16 Ağustos 2011
O koy bir zamanlar pırıl pırıl, ne var ki, daha geçen hafta şarıl şarıl kanalizasyon akıyor.
Belediyeye telefon ediliyor, ekipler geliyor, kanalizasyon akan derenin önüne set çekiyor. Akıntı devam ettiği için, doğal olarak bir süre sonra, lağım suları seti aşıyor ve yeniden denize akıyor.
Burası Bodrum Gündoğan’daki koylardan biri. Gözümün önünde yaşadığım bir facia.
Koyun çevresi ev dolu. Yetmiyor, bir de dört katlı otel yapılıyor. Otele izin verildiği için, Gündoğan Belediyesinde birilerinin başı dertte. Ama, otel çalışıyor, ne gam.
Otelin devamında, denize sıfır geniş bir arazi var. Halkın dilinde, “oraya da yakında başka bir otel yapılır ve bu koyda artık denize girmek hayal olur”.Temiz denize nerede giriliyor? Beach’lerde. Kişi başına şu kadar para kesilen, kapatılmış kıyılarda.
ARITMA VAR YOKBodrum’da temel sorunlardan bir diğeri arıtma tesislerinin eksikliği.İlginç olan, olmayan arıtma tesisine kimse ses çıkarmazken, varolan arıtma tesisi ile ilgili belediyenin ceza kesmesi.Eski bir örnek çok tipik. Gündoğan’da TRT Dostlar Sitesi’nin arıtması var. Belediye, arıtmanın su kaçırdığını ve çevreye pis koku yaydığını öne sürerek, siteye ceza kesiyor. Site mahkemeye gidiyor. Mahkeme, cezayı iptal ediyor. Bu olay beş, altı yıl önce.
Günün sorusu ise, belediyeler kangren haline gelmiş arıtma tesis sorununa ne kadar eğiliyor?BAHÇELERİN SONUBodrum bitmek bilmeyen rant kapısı. Bodrum’da dağ, taş bina. Evlerin satış fiyatı dolar ve euro üzerinden. 250, 300, 350 bin dolar ve eurolar havada uçuşuyor.
Mandalina bahçeleri birer birer tarihe karışıyor. Her bahçe beton yığınına dönüşüyor. Sıra sıra evler. Ya da otopark ya da yarım kalmış taş yığınları. Doğada cinayet üstüne cinayet işleniyor. Sonucu malum.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2011
FENA halde kıskanıyorum, şu isimlere bakar mısınız? J.Paul Sartre, Salvador Dali, Mikis Theodorakis, Joan Baez, Eduardo Galeano, James Baldwin, Elia Kazan, Dido Sotiriu, Pina Bausch.
Dünya edebiyatına, dünya müziğine, felsefesine, resmine, tiyatro ve sinemasına damga vuran insanlar.
İçeriye dönelim:
Yılmaz Güney, Turhan Selçuk, Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Halikarnas Balıkçısı, Tuncel Kurtiz, Türkan Saylan, Mehmet Aksoy, Alev Ebüzziya, Güher-Süher Pekinel, Kudsi Erguner, Mehmet Ulusoy, Mengü Ertel, Mina Urgan, Suna Pekuysal, Zülfü Livaneli.
Türkiye’nin dünya bilim ve sanatına armağan ettiği, övünç kaynağımız insanlar.
Zeynep Oral’ın son kitabı “O Büyülü İnsanlar” başlığını taşıyor. Bu kitapta Zeynep Oral saydığım isimlerle dostluklarını, arkadaşlıklarını, onlarla bağlantılı gazetecilik anılarını anlatıyor.
Yurt içinden ve dışından sözünü ettiği isimlerin hepsi birer dev. Bir gazetecinin böylesine zenginliğe sahip olması, hele de bizim ülkemizde, hiç de sıradan bir olay değil. Zeynep bunu başarıyor. O insanları olağan halleriyle ve kendisiyle yaşadıklarını ilginç anekdotlarla “büyülü” biçimde aktarıyor. İnsanlar zaten belli, yeteri kadar büyülü, anlatım da büyülü olunca, ortaya nefis bir anı demeti çıkıyor.
Günümüzde artık unutulmuş ama çok gerekli gazetecilik dersleri eşliğinde. Hem gazetecilik, hem gazetecilik üzerinden dostluğa açılan kapıları öğreterek.
GRACIAS ZEYNEP
Kitapta anlattığı insanların hepsiyle gazetecilik macerası yaşıyor. Onlarla nasıl tanışmış, nasıl birlikte çalışmış, nasıl dostluklar kurmuş, nasıl röportaj yapmış ya da yapamamış, nefis.
Evinde karşılaştığı halde, Sartre Zeynep’i nasıl atlatıyor, Salvador Dali bir lokantada Zeynep’in masasında bir anda nasıl bitiyor, Joan Baez ve Elia Kazan’la yılların dostluğu nasıl pekişiyor, Engin Cezzar’a Hamlet rolü nasıl öneriliyor, hepsi ayrı öykü.
James Baldwin’in bir senaryosunda Türk çoban Rum balıkçıya soruyor, “kim söndürdü mehtabı”. Zeynep’te okuduğumda, uzun uzun düşünüyorum. Beni çok etkileyen bir bölüm.
Joan Baez bir şarkısında, “Gracias A La Vida”, diyor, hayata teşekkür ediyor.
Bir solukta müthiş keyifle okuduğum kitabı bitirdiğimde, aklıma Joan Baez’in bu şarkısı geliyor, Zeynep’e sesleniyorum:
“Gracias Zeynep”, böyle bir zenginliği tattırdığın için.
Hiçbir zaman tatil zamanı değil
TÜRKİYE böyle bir ülke. Gazetecilere hiç bir zaman tatil zamanı değil. Her gün bir olay, her gün bir olaydan ötekine uzanma.
Her gün yazmak, kimine göre rahat, hatta alayla anlatanlar var, “iki şık şık, bir tık tık, yazı tamam”.
Kimine göre, her an iğneyle kuyu kazmak gibi, yorucu ve dikkat isteyen bir iş.
Değişmeyen gerçek ise, büyük sorumluluk. Çünkü, bu işin sonunda her şey var. Ödülden hapishaneye, ikramiyeden işten atılmaya kadar. Ama o sorumluluk yok mu, insanı o yoruyor. Farklı güçler arasında denge kurmaya çalışmak.
Türkiye ya da dünyada ne yaşanıyor olursa olsun, yok öyle değil, aynı işi yapmış ve yapan meslektaşlarım gibi, geçmiş yıllarda tatili yarıda bırakıp geldiğim çok oldu, büro ya da gazete yöneticiliği üstlendiğim dönemlerde, o dönemler ayrı.
Uzun lafın kısası, şimdi tatil zamanı.
Bir süre izninizle, dönüşte yine görüşmek umuduyla.
Yazının Devamını Oku 22 Temmuz 2011
HAYDİ tatilde Afganistan’a gidelim, orada karlı dağlarda kayak zevki başka. Üsletik, Afganistan’da harcanacak para ülkenin imarına katkıda bulunur. Zaten gitmemizin asıl amacı bu. Tatilde asla Teksas’a gitmeyelim. Orada hâlâ idam kararları uygulanıyor. Bu kadar ilkel bir yere adım atmak yanlış.
Afganistan dünyanın en geri ülkesi ve terör bataklığında ama, hâlâ turist çekiyor, buna karşılık Teksas en gelişmiş yörelerden biri ama, idam turistleri iten bir faktör.
Tatil için Filipinler’e gidelim. Olmaz, orada ara sıra insanlar kaçırılıyor.
Ya Yemen? Orada halk sokaklara dökülmüş durumda, tehlikeli. Her an, her şey olabilir.
Kenya? Safari zevki, doğal zenginlik iyi de, iç savaşın dumanı hâlâ tütüyor, uygun değil. Sri Lanka benzer durumda.
Maldivler denize girmek için dünyada en keyifli yerlerden biri. Otuz yıl süren diktatörlük, üç yıl önce yerini barışçı bir geçişle demokrasiye bırakıyor. Gitmek uygundur.
Libya ve Suriye zinhar tehlikeli. Halk sokaklara dökülmüş durumda, turistlerin başına ne geleceği belli değil.
Mısır? Bir zamanlar en gözde tatil yerlerinden biri. Yıllarca diktatörlükle yönetilmiş ama, kimsenin umurunda değil. Kötü yöneticiler iyi konuk sever olabiliyor. Hala gözde.
Tunus da öyle. Tunus’a giderek, oradaki insanların hayat standardının yükselmesine katkıda bulunmak mümkün.
YARIM MİLYAR TURİST
Bu düşünceler Avrupalı turistlere ait.
Avrupalılar tatilde nereye gideceklerine karar verirken, gitmek istedikleri ülkelerin sunduğu deniz, güneş, tarihsel ve kültürel zenginliklerin ötesinde o ülkelerin siyasal durumlarını öncelikle dikkate alıyor. Artık genellikle buna göre karar veriyor.
Politik sistem aslanlardan, mabetlerden, karlı zirvelerden, güneşten, denizden önce geliyor. Politik sistemle paralel giden görüş, gidilecek ülkede terör ve benzeri tehlike yoksa, geri kalmış ülkelere gitmek, Avrupalılar için bir zevk. Harcadıkları paranın o ülkenin gelişmesine katkı sağladığına inanıyorlar.
Macerayı sevenler ise, kendilerini Kamboçya, Laos, Nepal, Kamerun, Nijerya’ya atmaktan çekinmiyor.
Yaz aylarında dünyada aynı anda beş yüz milyon turist yollara düşüyor. Harcadıkları para düşünülürse, gittikleri ülkeler açısından müthiş gelir kaynağı.
DEMOKRASİ HARİTASI
Son bir kaç yıl içinde, Avrupalı turistlerde ortaya yeni bir değer daha çıkıyor:
Demokrasi. Gidilecek ülkede demokrasi var mı, yok mu?
Almanya’da yayınlanan haftalık gazete Die Zeit 22 Haziran tarihli sayısında bu konuda geniş bir araştırma yayınlıyor. Benim yukarda aktardığım bilgiler, bu gazeteden alıntılar. Die Zeit demokrasi açısından dünya haritası yayınlıyor. Demokrasinin ölçüsü ne?
İnsan hakları, hukuk devleti, özgürlükler, yurttaşlar arasında eşitlik, basın özgürlüğü, demokratik seçimler, yolsuzlukların üzerine gitmek demokrasinin ölçütü kabul ediliyor. Demokrasi haritası bu değerlere göre şekilleniyor. (Die Zeit, 22 Haziran 2011, s.64).
Tam demokrasiler, yarı demokrasiler ve özgür olmayan ülkeler. Tam demokrasi ile özgür olmayan ülkeler tamam, yarı demokrasi ne demek? Özgürlüklerin ve demokrasinin kısıtlanması demek. Etnik çatışma ve zayıf hukuk devleti gerekçesiyle.
Asya’nın tamamı, Afrika’nın yarısından fazlası haritada kırmızıya boyanmış, özgür olmayan ülkeler anlamında.
Turizmin yeni ölçüsü aslandan, kaplandan, denizden, güneşten, mabetten çok artık tam demokrasi. Yarı demokrasi filan değil.
Öcalan’ın niyeti başka
ÖCALAN Silvan’daki çatışmayı bahane ederek, “çatışmaların on kat artabileceği” tehdidini savuruyor. Ve ekliyor:
“Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz. Önüm açılırsa, rolümü oynarım”.
Önü nasıl açılacak?
Örneğin, hapishane yerine bir eve çıkarsa...
Örneğin, ömür boyu hapis cezası bilmem şu kadar yıla indirilirse...
Örneğin, İmralı’daki hayatında daha rahat imkanlara kavuşursa...
Son aylarda avukatları üzerinden verdiği mesajlarda, kendisiyle ilgili, artık sabrının kalmadığını söylüyor. Niyeti ortada. Rolünü oynayacak, silahları bıraktıracak, kendisi yeni bir hayata başlayacak.
Devletin onunla görüşmesi doğru. Dünyada benzer örnekler var. Her benzer örnek, Öcalan gibi, kendine ayrıcalık gösterilmesini istiyor.
Ancak, sonuçta bulunan çözüm ayrıcalıkları dışarıda bırakıyor.
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2011
SIRADAN bir yurttaş, geliri bir, harcaması üç. Nasıl olsa, kredi kartı şakır şakır her derde deva.
Memur da öyle, işçi de, herhangi bir ücretli de. İşadamına gelince, onun durumu da farklı değil. O da, sırtını krediye dayamış, bankalardan şakır şakır kredi kullanıyor.
Değirmenin suyu zaten sıcak paradan geliyor. Gel keyfim, gel. Herkes hayatından memnun. Görülmemiş kalkınma, rekor büyüme ile gözlerimiz kamaşıyor.
O da, ne? Tam davullar bu zaferi kutlarken, dokuz yıldır ekonomiden sorumlu, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ortaya çıkıyor. O daha sahnede iken, sazı bu kez AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli alıyor.
İkisinin de ağzından bal damlar diye beklerken, tam tersi oluyor. İkisi de, ekonomi üzerinde dolaşan kara bulutlardan söz ediyor.
Başbakan Erdoğan en yakınındaki kişilerin yaptığı açıklamalara ses çıkartmıyor. Demek ki, durumun ciddiyetini Erdoğan da biliyor.
KRİZİN ÖLÇÜSÜ
IMF genel bir rapor yayınlıyor. Orada “ısınmış ekonomiler” örneklerini sıralarken, Hindistan ve Brezilya ile birlikte Türkiye’yi de sayıyor.
Yazının Devamını Oku 20 Temmuz 2011
AKADEMİK personel sayısı 29’dan 4’e düşürülüyor. Bütçesi kısıtlanıyor, kadroları verilmiyor, projeleri geri çevriliyor.
Burası Feza Gürsey Enstitüsü (FGE).
Bu engellemelerin arkasında, ne hikmetse, yine bir bilimsel kurum, TÜBİTAK var. Engellemelere rağmen, FGE’de kişi başına yayın sayısı yine de artıyor. Araştırmaları yine de sürüyor.
FGE yaz okulları, kış konferansları, benzeri etkinlikler ve araştırmalarla bilim adamı yetiştiren bir kurum. Şimdi bağlı bulunduğu TÜBİTAK tarafından yeri değiştiriliyor, Gebze’de yine TÜBİTAK’a bağlı bir başka kuruma katılıyor. Fiilen kapatma anlamında.
DÜNYA ÇAPINDA FİZİKÇİ
Feza Gürsey dünya çapında bir fizikçimiz. Türkiye’de ve yurt dışında önemli üniversitelerde görev yapmış, pek çok araştırmaya imza atmış, yüzlerce öğrenci ve bilim adamı yetiştirmeye katkıda bulunmuş bir
bilim adamı.
Feza Gürsey 1992’de vefat ediyor. Yine bir fizik profesörü olan Erdal İnönü ile diğer bilim adamları Gürsey’in anısını yaşatmak üzere, FGE’nü kuruyor.
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2011
TAM üstüne, en sıcak günlerden birinde Türkiye’ye geliyor ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton. Teröre on üç şehit verilen bir günde. Ona terörle ilgili başka bir şey anlatmaya gerek yok.
Siz öyle sanıyorsunuz.
Tersini düşünelim. Örneğin, Amerika’da şu ya da bu kaynaklı terör eyleminde bir günde on üç kişi ölse ve aynı gün Başbakan Erdoğan Amerika’ya gitmiş olsa, ne olur? Herhalde resmi konuşmaların ağırlık noktasını terör ve terörü lanetleyen açıklamalar oluşturur. O gün bütün Amerika ayaktadır.
Ya Hillary’nin ziyaretinde?
Konu elbette açılıyor, Hillary elbette üzüntülerini aktararak, “PKK’nın Amerikalıların terörist listesinde olduğunu” bir kez daha vurguluyor. Başka ne olacaktı?
Ancak...
ANAHTAR LİBYA VE SURİYE
Hillary’nin hükümetle ve muhalefetle görüşmelerinde, Türkiye’deki başka temaslarında ortaya çıkan gerçek çok başka.
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2011
HAZIRLIK tamam, önceki gün öğleden sonra BDP ya da DTK bir açıklama yapacak. Saatler bu açıklamaya ayarlanıyor.
Tam o anda toplantı salonuna Silvan’dan feci bir haber geliyor. Diyarbakır’da on üç asker şehit düşüyor.
Bu habere rağmen, açıklama takviminde, saatinde bir değişikliğe gidilmiyor. Kürtler demokratik özerklik ilan ediyor. Akıl tutulması.
İmralı’dan Barış Konseyi kurulduğu haberleri gelirken, Diyarbakır’da Savaş Konseyi faaliyete geçiyor. Son zamanlarda her gün şehit haberleriyle sarsılan Türkiye, önceki gün on üç şehit haberiyle fırtınanın ortasına düşüyor.
BTP’nin yemin krizi, arka arkaya gelen çatışma ve şehit haberleri, İmralı’dan gerçeğe uymayan açıklamalarla kafalar iyice karışıyor. O arada bir gerçek netleşiyor:
Terör eylemleri ve yemin krizi dahil, Kürtler arasında kimin, ne yapmak istediği belli değil. İmralı dahil, hiç kimse olaylara hakim değil. Siyasi olarak Kürtler, terör eylemi olarak PKK kendi içinde parçalanmış durumda.
Birinin söylediği diğerinin söylediğini tutmuyor. Ama, bu arada insanlar ölüyor.
Dün BDP’li milletvekilleri ile konuşuyorum. Hiç biri son terör eylemi dahil, hiç bir olayı izah edemiyor. Edemediğini de zaten açıkça söylüyor.
Yazının Devamını Oku 15 Temmuz 2011
TAM denize atlayacak, genç kız babasına bağırıyor: “Aaa baba, burası çamur gibi, çok pis, burada denize girilmez.”
Doğru girilmez, su bulanık, dibi görünmüyor. Üstelik, pis bir koku, karlı dağın zirvesinde sucuk kokusu gibi, mide bulandırıcı. Oysa, uzaktan bakıldığında, çam ağaçlarının dalları suya değdi, değecek, su pırıl pırıl gibi görünüyor. Ama yaklaşınca, yeşil yerini kirli kahverengine, billur tazelik boz bulanık süngere dönüşüyor.
Burası Bodrum’da Güllük Körfezi. Onun koylarından biri Çam Limanı, halk arasındaki söylenişiyle, Alagün Limanı.
Güneşte ya da alacakaranlıkta Çam Limanı artık çamdan da uzak, alagünden de. Nedeni var.
KOYLAR ÖLÜYOR
Çam Limanı’nda balık çiftlikleri var.
Balık çiftlikleri, ezeli ve ebedi derdimiz. Yıllardır çevreye ve turizme en büyük hançeri saplayan balık çiftlikleri. Yıllardır, her türlü yasa, kararname, yönetmelik, talimname, artık bu anlamda ne varsa, hepsine rağmen, bütün bunlara aykırı balık çiftlikleri. Hiç olmayacak yerlere yerleşen balık çiftlikleri.
Oysa, yasalar ne diyor? Kuracaksan, açık denizlere kuracaksın, diyor. Kimsenin umurunda bile değil. Ama yasa çiğneniyormuş, ne gam. Adamlar yine kör gözün parmağına, ya denizde yasaklanmış yerlere ya da karada sulak alanlara kuruyorlar. Neden?
Açık denizde balık çiftliklerinin maliyeti yüksek de, onun için.
Geçmiş yıllarda balık çiftlikleri ile ilgili itirazların bini bir para. Balık çiftlikleri ile ilgili yasalar ve önlemler birbirini izliyor. Arada, hafif bir boşluk buldular mı, çiftlikler yine eski yerlerine dönüyor.
Onlar koylara dönüyor, koylar ölüme yatıyor.
YEM TAHLİLİ
Balık çiftliklerinin koylara yerleşmesi büyük sorun. Turizm Bakanı hiç görmüyor mü balık çiftliklerini? O çiftlikler en çok turizmi vuruyor.
Çiftliklerin yanı sıra, başka bir sorun daha var.
Çiftliklerde balıklar hızla büyüyor. Elli gramlık bir levrek, çupra, karagöz, artık hangi balıksa, kısa sürede bir kiloya ulaşıyor.
Çiftlikte iyi besleniyorlar, demek mümkün. Yine de, balıklara verilen yemleri tahlil etmekte yarar var. Nasıl oluyor da, kısa sürede bu kadar büyük balık haline geliyor? Hangi yemle besleniyorlar?
Çiftliklerin kurulduğu yerler bitmez tükenmez bir dert. Buna son olarak, yem türü ekleniyor.
Çevreden sorumlu, turizmden sorumlu, tarımdan sorumlu bakanlar, hafta sonunda, iki günlük tatil için bile olsa, Güllük Körfezi’ne uğrarlarsa, her şeyi gözleriyle görürler.
Beşiktaş’a yeni teknik direktör ve helal olsun Çarşı’ya
BİR Beşiktaş kongre üyesi olarak önce taraftar topluluğu Çarşı Grubunu kutlamak istiyorum.
Teknik Direktör Tayfur Havutçu ile Beşiktaş yöneticisi Serdar Adalı’nın şike soruşturması kapsamında tutuklanmaları karşısında, Çarşı Gurubu, pek çok grup, kurum ve kişilerin cesaret edemediği mertliği gösteriyor, kör taraftarlık çukuruna düşmüyor. “Suçun varsa, çekersin arkadaş” havasıyla, onlardan desteğini çekiyor. Helal olsun Çarşı’ya.
Bunun dışında, Beşiktaş’ta şimdi teknik direktör sorunu var. Madem ki, Havutçu tutuklu:
1-İddianamenin hazırlanması, duruşmaların başlaması, mahkemede aklansa dahi, serbest kalması en az üç, beş ay sürer. Bu zaman zarfında takımın başında kim olacak?
2-Kaldı ki, masum olsa dahi, bu süre içinde, Beşiktaş’ın şike gölgesinde kalmasını önlemek üzere, Havutçu’nun istifa etmesi gerek.
3-Havutçu etmiyorsa, yönetim gereğini yerine getirmekle yükümlü.
Özetle, Beşiktaş bir an önce yeni bir teknik direktör bulmak zorunda.
Çankaya’dan Tarım Bakanlığı’na havale
TÜRKİYE Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği eski başkanı Mustafa Sarıoğlu bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e başvuruyor.
Başvurusunda, birlik başkanı iken, görevi kötüye kullanma iddiasıyla hakkında açılan davadan aklandığını bildiriyor. Ayrıca, Tarım Bakanlığınca izlenen politika sonucunda, 150 bin arıcı ailenin mağdur edildiğini öne sürüyor. Konuyu Gül’ün değerlendirmesine sunuyor.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği adına Mustafa Sarıoğlu’na gönderilen yazıda, Sarıoğlu’nun “çeşitli iddiaları içeren dilekçesinin Tarım Bakanlığına iletildiği” bildiriliyor.
150 bin arıcı aile adına Cumhurbaşkanlığına gönderilen dilekçe, zaten Tarım Bakanlığı’nı şikayet ediyor.
Şimdi o şikayet dilekçesini, şikayet edilen Tarım Bakanlığı inceleyecek. Bu nasıl olacak?
İddialar doğru, değil, bilinmez. Ama dilekçe 150 bin arıcı aile adına.
Yazının Devamını Oku