisel olmadığı, İsrail’in Gazze’ye yağdırdığı bombalardan belli.

Bombalar, bir ulusu yok etmek isteğinin kanıtı. O ulus ne yazık ki, kendi içinde bölünmüş durumda.

Hükümlü odasında bilgisayar olmaz

ERGENEKON tutuklularından pek çoğu bilgisayar istiyor. Çoğu kitap yazıyor, herhangi bir şey yazıyor. Bilgisayar için Adalet Bakanlığı’ndan izin gerek. Bunu geçen hafta yazıyorum.

Dün Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdür Yardımcısı arıyor. Bir yasa ile bir tüzük maddesinden söz ediyor. Yasada ve tüzükte aynı cümle var:

"Hükümlü odasında bilgisayar bulunduramaz."

Bununla birlikte, ceza evinin kütüphanesinde ya da benzer bir yerinde, tutukluların ceza evine ait bilgisayarları kullanmaları mümkün. Genel müdür yardımcısının bana verdiği bilgiye göre, Silivri’nin 4 L salonunda on bilgisayar var. Şimdi 5 L salonuna da şimdi on yeni bilgisayar gönderiliyor.

Odalarda neden bilgisayar yok? Güvenlik, gerekçesi ile deniyor. Bana göre, o yasa da yanlış, o tüzük de. Ne güvenliği? İnsanlar yazı yazıyor.

Ama doğru, yazı çok tehlikeli bir eylem.

Araç muayene işkencesi

Özelleştirme faslından araç muayene istasyonları da nasibini alıyor, o istasyonlar özel bir firmaya devrediliyor.

Doğuş-Akfen-TÜV SÜD konsorsiyomu TÜVTÜRK adıyla bir firma oluşturuyor ve araç muayene istasyonları kuruyor.

Araçlar, yanılmıyorsam, iki yılda bir muayeneden geçmek zorunda. Buna uymayan araca önce para cezası var, tekrarında polis arabayı çekiyor.

Özelleştirme sonrasında, özel muayene istasyonları aslında iyi bir iş yapıyor ve muayeneyi AB standartlarına göre uyguluyor.

Ancak, muayenede geçen zaman AB standartlarını çoktan aşıyor. Uzun ve çok uzun kuyruklar oluşuyor. Bir araç muayenesi için altı, yedi ve hatta sekiz saat sırada bekleniyor. Muayene işkenceye dönüşüyor.

AB standartlarında işkence olmadığı için, bir çuval AB standardı berbat oluyor.
Yazının Devamını Oku

Dosyalar kalın masalar aylardır boş

27 Aralık 2008
BİZ gidiyoruz, onlar geliyor. Tayyip Erdoğan gidiyor, Dışişleri’nden birileri gidiyor, temsilci gidiyor, Erdoğan’ın danışmanı gidiyor. Bağdat’a. Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı geliyor, Irak Başbakanı Maliki geliyor, Irak temsilcileri geliyor. Ankara’ya. Türkiye-Irak arasında trafik yoğun.

Biz gidiyoruz, onlar geliyor. Abdullah Gül gidiyor. Dışişlerinden birileri gidiyor. Erivan’a.

Ermenistan Dışişleri Bakanı geliyor. Ermeni temsilcileri geliyor. Ankara’ya. Ama maç, ama diplomatik ısınma turları. Türkiye-Ermenistan arasında kapalı kapılar aralanıyor.

Irak ve Ermenistan iki kilit ülke. İkisi de, komşumuz. Kaldı ki, Kürt sorunu Türkiye’nin en ciddi siyasal sorunu. Ermeni tartışmaları ise, bitmek bilmiyor.

Şu ya da bu olay nedeniyle, muhterem büyüklerimiz hemen her gün Kürt ya da Ermeni konusuyla ilgili açıklamalar yapıyor.

İKİ KITA VE DEVAMI

Kürt Sorunu önemli mi? Önemli. Ermeni tartışmaları önemli mi? Önemli. AKP Hükümeti bunlara öncelik tanıyor mu?

Açıklamalara, aradaki yoğun trafiğe bakarsanız, tanıyor. Hayır tanımıyor.

Dışişleri Bakanlığında Kürt ve Ermeni masasına bakan genel müdürlük makamı aylardır boş.

Kürt ve Ermeni konusunda kıyamet kopuyor, yoğun dış trafik var, ama bunlardan sorumu genel müdür aylardır atanmıyor. Ticaret, doğalgaz, petrol boru hatları denildiğinde gözümüz Orta Asya’ya çevriliyor. Rusya ile birlikte. Türk Cumhuriyetlerine önem veriyoruz ya.

Dışişleri Bakanlığında Rusya ve Orta Asya masasına bakan genel müdürlük makamı aylardır boş.

AKP çok yönlü dış politika yürütüyor ve bununla övünmekten çatlıyor.

Dışişleri Bakanlığında Doğu Asya ve Afrika masasına bakan genel müdürlük makamı aylardır boş.

Asya ve Afrika kıtası ile iki soruna bakan istihbarat masası boş.

EN KÖTÜ BAKAN

Bu üç hayati masaya bakan genel müdür aylardır yok. Son altmış yıldır böyle bir boşluk ilk kez. Bu bir rekor. Ali Babacan formasıyla.

Babacan, yıllar önce ANAP’lı Dışişleri Bakanı A.K.A.’nin rekorunu geride bırakıyor, kayıtlara tarihin en kötü Dışişleri Bakanı olarak geçiyor.

Bu üç genel müdürlük neden boş? AKP usulü dış politika yürütecek, bizden birini bulamıyorlar. Oysa, AKP’ye sırnaşan büyükelçiler ortada dolaşıyor. O masalar boş ise, Kürt ve Ermeni politikalarında dosyaları kim hazırlayacak? Önerileri, projeleri kim yürütecek? Politikaları kim oluşturacak?

Muhalefette işbirliği

HANGİ ilde, hangi ilçede, hangi beldede olur, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var.

Bazı muhalefet partileri, aralarında kim güçlü ise, orada o adayı destekleme eğilimi içinde. Bu yönde bir fikir jimnastiği var.

Partiler yine de, kendi adaylarını gösterebilir, yine de kendi propagandalarını yapabilir, ama seçime tam olarak asılmayabilir. Bu zaten o partinin ve adayın tavrından belli olur.

Ana fikir, oyların bölünmemesi. Birleşik oylarla belediye başkanlığını kazanmak.

Geçmişte, oy bölünmesinin faturasını Türkiye acı biçimde yaşıyor. İstanbul ve Ankara bunun canlı iki büyük örneği. Karşı tarafta yüzde 75-78 oy var, öteki yüzde 22-25 ile belediyeyi kazanıyor.

Muhalefette işbirliği fikri var ama, bizim siyasette ne kadar güvenilir, orasını kutsal pratikte göreceğiz.

AKP ile soğuk ve karanlık

İNSANLAR mümkün olduğu kadar az elektrik yakıyor. İnsanlar mümkün olduğu kadar az doğalgaz kullanıyor. Tasarruf iyi bir şey. Ancak:

İnsanlar kendilerini karanlık ve soğukta oturmaya alıştırıyor. Soğuk ve karanlık en çok AKP’nin oy deposu varoşlarda .

Elektrikte konutlarda zam oranı bir yılda yüzde elliyi buluyor. Doğalgazda zam oranı bir yılda yüzde 73’ü buluyor. Soğuk ve karanlığa mahkum olmanın nedeni bu zamlar.

İşsizlik, düşük ücret, sıfır ücret artışı, buna karşılık temel ihtiyaç mal ve hizmetlerinde ciddi zamlar. Kötü bir kış.

Kötü kışı, iyi bir yerel seçim izlemesini umuyorum.

Dedeler ve torunlar

SİNAN Kuneralp. Babası Büyükelçi Zeki Kuneralp. Dedesi daha tarihsel bir kişi, kurtuluş savaşına karşı çıkan ve hain damgasını yiyen Ali Kemal Kuneralp.

Zeki Kuneralp’e Ermeni terör örgütü ASALA 1978’de Madrid’de saldırı düzenliyor. Sinan Kuneralp’in annesi ile eniştesi saldırıda hayatını kaybediyor.

Sinan Kuneralp Hürriyet’e gönderdiği mektupta Ermenilerden özür dileyen kampanyaya "katılmadığını" açıklıyor. Özür metnini imzalamıyor.

Hasan Cemal. Dedesi İttihat ve Terakki’nin önde gelen üç paşasından biri, Cemal Paşa. Cemal Paşa’nın bir ünü’de, 1915’de Ermenileri öldürtmekten kaynaklanıyor.

Dedeler ve torunlar.

Şu feleğin işine bakın. İkisi de dedesini affettirmeye çalışıyor, biri imza atmayarak diğeri imzalayarak.
Yazının Devamını Oku

AİHM’ye ilk Ergenekon davası

26 Aralık 2008
POLİS soruyor, sorunun yanıtını bildiğinden emin bir tavırla: "Bundan sonra herhalde artık siyaset yapmazsınız." Gazeteci Tuncay Özkan üç ay önce gözaltına alınıyor. Orada bazı polisler ona bu soruyu soruyor. Özkan üç ay önceki sorunun yanıtı pazar günü veriyor.

Tuncay Özkan
yarından sonra yapılacak birinci olağan kongrede Yeni Parti genel başkanlığına seçiliyor.

Özkan halen tutuklu. Ergenekon kapsamında. İçerde tutuklu olan bir kişi bir siyasal partinin genel başkanlığına seçiliyor. Bu bir ilk.

Yeni Parti otuz kurucu üye ile ağustosta kuruluyor, yarından sonra ilk kongresini topluyor. Parti ocak sonuna kadar kırk, mayıs sonuna kadar tüm illerde örgütlenmeyi hedefliyor.

KİTAP YAZIYOR

Tuncay Özkan terör örgütüne üyelik ve o faaliyetler iddiasıyla gözaltına alınıyor. Sonra tutuklanıyor. Ergenekon’da ikinci dalga tertibinden.

Aradan üç ay geçiyor, ortada henüz bir iddianame yok. Suçu oluşturan bir kanıt var mı, yok mu belli değil, ama suçlu olduğuna ilişkin bir kanaat var. O kanaat ile şimdilik üç ay ve kim bilir daha ne kadar tutuklu kalacak. Diğer Ergenekon tutukluları gibi.

Özkan, Silivri F Tipi Cezaevinde. İçerde bir kaç kitap yazıyor. Bu arada Ergenekon soruşturma soruları ve genel siyasal görüşleriyle ilgili, yazdığı makalelerden derleme ayrı bir kitap daha çıkacak. Kısa süre içinde.

Bu kitap yerli ve yabancı tüm sivil toplum kuruluşlarına gönderilecek.

BAŞVURU OCAKTA

Özkan’ın Türk hukuk sistemi ve Ergenekon adına asıl önemli girişimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurusu.

AİHM’e başvurmak için, iç hukuk yollarının tükenmesi gerek. İlk bakışta Ergenekon’da iç hukuk yolu henüz tükenmiş değil.

Tuncay Özkan yine de, AİHM’e başvuruyor, ocakta. Şu gerekçelerle:

1- Soruşturma sistemi evrensel hukuka aykırı,

2- İddianame olmadan aylarca tutuklu kalmak insan haklarına aykırı.

Bu başvuru ile Ergenekon ilk kez AİHM’e taşınmış olacak. Ergenekon ilk kez uluslararası nitelikle, başkalarının dikkatine sunulmuş olacak.

Üç haftadır beklenen İzin

ERGENEKON tutukluları cezaevi kütüphanesindeki bilgisayarları günde ancak bir saat kullanabiliyor. Çünkü, çok kişi bilgisayar kullanmak istiyor.

Ama, tutuklulara bilgisayar verilmesi Adalet Bakanlığının iznine bağlı.

Tutukluların istemi üzerine, mahkeme tutuklulara bilgisayar verilmesine karar veriyor. Karar, izin için Adalet Bakanlığı’na gönderiliyor.

Aradan üç hafta geçiyor. Adalet Bakanlığı’ndan henüz onay gelmiş değil. Oysa, oradakilerin çoğu kitap yazıyor, yazı yazıyor. Örneğin, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek son kitabını orada eliyle yazıyor.

Adalet Bakanlığı neden ayak sürçüyor, belli değil.

Birinci Anayasa Mahkemesi savaşı

SEÇMEN ve kütükleri ve kaldırılan belediyeler sadece siyaset dünyasını birbirine katmakla kalmıyor, yüksek yargı organları da, birbirine şimdi ateş püskürüyor.

Hatta, Anayasa Mahkemesi içinde Birinci Anayasa Mahkemesi Savaşı çıkıyor. Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç ve bazı üyeler birbirine giriyor.

Başkan Kılıç önceki gün, kapatılan belediyelerin seçime girmesinin yolunu açan Danıştay kararını sert bir dille eleştirerek, "bu Anayasa ihlalidir" diyor.

Danıştay buna yanıt vermeye hazırlanırken, Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyeleri, "bu sözler Anayasa Mahkemesi’nin değil, Başkan Kılıç’ın kendi görüşüdür" diyor.

Mahkeme uzun süredir huzursuz. Çalkalanıyor. Kılıç’ın AKP’yi kollayan tavrı ve tarafsızlığını yitirdiğine ilişkin görüntü ve demeçleri Anayasa Mahkemesi’ni bölüyor. Bölünme, şimdi herkesin gözü önünde yaşanıyor. Koca mahkemenin saygınlığı adına talihsizlik.

Üyelerin başkana tepkisi, Kılıç’a güvensizlik oyu anlamına geliyor. On dört ay önce, Kılıç’ı başkan seçen üyeler, şimdi onun "doğru söylemediğini" açıklıyor.

Kılıç, kendine duyulan güvensizliği nezaket çerçevesinde temizleyebilir, örneğin, istifa edebilir. Nerede o yürek?
Yazının Devamını Oku

Aslında Gül’e ’Dur’ diyor

25 Aralık 2008
ANCAK 14 oy alabiliyor. Kendi üniversitesindeki rektör adayı seçiminde. Buna rağmen, YÖK’teki oylamada bir anda en ön sıraya geçiyor. Geçmişte yaşanan bu olay, rektör seçimindeki sakatlığı göstermesi açısından çok tipik. Olay şu.

İstanbul Üniversitesinde Prof. Kemal Alemdaroğlu ikinci kez rektör adayı. Diğer adaylarla birlikte YÖK Genel Kurulunda adayları sıralamak için seçim var. YÖK’ün bir bölümü mutlaka Kemal olsun, derken, diğer bölümü başkası olsun, düşüncesinde.

Sıralama için üç isim yazmak gerek. Kemal olsun, olmasın çekişmesinde, iki taraf da, kendi tercihlerinin dışında, ilgisiz bir ismi yazıyor. 14 oy alan adayı. Ve kimsenin beklemediği, ismini yazarken kastetmediği, 14 oy alan aday bir anda YÖK sıralamasında birinci çıkıyor.

Rektör seçiminde sistem bozuk. Tipik ve yaşanmış bu örnek ortada.

KEYFİ DEĞİL

Cumhurbaşkanı da, kendi tercihi ile benzer terslikler yaratıyor. Son örnek, 9 Eylül Üniversitesi atamasında.

Abdullah Gül 9 Eylül Üniversitesi’nde 564 gibi ezici bir oyla birinci seçilen Prof. Dr. Sedef Gidener’i görmezlikten geliyor, seçimde 181 oy alan adayı rektör olarak atıyor.

Ancak, rektör atamaları tarihinde bir ilk yaşanıyor, bu atama yargıdan dönüyor.

Demek ki, Cumhurbaşkanlığı keyfi bir makam değil, işlemleri keyfe keder değil. Ben istediğimi atarım, hayır atayamaz. İktidarın da sınırı var.

Kaldı ki, iş edebiyata döküldü mü, "oy, çoğunluk, çoğunluğun iradesi" gibi parlak lafların sahibi yine Abdullah Gül ve şürekası ve uzantısı.

Nerede 564 oy, nerede 181 oy? Gül ve şürekasının ve uzantısının anlayışı farklı. İşine geldiği yerde, çoğunluğun iradesi lafıyla demokrasi gösterisi, işine geldiği yerde takdir hakkı lafıyla aldatma manevrası.

Yürütmeyi durdurma kararı, özünde Abdullah Gül’e "dur" diyor.

Bu karar aynı zamanda İstanbul Üniversitesi rektör ataması için Gül’e uyarı.

Söylet, on bir oyda kaldı

ON BİR oy gerek. Yirmibir kişilik YÖK’te, Cumhurbaşkanı’na sunulacak rektör adayları arasında yer alabilmek için, en az onbir oy gerek.

AKP’nin gözdesi, İstanbul Üniversitesi rektör adayı Prof. Dr. Yunus Söylet ancak onbir alabiliyor. Oysa, YÖK artık AKP egemenliğinde. Çok daha fazla oy alması gerekirdi. Ancak, Yunus Söylet onbir oyda kalıyor.

Buna karşılık, üniversitedeki seçimde en çok oyu alan Prof. Dr. Ali Akyüz YÖK’te gerekli onbir oya ancak dördüncü turda ulaşabiliyor. Elinden gelse, YÖK, Akyüz’ü listeye koymak niyetinde bile değil.

Liste oyunları, kulisler, dedikodularla rektör seçmek. Bunun ötesinde, bizden-sizden kadrolaşma hırsı. Bunlar sistemdeki hataları saklıyor.

Eğer rektör atanırsa, Ali Akyüz üniversitede oyların yüzde 20.3’ünü alıyor. Eğer rektör atanırsa, Yunus Söylet üniversitede oyların yüzde 19.6’sını alıyor.

Her şey, rektör seçim yönteminin değişmesi için bas bas bağırıyor.

Kaderine yüzde otuz sahip çıkıyor

KURALA göre, seçmen kütükleri;

1- Her yıl yeniden düzenleniyor,

2- Her seçim döneminde güncelleştiriliyor.

Kural böyle iken, son seçime göre, şimdi altı milyon fazla seçmen çıkıyor. Bu yazılıyor, çiziliyor, sonunda Yüksek Seçim Kurulu seçmen kütüklerinin yeniden askıya çıkarılması kararını alıyor. Kütükler hatalıdır, tezini kabul ediyor.

Bunun devamı var. CHP konuyu yargıya taşıyor. Yargı, kütükleri iptal ederse, yerel seçimlerin 29 Mart’a yetişebilmesi zora girebilir.

Öte yandan, garip bir durum var. Kütükleri ayyuka çıkıyor, ama seçmen yerinde oturuyor.

Bülent Tanla’nın araştırması ilginç. Tanla’ya göre, seçmen kütüklerini seçmenlerin ancak yüzde otuzu inceliyor. Halk kendi kaderini belirleyecek ama, kaderine pek sahip çıkmıyor.
Yazının Devamını Oku

Kutuplaşma parayı da vurdu

24 Aralık 2008
HA çırpınırdı Karadeniz, ha çırpınıyor Maliye ve Merkez Bankası. Yeter ki, getir. Nereden bulduysan bul, yeter ki getir. İster uyuşturucu, ister kaçakçı parası ya da alnının akıyla kazandığın para.

"Yeter ki, getir" yasası.

AKP Hükümeti krizde kullanılmak üzere dış kaynak arıyor. Bir süre önce bu amaçla bir yasa çıkartıyor. Yurt dışında Türklere ait paraları Türkiye’ye çekmek amacıyla, belli kolaylıklar sağlıyor.

Kolaylık aslında sekiz-on yıl geriye gidiyor. İlki 1998’de, ikincisi 2002’de iki yasa çıkıyor. Nereden buldun, diye kimse eldeki paranın kaynağını sormuyor. Kara para mı, rüşvet mi, artık ne ise.

YÜZ MİLYAR DOLAR

Bir yanda, işçi tasarrufları. Bir yanda, din aldatmacası üzerinden sahte firmaların topladığı paralar. Bir yanda, yurt dışına taşınan tasarruflar. Kara para işin cabası.

Merkez Bankası yurt dışında Türklere ait yaklaşık yüz milyar dolar bulunduğunu hesaplıyor. Mesele bunun hiç olmazsa, bir bölümünü çekebilmek. Yasa bunun için.

Geçenlerde Maliye ve Merkez Bankası uzmanlarıyla sohbet ediyorum.

Bu çerçevede yurt dışından Türkiye’ye gelen henüz tek bir dolar yok.

Belki erken, belki tanıtımı eksik. Ama, sonuç umutsuz.

OKULLAR, BAKKALLAR

Dışardan para neden gelmiyor?

Tek bir nedeni var. Güvensizlikten. Ekonomiye, AKP Hükümetine, genel anlamda Türkiye’ye güvensizlikten. Yabancılar ve yurt dışında parası bulunan Türkler aynı noktada birleşiyor:

Türkiye’de müthiş bir siyasal kutuplaşma var. Tam bir kamplaşma.

Konu artık laik-dinci kamplaşmasını çoktan aşıyor, kadrolaşmanın da etkisiyle, sizden-bizden ayrımı ürkütücü boyutlarda. Lokantalara, mahallelere, bakkallara, okullara kadar inen, günlük hayatın parçasına dönüşen bir kamplaşma.

Böyle bir ortamda hangi güven? Hangi para?

Bir zamanlar her fırsatta AKP’ye koltuk çıkan yabancılar da, ellerini, eteklerini yavaş yavaş çekiyor. Önce şu ve bu haberlerde, sonra şu ve bu raporlarda.

Yıldırım en iyisi sen istifa et

BAŞARISIZLIĞA şimdi de, skandal ekleniyor. Kepazelik boy gösteriyor.

Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören Galatasaray-Beşiktaş maçından sonra Merkez Hakem Komitesi Başkanına ana, avrat küfrediyor. Beşiktaş’ın buz gibi yenilgisini hakeme bağlamak isteyen bir tavır.

Diyelim ki, hakem gerçekten Beşiktaş’ın hakkını elinden alıyor. Olabilir. Bunun karşılığı koca Beşiktaş Kulüp Başkanının ana, avrat küfretmesi mi?

Yıldırım Demirören sokak çocuğu gibi. Ergenlik çağını henüz doldurmamış gibi. Beşiktaş Başkanlığına yakışmayan biri.

Şimdi muhtemelen ceza gelecek. Yüz kızartıcı bir nedenle ceza.

Asıl cezayı vermek Beşiktaş Kongresi’ne düşüyor. Eğer, kendisi istifa etmezse, genel kurulun olağanüstü toplanması gerek.

Yok Yıldırım, başkanlık bu kadar ucuz değil, en iyisi sen istifa et.

Bu engeli Deniz Feneri’ne borçluyuz

YOLCU hava alanına geliyor. Yolcuyu polis karşılıyor. Polisin ilk işi yolcunun bavulunu açtırmak. Polisin tek sorusu var:

"Bavulda ya da yanında kaç para var?"

Bu karşılama, bu soru sadece Türk yolcular için. Almanya’da herhangi bir hava alanında. Alman polisi Türkleri didik didik arıyor.

Son bir-iki aydır Almanya’da hava alanlarında bir uygulama başlıyor. Bunu destekleyen duvar ilanları eksik değil:

"Giriş ve çıkışlarda yolcu yanında taşıyabileceği para en çok 10 bin Euro’dur."

Almanya’da;

1- Türklerin kazandığı,

2- Şu ya da bu düzmece firmanın insanları aldatarak, din üzerinden topladığı paralara Almanlar çok sıkı denetim getiriyor.

O paraların Almanya’dan çıkması artık çok güç. Bunu iki şeye borçluyuz.

1- Deniz Feneri yolsuzluğuna,

2- Kriz nedeniyle, hükümetin yurt dışındaki tasarrufları ya da paraları Türkiye’ye çekmek için çıkardığı yasaya.

Türklere ait en çok para Almanya’da. Almanlar da, bu paranın dışarıya çıkmasını engellemek için ellerinden geleni yapıyor.
Yazının Devamını Oku