Yalçın Doğan

Maypure dili konuşan papağan heykelleri

11 Ocak 2009
Kenya’da okula giden çocuk, anadili Gikuyu dilini konuşurken yakalanıyor. İngilizlerin cezası hazır. Çıplak popoya üç, beş sopa ve çocuğun boynuna asılan metal levha:

"Ben aptalım, ben eşeğim".

Tersi de var. Arizona’da yaşayan Hopi toplumunda herhangi biri, kendi dinsel törenlerinde konuştukları Tewa dili dışında bir başka dili konuşursa, o da sopa cezası alıyor.

Herkes kendi dilini korumakta çok titiz. Çünkü, dil bir ulusun varlığını kanıtlıyor. O nedenle, Amin Maalouf’un dediği gibi, "bir insanın diline saldırı, ona yapılan en büyük saldırıdır". (Ölümcül Kimlikler, s. 58). Dil karşılıklı anlaşmak için ortak payda, daha önemlisi, dil aynı zamanda kimlik.

Aleut, Tlingit, Haida, Yaku, İnuktitat, Cree, Ojibway, Arawakan, Eyak, Aramacic, Ubykh. Bunlar dünyada konuşulan dillerden bazıları.

BM DİLLER EVİ PROJESİ

İlk anda marjinal gibi geliyor, ama örneğin Ubkyh dilinde seksen ünsüz harf var. İngilizcede yirmi dört ünsüz harf olduğu düşünülürse, Ubkyh’nın üçte biri, yerli dillerin ilkel olduğuna ilişkin efsane bir anda çöküyor.

Bugüne kadar dünyada gelmiş geçmiş 600 bin dil olduğu tahmin ediliyor. Aynı tahminlere göre, halen dünyada yaşayan 6 bin 300 dil var. Bunun 1519’u Papua Yeni Gine ve Endonezya’da konuşuluyor.

600 binden 6 bine düşmesinin nedeni, dillerin ölmesi. Dil ölüyorsa, o toplum ölüyor, toplum bir başka dile kaymış bile olsa, toplumun geçmişi ölüyor. Onun için, dil üzerine titremek, kendi hayatı üzerine titremekten farksız.

Son yıllarda bizim ülkemizde temel tartışmalardan biri de, Kürtçe ile ilgili. Kürtçe eğitim, Kürtçe TV, Kürtçe bağlantılı tezler ve istekler. Bu isteklerden biri, Ocak başında resmi kanaldan karşılanıyor. TRT 6 Kürtçe yayına başlıyor. Beraberinde destek ve eleştirilerle birlikte.

Bir süredir merakım dil üzerinde yoğunlaşıyor. Bu konuda okuduğum en iyi kitaplardan biri, Prof. David Crystal imzalı, "Dillerin Katli" isimli bir kitap. Burada aktardığım bilgilerin çoğu, o kitaptan. Crystal dünyanın önde gelen dil uzmanlarından biri. 1995’te İngilizceye katkısından dolayı, "İngiliz İmparatorluğu Düzeni Ödülü" alıyor.

Dil mirası üzerine, Türkiye dahil, 60 ülkenin imzaladığı bir anlaşma var. Birleşmiş Milletler bu anlaşma çerçevesinde 2007’yi uluslararası diller yılı ilan ediyor. Geçen yıl Barselona’da dünyada ilk "Diller Evi" açılması yönünde karar alıyor. Ancak, 1801 yılında Güney Amerika’da Carib Kızılderilileri ile karşılaşıyor. Onlarda bol miktarda evcil papağan var. Papağanlar Maypure dilini konuşuyor. Ancak, ortada Maypure kabilesinden kimse yok. Carib Kızılderilileri onları yok ediyor. Buna rağmen papağanlar tarihe karışan bir kabilenin dilini konuşuyor. Bu gerçek öyküyü okuyan heykeltraş Berwick, özel kafes içinde Maypure dilini konuşan papağanların heykelini yapıyor. 1997’de heykeller Avrupa’nın pek çok kentinde sergileniyor. Büyük ilgiyle izleniyor.

Bir dil, eğer 20 binden az kişi tarafından konuşuluyorsa, o dil artık tehlikeye düşüyor. Dünyadaki 6 bin dilin sadece yüzde dördü çok popüler. Dillerin yüzde dördü dünya halklarının yüzde 96’sı tarafından konuşuluyor.

DİL EGEMENLİK SİMGESİ

Dinler de, dil ile yakından ilgili ve tezleri var. Örneğin, Tevrat’a göre, eğer dünyada tek bir dil olsaydı, insanlar arasında aydınlanma ve barış o kadar kolay olabilirdi. Dil tek değil, onun için barış uzakta.

O kadar uzakta ki, tek dilli büyük ülkelerin hepsi iç savaş yaşıyor. Dil çünkü bir egemenlik simgesi.

Hiçbir ulus papağan heykellerini unutmuyor.
Yazının Devamını Oku

Generalin mikrofona eğildiği an

10 Ocak 2009
KRİTİK müdahale Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’den geliyor. Kimine göre, tam zamanında, kimine göre, biraz geç kalsa, belki herkes askerin hissiyatını alenen öğrenmiş olacaktı.

Ergenekon’da son gözaltı dalgası Meclis’i dalgalandırıyor. Son dalgalanan yer, Milli Savunma Komisyonu. Komisyona Bakan Vecdi Gönül de katılıyor.

CHP milletvekilleri AKP’yi topa tutuyor. Örneğin, Osman Kaptan:

"Hiçbir biçimde kaçmayacak insanlar, aydınlar apar topar toplanıp gözaltına alınıyor. Bunlar vatanı mı satmışlar, ne yapmışlar? Ya emekli generaller? Türk Silahlı Kuvvetleri’ni rencide etmek kimin işine yarar? Cevap verin Sayın Bakan."

Bakan Bey önce sessiz. Derken bir başka CHP’li Ensar Öğüt soruyor:

"Sayın Bakan neden konuşmuyorsunuz? Tuncer Kılınç sizin bakanlıkta müsteşarlık yaptı, siz askere neden sahip çıkmıyorsunuz?"

Benzer sorular arka arkaya gelince, Vecdi Gönül:

"Bahsettiğiniz konularda bizim hiçbir sorumluluğumuz yok, bilmiyorum, bilmediğim konuda cevap veremem."

Gönül
’ün bu yanıtı dün bazı gazetelerde var. Ama, olmayan başka bir şey var.

BAŞKANDAN GİRİŞİM

Komisyonda bir de tuğgeneral var. Görevi gereği, o anda orada, teknik bir konu olursa, açıklamak üzere.

CHP’lilerin atakları sürerken, Bakan Gönül onları durdurmaya çalışıyor. Bu arada kendi partisinden de yardım alıyor. Bazı AKP’liler CHP’lilere, "Bu yaptığınız provokasyondur" suçlamasında.

Tam o sırada, hiç beklenmeyen bir girişim. CHP’lilerden çok AKP’liler şaşırıyor. AKP’li komisyon başkanı Hasan Kemal Yardımcı salondaki tuğgenerale dönüyor:

"Sayın Paşam, burada biz içtenlikle çalışıyoruz, bizim hassasiyetimizi paylaşmak ister misiniz?"

GÖNÜL’DEN İZİN YOK

Paşa önündeki mikrofona eğiliyor. Belki yanıt vermeyecek, belki manşetler o sözle çalkalanacak.

Salon bir anda sessizliğe bürünüyor. Herkes tuğgenerale dönüyor. Ama, ilk dönen Vecdi Gönül:

"Ben izin vermiyorum, hiçbir açıklama yapamaz."

Gönül
’ün bu tavrı, "Biz bir şey bilmiyoruz" sözüyle çelişiyor. Ordu içindeki rahatsızlık, AKP’ye yansıyor.

Dün Hasan Kemal Yardımcı ile konuşuyorum. Tuğgenerale yönelttiği sorunun gözaltılar ile ilgili olmadığını belirtiyor. CHP’liler farklı görüşte. Vecdi Gönül’ün izin vermeyişini, bunun kanıtı olarak görüyorlar.

Hasan Kemal Yardımcı haklı olabilir, ama benim aklım, Bakan Gönül’ün izin vermeyişine takılıyor.

Hukuk, hicran yarası

BAROLAR ayakta. Yetmiyor, en yüksek dört yargı organından biri olan Yargıtay ayakta. Ortak kaygı aynı, Ergenekon sürecinde hukuk yaralı mı?

Bunu ülkenin en önde gelen hukukçuları soruyor. Yetmiyor, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in tek cümlesi soruyu daha da netleştiriyor:

"Biz, her şey hukuka uygun olsun istiyoruz."

Demek ki, en büyük hukukçulara göre, hukuka uygun olmayan işler dönüyor. Eğer, AKP’ye doğrudan üye değilse, siyasal angajmanı olan hukukçular bile, benzer soruları yöneltiyor. Bu konuda gönlü rahat olan iki sorumlu var, biri Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, öteki Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin.

Eh, normaldir.

Bekdemir’in galerisi

86 doğumlu, geçenlerde ilk resim sergisini açıyor.

Gaye Su Akyol boya kokuları ve fırçalar içinde büyüyor. Babası ressam Muzaffer Akyol. Sonra kendisi de resim yapmaya başlıyor.

Gaye Su Akyol, desenle başlayıp, karışık teknik kullanıp, yağlı boya, akrelik boya ve bunların türevleriyle kendine has, duygusal resimler yapıyor. Parlak tablolar.

Gençlik heyecanıyla yaptığı resimler Asmalımescit’te Uğur Bekdemir Sanat Galerisi’nde sergileniyor.

Bekdemir galerisinde sergi eksik değil. Aynı yerde zaman zaman da, genç sanatçılara destek sergileri açılıyor. Akyol’un sergisi bunun son örneği.
Yazının Devamını Oku

Hukuk üstün ve fakat çok rahatsız

9 Ocak 2009
"... TÜRK Ordusunu kışkırtmak suretiyle, hükümeti devirmeye yönelik darbe ortamı hazırlamaya gayret ettikleri..." Bu cümle askeri çok rahatsız ediyor. Bu cümle Ergenekon iddianamesinde geçiyor. Çok sık ve her üç-beş sayfada bir.

İddianameyi en dikkatli okuyanların başında askeri hukukçular geliyor. Onlara göre, iddianame sık sık orduya gönderme yapıyor. Sadece emeklilere değil, halen görevde bulunan subaylara da, gönderme.

Ergenekon’da son dalgada yine emekli ve görevdeki general ve subayların gözaltına alınması, askerdeki rahatsızlığın temel kaynağı. Asker bu gönderme ve gözaltılarla doğrudan kendisine yönelik bir harekatla karşı karşıya kaldığını artık düşünüyor.

Bununla birlikte asker, hukukun üstünlüğüne inancından vazgeçmiyor.

DİNLEME REHBERİ

"... Yaptıkları telefon görüşmesinde özetle..."

Bu cümle askeri çok rahatsız ediyor. Bu cümle Ergenekon iddianamesinde geçiyor. Çok sık ve hemen her sayfasında.

İddianame telefon dinleme rehberi gibi. Sadece telefonların dinlenmesi değil ama iddianamede adı sanık olarak geçen kim varsa, onun konuştuğu herhangi bir subay ya da emekli generalin Ergenekon’a dahil edilmesi, askerdeki rahatsızlığın diğer kaynağı. Çünkü kim, kiminle konuşuyorsa, iddianameye göre, bir biçimde darbe için çete üyesi.

Asker bu nedenle kaygılı ve fakat hukukun üstünlüğüne inançlı.

KİTLE RUHU

Telefonlar bir anda azalıyor. İnsanlar telefonda ya da herhangi bir ortamda siyasi konuda, hele de AKP aleyhinde ise dillerini tutuyor.

İnsanlar birbirinden kuşkulanıyor, birbirine "acaba mı" diye yaklaşıyor, "Benim başıma da bir şey gelir mi" diye geriliyor.

Toprağı bol olsun, huzurunuzda Wilhelm Reich, Faşizmin Kitle Ruhu.

Ya da 1950’lerin Amerikası, dönemin düşmanı komünizm üzerinden, Arthur Miller, Cadı Kazanı. Benzer deyimle, McCarthy heyulası.

Gözaltına alınan örneğin, aşırı milliyetçi eski YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz ile katıksız sosyalist Prof. Yalçın Küçük, pilava birlikte kaşık sallamaları mümkün değil, ama darbe için bir arada, çete üyesi.

Bedrettin Dalan ile emekli orgeneral Tuncer Kılınç, emekli orgeneral Kemal Yavuz ile eski özel harekat daire başkanı İbrahim Şahin, yolları kesişiyor, heyecanlı bir serüvenin son durağı.

Belki, yeni bir yolculuğun ilk durağı. Dolaştıkça çözülecek bir yumağın ilk durağı.

Akif de, Kemal de hoş gelmedi

SIKI durun ve şu tanıma bakın: "Eski Türklerin yetiştirdiği marimus öküzünün sol arka bacağının uyluk yeri ile işkembesinin ayrıldığı yerde bir et parçası bulunur. İşte, buraya ’laik’ denir. Ve bugün kullandığımız kelimenin aslı buradan gelmektedir."

Bu satırların yazarı, TBMM eski başkanı Bülent Arınç’ın basın danışmanı Kemal Öztürk. Öztürk, AKP kapatma davası iddianamesine giriyor. Hazırladığı belgeseli RTÜK yasaklıyor. Demirel’e hakaretten bir yıl hapis cezası alıyor.

Bu aziz vatan evladı, şimdi Tayyip Erdoğan’ın basın danışmanı. Akif Beki ayrılmak zorunda kalınca, Erdoğan aynı göreve bu vatandaşı getiriyor.

Beki’nin ayrılarak, yeniden basına dönecek olmasını bazıları, "Aramıza hoş geldin Akif" diye alkışlıyor.

Kemal’in ne mal olduğu belli. Akif ise görevde iken, sevimsiz ve itici ve tam taraf. Basın danışmanlığı ile ideolojiyi birbirine karıştırıyor.

Kemal o göreve, Akif de aramıza hoş gelmiyor.
Yazının Devamını Oku

Krizi o sarışın güzele borçluyuz

8 Ocak 2009
KRUSÇEV haritayı geniş tutuyor, Ukrayna sınırlarını mümkün olduğu kadar genişletiyor. Stalin’in 1953’te ölümünden sonra Sovyet liderliğini ele geçiren Krusçev Ukraynalı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) bağlı on altı ülke için coğrafi sınırlar çizilirken, Krusçev kendi ülkesine cömert. Kırım, Yalta ve Odesa’yı Ukrayna’ya veriyor. O zamanki SSCB’nin Karadeniz kıyıları.

O zamanki SSCB’nin, bugünkü Rusya’nın Karadeniz filosu şimdi Ukrayna limanlarında. Rusya bunun için Ukrayna’ya para ödüyor, Ukrayna bu paranın arttırılmasını istiyor.

Ukrayna, "ya bu parayı artır ya git" derken, Rusya Ukrayna’ya "sen asıl doğalgaza ödediğin parayı artır" diyor.

İkisinin kavgası bizim ve Avrupa’nın başına patlıyor, Rusya doğalgazı kesiyor.

HAPSE ATILMIŞTI

Ukrayna Rusya’dan aldığı doğalgaz için bin metreküpte 179 dolar ödüyor. Rusya 250 dolar istiyor.

Ukrayna, kendi topraklarından geçen doğalgaz boru hattı için Rusya’dan bin metreküpte 1.7 dolar alıyor. Şimdi 2.2 dolar istiyor.

Ukrayna’nın Rusya’ya 2.2 milyar dolar doğalgaz borcu var. Bunun 1.5 milyar dolarını ödüyor, gerisi faizdir, ödemem, diyor.

Ayrıca, aralarında siyasal çekişme var. Ukrayna NATO ve AB üyeliğini amaçlıyor. Nüfusunun yüzde 30’u Rus, Rusya’ya karşı bir dezavantajı da bu.

Aralarındaki çekişme yeni değil, siyasal boyutu var. Doğalgaz bahane.

Daha önce, yine doğalgaz krizi sırasında, Enerji Bakanı güzel sarışın Timoşenko yolsuzluk iddiasıyla hapse atılıyor. Timoşenko şimdi Başbakan.

Avrupa’yı ve bizi üzebilecek gelişmelerdeki imza o güzel sarışına ait. Anlaşmalara uymayan o.

PUTİN’İN ÖNERİSİ


İki yıl kadar önce, dönemin Rus Devlet Başkanı Putin bize ikinci bir doğalgaz hattı öneriyor. Türkiye buna karar verinceye kadar, Putin sürpriz bir atakla, hattı değiştiriyor ve Türkiye devre dışı kalıyor.

Türkiye tükettiği doğalgazın yüzde 30’unu Rusya’dan alıyor. Bu Trakya ve İstanbul’da kullanılıyor. Nüfusun ve sanayinin en yoğun bölgesi.

Kesinti asıl Avrupa’yı vuruyor. Bu herkes için avantaj. Çünkü, çözüm amacıyla Avrupa devrede.

Hepimizi irkilten yorgunluk

TÜRKİYE’de kimin başına, ne zaman, ne geleceği artık belli değil. Korku Cumhuriyeti.

Anlı şanlı hukukçular, yazarlar, öğretim üyeleri, gazeteciler, emekli generaller, işadamları, politikacılar Ergenekon denilen bir örgütün üyesi olmakla suçlanıyor ve içeri alınıyor. Dünkü onuncu dalga.

Aradan altı ay geçiyor, temmuzdaki dalgada içeri alınanlarla ilgili iddianame hálá yok. İlk iddianame için bir yıldan fazla bekleniyor. Halen onun duruşmaları yapılıyor.

İçeri alınanların ortak özelliği var. Bu nasıl tesadüf ise, AKP’ye karşı olmak. Türkiye kendini yormakla meşgul. Hepimizi irkilten bir yorgunluk.

Şu Ofer, İsrailli değil mi

İSRAİL’in Gazze saldırısına dünyadaki en büyük tepki Türkiye’den, Tayyip Erdoğan başta.

Bir ara İsrail asıllı, iş adamı Ofer AKP’nin gözdesi. Ofer, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile kapalı kapılar ardında görüşüyor. Galataport’a teklif veriyor, ama ihale iptal ediliyor. Daha sonra Ofer’in sahip olduğu yatırım şirketi Tüpraş’ın yüzde 14.76’sını alıyor.

Bugün bizimkilerin Ofer’le dostluğunu merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku

İmzayı basarlar tamtam çalarlar

7 Ocak 2009
F-4’lerin modernizasyonu. Tankların modernizasyonu. Pilotsuz uçak. Bunları biz İsrail’den alıyoruz, aramızda silah anlaşması var, 2.5 milyar dolarlık. Saadet Partisi, Erbakan’ın torunları, geçen gün İstanbul’da büyük bir miting düzenliyor. İsrail’e küfrün bini bir para. Koroya Erbakan da katılıyor. "Sizi gidi Siyonistler" palavralarıyla karışık.

Yıllardan beri olduğu gibi, yine palavra, çünkü F-4’lerin modernizasyonu altındaki imza Erbakan’a ait. Başbakan sıfatıyla. Madem sizi gidi Siyonistler, diyorsun, o zaman neden onlarla anlaşmaya imzayı basıyorsun?

İsrail’in saldırısına dünyada en büyük tepkilerden biri Tayyip Erdoğan’a, Türkiye’ye ait. Tesadüf bu ya, tankların modernizasyonu anlaşması altında da, Tayyip Erdoğan imzası var.

AKP VE MHP LEHTE

Bir süre önce Meclis’ten geçen bir uluslararası sözleşme var, İsrail ile.

CHP çekimser, AKP ve MHP lehte oy kullanıyor. Şimdi o kadar bağıran AKP ve MHP, lehte oy kullanırken aklı nerede? Madem lehte, neden şimdi bağırıyor? Madem bağırıyor, o zaman neden lehte?

Bunun da ötesinde, misket oynayan çocukların bile bildiği, İsrail ile istihbarat anlaşması var. MİT ile MOSSAD el ele, gönül gönüle.

Bu bağrış, çağrış fena ses çıkarmıyor da, kapalı kapılar ardında davullar tam tersini çalıyor.

İsrail ile durum neden böyle sıkı fıkı?

Yıllardır Amerika bize doğrudan silah satamıyor. Bunun en büyük engeli Amerikan Kongresi. Onun lobisi, bunun köşesi, ötekinin etkisi, berikinin huysuzluğu, tamamının oy ve para hesapları, Kongre’de bize hep engel.

KONGREYİ AŞMAK

Amerika’da uzun süre büyükelçilik yapan, öncesinde Dışişleri Müsteşarlığı görevini yürüten, CHP milletvekili Şükrü Elekdağ tecrübesiyle konuşuyor: "Amerika bize her sefer İsrail’i göstermiştir. Yıllardır biz İsrail etrafında dönüyoruz, Kongreyi böyle aşıyoruz."

Bunlar da, hayatın gerçekleri. Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek hayatın gerçeğini veciz biçimde açıklıyor: "İsrail ile askeri işbirliği, Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmektedir."

Helal olsun size. Zaten herkes biliyor, bu hükümet hizmet için var.

İçerde bize hizmet için, İsrail ile silah anlaşması yapıyor, dışarıda dünyaya hizmet için, İsrail aleyhinde kampanya yürütüyor.

Massada kompleksi

MASSADA İsrail’in güneyinde, Ölü Deniz yakınında bir kale.

İki bin yıl önce, İsrailoğullarını düşman ve doğa fena sıkıştırıyor. Bir yanda kuraklık, bir yanda Romalılar. İsrailoğulları tarihten silinme ile karşı karşıya.

Son çare olarak, onlar Massada’ya çekiliyor. Doğal bir kale. O sırada bir mucize yaşanıyor. Günlerce süren yağmur, kurtuluşun ilk işareti. Ardından, o doğal ortama hızla bir kale inşa ediliyor, son savunma hattı olmak üzere. Massada kurtuluşun son umudu.

Kale düşerse, İsrailoğulları artık yok. Ama, düşmüyor. Ve onlar kurtuluyor.

Yıllar önce İsrail’i dolaşırken Massada’ya da gidiyorum. Uzun uzun Massada mitosları dinliyorum. Anlatılanlarda dikkatimi çeken bir nokta var.

Massada var olmakla yok olmak arasında bir korkunun simgesi, bir kompleks, yok olma kompleksi.

İsrail iki bin yıldır, ne zaman savaşa girse, Massada Kompleksi hemen harekete geçiyor, "eyvah yine yok olma ile karşı karşıya bulunuyoruz" korkusu.

O korku ile önüne gelene saldırıyor, hiçbir insani değer tanımadan.

Korkunç bir sahne

TÜYÜ bitmemiş İsrail askeri çok soğukkanlı, kestirip atıyor: "Önüme çıkmasaydı."

Gözümün önünde, bir İsrail tankı bir sivilin, otuz yaşlarında bir adamın üzerinden geçiyor.

Tank... Bir insanın... Üzerinden... Geçiyor...

O an, o kahreden sahne, hemen önümde, on metre ötemde. Aylarca tank kabusu görüyorum, rüyalarıma giriyor o tank ve o tüysüz İsrail askeri.

İsrail ordusu yürüyor, Akdeniz’in doğu kıyısında, Mezopotamya’da. Tarihten bildiğimiz Sur, Sayda kentlerini geçerek. Tanık olduğum sahne Sayda’da.

Savaşı izleyen gazetecilerden biri de benim. İsrail ordusu Lübnan’a yürüyor. Karşısında hiçbir güç yok. Tanklar binaları yıkarken, insanların üzerinden geçiyor.

Dünya halkları yine ateşkes çağrılarıyla ayaklanıyor, ama devletler, bugünkü gibi, suspus. Lübnan’a saldırı 34 gün sürüyor. Amerika 34. gün karar veriyor ve ateşkes ilan ediliyor.

Şimdi kaçıncı gündeyiz?
Yazının Devamını Oku

Bir ölüm bir oy iki ölüm iki oy

6 Ocak 2009
ÜÇ metrekare yerde karı, koca, iki çocuk, biri on günlük. Gazze’de. Su yok, elektrik yok, mum yok, daha kötüsü, çocuk maması yok. Kadın Türk, Filistinli ile evli. Kanal D ve CNN Türk’ün Kudüs’teki başarılı muhabiri Elif Ural’ı arıyor kadın: "Çocuğumu İsrail’in saldırısından iki gün önce dünyaya getirdim. Sancım şimdi tutsaydı, hastaneye gidemezdim, çocuk da ölürdü, ben de ölürdüm".

Şimdiki yaşamak mı? Gazze’ye ölüm yağıyor, Türk kadın saçını, başını yoluyor:

"Her yerde bomba patlıyor, her an ölebiliriz, yiyecek, içecek yok, dünya susmuş, kimsenin umurunda değil".

Gazze sınırında bulunan Elif Ural’la dün konuşurken, kendimi Gazze’deki insanların yerine koyuyorum. Korkunç.

ALKIŞLAR VE BOMBALAR

Bombalar altında bir buçuk milyon insan var.

Amerika, bırakın ateşkes’i, İsrail’in kınanmasına bile karşı. Bir buçuk milyon insan ölürse ölsün, diyor Amerika.

Ya insanlık timsali AB? Ortada yok. Ya aziz Müslüman kardeşlerimiz, Arap ülkeleri? Ara ki, bulasın. Ya barışın ve özgürlüğün umudu Obama? Çıt yok. Onun sessizliği İsrail’e destek anlamında.

Amerikan alkışları, AB ve Arap seyircileri arasında, İsrail bir kaç hedef peşinde koşuyor.

ŞUBATTA SEÇİM

İsrail’de Şubat’ta seçim var. Gazze saldırısı ile İsrail;

1- Seçim öncesinde hükümet güven tazeliyor, oy avcılığı yapıyor,

2- Sık sık ortaya çıkan, tarihsel yok olma korkusunu yeniyor,

3- Hamas’ın elinde bulunan Gazze’yi El Fetih’e, Filistin yönetimini Mahmud Abbas’a vermeyi amaçlıyor.

Saldırı seçime giden İsrail hükümetinin işine yarıyor. Gazze’de insanlar ölürken, kamu oyu anketlerine göre, İsrail’de hükümetin oy oranı artıyor.

Gazze’de bir ölüm İsrail Hükümetine bir oy, iki ölüm iki oy kazandırıyor.

Gazze’de bir ölüm Amerikan sermayesine bir dolar, iki ölüm iki dolar kazandırıyor.

TRT Şeş, Kürtleri böldü

TRT 6’nın Kürtçe yayına başlamasına en çok DTP içerliyor. Yani, Kürtlerin Partisi.

DTP ve DTP öncesindeki türdeş partiler yıllardır Kürtçe yayın, Kürtçenin serbestliği üzerine nutuk atıyor. Ama, onlar şimdi TRT 6’yı (TRT Şeş) boykot ediyor. Açılışına katılmıyor.

Neden böyle yapıyorlar, sorusu ortada dolaşırken, Apo’dan yeni inciler ortaya çıkıyor. Apo’ya göre, TRT Şeş:

"T.C. kendi Kürdünü yaratıyor".

Bu cümle, DTP’nin boykotunu açıklamaya yetiyor.

Aynı zamanda, Kürtlerde özgür irade olamayacağını ima ediyor. Bütün Kürtlerin reddetmeleri gereken bir tavır. Ancak, Kürtçüler aksi telde:

"Biz iki Kürtçe şarkı dinlemek için mi öldük?"

TRT 6 ile birlikte Kürtçe yayın, Kürtleri ikiye bölüyor. Yayından bir bölümü memnun. Hatta, bazı DTP milletvekilleri TRT 6’yı destekliyor. Bir bölüm Kürtler ise, maksatlı buluyor.

Eğer, TRT 6’da gerçekten devlet damgalı, milliyetçi yayınlar yapılırsa, sonuç şimdiden belli. Kürtçe kanalı Kürtlerden başka herkes dinler. Kürtler yine ROJ TV’ye döner.

Türk temsilci yasal değil

TÜRKİYE, geçici üye sıfatıyla BM Güvenlik Konseyi toplantısına ilk kez katılıyor. Toplantı Gazze ile ilgili.

Türkiye’yi Güvenlik Konseyi’nde Baki İlkin temsil ediyor. İlkin yaş haddinden emekli büyükelçi.

Ama, yine de temsil ediyor. Bakanlar Kurulu kararı ile. Atama yok, görevlendirme var. Daimi temsilci olarak imza atıyor, oysa yasaya göre, yetkisi yok. Dışişleri bile, duruma tepkili.

Oraya yeni bir daimi temsilcinin (büyükelçinin) atanması gerek. Şu anda durum bizim yasalara aykırı.

AKP yönetiminde Türkiye’nin Güvenlik Konseyi üyeliği skandalla başlıyor.
Yazının Devamını Oku

Reklamda Sarkozy başrolde

4 Ocak 2009
Bu n.tv bizim NTV değil. Bu n.tv de bizdeki gibi bir haber kanalı, ama Almanya’da.<br><br>Almanya’daki n.tv son zamanlarda bir atak yapıyor. Reklam kampanyasına girişiyor. Kampanya önerisinde temel soru "nasıl bir reklam yapalım?".

Her modern firmada olduğu gibi, bir reklam ajansıyla anlaşılıyor. Ardından türlü türlü reklam taslakları hazırlanıyor. Uzun bir çalışma sonucunda, haber kanalı yönetimi Sarkozy reklamında karar kılıyor. Reklamda Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy başrolde.

Neden Sarkozy? Çünkü Avrupa’da o şu anda çok popüler.

Biz Sarkozy’ye Türkiye’ye karşı olumsuz tutumu nedeniyle, uzak duruyoruz. AB üyeliğimizde bize karşı. Kıbrıs’ta bizim tezimize ters, Ermeni sorununda bizi yokuşa sürüyor.

Sarkozy’nin izlediği politikalar bize yabancı. Biz, Sarkozy ile daha çok eşi, eski manken, güzel Carla üzerinden ilgileniyoruz. Daha çok onların magazin dünyasını yansıtan fotoğrafları ve haberlerine ilgi duyuyoruz. Siyaseten kapılar Sarkozy ile kapalı. Magazin olarak sonuna kadar açık.
/images/100/0x0/55ea3f1cf018fbb8f873bfbe
Siyaseten hatta, onu kıskanıyoruz. Örneğin bizim yöneticiler, "Kafkaslara yeni düzen getirelim" diye kendilerini paraladıklarında, onlara kimse yüz vermiyor. Ama, Sarkozy aynı bölge için bir plan önerince, herkes önünde eğiliyor. Planı Ruslar bile kabul ediyor.

Sarkozy ile aynı pistte dans etmek, onunla aynı tempoyu yakalamak bize bir türlü nasip olmuyor. Görünüşte pek bir şey değiştirmiyor gibi. Ancak, pratik gelip çattığında, zorlanıyoruz.

Avrupa’da esen hava ise epey farklı. Gerek siyasette, gerek magazin ve mizahta Sarkozy şu sıralarda bulunmaz Hint kumaşı.

n.tv bu fırsattan hareket ediyor, fotoğrafta gördüğünüz reklamı kabul ediyor. Bu reklam bir süredir Avrupa basınında dolaşıyor.

Fotoğrafın altında şu yazılı:

"Elysee’den buz dansına kadar, en önemli haberler, heyecan verici röportajlar, yürek hoplatan magazin sırları eşliğinde. Olaylar üzerinde fikir ileri sürmek isteyen herkes için n.tv".

Fotoğrafta Sarkozy, üzerinde kırmızı siyah mayo, elleri yana açık, beyaz paten ayakkabıları ile buzda dans ediyor.

Fotoğraf hemen dikkat çekiyor. Öyle ya, koca Fransa Cumhurbaşkanı üzerinde mayo, buz pateni pistinde.

İlk anda bunun bir TV kanalı için hazırlanmış reklam olduğunu anlamak güç. Reklamın altını okuyunca, işin fazileti ortaya çıkıyor. Yüzünüzü tebessüm kaplıyor.

İlk gördüğümde, ben de merakla alttaki yazıyı okuyorum. Ardından tebessüm. Daha sonra ise, sizdeki düşünce beni de meşgul ediyor.

Reklam malzemesi Sarkozy, Fransa Cumhurbaşkanı, bu fotoğrafa ne diyor?

Bazı şeyler bize teğet geçiyor, ama onun tutumunun bize teğet geçmesi mümkün değil.

Sarkozy’deki ilk tepki, gülümseme. Hatta biraz daha ileri. Gülerek, "İyi bir buluş" diyor.

Yok ya, kızmıyor mu? Bu onunla alay etmek, onu küçük düşürmek değil mi? Bu sanal fotoğraftan dolayı birilerini mahkemeye vermiyor mu? Onlara tazminat davası açmıyor mu? O haber kanalının yönetici ve muhabirlerinin Elysee Sarayı’ndaki akreditasyonlarını kestirip atmıyor mu? Reklamcılara reklam dersi vermiyor mu? Anadan doğma, sonradan olma engin bilgi ve deneyleriyle, şaşmayan rotayı izleyerek, her derde deva nutuklar paralamıyor mu?

Sarkozy bunların hiçbirini yapmıyor. Bizim alışık olmadığımız bir üslupla, o da tebessüm ediyor.

Sarkozy bize uzak, hem de çok uzak.
Yazının Devamını Oku

Japon Elçisi’nin de ufkunu AKP açtı

3 Ocak 2009
CİDDİ bakış, asık surat, iğneli sözcükler. Yok canım, yeni yılın ilk günlerinde biraz da eğlenmek gerek. Birilerinin ne mal olduğunu iyice faş etmek üzere. Şimdi uluslararası bir toplantıya gidiyoruz. Şenlik orada.

Toplantı Avrupa kentlerinden birinde. Bir süre önce. Pek çok ülkeden pek çok katılımcı ve dinleyici var.

Toplantı tek bir konuya indirgenmiş değil. Söz alanlar çeşitli ülkelere ilişkin gözlemlerini aktarıyor. Günlük yaşam, alışkanlıklar, kültür ve siyasetten örnekler.

AKP DİNCİ

O toplantıda herkesin dikkatle izlediği sunuşlardan biri Japonya’nın Ankara Büyükelçisine ait. Japon Büyükelçisi Türkiye’deki gözlemlerini anlatıyor. Bir AKP profili çiziyor:

"AKP dinci yanı ağır basan bir parti. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik niteliğine pek fazla dikkat etmiyor. Oysa, Türkiye’de demokrasinin ayakta kalması, Cumhuriyetin laik niteliğinin korunmasına bağlı."

Kelimesi kelimesine böyle olmasa bile, konuşma özünde bu anlamda.

Bu konuşmayı AKP bir biçimde öğreniyor. Acaba nasıl? Toplantının yapıldığı ülkedeki bizim büyükelçiliğin müzevirliği ile mi? Ya da toplantıya katılan yalak birilerinin AKP’ye yaranma hezeyanı ile mi? İhtimal çok.

GÜL’E İTİBAR

Türkiye ile Japonya arasında son bir yıl içinde sıkı ilişkiler var.

Örneğin, Abdullah Gül, geçtiğimiz aylarda durup dururken, "Ben Japonya’ya gitmek istiyorum" diye tutturuyor. Japonlar bu isteği hemen karşılıyor.

Gül’ün Japonya gezisinde, ona gerçekten itibar ediyor, iyi bir gezi programı hazırlıyor.

Gezi bununla kalmıyor, 2010 yılı Türk-Japon yılı ilan ediliyor. Japonya bir anda canımız, kankamız pozisyonunda. İyi, güzel. Neden olmasın?

Ancak, bir kritik nokta var. Gezinin sonuçları ile Japon Büyükelçisi’nin sözleri aynı frekansta buluşmuyor.

ULUSAL GÜNE PROTESTO

Her ülkenin büyükelçisi, bulunduğu başkentte kendi ulusal gününü kutluyor. Verdiği bir resepsiyonla.

Japon Büyükelçisi de, Japon ulusal gününü kutlamak üzere, Ankara’da bir resepsiyon veriyor. Tayyip Erdoğan ile Ali Babacan başta olmak üzere, hükümetin tüm üyelerini, AKP’nin ileri gelenlerini davet ediyor.

Japon Büyükelçisi’nin verdiği davete, Japonların bu en büyük gününe tek bir AKP’li katılmıyor.

Hani, Japonlar bizim canımız vaziyeti, hani 2010 Türk-Japon yılı, hani Abdullah Gül’e verilen itibar? Hepsi bir anda tepe takla. Neden?

Çünkü, Büyükelçi AKP’yi eleştirmiş.

Tayyip Erdoğan
her şeyi biliyor. O, çok şey bilen adam. Medyaya, iş dünyasına, sendikalara, IMF’ye, gerektiğinde tek bir iş adamına dersler veriyor. Bu dersler hepimizin ufkunu açıyor.

Japonların ulusal gününe katılmayarak, Japon Büyükelçisi’ne de ders veriyor. Umarım, Büyükelçinin aldığı ders, onun da ufkunu açmıştır. Çünkü, bu olay bir-iki ay önce yaşanıyor. Ufkun açılması için yeterli zaman.

Ankara’da CHP örgütü uyanmadı

GÜNLERDİR Ankara’da AKP’nin kimi aday göstereceği tartışılıyor.

Çok daha önce Murat Karayalçın’ı aday gösteren CHP Ankara’da ne yapıyor? Nasıl bir programla, nerelerde çalışma yürütüyor?

Henüz doğrudan bir çalışma yok. Örgüt çalışması henüz eksik. Seçime daha zaman var filan, hayır, o kadar yok. Örgüt çalışması olmadan, seçim kazanmak lüksü tek parti döneminde. Şimdi yok. Büyükşehire eklenen yeni beldelerde ve eski varoşlarda kapı kapı, çalışmak gerek.

Ankara’da CHP için halk çok daha fazla çalışıyor, CHP örgütü henüz uykuda.

Oysa, adayı erken açıklamanın bir getirisi var, o da aday üzerinden çalışmak.

Erdoğan ile Baykal arasında güven farkı

DENİZ Baykal İzmir’de bir açılışta. Oradaki kalabalık Baykal’a sesleniyor: "İzmir başkan adayını açıkla."

Baykal
’ın yanıtı: "Açıklarsam siz bu toplantılara bir daha gelmezsiniz"

CHP toplantılarına katılmak, bu mantıkla, meraktan ibaret. İnsanlar adayı öğrenince, artık toplantıya katılmak filan hak getire. Yanlış. Bir o kadar da, kendine güvensizlik. Bunun itirafı.

Tayyip Erdoğan, Altındağ’da partisinin adaylarını açıklarken, bir gurup bağırıyor:

"Ankara’yı açıkla, Me-lih Gök-çek, Me-lih Gök-çek".

Erdoğan’ın yanıtı: "Böyle bağırırsanız, ben size farklı gözle bakarım."

Ben ne yaptığımı biliyorum, güveni içinde. Kendinden emin.

Erdoğan ile Baykal arasında kendine güven farkı, ne yazık ki, Türkiye’nin kaderini belirliyor.
Yazının Devamını Oku