Yalçın Doğan

Hocam böyle soru sorma

9 Eylül 2010
“KURULAN ilk Türk-İslam Devleti hangisidir?”<br><br>Olabilir, bir tarih sınavında sorulabilecek sorulardan biri bu olabilir.

“Orta Çağ ne zaman başlıyor, ne zaman bitiyor?”
Ya da “Göktürkleri kim kurdu”, “Osmanlının toprak kaybettiği ilk anlaşma hangisidir” gibi sorular.
Bu bir tarih sınavı, her türlü tarih sorusu sorulabilir. Kasıt aramak yanlış.
Bu sorular geçenlerde Kars’ta Kafkas Üniversitesi yüksek lisans sınavında, üniversitelerin tarih bölümünü bitirmiş, tarih öğretmeni olmaya hak kazanmış öğretmen adaylarına soruluyor. Bir yandan atanmayı bekliyorlar, bir yandan yüksek lisansa başvuruyorlar.
Yazılıyı kazanan adaylar sözlü sınava alınıyor.
TÜRK MÜSÜN KÜRT MÜSÜNKafkas Üniversitesi’ndeki yüksek lisans hakkı için yazılıyı altı aday kazanıyor, Sözlüye altı aday giriyor.
Jürideki üç hoca tarih kürsüsünden.

Yazının Devamını Oku

Kötü bir rüya

8 Eylül 2010
SANDIKLAR çalınacak. Elektrikler kesilecek. Bilgi sistemi çökecek. “Hayır” oyları çöplükte bulunacak. Bu kötü bir rüya.
Her zaman değil ama, bazı seçimlerden önce ve sonra böyle rivayetler dilden dile dolaşıyor. Referanduma beş gün kala benzer rivayetler ortalığa dökülüyor. İnsanlar kaygıyla birbirlerini bu yönde uyarıyor.
Bunlar dedikodudan ileri gitmese bile, ne kadar güvensiz bir ülkede yaşadığımızın göstergesi.
En iyisi bu kaygıları Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Ali Em ile paylaşmak.
SANDIK BAŞINDA
İddialardan biri, oylamada kullanılacak “tercih mührünün” bazı yerlere ulaşmamış olması. Tercih mührü yoksa, oy kullanırken karışıklıklara yol açacağı kesin. YSK Başkanına önce bunu soruyorum. Ali Em:
“Bütün ülkede tercih mührü kullanılacak. Bu mühür bütün Türkiye’ye gönderildi, 81 il seçim kurulundan da tercih mührünün alındığına ilişkin teyit aldım.”
Ya sandık güvenliği? Kaygı asıl o noktada yoğunlaşıyor. Ali Em:
“Sandık güvenliğini biz sağlamıyoruz. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü o işin sorumlusu. Ama, ben YSK olarak, İçişleri Bakanlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğüne yazı yazdım. Sandık güvenliğinin, ayrıca o gün seçim güvenliğinin sağlanmasını istedim.”
Onlar bu yazı üzerine ne yapıyor? YSK Başkanı:
“Resmi cevapları bende. Güvenliğin sağlanması için ne gerekiyorsa, her türlü önlemin alınacağını bildirdiler. Güvenlikle ilgili bizim YSK olarak yapacağımız bu, uyarmak, gerisi Emniyetin işi.”
Ali Em bu sözlerinden sonra, başka bir noktaya dikkat çekiyor:
“Sandık başındaki parti görevlilerine de iş düşüyor.”
Bana kalırsa, sandık güvenliği açısından asıl can alıcı nokta bu. Emniyet şu önlemi almış, sandığı böyle korumuş, bu kadar dedikodulu bir ortamda, sandık başında görevli parti temsilcilerinin gözlerini dört açması gerek.
İRAN, PAKİSTAN ÖRNEKLERİ
Demokrasiyi içine sindirmiş, sandıktan ne çıkarsa çıksın, sonucu şaşmaz kutsallık olarak kabul eden ülkeler bir yanda, seçim ayağıyla karışık, her türlü hilenin döndüğü ülkeler öte yanda.
Sözüm ona seçim. Ama, halk öyle güvensiz ki, iki yakın örneği var. İran ve Pakistan.
İran ve Pakistan’da başkanlık seçimlerinde hile yapıldığı iddialarına halk müthiş inanıyor, çevresinden aldığı izlenim ile ilan edilen sonuçlar arasında dağlar kadar fark olunca, insanlar sokaklara dökülüyor. Sonuç zor yoluyla kabul ettirilse bile, rejimin aldığı yara büyük.
Yok, bizim ülkemizde böyle şeyler olmaz. O kötü rüyalarla bizim ilgimiz yok.

Egemen Bağış’a AB ve mantık dersi

Referandumda BDP’nin boykot kararını AB’den sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış Milliyet ekinde değerlendiriyor. Akıllara durgunluk verecek ölçüde muhteşem karşılaştırmalar:
“BDP boykot çağrısı yapıyor. Kıbrıs meselesinde Rumların tavrı da böyle. Rumlar AB’nin KKTC ile ticaretini engelliyor, ama kendileri ticaret yapıyor, kendi vatandaşları giriyor, çıkıyor. BDP’nin yaptığı da, bu. Evet dememek, Türkiye’yi AB’de istemeyenlerin ekmeğine yağ sürer.”
Birileri AB’den sorumlu bakan Bağış’a AB’yi öğretse, birileri de mantık dersi verse, iyi olacak.
KKTC vatandaşları AB ile ticaret yapmıyor, ama Rumlar yapıyor. Doğru, çünkü Rumlar AB üyesi. Zaten AB ülkelerine o nedenle istedikleri gibi girip, çıkıyor.
BDP’nin boykotu ile Rumların tavrı arasında bağlantı kurmak ise, ayda yürüyen astronotlarla İstanbul surlarını karşılaştırmaktan farksız.
BDP kiminle, hangi ticareti yapıyor? Ya da Rumlar gibi, BDP’nin kendi vatandaşları mı var? Ya da BDP boykotu ile Rumların KKTC’nin ticaretini engellemesi arasında nasıl bir benzerlik var?
Mantık iflas ediyor. Bakanlık Egemen Bağış’a bir boy fazla geliyor.

Kokteylde ne iktidar var, ne muhalefet

AÇILIŞ kokteylinde ilk kez yaşanıyor. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker adli yılın açılışı nedeniyle kokteyl veriyor. Kokteyle iktidar ve muhalefetten kimse katılmıyor.
Muhalefet katılmıyor: Çünkü, referandum öncesinde yüksek yargı ile birlikte görünüp, AKP’ye malzeme sağlamak istemiyor.
İktidar katılmıyor: Çünkü, yüksek yargı ile köprüleri tamamen atmış durumda. Anayasa değişikliğinin amacı yüksek yargıyı ele geçirmek.
Referandum öncesi hazin bir tablo. Bu tablonun önemli anlamı var:
- AKP kuvvetler ayrılığı ilkesini umursamıyor. Yargıyı kendi iktidarına engel görüyor. Bu nasıl demokrasi ise?
Bir kokteyl tavrı bile, gerçeği göstermeye yetiyor.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan bu cümleyle oy kaybetti

7 Eylül 2010
MİTİNGTE gösterilen ilk fotoğraf Mazlum Doğan’a ait. Mazlum Doğan 12 Eylül döneminde, insan hakları ihlalleri ve işkencelerle rekor kıran Diyarbakır Cezaevi’ndeki uygulamaları protesto ediyor, kendini yakıyor.

Kürsüde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir var. Baydemir alanda toplanan halka önce Mazlum Doğan’ın fotoğrafını gösteriyor.

Ardından AKP iktidarı sırasında ölen çocuklar ile elleri kelepçeli belediye başkanlarının fotoğraflarını gösteriyor. Baydemir miting alanında biriken kalabalığı ajite etmesini biliyor.

Baydemir’den iki gün önce aynı alanda Başbakan Erdoğan var. Zaman zaman alkış toplayan Erdoğan’ın bir cümlesi, alanda toplanan AKP yanlılarını bile şaşırtıyor:

“Biz bu cezaevini yıkacağız, yeni bir cezaevi yapacağız.”

Tam soğuk duş. Baydemir fırsatı kaçırmıyor:

“Orasını yıktırmayacağız, müze yapacağız.”

12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevi, cezaevi filan değil, Drakula vari, tam işkence merkezi.

İKİ KAT KALABALIK

Emniyetin rakamlarına göre, Diyarbakır’da Erdoğan yaklaşık otuz bin kişiye sesleniyor.

Telefonun öbür ucunda, Diyarbakır’da AKP ve BDP’nin mitinglerini izleyen DHA’nın dikkatli muhabiri Ferit Aslan var. O karşılaştırma yapıyor:

“ BDP’nin mitingine gelenler daha fazlaydı.”

Ferit Aslan devam ediyor:

“AKP mitinginde alan sabahtan o saate kadar doldu, BDP mitinginde alan daha kısa sürede doldu.

AKP mitingine katılanlar orta yaş ve üstü idi, BDP mitinginde yaş ortalaması çok düşük, çok fazla genç insan vardı.”

Güneydoğu’da insanlar referandumda ne yapacak? BDP boykotta kararlı. Halkın muhtemelen büyük çoğunluğu boykota uyacak. Sandığa gidenler ise, genellikle “evet” demekten yana.

CHP’nin miting sıralaması

PARTİ Meclisi üyesi Hurşit Güneş, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kocaeli mitingi için canını dişine takıyor.

Para yok, üstüne üstlük Kocaeli’nde parti içi muhalefet heveslileri mitingin sönük geçmesi için, kendilerine göre girişimlerde bulunuyor. Herkes herkesi tanıdığı için, bu yersiz davranışlar pek fayda etmiyor.

Hurşit Güneş ve arkadaşları, çok uzun yıllar sonra, Kocaeli’nde büyük bir miting düzenlemeyi başarıyor. Alandaki kalabalık parayla, pulla, kiralanmış otobüslerle değil, kendi istek ve imkanlarıyla katılanlardan oluşuyor. Ve bu kalabalık ciddi rakamlara ulaşıyor.

CHP’nin miting sıralamasında Adana, İstanbul ve Ankara ile birlikte, Kocaeli mitingi de ilk dört sıraya oturuyor.

Kılıçdaroğlu canla başla Anadolu’yu karış karış dolaşıyor. Son yıllarda olmadığı kadar, CHP artık her yerde var.

Uslu, pek uslu değil: ‘Sözümün arkasındayım’

İŞ çığrından çıkıyor, referandum yaklaştıkça, belden aşağı vurmalar başını alıp gidiyor.

Buna son olarak, eskiden beri MSP-Refah-Fazilet çizgisinde, şimdi AKP’yi destekleyen Hak-İş katılıyor. Hak-İş Başkanı Salim Uslu TÜSİAD’ın da aralarında bulunduğu kurumlar için, “Bunlar sivil toplum kuruluşu değil, sivil toplum konsomatrisidir” diyor.

Bu muhteşem benzetmesi için dün Salim Uslu ile konuşuyorum. “Sözümün arkasındayım” diyor ve ekliyor:

“Ben, sivil toplum konsomatrisleri, derken, TÜSİAD alındı. Çirkin alındı. Ben normalde onlardan, ‘biz anayasa değişikliği için şu nedenle ilan vermedik’ demelerini beklerdim, yapmadılar, farklı tavır aldılar, onun için öyle söyledim.”

Benim sorularım üzerine Uslu, aaaa, bakın ne diyor:

“Konsomatris sözünü hakaret gibi algılamak, konsomatrislere hakarettir.”

Viraj almak buna nedir. O zaman kendisi bu sözü neden suçlama ifadesi olarak kullanıyor? Uslu:

“Konsomatris belli masalara giderek, masasına göre tavır alan, farklı muhabbette bulunarak ekmek parasını çıkarandır. Konsomatris kelimesi çirkin değildir.”
Biraz daha konuşsam, Uslu konsomatrisleri yere, göğe koyamayacak. Onların tepkisinden çekindiği için.

Zikzak çizmek yararsız, neyin, ne anlama geldiği ortada.
Yazının Devamını Oku

Et ithalatına AB casusluğu

4 Eylül 2010
Talimat bizzat Başbakan Erdoğan’dan Belgrad’da:<br><br>“Biz buradan et alalım.”

Erdoğan bir süre önce Sırbistan’ı ziyaret ediyor. O günlerde Türkiye’de et fiyatları almış başını gidiyor. Fiyatları düşürmek için Türkiye et ithalatına karar veriyor.
Sırbistan’ın Sancak bölgesinde Boşnaklar yaşıyor. Sancak’ta geniş otlaklar var. Hiç ilaç kullanmadan Avrupa’nın en iyi sığır ve danaları o otlaklarda yetişiyor. Hormonsuz etler, Avrupa’nın en kaliteli etleri arasında.
Sancak fakir bir bölge, işsizlik yüzde 60’larda. Ellerinde et gibi değerli bir mal var ancak, ama pazarlama becerisi eksik.
O eksiği gidermek üzere, Belgrad’da bulunan büyükelçiler Sancak Dostları diye bir gurup kuruyor. Türk, Amerikan, Alman, Norveç, İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya ve yine bazı AB ülkesi büyükelçisinin yer aldığı bu gurup, Sancak’ta ekonomik kalkınma için projeler hazırlatıyor.
HER ŞEY UYGUN
Sancak’ta et kesimleri AB kurallarına uygun, dini açıdan da kesimde sorun yok.
Başbakan Erdoğan’ın talimatı üzerine, bizim Et ve Balık Kurumu’ndan bir heyet kesimlerin yapıldığı yerlere gidiyor. Etleri inceliyor, sağlık kurallarını kontrol ediyor ve ithalat için anlaşmaya varılıyor.

Yazının Devamını Oku

İstanbul’un yeni gölgesi UNESCO’yu ürküttü

3 Eylül 2010
“Bu köprü Süleymaniye Camiini kapatacak, İstanbul’un silüetini bozacak” diye diye UNESCO’nun dilinde tüy bitiyor.

Tüy bitme noktası aşılıyor, iş artık daha ciddi bir aşamaya gelmek üzere.
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun Roma dönemi kaplıcası Allianoi’nin baraj nedeniyle su altında kalacak olması karşısında takındığı tavır, Tarkan ve protestocularla giriştiği polemik, onu fena halde yaralıyor.
Bakan Eroğlu, Allianoi için, “yok öyle bir yer, ismi uydurma” diyor.  Kültür Bakanlığı ise, Eroğlu’nun engin bilgisini tekzip ediyor, aktardığı tarihi bilgiye göre, Allianoi’yi “çok önemli merkez” olarak tanımlıyor.
Ya Kültür Bakanı Ertuğrul Günay? Bir kültür varlığı yok ediliyor, bu yazının yazıldığı dün akşam üstüne kadar, o varlığa sahip çıkması gereken Bakan Bey toz, ortalıkta yok. Sanki yer yarılmış, içine girmiş.
Eski arkadaşımdır, Ertuğrul elma dersem çık, armut dersem sakın ha. Bir söz söylersin, başın derde girer, aman dikkat et.
LİSTEDEN ATILMAKTam Allianoi ile uğraşırken, UNESCO (B.M. Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) çok farklı bir yere dikkat çekiyor.
Haliç’ten geçecek metro için asma köprü yapılıyor. UNESCO uyarıyor:

Yazının Devamını Oku

Vah Veysel Eroğlu Tayyip Erdoğan’a çarptı

2 Eylül 2010
YILMAZ Erdoğan, Hülya Avşar, Kenan Işık, İzzet Günay, Mustafa Altıoklar, Şerif Gören, İzzet Günay, Özcan Deniz, Ediz Hun, Cem Yılmaz, Şener Şen, Kenan İmirzalıoğlu, Yeşim Ustaoğlu, Mehmet Aslantuğ, Kerem Alışık, Demet Akbağ, Can Gürzap, Göksel Arsoy, Derviş Zaim, Meltem Cumbul.

Adını burada anamadığım pek çok sinema sanatçısı, yönetmen, senarist “bilmedikleri konuya burunları sokuyor”. Hangi konuda?

Kürt sorununda.

Bilmediği konuya burnunu sokan sadece yukarda isimleri yazılanlar mı? Başkaları da var.
DİZİ DİZİ SANATÇI

Yazının Devamını Oku

Habur affın ilk adımı değil miydi

1 Eylül 2010
OH, nihayet bıktırıcı CHP söyleminin dışına çıkarak, çözüm öneren bir lider var. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu Kürt Sorununun çözümü açısından doğru yaklaşım sergiliyor.

Buna karşılık, Tayyip Erdoğan referandum gözyaşları dökmekle meşgul. Kılıçdaroğlu aslında Erdoğan’ın tezine yakın sözler söylüyor. Kılıçdaroğlu’na karşı çıkması sadece referandum manevrası.
Bugünkü Tayyip Erdoğan evet oyları uğruna beş-altı ay önceki Tayyip Erdoğan’ı tekzip ediyor. Klasik politikacı ağzı.
İster İspanya’da ETA, ister İngiltere’de IRA, etnik terörle mücadelede önünde sonunda terör örgütlerine belli koşullarla af çıkıyor. İçimize siner ya da sinmez, ama çözüm nihai olarak çerçevesi çizilmiş aftan geçiyor. Bizim pişmanlık yasası affa giden yolun bir parçası.
Bunlar bir yana, ortada daha somut bir olay var.
SEYYAR MAHKEME
Demokratik açılım ilan edildikten sonra, AKP’nin attığı en somut adım ne?
Kandil Dağından ve Mahmur Kampından Habur’a gelen PKK’lılar.

Yazının Devamını Oku

‘Fevkalade zam’ fevkalade gerçekler

31 Ağustos 2010
HAYATİ Yazıcı haklı. Ben de Devlet Bakanı olsam, toplu pazarlık görüşmelerinden sonra, memur aylıklarında sağlanan artışı, allayıp pullayıp, ben de, “fevkalade zam” derim. Ne de olsa, halkla ilişkiler, propaganda meselesi. Devlet Bakanı Hayati Yazıcı memurlara yapılan zammı koltukları kabararak açıklıyor. Yüzde 4 artı 4 zam, 80 lira ek ödeme, eşi için 20 artı 20 lira aile yardımı ve sendika üyesi memurlara üç ayda bir 45 lira zam.
Hayati Yazıcı, “2011 Temmuz ayı itibariyle zam oranı yüzde 18, bu fekalade zam” diyor. Dikkat, bugün Ağustos 2010, fevkalade zam 2011 için.
Nasrettin Hoca fıkrası gibi. Sanırsınız ki, bu paralar hemen memurun cebine giriyor.

HARCA HARCA BİTMEZ

Oysa, gerçek durum şöyle:
- Zammın ilk uygulaması Ocak 2011’de, yani dört ay sonra.
- Zammın ikinci aşaması 2011 Temmuz’unda, yani bir yıl sonra.
Artışın kendisine gelince:
2011 Ocak ayında en düşük memur aylığı 1387 lira oluyor. Oysa, yoksulluk sınırı 2 bin 680 lira.
Bakan Yazıcı’nın fevkalade zammından sonra, yoksulluk sınırından hâlâ 1290 lira geride. Ocakta zam en düşük aylıklı memurda yoksulluk sınırını bir türlü aşamıyor. 1387 lira, harca harca bitmez.

HERKES İÇİN  DEĞİL

Ücret zammına ek olarak, eş için 20 artı 20 lira verilecek. Aile yardımı eşi çalışmayanlar için, her memur için değil.
Memur ailelerinde eşlerin üçte ikisi çalışıyor. Yardım toplam iki milyon memurdan yaklaşık 700 bini için geçerli.
Yardımı her memur alacakmış gibi gürültü çıkarmak, fevkalade bir gerçek.
Zamma ek olarak, 80 lira ek ödeme öngürülüyor. Bu herkes için geçerli.
Ancak, 80 lira taban ücrete yansımıyor. Emeklilik hesaplanırken, 80 lira toplam aylığa eklenmiyor. Bir başka fevkalade gerçek.
Bunları gözardı ederek, bir yıl sonra yürürlüğe girecek zam oranını yüzde 18’lik artış ilan edip, bunu fevkadale zam diye nitelemeyi, sizlerin değil, Bakan Hayati Yazıcı’nın vicdanına bırakıyorum.
Kaldı ki, bir yıl sonra en düşük memur aylığı, aile yardımı alıyorsa, 1534 lira oluyor. 1534 lira, bir yıl sonra bile hâlâ yoksulluk sınırının altında. Fevkadale zam, hâlâ fevkalade sınırın gerisinde.
Buna, fevkalade propaganda deniyor.

Sendika aidatını devlet ödüyor

KESK Genel Başkanı Sami Evren dün TV’lerde Memur-Sen için “sarı sendikacılığın tipik örneği” diyor.
Sarı sendikacılık, yani işveren, sendikaları bölüyor ve kendi yandaşını yaratıyor. Burada memurları bölen AKP iktidarı. Buna izin veren Memur-Sen.
AKP memur zammı için diğer memur kuruluşlarını kenarda bırakıyor, Memur-Sen ile anlaşıyor. Bu alış verişte de, hoş bir durum var.
Anlaşmaya göre, sendika üyesi memurlara üç ayda bir 45 lira ödenecek. Sami Evren:
“Bu maddeyi Anayasa Mahkemesi daha önce iptal etmişti. Bu açıkça, sendika aidatını devletin ödemesi anlamına geliyor. Sendika kim? Memur-Sen. Ona üye olan memura üç ayda bir 45 lira ödenecek, o memur da, o parayı sendika aidatı olarak Memur-Sen’e yatıracak.”
Haydi, hayırlı sendikalar.

Kim bu solcular

AKP’yi destekleyen, referandumda “evet” oylarını körüklemeye çalışanların son numarası var.
Eski solcuları konuşturuyor, onların evet oyu vereceğini, onların ağzından ilan ediyor.
İsimlere bakıyorum, kimi hapis yatmış, kimi sanatçı, kimi bir zamanlar solcu olmakla övünen birileri. Geçmişte solcu olmak, sanki özel bir konum.
Bunların tezi şimdi, 12 Eylül ile hesaplaşmak için anayasaya evet oyu vermekten geçiyor.
Gerçek solcu, bu anayasa ile 12 Eylül hesaplaşması arasında hiç bir bağlantı olmadığını bilecek kadar bilinçlidir, diye düşünüyorum.
Eeski solcular evet diyor, diye bir denklem yok.
Solcu isen, aslanlar gibi “hayır” diyeceksin.
Yazının Devamını Oku