Yalçın Doğan

Bir gece ansızın üçüncü köprü

10 Temmuz 2009
ÖZELEŞTİRİ zamanı. Beni hâlâ rahatsız eden, unutamadığım iki sosyal hatam var.<br><br>Boğaziçi Köprüsü’ne karşı çıkmak, renkli TV’ye karşı çıkmak.

Köprü yapılırken, üniversitede öğrenciyim. 60’lı yılların sonu, Demirel dönemi. Köprüye karşı çıkmamızın gerekçesi var. “İstanbul’a değil, Zap Suyu’na köprü” diye ayağa kalkıyoruz.

Özal siyah-beyaz TV’den renkli TV’ye geçişin yolunu açıyor. Biz yine ayaktayız, “Renkli TV satıcılarına pazar yaratıyor” diyerek. O tarihte gazeteciyim.

Şimdi ne siyah-beyaz TV düşünebiliyorum, ne köprüsüz İstanbul. Siyah-beyaz TV sadece geri kalmış ülkelerde var. Köprüler ve renkli TV gelişmişlik ölçüsü.

 

TUZAK VE RANT

 

Şu sıralarda İstanbul’a üçüncü köprü hazırlığı var.

Boğaziçi Köprüsü yapılırken, teknik elemanların uyarısını anımsıyorum. Köprüler tuzağı.

Yazının Devamını Oku

Tez dondu özgürlük dondu

9 Temmuz 2009
ERGENEKON nihayet Brüksel’de.<br><br>Ilısu Barajı için “siz tarihsel dokuya dikkat etmiyorsunuz” diyerek, verecekleri krediden vazgeçenler, dün Brüksel’de “siz özgürlükleri ihlal ediyorsunuz” diyerek, Türkiye’yi sorguluyor.

Kısa adı ETUC, Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, 60 milyon üyeli, Avrupa’nın en büyük işçi konfederasyonu. Dün ETUC yönetim kurulu toplantısı var. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi yönetim kurulunda üye. Toplantıya Çelebi de katılıyor.

KESK Türkiye’de Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu.

KESK’in bazı yöneticileri bir süre önce Ergenekon’dan gözaltına alınıyor. ETUC dünkü yönetim kuruluna KESK’i davet ediyor. “Türkiye’de özgürlüklerin ihlali” ve özel olarak sendikal özgürlüklerin ihlali ile ilgili Türkiye’de neler olup bittiğini öğrenmek üzere.

MÜTHİŞ HABER

İki gün önce Taraf gazetesinde çarpıcı bir haber yayınlanıyor. Haber şu.

Marmara Üniversitesi’nde akademisyen Nesrin Uçarlar doktora tezi hazırlıyor. Tez konusu Çoğunluk İktidarı ve Azınlık Hakları Direnişi, Türkiye’de Kürtçe Dil Hakları.

Uçarlar’ın, bölücülük yaptığı iddia edilerek, tezi donduruluyor.

Tez hocası Günay Göksü Özdoğan haksızlığın giderilmesi için, Uçarlar’ın Marmara Üniversitesi’nde teziyle ilgili konferans vermesini istiyor.

Yazının Devamını Oku

Doğalgaz hattı adını aldığı opera gibi

7 Temmuz 2009
VALS ve opera eşliğinde Viyana’da akşam yemeği. Masadakiler müzikten çok, mekanik işlerle meşgul.

Para, kilometre, hat, şu ülke, bu ülke, doğalgaz, demir, çelik, Rusya, AB, şirketler ve devamı. 

Çalınan Lehar, Strauss, Verdi, ı-ıhh, masadakiler hesap kitapla haşır neşir. Aynı zamanda birbirlerine karşı tetikte. Gözler fıldır fıldır. Uzun gecenin sonunda yine de, anlaşma sağlanıyor.

Türkiye’den başlayarak, Bulgaristan, Romanya, Macaristan’dan geçerek Avusturya’ya uzanacak doğalgaz boru hattı için nihayet karar veriliyor.

Masadakiler müziğin farkına belki de, o anda varıyor. O anda çalan Verdi’nin Nabucco Operası.

Tamam, doğalgaz hattına isim hemen veriliyor, Nabucco Projesi.

AŞK VE ENTRİKA

Nabucco Operası Kudüs’te geçiyor.

Opera Yahudilerin Babil’den sürgün edilmelerini anlatıyor. Babil Kralı Nabukadnezar dönemi. Taht kavgaları, türlü entrikalar ve aşk.

Yazının Devamını Oku

Sarayda kavga var

3 Temmuz 2009
BİRİNCİ sayfasında değil ama, iç sayfada haberi verirken Yeni Şafak gazetesinin kullandığı başlık çarpıcı:

“Albay Çiçek’e ‘Bizim Mahkeme’ Tahliyesi”.

Yeni Şafak AKP’ye en yakın gazetelerden biri. Orada bir yandan Tayyip Erdoğan’ın danışmanları yazı yazıyor, bir yandan Abdullah Gül’ün kankaları. İktidar-Yeni Şafak ilişkileri katıksız ve yerinde.

Tesadüfe bakın, AKP’ye yakın bir başka gazete Vakit, birinci sayfadan tıpatıp aynı başlığı kullanıyor: “Albaya Tahliye ‘Bizim Mahkeme’den”. Belli, kaynak aynı kaynak.

Bu başlıktan çıkan ahlak dersleri var:

1- AKP’ye yakın gazeteler Albay Dursun Çiçek’in tahliyesine eleştirel yaklaşıyor. Bu, aynı zamanda, tahliye AKP’yi memnun etmiyor, anlamında.

2- “Bizim Mahkeme” deyimi, birilerinin karara karıştığını vurguluyor. “Bizim” denilen mahkeme kimin mahkemesi? Tırnak içinde yazıldığına ve eleştirildiğine göre, AKP’nin değil. Tahliye hukuka aykırı anlamında.

MANŞETLER VE MİNİ ZİRVE

Yine AKP’ye yakın

Yazının Devamını Oku

30 Haziran darbesi

2 Temmuz 2009
ALBAY Dursun Çiçek ile ilgili herhangi bir işleme gerek yok, neden yapalım ki? Askeri savcılık herhangi bir suç görmedi”.

Bu sözleri geçen cuma günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ basın toplantısında söylüyor.

Başbuğ’un hakkında soruşturma açmaya gerek görmediği Albay Çiçek, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tutuklanıyor. Örgüt üyesi iddiasıyla.

Başbuğ aynı basın toplantısında, askeri savcılığın yanısıra, sivil savcılığın da harekete geçebileceğini belirterek, “elinizde ne belge varsa, bana verin, ben gereğini yaparım” diyor.

Askeri savcılık belgeyi soruştururken, İstanbul’da sivil savcılarla görüşüyor. Sonra, Albay Çiçek’le ilgili bulguya rastlamıyor ki, soruşturmaya gerek kalmadığını açıklıyor.

Ama Albay Çiçek tutuklanıyor. O halde, sivil savcıların elinde askeri meslektaşları ile paylaşmadıkları bilgiler var.

İLK KEZ GENELKURMAY

Albay Dursun Çiçek Genelkurmay karargahında. Böylelikle Ergenekon, Genelkurmay’a kadar sızmış oluyor.

Orada görev yapan albay rütbesinde muvazzaf bir subay tutuklanıyor. Genelkurmayda bu bir ilk.

Yazının Devamını Oku

10 Aralık boşluğu iyi yakaladı

1 Temmuz 2009
- MİLLİ Güvenlik Kurulu kalksın, yerine Ulusal Savunma Danışma Kurulu gelsin. Danışma niteliğinde, ulusal savunma ile sınırlanmış bir görevle. -Bakanlar Kurulu cinsiyetler arası eşit temsil ilkesiyle oluşsun. Yani, hükümette kadın, erkek bakan sayısı eşit olsun.

- Millet Meclisi ile birlikte, ikinci meclis olarak Senato kurulsun.

- Siyasal partilerin gurup kurması için, yirmi yerine on milletvekili yeterli olsun.

- Cumhurbaşkanı, halk tarafından değil, her iki meclisin birleşik toplantısında seçilsin.

- Milletvekili dokunulmazlığı kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı kalsın, suç işlediği zaman, milletvekili de yargılansın.

- Üniter devlet yapısı içinde kalarak, Türkiye 20-25 bölge yönetimine ayrılarak, yerinden yönetim birimleri oluşturulsun. Fransa ve İtalya’daki gibi, büyük kentlerde nüfus yoğunluğunun önüne geçen, kamu hizmetlerinde verimliliği artıran, merkezden yönetimin güçlüklerini azaltan model olarak.

- Kimliklere dayalı kırılmaları aşmak için, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı tanımı, kapsayıcı ve farklılıklara olanak tanıyıcı biçimde düzenlensin.

- Yüksek yargıda sivil-asker ayrımına yer vermeyen yapılanma olsun.

- Yargıçlar idari yönden Adalet Bakanlığına bağlı olmasın.

- İktidarın yargı üzerinde vesayetine neden olan kurallar kaldırılsın.

-A yrıca temel hak ve özgürlükler, eşitlik, çalışma ve eğitim gibi sosyal haklar, insan hakkı olarak çevre güvence altına alınsın.

DOYURUCU BİLGİLER

Geçen cumartesi günü 10 Aralık Hareketinin düzenlediği toplantıya katılıyorum. 10 Aralık Hareketi, solda yeni yapılanma atılımı.

10 Aralık Hareketi "Neden Yeni Bir Anayasa, Nasıl Bir Yeni Anayasa" başlığı ile bir model hazırlıyor. Toplantı 10 Aralık Hareketinin tasarladığı bu anayasa modeli üzerine.

Modeli iki değerli hukukçu anlatıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki eski yargıç Rıza Türmen ile Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu.

Türmen ve Kabaoğlu anayasaların hazırlanması, zamanlaması, nitelikleri, modern dünyada içermesi gereken ilkeleriyle ilgili doyurucu bilgiler aktarıyor.

AKP’nin de değiştirmek istediği 1982 Anayasası bireyi değil, bireye karşı devleti koruyor, otoriter bir anayasa.

Oysa, Türmen’in tanımıyla:

"Demokrasi çatışan çıkarların uzlaştırılmasıdır. Bunlar azınlığın da çıkarı olabilir, çoğunluğun da. Anayasa bu uzlaşmayı sağlayan belgedir."

SİVİL-ASKER İLİŞKİSİ


Prof. Kabaoğlu sivil-asker ve sivil-sivil ilişkisini güzel anlatıyor:

"Sivil askere hakim oldu, ama sivil-sivil ilişkisi gözden kaçıyor. Sivil, yargıya hakim olmaya çalışıyor, sivil, otoriter olmak istiyor".

Bu ilişkileri yeniden düzenleyecek yeni bir anayasaya ihtiyaç var.

Türkiye’de üç kırılma alanı var. Kimlik, merkez-çevre ilişkisi, laiklik. Bunların da, yeni bir anayasa ile yeniden tanımlanması ve çağdaş kurallara bağlanması gerek. Anayasa toplumun, hatta pek çok yasanın gerisinde.

Yeni bir anayasayı herkes istiyor, ama 82 otoriter anayasası bir türlü değişmiyor.

Bizde 1921 Anayasası kurucu anayasa. 1924 Cumhuriyetin ilk anayasası, 1961 ve 1982 anayasaları ise, askeri yönetim altında hazırlanıyor.

Şimdi olağan dönemde yeni bir anayasa şart. Hayat bunu zorluyor, ancak iktidar, siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları arasında bu yönde ne bir diyalog var, ne bir hazırlık. Sadece, şimdi unutulan ve AKP’nin dayatmak istediği bir taslak var.

10 Aralık Hareketi bu boşluğu iyi yakalıyor. Toplumda tüm kurumları harekete geçmeye çağırıyor.

Deniz Feneri’nde coğrafya zor

BİRKAÇ yıl önce. Yani iktidarda yine AKP var.

Çevre ve doğa ile ilgili alanlarda faaliyet gösteren dernekler mercek altına alınıyor. Bu dernekler nerede, nasıl çalışıyor, yurt dışından para alıyor mu, toplanan paraları nereye harcıyor, çevre ve doğa faaliyeti derken, başka işlere el atıyor mu, yurt dışından adam getiriyor mu, bunları nerede kullanıyor gibi zincirleme sorular var.

İçişleri Bakanlığı bunları inceliyor. Aynı anda altı, yedi müfettiş konuya el atıyor.

Üç ay içinde bu alanda faaliyet gösteren bütün derneklerin coğrafyası ortaya çıkıyor. Paralar, pullar, ilişkiler, akla gelen ne varsa.

Kural dışı, yasa dışı işlem varsa, o derneğe ceza kesiliyor.

Şimdi muhalefetin pek çok soru önergesi var, Deniz Feneri’nden Türkiye’ye ne kadar para geliyor, kimlere, hangi nedenle, ne kadar dağıtılıyor gibi sorular.

Yaklaşık yedi, sekiz aydır bu sorulara bir türlü yanıt gelmiyor. Yanıt gelmediği gibi, bazen de birbiriyle çelişen açıklamalar yapılıyor.

Çevre ve doğada vaziyete hakimiyet tamam, Deniz Feneri denilince, iş nazik. Ne de olsa o Deniz Feneri. Coğrafyası zor.  
Yazının Devamını Oku

Armağan’la arkadaşları davası

30 Haziran 2009
DOKTOR sivil. Sağlam bir genç için, çürük raporu verdiği iddia ediliyor. İddia sonrasında, sivil doktor askeri mahkemede yargılanıyor ve ceza alıyor. Doktorun avukatı şimdi DTP milletvekili Hasip Kaplan. 1995’te yaşanan bu olay üzerine, Kaplan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruyor.

"Bir sivilin askeri mahkemede yargılanmasına" itiraz ediyor.

AİHM itirazı yerinde bularak, "adil yargılama hakkının ihlal edildiği" kararına varıyor, Türkiye’yi doktora tazminat ödemeye mahkum ediyor.

AİHM kararında, "bir sivilin askeri mahkemede yargılanamayacağını" belirtiyor ve ekliyor:

"Türkiye bu konudaki mevzuatını değiştirmelidir".

Bu dava AİHM’de, yargılananların isminden dolayı, Armağan’la Arkadaşları Davası olarak anılıyor, tam günümüzün tartışmasına oturuyor.

AKP HAKLI

Bir gece yarısı AKP CMK’daki bir maddeyi değiştiriyor, ortalık birbirine giriyor. Değişiklik çarpıcı.

Bundan böyle, asker bir kişi, askerlik dışında işlediği bir suçtan dolayı, askeri mahkemede değil, sivil mahkemede yargılanacak. AİHM kararındaki gibi.

Yaklaşık on beş yıllık gecikmeyle yapılan düzeltme, hukuk açısından doğru. Türkiye on beş yıl sonra, AİHM kararını yerine getiriyor. AKP burada doğru bir iş yapıyor. Anayasanın 90. maddesindeki gereği yerine getiriyor.

Eksiklik nerede? İki yerde.

1- AKP, bu kadar önemli bir adımı muhalefetle paylaşmıyor. Gece yarısı, yangından mal kaçırır gibi, bu kararı Meclisten geçirmek, durup dururken gerginlik yaratmaktan başka işe yaramıyor.

2-Zamanlama parmak ısırtıyor. AKP değişikliği Ergenekon’da askerlerin yargılanmasına denk düşüyor.

GÖREVLİYİ KORUYAN HUKUK

AİHM bir sivilin askeri mahkemede yargılanmasına nasıl itiraz ediyorsa, evrensel hukuk açısından, bir askerin askerlik dışı işlediği suçtan dolayı, askeri mahkemede yargılanmasına da karşı.

Bunun AİHM’de Güleç, Menteş, Akduvar davaları gibi, örnekleri var.

Bunların kimi köy yakma, kimi faili meçhul cinayet, kimi kayıp davaları. AİHM, bizdeki uygulamayı, devlet görevlilerini koruyan hukuk olarak görüyor. İşin özü burada. Değişikliğin mantığı burada.

On beş yıl sonra, aslında bizim hukukun alkışlarla karşılaması gereken bir değişiklik, gece yarısında, gereksiz ayak oyunlarına kurban gidiyor.

Mardin’deki köy: "Michael Jackson hepimizin yakını"

İNZİVAYA çekilmek için, köyde mağaralar var. Köyde aya ve güneşe tapanların bir kaç bin yıllık tapınakları var. Köyde kilisenin yanında camii var. Mardin’in Mercimekli köyü. İki gün önce bu köyde Michael Jackson için cenaze namazı kılınıyor, helva dağıtılıyor.

Mardin’in bir köyü ve Michael Jackson için namaz, dua, helva. Akla gelmeyecek müthiş bir refleks. Töreni hazırlayan, o köyde yaşayan Dinler Diller ve Medeniyetler Arası Diyalog Derneği üyeleri. Dernek başkanı Mehmet Ali Aslan’la konuşuyorum. Aslan:

"Bizim köyde Hıristiyanlar ve Müslümanlar yaşıyor. Bizim köyde Türkçe, Kürtçe, Süryanice, ve Arapça konuşuluyor. Biz çok kültürlülüğe ve dinler arası diyaloğa inanıyoruz. Michael Jackson dünyaya mal olmuş, hepimizin yakını, onun ruhu için dua ettik".

İnsana onur katan geniş görüş, uygar tavır. Geçen Ramazan Bayramında köydeki Süryani papazlar, Müslümanların mezarını ziyaret ediyor, onlar için dua ediyor. Çok kültürlü dünya ve hoşgörü işte bu.

Ne yazık ki, orada kalmıyor. Birileri "iyi yaptınız" derken, birileri dernek üyelerini polise şikayet ediyor, misyonerlik yapmakla suçluyor. Eh, ne de olsa, burası Türkiye, Levent Kırca misali, olacak o kadar.

Mardin’in köyündeki bu anma, aslında dünya basınına geçecek bir tören. Evrensel içerikte, dinler arası diyalog açısından örnek olaylardan biri.

Başını Türkiye ile İspanya’nın çektiği "Medeniyetler Arası İttifak" toplantılarına götürülecek bir örnek.
Yazının Devamını Oku

Punto Finale

27 Haziran 2009
50 idam. 171 işkencede ölüm. 650 bin gözaltı. 230 bin yargılama. 3 bin 854 öğretmen, 120 üniversite öğretim üyesi, 47 yargıcın görevine son. 937 filme yasak. Gazetelere toplam 300 gün yayın yasağı. Gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl hapis cezası.

Bu olaylar ve rakamlar bir dönemin kaba ve fakat acı dökümü. 12 Eylül 1980 ile 20 Aralık 1983 arasında yaşanan askeri darbe dönemine ilişkin ürkütücü bir döküm.

Dünyanın herhangi bir demokratik ülkesinde görülmesi mümkün olmayan bir döküm. Pek çok filme ve romana konu olan, fiilen yaşanmış acılarla dolu, hayatları parçalayan dönemin ürünü.

EN KÖTÜ OLAN

12 Eylül askeri darbe dönemini ben iyi biliyorum. O sırada Cumhuriyet Ankara Temsilcisiyim. Pek çok olayın birebir görgü tanığıyım.

İşkencede ölen insanlar var ki, bazıları arkadaşlarım. O arkadaşlarımın ölümüne yol açan kişilerin hak ettikleri cezayı almayışları var.

Bütün devlet yönetiminin, her alanda, emir-komuta zinciri içinde yürütüldüğünü biliyorum.

Emir-komuta zinciri içinde, belki yasalar ve talimnameler de kenarda duruyor ama, asıl olan emir veren kişinin iradesi her şeyin üstünde geçerli. En kötü olan bu. Çünkü, subjektif ve o kişinin değer yargılarıyla, duygularıyla sınırlı.

Küçük toplumlardan başlayarak, kademe kademe toplumun tümüne yaygınlaşan o irade ve iradeler, nihai olarak müthiş bir korkuya dönüşüyor. Ne zaman, kimin başına, ne geleceği belli olmayan bir süreç.

O nedenle, bana göre, en kötü demokrasi, en iyi darbe döneminden daha iyi.

Zaten bu koşullarda, en iyi darbe, diye bir tanım da olamaz.

ÖNCESİ VE SONRASI

12 Eylül öncesi Türkiye tam bir faciayı yaşıyor. O zaman da, kimin başına, ne geleceği belli değil.

12 Eylül darbesiyle birlikte, ardı arkası kesilmeyen cinayetler sona eriyor. Bu doğru.

Ne var ki, bu sefer darbe döneminde, yukarıda rakamlarla özetlemeye çalıştığım korkunç bir dönem geliyor.

En kötü demokraside bile, en küçük insan hakları ihlalinin peşine düşmek mümkün, o hak elde edilmese bile mümkün, ama darbeler döneminde ses çıkarmak bile akla gelmiyor.

Darbe öncesinde can güvenliği dahil, hiçbir güvenlik yok. Darbe sonrasında sınırsız bir boşluk, güvensizlik ve belirsizlik var.

BAYKAL VE DİĞER ÖRNEKLER

Deniz Baykal 12 Eylül darbecilerine yargılanma yolunun açılmasını istiyor. Bana göre, doğru.

Türkiye darbecileriyle hesaplaşmalı. Eğer, bir kez hesaplaşırsa, günlerdir uğraştığımız belge mi, kağıt parçası mı, Ergenekon mu, başka bir şey mi, bunlarla uğraşmaya gerek kalmaz. Çünkü, bunlara artık son nokta konulmuş olur.

Darbeleri yaşayan ülkelerde farklı uygulamalar var. Örneğin, Yunanistan Albaylar Cuntası ile hesaplaşıyor ve darbecileri hapse atıyor.

Şili’de darbeci Pinochet yargılanıyor, ama yaş ve sağlık nedenleriyle öyle kalıp gidiyor.

Portekiz ve İspanya, kendi diktatörleri Salazar ve Franco ile hesaplaşmıyor. Yaşanan acılar yaşanmış olarak insanların hanesine yazılıyor. Ama, o dönemden edindiği deneyleri demokrasiye taşımasını biliyor.

Pek çok darbenin yaşandığı Arjantin en ilginç örneklerden biri. Diktatör Videla sonrasında Arjantin’de bir tartışma başlıyor. "Darbecileri yargılayalım, hayır yargılamayalım" tartışması.

Sonuçta, bir yasa çıkıyor. Punto Finale deniyor yasaya. Yani, tartışmalara son noktayı koyan bir yasa.

Punto Finale yasası, cuntacılar yargılanmasın, kuralıyla son nokta konuyor. Her ülke kendi tarihine, özelliklerine göre karar veriyor.

Türkiye bir kez hesaplaşırsa, en azından kavram ve kural olarak hesaplaşırsa, bugünkü gibi, belge mi, kağıt parçası mı, bunlar sona erer.
Yazının Devamını Oku