Yalçın Bayer

Haksız rekabet doping sayılmaz mı?

29 Kasım 2003
<B>UEFA</B>'nın almış olduğu bir kararla <B>Beşiktaş</B> ve<B> Galatasaray</B> futbol takımlarımız, rakipleriyle tarafsız bir sahada karşılaşacaklarmış. Ne garip, <B>UEFA</B> doping yaptırıyor iki güzide futbol takımımızın rakiplerine. Haksız rekabet, hem de bal gibi doping. Rekiplerimiz ilk maçlarında saha ve seyirci avantajını kullanacaklar. Sıra bizim takımlara gelince bu avantajlarını kullanamayacak. Buna haksız rekabet denir. Karşı takımda birkaç tane dopingli oyuncu oynattır, ne fark eder. Bu doping sayılmaz mı?

İşin daha acı yanı teröre karşı birlik beraberlik mesajlarının verildiği şu günlerde UEFA'nın almış olduğu bu karar; sanırım diğer Avrupa ülkelerini de derinden yaralamıştır. UEFA teröre teslim olmuştur. Bu kararı verenlerin bir daha terörden şikayet etmeye hakları yoktur. Teröre teslim olanlar, terörü bir gün kapılarında bulabilirler. Futbol fanatiklerinin kendi takımları rakip sahada oynamasın diye rakip takımın şehrinde ve de ülkesinde terör eylemi yapmayacaklarını kim garanti edebilir?

Umuyorum Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve de sayın Dışişleri Bakanımız, terörle mücadelede birlik beraberlik mesajları veren Avrupa ülkeleri meslektaşları durumun vahametini anlayabilmişlerdir.

Mahir K. YÜCELER Mannheim-ALMANYA

Bomba arayan Rumen

CEYHUN Koray adlı okurumuz dün Üsküdar'dan Capitol Alışveriş Merkezi'ne geliyor. Otoparka girerken, güvenlik görevlileri tarafından arabası aranıyor; gerisini Koray'dan dinliyoruz.

‘‘11.00 ve 14.31'de iki kez Capitol'a gittim. İkincisinde kapıdaki bir görevli bagajıma izinsiz baktı. Ben de kendisine ‘Neden böyle oldu' diye sordum. Diğer görevli de ‘Kusura bakmayın izinsiz bagajınızı açtı, çünkü Türkçe bilmiyor. Kendisi Rumen' dedi. Böyle şey olur mu? Uzmansa eğer fiilen devreye girmeyip bu işi bir Türk vatandaşına yaptıramaz mı?’’

İslami teröre nasıl inanırım

DEVLET büyüklerimiz 'İslami terör' diye bir şey olamayacağını, çünkü İslam’a inanan bir kimsenin böyle şeyler yapamayacağını söylüyorlar. Ama köşe yazarı din adamlarına ‘‘Adet gören eşle aynı yatakta yatılır mı’’ veya ‘‘Diş dolgum var boy abdestim sayılır mı’’ gibi sorular soruyorlar. Yani adamlar boy abdesti sayılsın diye dişine dolgu yaptırmayıp dişsiz yaşamayı göze alıyor veya adet gören karısının yaşadıklarının doğanın gereği olduğunu düşünemiyor.

Bu ülkede okur yazar oranı yüksektir, din dersi okullarda zorunludur ve okula gönderilmeyen çocukların çoğunluğu aileleri tarafından sıkı bir dini eğitime tabi tutulurlar. Buna rağmen insanlar sorabiliyor; çünkü böyle öğreniyorlar ve etraflarında böyle düşünen binlerce onbinlerce insan var.

Gübreli bomba

TEKİRDAĞ'da çiftçilik yapan Y. Arda ilginç bir konuya dikkat çekiyor: ‘‘Eskiden gübre, Zirai Donatım Kurumu tarafından Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri eliyle köylüye dağıtılırdı. Daha sonra ZDK'nın kapatılmasına karar verildi. Gübre alım satımı da özelleştirildi. Hatırlarım 1980'lerden önce il dışına gübre çıkartıldığı zaman kontrol edilirdi. Şimdi bu iş serbestçe yapılabiliyor. Acaba hangi maliye ya da trafik ekibi il dışına çıkan gübre kamyonlarını kontrol ediyor. Tabii işler bu hale gelirse daha çok gübreli bomba yeriz... Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Sami Güçlü'nün acaba bunlardan haberi var mıdır?

Armenia’ broşürü

LONDRA'dan bir okurumuz şu notu göndermiş:

Ermenistan Turizm Bakanlığı'nın geçenlerde Londra'da düzenlenen 'Dünya Turizm Fuarı'nda (World Turism Market) dağıttığı broşürleri görmeliydiniz.

Resmi Ermenistan haritasında 'Armenia' adının, Anadolu'nun nerelerine kadar uzandığını, emellerinin ne olduğunu Londra Turizm Müşavirliğimiz gördü mü; Dışişleri'ne bildirdi mi? Böyle bir durum karşısında Ermenistan protesto edildi mi?

Dileriz bu fuara katılan Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun da bu gelişmelerden haberi olmuştur...

Biliyor musunuz?

AB'ye girme hazırlığı içinde olan Romanya'nın 2004 başından, ayrıca Rusya'nın nisan; Ukranya'nın da haziran ayından itibaren Türkiye'ye 'Schengen' vizesi koşulunu getireceğini...

PARİS'te, 1973'te kurduğu ve yöneticisi olduğu Sipa Pres Ajansı'nı, 2001'de Fransız medya grubu 'Sud Communication'a satan Gökşin Sipahioğlu'nun, görüş ayrılıkları nedeniyle gruptan ayrılarak yeni bir fotoğraf ajansı kuracağını açıkladığını..

SAĞLIK Bakanlığı'nin hazırladığı yeni önergeye göre, hastane inşaatı keşif bedelinin %50 ve üzerinde mali yardımda bulunan hayırseverlerin isminin hastanelere verilebileceğini.

Biliyor musunuz?

Mesaj Panosu

ÇORLU Belediyesi
'nin katkılarıyla düzenlenen Türkiye'nin en büyük Evcil Kanatlı Hayvanlar Gösterisi bugün Çorlu Belediye binasında başlıyor. (www.guvercinbirligi.com, 0 532 442 73 23)

KALAMIŞ Yat Limanı'nın önünü yağışlı havalarda su basıyor. Ayrıca hala asafaltlanmayan yol araçlar için tehlike yaratıyor. Kadıköy Belediyesi'ne duyurulur.

Ahmet CERİTOĞLU


Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir onu alır.

Bir ulus treni kaçırırsa başka bir ulus gelir onu alır.

(Özdemir Asaf)
Yazının Devamını Oku

Devlet ve toplum korumasız bırakıldı

28 Kasım 2003
<B>‘HEM devlet, hem halk korumasızdır bugün...’’</B> diyor eski İçişleri Bakanı <B>Sadettin Tantan...</B> Bombalı saldırılar karşısında Türkiye'nin düştüğü durum nedeniyle tepkili... Terörle Mücadele Yasası'nın 8. madesinin kaldırılmasının terörle mücadelede devletin elini kolunu zayıflattığını, bu konuda kendisi dahil karşı çıkanları kimsenin dinlemediğini söylüyor.

Tantan, 11 Eylül'den sonra dünyadaki terör anlayışının değiştiğini belirterek şunları söylüyor:

‘‘ABD, Almanya ve İngiltere, terörün tarifini yeniden yaptı; mücadelede pasif savunmadan aktif savunmaya geçtiler. Yani yasal düzenleme ile güvenlik güçlerinin yetkilerini genişlettiler, hem de güvenlik kurumlarını yeniden biçimlendirdiler. Siyasetçilerimiz de bunu seyretti; ne hukuki yetkiler artırıldı, ne de kurumlarda düzenleme yapıldı. Ulusal Güvenlik Stratejisi'nin yeteneği ortadan kaldırıldı. Milli Güvenlik Kurulu'nun 'arşivi'nin içi boşaltıldı.’’

Bu konuyu biraz açar mısınız?

- Anayasa'
nın 20, 21 ve 22. maddeleri değiştirildi; haberleşme hürriyeti, kişi ve konut dokunulmazlığı daraltıldı. Bu değişiklikle tehlikeli ya da şüpheli görülen kişi veya yerler artık mahkeme kararı olmaksızın aranamıyor. Örneğin, 'Tribün terörü' var; bir sürü patlayıcı içeri sokuluyor. Polis takip etmek istiyor; ancak genellikle mahkemelerde arama izni vermiyor.

Tribün terörü ve toplum kültürü

Ama uyum yasaları ve insan hakları diyoruz.

-
Devletin varlığı daha önemli değil mi? ABD ve AB'de bu tür aramalar mahkeme kararıyla oluyor; doğru... Bizde de olması lazım, fakat ölçütleri yumuşak olması lazım. Ancak bu bir kültür meselesi... Bizim toplumumuzda maalesef bu yok. Vatandaş, orada ülkesine sahip çıkıyor, yanlış ya da şüpheli bir şey gördüğü zaman telefonla polise haber veriyor. Bizde ise 'bana ne' denilebiliyor... Yasayı getirdiğinizde toplumun yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi gerekiyor. 11 Eylül'den sonra Batı'da devletin ve vatandaşın hakkının korunabilmesi için kişi hak ve özgürlüklerinde kısıtlamalar yapıldı teröre karşı... Almanya'da ceza hukuku sistemine yeni kondu; terör şüphesi olsa dahi bir bölge veya semt olduğu gibi aranabiliyor; terörü besleyen kaynaklara el konulabiliyor. Buna 'genişletilmiş müsadere yetkisi' deniyor.

Mahkeme izin vermedi

Türkiye'de terörle mücadelede ne yapılıyor?

- Türkiye'de terörün kaynağına el koyma açısından hiçbir yasal yetki yok. Dört patlayıcı geliyor; bunlar için büyük harcama yapılmış. Bu kaynağa el koyamıyorsunuz, çünkü yasanız yok. Yoksul kişiler bu kaynağı nereden bulmuşlar; arkasında ne var, üzerine gidemiyorsunuz. Son olayda iki bombacının arkasına gidilmek istendi ancak polis, yasa olmadığı için mahkemeden izin alamadı.

MGK'nın 'arşivi' NEREDE

Evet, teröre çare...

- Ulusal güvenlik açısından iç, dış ve istihbarat örgütlerinin yeniden yapılandırılması, hukuki altyapısının acilen düzenlenmesi lazım. Son olayda istihbarat bilgisi alınabildi mi? 1950-60'lı yıllara göre düzenlenmiş olan MİT'in, bazı olanaksızlıklarına ve yetişmiş insan gücü ve kapasitesine karşın hizmetlerinin kafi olmadığını düşünüyorum. Dünya artık tek kutuplu dünya oldu. Batı bu konuda gerekli düzenlemeleri yaparken biz ne yapıyoruz acaba? Terörle mücadelenin altyapısını yok sayarsanız, PKK gelir adliyeyi basar; El Kaide veya Hizbullah, İsrail ve İngiliz binalarını bombalar, insanlarımız can verir; siz de nutuk atar durursunuz.

Aktif elemanlar dağıtıldı

MGK'nın arşivinin içi boşaltıldı demekle neyi kastediyorsunuz?

- Bilindiği gibi ulusal güvenlik arşivi MGK'daydı. Ancak MGK'nın yapısı Avrupa'nın isteği doğrultusunda değiştirilince sekteye uğradı. Bölük pörçük kaldı. Arşivin, evrakların depolanması olarak anlaşılmaması gerekiyor. Yetişmiş nitelikli insan gücünü de düşünmek lazım. Yetişmiş uzmanlar gerekli bilgiyi ilgili kurumlara aktarır. Bu yapı sürüyor mu? Biz ayrıldıktan sonra Mesut (Yılmaz) Bey, güvenlik güçlerinin istihbarat ve yolsuzluklarla ilgili aktif elemanlarını darmadağın etti. AKP geldikten sonra bunları toparlayamadığı gibi son nitelikli elemanları da dağıttığını öğreniyoruz.

Ulusal güvenlik kavramı deyince ne anlaşılmalıdır?

-
Jandarma ve polisin her yerde nöbet tutması değildir tabii... Bir ülkenin varlığı için vazgeçilmez bir kavramdır bu... Ancak siyasetçiler ve toplumumuz bugün bu kavramdan ne anlıyor; önemli olan budur. Türkiye, gerekli yasal düzenlemelerini yaparak ulusal güvenliği açısından pasif savunmadan aktif savunmaya geçmeli; 'Türkiye Başsavcılığı' müessesesi acilen kurulmalıdır. Terörle mücadele ortak anlayışın gelişmesi için yolsuzlukla mücadele yasası, kara para yasası ile mal, hizmet, para ve insan hareketinin bilgisayar ortamında takip edilmesini sağlayan yasal düzenleme acilen getirilmelidir.

4422 sayılı yasanın içi boşaltıldı

Bakan olduğunuz dönemde çıkartılan, Ord. Prof. Sulhi Dönmezer'in hazırladığı 4422 sayılı, çıkar amaçlı suç örgütleriyle ilgili mücadele yasası yeterli değil mi?

-
Yeterliydi ama bazı çevreler tarafından çok eleştiriye uğratıldı. 1999'a kadar teknik takip, ajan kullanma ve telefon dinlenme yetkisi yoktu. Bu yasaya dahil edilmişti. Fakat eleştiriler nedeniyle yasanın içi boşaltıldı sonradan... Takip ve telefon dinleme üçer aylık sürelerle 9 ay olarak getirildi. Yani bir örgüt en fazla 9 ay takip edilebiliyor artık. Bu da mahkeme kararıyla olacak. İç ve dış kaynaklı terör örgütlerini takip etme noktasında bu yeterli midir? Türkiye'deki en büyük sıkıntı da budur.

Peki devletin terör anlayışı...

- Hükümet, Türkiye'ye yönelik terörü kabul ediyor; hukuki anlamda da bu böyle... Ancak bunun, sınır ötesi, uluslararası suçlar olarak değerlendirilmesi lazım. Tabii böyle bir olayda dış güçlerini takip edemiyor, sınırların içinde hapsolup kalıyorsunuz. Zaten bu hükümetin böyle yeteneği de yok... Nitekim, TCK, CMUK ve İnfaz Yasası üzerindeki değişiklikler için çalışan saygın hukukçuların kenara bırakılarak, iktidarın, bu çalışmaları doçent düzeyinde kendi yandaşlarına aktarması bunun göstergesidir.
Yazının Devamını Oku

Türkiye küme düşüyor

27 Kasım 2003
<B>UEFA'</B>nın <B>Galatasaray</B> ve <B>Beşiktaş </B>karşılaşmlarını başka ülkelerin sahasına alma kararını kim içine sindirebilir? Medyaya haklı olarak tepkiler yağıyor.

Başbakan Erdoğan'ın tüm açıklamalarına karşın, terör olaylarından sonra Batı ülkelerinin, Türkiye'ye güven duymadıkları ortaya çıkıyor.

Neden!

Acaba Batı için söz mü, tavır mi önemli?

Ama gerçek olan şu var ki; Türkiye 'güvenlik'te küme düşüyor.

Bizim kamuoyumuz soruyor:

Hükümet, son teröre neden bir isim koyamıyor?

Yabancı basının 'İslamcı terör' deyimine Erdoğan'ın 'tekzibi' yetmiyor.

Afganistan'a gidenlere kimler yol verdi; kimler eğitti?

Onlara kol kanat geren çevrelerin bugün sesi sedası çıkmıyor.

Çok önemli... 15 bin Hizbullah eylemcisinin izlenip izlenmediği ciddi bir endişe olarak duruyor.

Ya Batı'nın tutumu...

Türkiye'ye her zaman ikili oynuyor.

Bunu unutmayalım.

Almanya, Metin Kaplan'ı hálá Türkiye'ye neden iade etmiyor?

Neyin hesabını yapıyor Almanya?

TESLİMİYETÇİLİK ÇÖZÜM DEĞİL

İstanbul'
dan Eser Özaltındere diyor ki:

‘‘İtalyan Başbakanı Berlusconi, ilk başta 'arkadaşı' Erdoğan'a ayıp etmedi mi?

Belki Leyla Zana ve Hatip Dicle gibi HEP sanıklarını serbest bıraksaydık, karşılığı olarak Juventus veya Chelsea maçlarından birini İstanbul'da oynayabilirdik.

Bazı çevrelerin beklediği gibi bombalar bizi AB'ye yaklaştırmadı, aksine uzaklaştırdı.

AB'nin bakış açısı apaçık bir şekilde biraz daha ortaya çıktı.

Demek ki 'teslimiyetçilik' çözüm değilmiş. Çünkü ilerleme raporuna türban da sokulmadı.

Bütün bu olanlardan sonra artık uyanırız da, boş vaatler karşılığı Kıbrıs'ta ödünler vermeyiz.’’

Okurumuz Mustafa Albayrak da, Avrupa'nın 'uygarlığını'nı sorguluyor ve bütün sporseverleri UEFA'yı protesto mesajı bombardımına tutmalarını öneriyor.

Selimiye Camii’ni Demirel’e sorun

EDİRNE'den bir öğretmen telefonda şu öneride bulunuyor: Edirne'de Mimar Sinan'ın eşsiz eseri Selimiye Camii'nin acınacak halini gözler önüne seren Savaş Ay'ın çarpıcı röportajından etkilendim; tarihi kalıntılar dökülmüş; her yer çöplük olmuş... Gerçekten Selimiye bu kadar sahipsiz midir? Hangi partinin iktidar olduğunu söylemeye gerek yok! Selimiye'nin nasıl eşsiz bir mekán olduğu hiç olmazsa Sayın Süleyman Demirel'den öğrenilmelidir? Demirel görev dönemi içinde hiç olmazsa yılda bir kez Edirne'yi ziyaret edip sorunlarıyla ilgilenir; hatta gerekirse cebinden harcayarak halılarını yeniletirdi. Bunu da pek kimse bilmezdi. Savaş Ay'dan rica ederek Demirel'i Edirne'ye götürmesini; kendisine, Lozan Anıtı'ndan Kırkpınar Meydanı'na; ilk Osmanlı Sarayı'ndan Balkan Şehitleri Anıtı ve Müzesi'ne kadar bir 'Evladı Fatihan' turu yaptırmasını isteyebilir miyiz?

İstanbul ve İzmir farkı

DÜN İzmir'den gelen bir okurumuz tepkiliydi: ‘‘Bayram için yakınlarımı ziyarette gittiğim İzmir'den öğleden sonra İstanbul'a döndüm. TEM'den Fatih Köprüsü ile karşıya geçmek istedim. Belki 6-7 km uzunluğunda inanılmaz bir kuyruk vardı. Bazısı trafik kazası var, bazısı Başbakan geçiyor, bazısı da köprü geçişindeki kamyon ve kamyonetlerin aranması nedeniyle kuyrukların oluştuğunu söylüyordu. Bayram günü binlerce aracın içindeki insanlar sabırla bekliyordu. Biz de aynı akıbete uğradık... Bu güzel havada olacak iş midir? Bir de geldiğim İzmir'i düşündüm; 7 kilometre uzunluğundaki Kordon sahilinde daha öğle saatlerinde binlerce kişi güneşli havada gezip yürüyüş yapıyordu. Yeni düzenlenen Konak Meydanı, birçok Batılı kentte olmayan güzellikteydi. Herkes neşe içindeydi. Belki de İstanbul'da, TEM'de egzoz gazı yutan araçta bekleyenler kadar insan deniz havası alıyor, Körfez'in keyfini çıkarıyordu. Boğaz bin kat güzel ama nerede dolaşacaksınız? İstanbul'da boğuluyoruz; İzmir'e mi yerleşelim yoksa? Okurlarınız kentsel dönüşümü İzmir'de görmelidir.’’

Töre

‘Eğer AB'ye uyum süreci olmasaydı, Anayasa Mahkemesi dahil TBMM'deki milletvekillerinin çoğunluğu ve onların saygıdeğer 'danışmanları' da 'namus cinayetlerine ceza indirimi'ni destekleyeceklerdi.’’

(İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Nazan Moroğlu)

Biliyor musunuz?

1994’te göreve geldiğinde belediye meclisini saygı duruşu yerine Kuran-ı Kerim okutarak açtıranın; Atatürk'e saygı duruşunu ‘‘sap gibi durmak’’ benzetmesiyle yorumlayanın; ‘‘Hem Müslüman, hem laik olunmaz’’ ve ‘‘Demokrasi bizim için araçtır’’ diyenin; doğum kontrolünü savunanları vatana ihanetle suçlayanın; İBDA-C davasında yargılanmış, hüküm giymiş kişilere belediye şirketlerinde iş verenin; irticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şûra kararlarıyla TSK ile ilişkisi kesilenlere kucak açanın; uluslararası köktendinci ‘‘Müslüman Kardeşler Örgütü’’ temsilcilerini, belediye şirketi Ulaşım AŞ'nin parasıyla beş yıldızlı otellerde ağırlayanın ve kendisini İstanbul'un imamı ilan edenin kim olduğunu biliyor musunuz? (Mehmet Bölük'ten)

(Kopya: ‘‘İslami terör tanımı kanıma dokunuyor’’ diyen siyasetçinin kim olduğunu bilirseniz, yukarıdaki eylem ve sözlerin sahibini bulabilirsiniz.)

Mesaj Panosu

HALICILIK
ile ilgili yazdığınız köşenizi okudum ve bu konuda yazılabilecek daha çok acı gerçekler var. Ben tam anlamıyla bir halı üreticisiyim. Öyle köyde kızlara halı dokutup üç kuruşa ellerinden almıyorum. Kendi atölyemde insan istihdam ederek bu işi layığıyla kupon üretimlerle yapıyorum. Bu konuya ilgi duyanlarla görüşmek istiyorum. (0232) 892 15 82

Şefik KAŞIKÇIOĞLU İZMİR

GÜNÜN SÖZÜ

‘‘Birinci olaydan hemen sonra yaşanan ikinci terörist saldırı, istihbarat açığımız olduğunu gösteriyor.’’

(Eski Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk)
Yazının Devamını Oku

Hizbullah’ın arşivi nerede

26 Kasım 2003
<B>TEMPO'</B>nun yarın çıkacak sayısının kapağında <B>‘‘İslamcı terörde ürperten soru: 15 bin Hizbullah militanı nerede?’’ </B>başlığı yer alıyor. Hizbullah konusundaki araştırmalarıyla tanınan Mehmet Faraç, Hizbullah arşivinin nerede olduğunu soruyor.

Ne yazık ki, PKK'ya karşı savaşmak için Hizbullah'a kimlerin destek verdiği sorusunun yanıtını kimse veremiyor.

Terörle savaşmaktan söz etmek yetmiyor; ismini koymak gerekiyor.

İçişleri eski Bakanı Sadettin Tantan, devletin ortak ulusal güvenlik arşivinin olmadığını belirterek, ‘‘MİT'in, Emniyet'in ve ordunun ayrı ayrı olan arşivlerinin bir araya getirilmesi konusunda bir yasa tasarısı hazırladıklarını, ancak Meclis'ten geçiremediklerini’’ söylüyor.

Türkiye 'düşman'la karşı karşıya... Önceden planlandığı belli olan bu saldırılara karşı neden önlem alınmıyor?

Erdoğan, iki gündür yaptığı açıklamalarda ‘‘İslam'ın adını terörle anmaya kimsenin hakkı yoktur’’ sözcüklerini yineliyor.

AKP hükümet üyelerinin sık sık 'akıl danıştığı' Korkut Özal, Hulki Cevizoğlu'nun programında ‘‘İslamcı terör’’ deyiminin yerine 'Müslüman kişilerin yaptığı bir eylem'' denmesinin daha doğru olduğunu savunuyor.

Özal'a göre; ‘‘El Kaide, bir markadır, ancak bir gücü yoktur.’’

Erdoğan
da BBC ile yaptığı söyleşide ‘‘El Kaide bir holdingdir’’ ifadesini kullanıyor.

İki ucu açık tanımlamalar bunlar; istediğin yöne çek.

DR. MANAZ VE ÖZAL FARKI

Siyasal İslam uzmanı, araştırmacı-yazar Dr. Abdullah Manaz ise Özal'ın görüşlerine katılmıyor. 'Ana temel' anlamına gelen El Kaide'nin bir üst yapı örgütü olduğunu ifade ediyor ve 'çöktüğü' iddialarına katılmıyor.

İstanbul'daki terör olayında önümüzdeki günlerde Hizbullah artıklarının ortaya çıkabileceğini söylüyor. Manaz'a göre, El Kaide, radikal İslamcı örgütlerle işbirliği kuruyor; onlara daha çok lojistik ve para desteği sağlıyor; Amerikan ve İsrail'i hedef aldırıyor.

Korkut Özal ise ‘‘Terörün arkasında ABD ve İsrail'in olduğunu’’ öne sürüyor.

Evet, düşman olan bir güç var ama adı nedense konulmuyor, konulamıyor.

Neden?

'Terör' denince sadece PKK ve ASALA'yı mı anlamak gerekiyor?

Yıllardır canımız yeterince yandı.

Bazı okurlarımız, ‘‘Son kanlı eylemlerin adı konulmazsa, açık açık söylenmezse düşmanın kim olduğunu nasıl bileceğiz’’ diye soruyor.

Beş gün arayla 54 can alan ve yüzlerce yaralı bırakan 'o düşman' örtbas edilmek istenirse terörle nasıl mücadele edilecek?.. Korkuyu canlı tutmak kime fayda sağlayacak?


Hikmetyar nerede?


EMİN Çölaşan, ‘‘İşte size hükümetin TRT Genel Müdür adayı’’ (23.11.2003) başlıklı yazısında Şenol Demiröz'ün Gülbeddin Hikmetyar'la Afganistan'da çekilmiş fotografını yayınladı.

Hikmetyar, 1985 yıllarında Türkiye'ye geldiğinde Tayyip Erdoğan'la çekilmiş fotografı da gazetelerde yayınlanmıştı.

Başbakan Tayyip Erdoğan, o zaman RP'nin İstanbul İl Başkanı'ydı.

Bu fotograf Star'da yer aldığında, 11.7.2003 tarihinde tepkisini şöyle dile getirmişti Erdoğan:

‘‘Afganistan'ın ulusal kahramanıdır; Afganistan'da bağımsızlık mücadelesinde yer almıştır. Bu fotograf İstanbul'da bir aile ortamında çekilmiştir. O zaman Hikmetyar, devlet katında da ilgi ve alaka görmüştür; daha sonra Afganistan'ın başına gelmiş bir insandır. Hikmetyar'a 'Taliban' diyenler şu anda bile Hikmetyar'ın Afganistan'da hangi konumda olduğunu bilemeyecek kadar bu işte cahildirler!’’

TALİBAN'IN YAKINI MI

28 Şubat öncesinde, Erbakan'ın uygulamalarına karşı ilk çıkışı yapan emekli general Osman Özbek ise yaptığı bir açıklamada ‘‘Milli Görüş'ün, Taliban ortağı olan Hikmetyar'ı finansa ettiğini’’ ileri sürüyor.

Halen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanı olan Şenol Demiröz, birlikte fotografının yayınlanması üzerine yaptığı açıklamada Hikmetyar'ı ‘‘Sovyet işgali altındaki Afganistan'da işgale karşı mücadele veren özgürlük savaşı liderlerinden biri’’ olarak tanımlıyor.

Hikmetyar Batı basınınca Kabil'de işgal sonrasında binlerce kişinin ölümünden sorumlu tutulmuştu. Nitekim, Hürriyet'te 17.10.2001 tarihinde yer alan bir haberde, Hikmetyar için ‘‘Makyajlı kadınların yüzüne kezzap attıran Hikmetyar, Usame Bin Ladin'in haksız yere suçlandığını belirtti’’ sözleri yer alıyor.

TÜRKİYE-HİKMETYAR

Okurumuz K.Ç. dün telefonda şunları soruyordu:

‘‘Zaman zaman Türkiye'ye gelen Hikmetyer'ın bir ara İran'da olduğu biliniyordu. Şimdi nerededir? Afganistan'a Türkiye'den giden İslamcı militanlar, kimlerin koruması altındaydı o zaman? Bunların Afganistan'daki eğitiminde Hikmetyar'ın parmağı var mıdır? Rusların işgalinde iken Amerika'ya karşı savaşan grupların lideri olarak Türkiye'den destek gören Hikmetyar'ı bugün hangi güçler koruyor? Geçmişte olduğu gibi Türkiye ile bugün ittifak halinde midir? AKP hükümeti ile ilişkileri var mıdır?

1981'lerden beri nereden nereye gelmişiz.

İslam Rönensansı

MİLLET Partisi'den yayınlanan bayram mesajında şöyle deniliyor:

Yurtta ve dünyada açlık, fukaralık, işsizlik, cehalet, adaletsizlik, baskı gibi sorunların altından kalkmak için Türkiye'nin liderliğinde İslam aleminin uyanması ve uyandırılması gerektiğini baş mesele olarak görüyoruz. İslam dünyasını kendi gizil imkanlarını ve hazinelerini, insanları beladan kurtaracak bir barış medeniyeti inşa etmekte kullanmaya çağırıyoruz.’’
Yazının Devamını Oku

Terörle mücadelede sınıfta kalmak

25 Kasım 2003
<B>ESKİDEN </B>güvenlik güçleri olayları meydana gelmeden önlemek için çaba gösterirdi, şimdi olayların faillerini bulma süresi başarı ölçütü sayılıyor anlaşılan. Sinagog baskınlarında kullanılan patlayıcı yüklü iki kamyonetin İstanbul'un en kalabalık semtlerinde rahatça nasıl dolaşabildiği, o kadar büyük miktarda patlayıcının nasıl ve nereden temin edilebildiği ve bütün bunlardan emniyet güçlerinin neden hiçbir haberi olmadığı hakkında bir inceleme, değerlendirme ve açıklama yapmaya gerek duyulmamıştır. Sadece Başbakan dahil bütün yetkililer olayları gerçekleştirenlerin kimliklerini süratle bulmayı marifet saymış ve bu olayları önleyemeyenleri, 'faillerini kısa zamanda buldular' diye övmekle yarış etmişlerdir.

Yeni mücadele yönteminde başarının ölçüsü bu olsa gerek!

Ama birkaç gün sonra yine İstanbul'un göbeğinde iki bomba yüklü kamyonet daha patlayınca takke düştü ve kel görüntü galiba... Yetkililer bilmiyorsa bile vatandaşlar şunu çok iyi bilmelidir; güvenlik güçlerinin asli görevi halkın can ve mal güvenliğini sağlamak ve olay çıkarılmasını, eylem yapılmasını önlemektir.

ESAS BİLGİ ALMAKTIR

Olayların çıkaranların yakalanması ikincil bir görevdir ve bu ikincil görevdeki sürat ve başarı asli görevin yapılmamış olduğu gerçeğini ve başarısızlığını asla değiştirmez.

Temel amaç önceden bilgi almaktır. Bunu başaramıyorsanız istihbarat birimleriniz iyi çalışmıyor demektir. İstanbul'daki son olaylara bakıldığında ise durum tek kelimeyle istihbarat birimlerinin iflası şeklinde tanımlanabilir.

Günümüz teknolojisinde bir olayın failini hele ölmüş failini bulmak çok kolay... Artık her yerde kameralar var ve olayları görüntülüyorlar. Olayları gerçekleştiren kişilerin görüntüleri bir film izleme süresi içinde güvenlik güçlerinin eline geçebiliyor. Geriye bu görüntülerin kime ait olduğunu tespit etmek kalıyor. Bu görüntüleri sabıka kayıtları ile karşılaştırma süresi içinde kimliklerin belirlenmesi mümkün. Eğer olay intihar saldırısı ise failler zaten ölmüş oldukları için kimlik belirlenince görev tamamlanmış oluyor. Bir de failin yakınlarından biri ile cesedin DNA karşılaştırması yapıldı mı, daha ne istiyorsunuz? Oh ne álá memleket.

ALARM ZİLİ ÇALDI

İlk patlamalar en azından ikincilerin bir alarm ziliydi ve bu yönde güvenlik güçleri alarm zilleri çalmasına rağmen, olayların gerçekleşmesini önleyememiştir. Bu kesin ve tartışılmaz bir başarısızlıktır.

Güvenlik güçlerinin istihbarat birimlerinin durumu süratle sorgulanmalı ve gerekli düzeltici tedbirler gecikmeksizin alınmalıdır. Yoksa müteakip patlamaların gerçekleşip gerçekleşmemesi sadece teröristlerin insafına kalmış demektir. Onu bunu suçlamak bu gerçekleri asla ortadan kaldırmaz. Hele güvenlik güçlerinden medyaya bilgi sızıyorsa bu bir güvenlik gücü için en büyük zafiyettir. Bu bilgiyi kamuoyu ile paylaşma sorumluluğunda olanları kamuoyuna şikáyet etmek ve zafiyeti örtbas etmeye çalışmak kadar büyük gaflet olamaz.

Uğur KURUCUK

Emekli Kurmay Albay


Şapka ve türban

BİR 'Devrim Yasası' olan 'şapka giyilmesi' ile ilgili yasanın 78. yıldönümü bugün... Günü hatırlatan tek kurum olan Kadın Araştırmaları Derneği yayınladığı bildiride, ‘‘karşı devrimcilerin Cumhuriyetimizin niteliğini belirten Devrim Yasaları'nın soluklarını kesip, laik düzeni ve ülke bütünlüğünü sarstıklarını’’ belirterek ‘‘Örneğin 78 yıl önce kurulan laik düzene karşı koymak için 'şapkayı' yadsıyarak direnenler, günümüzde 'türban' aracılığıyla direnmeyi sürdürüyorlar’’ diyor.

RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Bir Can Yücel şiiri

bir fasulye çimleniyordu

çiseledikçe yağmur.

koştum vardım ki yanına

anlasın ne nimet olduğunu

sen git yerine! dedi ayşa kadın

böyle kibar erkeyin ayağ'na

ben kendi ayağ'mnan gelirim

bu münasebeti görünce uzaktan

kıpkırmızı oldu biberiye

bayram nedir ki dedim kendi kendime

bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye

Magazin kültürü

PINAR Altuğ'
un ‘Çocuklar Duymasın’ dizisinden ayrılması ile ilgili olarak Pakize Suda'ya katılıyorum. Kadınların özel hayatlarının roldeki hayatlarıyla karıştırılması tam bir cahillik ve kültürsüzlük örneği... O zaman Tamer Karadağlı da eski sevgisiyle düğünden önce görüştüğü için kara listeye alınmalıydı.

Haluk'un, Duygu'ya uyguladığı erkek-kız farklı yaklaşımı yanlış olarak gösterilmiyor mu? Halkımıza doğru mesajlar verildiği zaman cahillik ortadan yok olacaktır. Zaten artık kabak tadı veren dizinin boykot edilmesini öneriyorum. Zaten Star kanalını Uzanlar'ın reklamını görmemek için hiç seyretmiyorum, daha iyi böylece bu kararımı uygulamak da kolaylaşır.

500 MİLYAR

Dünyanın en çok izlenen bilgi yarışması, artık bizde en az izlenen hale gelecek. Çocukların da severek izlediği yarışmanın saatinin neden 23.00'e alındığını anlayamıyoruz. Tabii Kanal D'ye isteklerimizi belirttik ama pek etkili olmuyor. Zaten 1960 İhtilali'nin Mayıs ayında yapıldığını bilemeyen genç tarih öğretmenlerinin, 'Yeni dünya' olarak adlandırılan kıtanın Amerika olduğunu bilmek için halka soran genç üniversite mezunlarının katıldığı 'Kim 500 Milyar İster' yarışmasının kalitesinin de giderek düştüğünü belirtmek istiyorum. Başta el çabukluğu gerektiren ön elemede hep gençler kazanıyor. Ancak maalesef genel kültürleri, yabancı dil ve Osmanlıca bilgileri de hiç yok. Bu eleme sisteminin değiştirilmesi gerektiği kanısındayım.

Prof. Nuriye AKEV

Biliyor musunuz

BAKIRKÖY Belediye Başkan adaylığı için CHP'de büyük bir çekişme başladığını; 9 yıllık ilçe başkanlığı ile adaylığı hak ettiğini söyleyen Diş Tabibi Akif Mahmut Yazıcıoğlu'nun; CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Sevigen'e yakınlığı ile bilinen oto bayii Sefa Birinci'nin; geçen hafta son anda Baykal'ın törenle partiye aldığı Naci Ekşi'nin ve ağırlıklı bir isim olarak eski Kaymakam Kadri Öner'in adlarının konuşulduğunu...

BÜYÜKŞEHİR Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın, Cidde Belediye Başkanı'nın davetlisi olarak bayramda yapmayı düşündüğü umre gezisini son olaylar nedeniyle ertelemek zorunda kaldığını...

Nasıl kıydınız

YEDİTEPELİ
şehrime nasıl kıydınız? Tırnaklarıyla, alın terleriyle bir yerlere gelmeye çalışan, tüm olumsuzluklara rağmen yaşama sevinci veren bir millete nasıl kıydınız?

Siz kimsiniz? ‘‘Din için dindaş öldüren mi?’’

Bize nasıl kıydınız?

Aslı SENDERİN
Yazının Devamını Oku

Sultanahmet'i tanıyamadım

23 Kasım 2003
<B>İSTANBUL'</B>un güzelliklerini yşmak için gecen cuma akşamı ailemle gittiğim <B>Sultanahmet'</B>te yaşadıklarım karşısında hayretler içinde kaldım. Babıali'den Sultanahmet'e aracımla 45 dakika çıkınca önümüz otopark mafyasınca yönlendirilmiş küçük çocukların 'en yakın otopark' haykırışlarıyla kesildi.

Meydanda gördüklerime inanamadım, orada tam bir tarih ihaneti yaşanıyordu. O meşhur meydan 3-5 çıkarcının yüzünden, rezil, sefil, korumasız bir durumdaydı. Tam bir keşmekeş; kurulan derme çatma barakalarda vergisiz ve denetimsiz ve de hijyenden yoksun satışlar yapılıyor, kimin ne yaptığı belli değil. ‘Dönere gel’, ‘Sucuğa gel’ sesleri Mavi Cami'den gelen ahenkli Kur'an sesini bastırıyordu. AB'ye girmek isteyen Türkiye'nin en gözde mekanındaki bu çirkin görüntüler karşısında irkildim.

Dikilitaş çevresinde kurulmuş lunapark tam bir rezalet, görmeniz gerekiyor. Sultanahmet ne hale getirilmiş!.. İnanılmaz bir rant ve çıkar kokusu aldım. Barakaların bazılarında Eminönü Belediye Başkanı Lütfü Kibiroğlu'nun -SP Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğu yazılıyor.Y.B.- resimleri vardı. Bu rezalete ortak olduğu için kendilerine teşekkür ediyorlardı.

Çok yazık çok...

Halit KÜÇÜKALİ-İSTANBUL

Internetle uyandılar


‘POLİSİN, PKK sonrası Hizbullah'a yönelik tasfiyesini takiben alt kadrolar açıkta kalmış ve örgütlenmeye yönelik beklenti suresini uykuda geçirmişlerdir.

Bu kadrolar lise düzeyinde, örgütlü-eğitimli ve internet kullanmya yatkın çok genç kişilerden oluşmktadır. Polisin, Hizbullah'ın üst kadrolarını tavsiye etmesinden sonra yerel düzeyde örgütlü bu kişiler 'İkizkule' saldırısının da etkisiyle El Kaide'ye sempati duymuş ve onlarla ilişkiye geçmiştir. El Kaide içerisinde etkin ve söz sahibi olmak amacıyla El Kaide ile koordineli söz konusu 4 eylemi gerçekleştirmiştir. Uzun süren El Kaide ilişkisi kurulması süreci ve icazetin çıkması ile artık mevcut Hizbullah nüveleri El Kaide merkezli örgütlenmeye gitmektedirler. Örgütün en yoğun bulunduğu illerin başında Bingöl gelmektedir. Söz konusu birim Türkiye sathında kitapevleri ve internet cafeleri aracılığıyla örgütlenmekte ve dış dünya ile temas kurmaktadır.’’

Bir e-mail grubundan gelen bu bilgiler şaşırtıcı değil mi?

Çelik’in ‘ant’ açıklattırması


MİLLİ Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, kendisine yönelik eleştirileri, 'Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı' imzasıyla gönderttiği açıklamalarla yanıtlatıyor. Ancak gönderdiği yazıda imza ve isim yok. Peki Talim ve Terbiye Kurulu'nun Başkanı Ziya Selçuk imzasını neden attırtmıyor? Gelen açıklamada şöyle deniliyor:

‘‘'Bakan Çelik'in amacı nedir?' (19.11.2003) başlıklı yazınızda ‘Bir Alman, bir İngiliz, bir Fransız her sabah Türküm, doğruyum, çalışkanım, demek zorunda mı?' şeklindeki Sayın Bakan'a ait sözler tamamen çarpıtılarak yorumlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi ve özel bütün kurumlarında Eylül 2003 tarih ve 2552 sayılı Tebliğler Dergisi'nde yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği'nin 12. maddesine göre, her gün derslere başlamadan önce öğretmenlerin gözetiminde öğrenci andı söylenmektedir. Aynı maddenin son fıkrasında ‘Yabancı uyruklu öğrencilerin andını söyleme zorunluluğu yoktur' denilmektedir.

Sayın Bakan'ın öğrenci andı ile ilgili söyledikleri tamamen bu yönetmelik çerçevesindedir. Yabancı uyruklu öğrenci velilerinin ilettikleri çok sayıda dilekçe böyle bir değişikliği zorunlu kılmıştır. Ülkemizde bulunan yabancıların bu andı söylememelerinden daha doğal bir şey olamaz. Hangi mantıkla yabancı uyrukluların bu andı söylemelerinin savunulduğunu anlamak mümkün değildir.

Gazetecilik, mevcut verileri somut ve objektif biçimde yansıtmaktır. Kendi ürettiği senaryoyu başkasına mal ederek muhatabın söylemediğini hatta aklının köşesinden bile geçmeyen şeyleri ona aitmiş gibi göstermek, gerçeği çarpıtan düşünceler üretmek gazetecilik olamaz. Olsa olsa iyi niyet mahsulü olmayan zorlama bir yakıştırmadır. Sizin bu yazınız, Napolyon'un ‘Bana yorumlanması mümkün olmayan bir kelime getirin, onu yorumlayarak sizi idam edeyim' demesini hatırlatıyor.

ATATÜRKÇÜ BAKAN

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilkeleri, hedefi, vizyonu büyük Atatürk tarafından çizilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı gibi büyük sorumluluk gerektiren bir makamda olan Sayın Bakan ve Milli Eğitim mensupları bu vizyon doğrultusunda cumhuriyetimizi yüceltmek ve çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne sözle değil icraatla çıkarmak için büyük bir gayret içerisindedirler. Oraya konulan performansı, meydana gelen olumlu gelişmeleri çekemeyenlerin bazı ortak paydalarımızı istismar ederek birtakım gayretlerin içinde olmaları, elbette kamu vicdanında çok iyi değerlendirilmektedir.

Bu düşünceler içerisinde, gazetecilikte objektif olmanın etik bir zaruret olduğunu hatırlatır, bu vesileyle çalışmalarınızda başarılar dileriz.’’

Bakan Çelik hem anlamsız bir şekilde tartışmayı başlatıyor, sonra tevil yoluna sapıyor; ardından da açıklama yapıyor. Biz de inanıyoruz!

Aile mahkemeleri


YENİ çıkarılan bir kanunla, boşanma, velayet, nafaka gibi davalara bakmak üzere aile mahkemeleri kurulmuş bulunmaktadır. Ancak, halen Asliye Hukuk Mahkemeleri'nde görülen bu neviden bütün davaların tamamının yeni kurulan, kısıtlı sayıdaki aile mahkemelerine devredilmesi üzerine, büyük bir kargaşa yaşandığı, davaların uzamasına sebebiyet verildiği gibi, halen de duruşmalar 6 ay sonrasına atılmaktadır. Örneğin, Ankara'da 32. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından görülen işbu davalar, yeni kurulan 7 adet Aile Mahkemesi'ne devredildiği cihetle bu gecikmelere sebebiyet verilmiştir.

Halbuki, yasaya eklenecek bir hükümle ‘‘Halen görülmekte olan davaların mahkemesinde, ancak yeni açılacak davaların Aile Mahkemesi'nde görülmesi’’ öngörülseydi veya yeterli sayıda Aile Mahkemesi kurulsaydı, bu durum ortaya çıkmazdı. Dolayısıyla, bu mahkemelerde davası olan, binlerce kişi ile Avukatlar ve Yargıçlar mağdur olmazlar; ‘adalet' gecikmezdi. Bundan sonrası için tek çıkar yol, aile mahkemelerinin sayısını çoğaltmak veya geçici bir hükümle, davaları eski mahkemelerine iade edip, yeni açılacak davaları bu mahkemelere vermektir.

Av. M. Nadi ÜNAL

Biliyor musunuz?


BAYRAM tatilinde KKTC'ye THY'nin (iki sefer) 325; KTHY'nin de (4+2=6 sefer) 183 dolara yolcu taşıdığını, kumar turuna gidenleri Sibel Can, Nilüfer, Serdar Ortaç, Selma Güneri ve Nadide Sultan'ın eğlendireceklerini...

Biliyor musunuz?

DANIŞTAY'ın, Mersin'nden merkeze atanan Akif Tığ içi yürütmeyi durdurma kararı verdiğini...

ŞİŞLİ Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün Amerikan Hastanesi'nde minisküs ameliyatı geçirdiğini...

MESAJ


C-4 patlayıcı dendi, gübreye dönüştü patlayıcılar. Saldırıyı El Kaide mi, Hizbullah mı, TC merkezli taşeronlar mı yaptı? Hep kafalar karıştırıldı. Bu işin dibine inecek bir cesur yürek yok mu bu memlekette. Ne hale getirildi, Ulu Önder'in bize emaneti cumhuriyetimiz!

Haluk ARGUN

SÜLEYMAN Demirel'
e kızardım ama en azından bu gibi olaylarda halkı moralman düzeltirdi; olay yerine gidip inceleme yapar, devletin var olduğunu hissettirirdi. Cumhurbaşkanı Sezer ise halkın en önemli, en acılı günlerine yok. Cumhurbaşkanı, yapması gereken yorumları bile başdanışmanına yaptırıyor? Cumhurbaşkanı'nı arıyoruz?

N.TANZA

GÜNÜN SÖZÜ


‘‘İslamcı terör vardır; kimse bunu perdelemeye kalkmasın.’’

(SHP Genel Sekreteri Fikri Sağlar)
Yazının Devamını Oku

Siyaset yok ticaret var

22 Kasım 2003
<B>EKONOMİ </B>konularında uzman bir dostumuz, <B>Irak'</B>ın geleceği konusunda şunları anlatıyor: ‘‘Artık iyice açığa çıkıyor... Önümüzdeki kasım ayındaki seçimlerden önce ABD, Irak'tan çekilecekmış. Bu haziran ayı olarak da telaffuz edildi. Nitekim Irak'ta durumun düzeltilmesi için somut adımlar atıldığı dikkat çekiyor.’’

Muhatabımız, burada model ülkenin Türkiye olduğunu, ancak bugünkü Irak'ın bu profile uygun olmadığını belirterek şunları anlatıyor:

‘‘Bu değerlendirmeyi İsrailli bir grubun kurduğu JINSA başta olmak üzere bazı think-tank kuruluşları ortaya atıyor. Buna göre en yatkın çözüm; Irak'ın Bağdat'a kadar olan kuzey bölümünü İsrail ve Türkiye'nin de içinde bulunacağı yeni bir konseptle yan yana getirmek... Bunun gerçekleşmesinde en önemli adımlardan biri Talabani'nin Türkiye'ye gönderilmesi ile atıldı. Talabani'nin ‘‘Artık ticaret yapalım’’ açıklaması da bu projenin açığa çıkan bir yüzüdür.’’

Evet, Talabani'nin ticaret dışında başka şeyden söz etmemesi ilginçti.

- Bu teze göre artık Türkiye, Irak üzerinde daha egemen olacak. Dolayısıyla İran, Suriye hatta Rusya, daha da genişletirsek ABD'nin bölgeye girmesinden önce bölgede söz sahibi olan Almanya, Fransa'nın orta vadede bundan zarar görmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durumdan kazançlı çıkacaklar bellidir: ABD, İngiltere, Türkiye, İtalya ve İspanya.

Gül’e zor sorular


IRAK'ın Tikrit kentinde bir Iraklı'ya hakaret eden, fiili saldırıda bulunan ABD'li bir yarbay yargılanıyormuş. Darısı, çuvalcı Albay Mayville'nin başına!..

ABD, nihayet hukuku Irak'ta hatırladı. Ama vurduğu bizim 'Muavenet' zırhlısında şehit olanların ailelerine tazminatı neden hálá ödemiyor; davayı yokuşa sürüyor?

Irak Geçici Yönetim Konseyi Başkanlığı'nı dönemsel olarak yürüten Talabani yine Türkiye'ye geldi. İki kez, bayrağımızı yakanlara ne işlem uygulandığı soruldu mu? Yanıtı, doyurucu ve dolgun oldu mu?

N.K.-ANKARA

Göztepe'deki kamyon ne oldu?


HİZBULLAH'ın eylemleri konusunda yazdığı kitaplarla tanınan Mehmet Faraç'ın, dün köşenizdeki polis telsizlerinde 24 Ekim günü geçen Göztepe'deki 06 plakalı kamyonetin, Neva Şalom'da patlayan aynı araç olduğu konusundaki iddiası üzerine birçok okurumuz aradı:

‘‘Polis bu aracı neden izlemedi? Bu durum göz ardı edilecek bir ihmal değil mi?’’ diye benzer sorular yönelttiler Emniyet yetkililerine.

Ancak polis suskun, neden!

İstanbul'dan Ayhan Bülbül ise şunları yazıyor:

‘‘Sinagog saldırılarından sonra teröristleri ve araçları sağlayan kişilerin kimliklerini tespit eden istihbarat birimlerini kutlamak gerekir. Ne var ki, önemli olan, olayların meydana gelmeden çözümlenmesidir. Ne var ki, yaşadığımız son olaylar ürkütücüdür. İran, Afganistan, Bosna ve Gürcistan'a girip çıkan faillerin izlenmemesi olumsuz bir örnektir. AB'nin 'uyum'ları gereği insan haklarına sığınılması, bu nedenle izlenememe mantığı geçerli değildir.

Tiyatronun ilk şehidi


NTV'de seslendirmeye giderken HSBC binası önündeki patlamada ölen tiyatro sanatçısı Kerem Yılmazer için TV programcısı Oğuz Haksever ‘‘Bizim ilk tiyatro şehidimizdir’’ dedi. Arkadaşları onun sanatçılığı yanında beyefendiliğini de ortaya koydular söyleşilerde. Programlar, belgeseller artık ‘‘beyefendisiz kaldı’’ dediler.

Bir başka tiyatro sanatçısı Nedim Saban da, terör kurbanı Yılmazer'in adının Şehir Tiyatroları'na ait Gaziosmanpaşa, Ümraniye ya da Harbiye Cep Tiyatrosu'na verilmesi konusunda yönetmen Can Doğan'ın önerisiyle bir kampanya başlattıklarını bildirdi.

Saban şöyle diyor:

‘‘Bu kampanya sayesinde, terörü unutmayıp, talihsiz olayları sanatın ışığıyla yeni kuşaklara olumlu bir mesaj haline dönüştürmeyi hedefliyoruz. Bu yolla toplumumuzu kurban psikolojisinden kurtararak, teröre karşı da yapılabilecek bir şeyler olduğunu hatırlatabileceğimizi ve genç kuşaklara umut aşılayabileceğimizi düşünüyoruz.’’ (0212-230 16 18)

Yılmazer'in cenazesi bugün Teşvikiye Camii'nde kılınacak öğle namazından sonra toprağa verilecek.

Partizanlık terörü engellemez


TÜRKİYEMİZDE iktidarı eline geçiren AKP'nin ülkenin yetişmiş kadrolarını nasıl partizanca bir tutumla yerle bir ettikleri ortadadır. Terörle mücadele, yetişmiş kadro ve ekiple yürütülür; AKP bunu bilmiyor mu? Ancak güvenlik birimlerini de kendi adamları ile doldurmuşlardır.

AKP iktidarına partizanca tutumdan dolayı dur demenin zamanı gelmiştir. Ya bu işleri adam gibi yapacaksınız ya da şapkanızı alıp gideceksiniz.

Bu ülkede yapılan yanlışların karşısında sadece Cumhurbaşkanı mı tek başına duracaktır? %34 oy almak ülkeyi yönetmeye yetmeyebilir. İktidar olmak 360 milletvekiline sahip olmak da değildir.

Türk ulusu bu terörün de üstesinden gelmesini bilecektir; yeter ki etkin ve bilgili kadrolarla oynanmasın.

Seçkin YALNIZKURT Hamburg-ALMANYA

İran ve Araplar Türkiye’ye hem özenir hem kıskanır


YOBAZLIĞA ve bölücülüğe çanak tutanlar iktidarda kaldıkları sürece bu tür insanlık dışı faaliyetlerin arkası kesilmez.

İmam hatip okulları bizim ‘‘arka bahçemiz’’ diyen anlayış ürünlerini toplamaya başlamış; baksanıza vekil imamlık sınavında üniversiteli İlahiyatçılara göre lise seviyesindeki İmam Hatipliler tercih edilmiş.

Toplum olarak yapacağımız ilk iş önce tarikatın kucağına düşmüş kızlarımızı ve kadınlarımızı İran modası tesettürden kurtarıp uygar cumhuriyet kadını kıyafetine kavuşturmaktır...

Buna da ilk önce Başbakanımızın, Meclis Başbakanımızın ve Dışişleri Bakanızızın eşleri öncülük etmelidir.

İslamiyet'te bir devrim olacağından Türkiye'yi kimse tutamaz.

İran ve Mısır'da da neler olabileceğini görürüz.

SPD'den Avrupa Parlamentosu'na üye seçilmesi beklenen turizmci Vural Öger'in aşağıdaki sözleri ne kadar çarpıcıydı: ‘‘Arap ülkeleri Türkiye'yi laik cumhuriyet rejiminden ötürü kıskanırlar ve içten içe hep bize özenirler.’’

Doğru söze ne denir?

İnci KOÇ-VİYANA

Biliyor musunuz?


TARIM ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün, 2003 yılına ilişkin doğrudan gelir desteğinin ilk taksidinin aralık ayında ödeneceğini bildirdiğini...

ŞANLIURFA'nın 10 yıllık belediye başkanı Ahmet Bahcıvan'ın ‘‘Benim AKP'ye geçmem veya yakınlaşmam söz konusu değildir; çünkü Saadet Partisi 2004'te ayağa kalkacaktır’’ dediğini...

Biliyor musunuz?

MESAJ


TERÖRÜ gerçekleştirenlerin içeriden-dışarıdan olsun 'İslami şeriat' ve şiddet ideolojisini savunan kimseler olduğu göz ardı edilmemeli, çağdışı bu anlayışlara karşı kesin ve net tavır alınmalıdır.

Ercan KARAKAŞ-SODEV Başkanı

TOPLUMSAL meselelere karşı örgütlü duyarlılığımızı artırmalı; yöneticilerimizin de küresel gelişmeleri daha dikkatli izleyip analiz etmeleri gerekmektedir.

Tuna BEKLEVİÇ
Yazının Devamını Oku

Ya deprem olsaydı

21 Kasım 2003
<B>LEVENT'</B>teki binanın 8. katında asansör beklerken derin bir patlama sesi duyarsanız ne yaparsınız?<br><br>Doğal olarak irkilir, hemen dışarı bakarsınız.<br><br>Öyle yaptım. Baktım; yeni açılan alışveriş merkezi 'Metrocity' yönünden bir duman yükseliyor.

Eyvah, yine bomba, yine dehşet!..

Saat 10.56.

Hemen aşağıya indim; herkes şaşkın bakışlarla ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Telaşlı koşuşmalar arasında bazısı olay yönünden geliyor; bazısı da oraya doğru gidiyor.

Zincirlikuyu yönüne doğru hızla adımlarla yürürken; 4. Levent metro istasyonu yakınlarına uzaktan gelen bir patlama daha duyuyoruz. Gültepe üzerinden dumanlar yükseliyor.

İki kilometre yürüdükten sonra Metrocity'nin karşısında camgöbeği rengte HSBC (Demirbank) binası adeta havadan bombalanmış gibi... Aynı geçmişteki Beyrut veya şimdiki Çeçenistan'daki görüntüler.

METROCİTY'NİN YÜZÜ AKTI

Metrocity
mağazlar sorumlusu (teknik) Umut Korkmaz, ‘‘Biz çarşıyı boşalttık; şükür can kaybımız yok’’ diyor sevinerekten... Ancak binanın dış yüzündeki kaplama sanki 'akmış', yukardan pencere ve cam kırıkları yere düşüyor zaman zaman.

Kaldırımdan karşıdaki HSBC'nin önüne geçiyorum; patlayan su borusu 3. kattan akıyor. Maslak yönüne gitmekte olan 20 aracın hangi marka olduğu tespit dilemez durumda; herşey kırık dökük; enkaz halinde. Bir polis bağırıyor; ‘‘Doğalgaz kesildi mi?’’, İGDAŞ'tan olduğu anlaşılan biri ‘‘Tamamdır’’ diyor.

Binanın arkasında İSKİ'nin su deposu var; Allahtan onda bir hasar yok. Ya o da patlasaydı!

17 AĞUSTOS GİBİ

Cep telefonları çalışmıyor; hiçbir yerle iletişim kurulamıyor; çıldırmamak mümkün değil... Aynı 17 Ağustos depreminde olduğu gibi...

Bu bir deprem provası sayılabilir mi? Hele deprem kabusu yaşayan bir kent için hem de ciddi bir alarm...

Saat 11.33 oluyor.

Trafiği aşabilen iki itfaiye ve birkaç ambulans geliyor.

Aynı caddedeki İran kökenli 'Bank Mellat' bankası da harabe halinde; SSK Dispanseri ve komşu apartmanlar da...

Bir polis, itfaiyeciye sesleniyor: ‘‘Halil Taşköprü adlı vatandaş asansörde kalmış; babasına cep telefonu ile haber vermiş; o da bizi arıyor.’’

YANGIN MERDİVENİ KURTARDI

Bazı itfaiyeciler hemen HSBC'nin arka tarafından binaya girmeye çalışıyor. Öğreniyoruz ki, tavanları çöken katlardan 450 çalışanı yangın merdivenlerinden kendilerini dışarı atabilmişler. Çoğunun dili tutulmuş gibi konuşamıyor.

Plakalarını 34 VE 9900, 34 UP 3501, 38 AF 890 olarak saptadığımız araçlar kavrulmuşlar... Daha ileride iki adet 4x4 de aynı durumda. Birinin bagajından etrafa greyfurtlar dağılmış.

Az ötede naylonla örtülmüş bir cesedi işaret ediyor polis; ‘‘Aman dikkat edin’’ diye; insanın morali bozuluyor.

11.30'larda bir helikopter Levent'in üzerinde dolaşmaya başlıyor.

Biri uyarıyor ‘‘Şu arabanın sinyali çalışıyor; akü patlayabilir.’’ Hemen müdahale edilip bağlantı kesiliyor.

Yine heyecanlı bir ses; ‘‘Beyler bu araçta da bir ölü var!’’ diyor. Evet başında saç olmayan bir kurban; belki değerli tiyatro sanatçısı Kerem Yılmazer'di bu.

Ortada bir sessizlik hüküm sürüyor; kimse ne yapılacağını bilmiyor. Belki de kanıtların toplanması; belki de amirlerin talimatı bekleniyor.

BÜYÜKŞEHİR'İN ARAÇLARI NEREDE

Ve 11.45'lere doğru sivil bir görevli ‘‘Buradan uzaklaşın, HSBC binası çökebilir’’ diye uyarınca Zincirlikuyu Mezarlığı'nın duvarına çekiliyoruz.

Artık resmi ve sivil polis ekipleriyle Levent kontrol altına alınabiliyor. Herkes yakınlarını merak ettiğinden Levent'e yığılmış artık. O 'meraklı' kalabalığa da ne söylenebilir ki!.. Özellikle de annelere...

Büyükşehir Belediyesi'nin, depreme karşı Kağıthane'de kurduğu 'Afet Koordinasyon Merkezi'ndeki teknoloji harikası güzelim araç ve gereçlerin hiçbiri henüz gelmiş değil.

Beyoğlu'nda İngiliz Büyükelçiliği'nde ikinci patlama ekipleri daha da çaresizliğe sevkediyor. Endişeli yüzler... ‘‘Kadıköy'de de patlama varmış..’’...‘‘Teyzemler Tarabya'da duymuşlar’’ vs. biçiminde yayılan spekülatif haberlerin gerçek olmamasını diliyor.

LEVENT ESNAFI MAHVOLDU

Özel ambulanslar gereksiz sirenleriyle Levent Çarşısı'na dalıyorlar.

Onları yönlendiren kimse yok; trafik karmaşası devam ediyor.

11.55'de bir askeri ambulans da geliyor.

Bir polis, arkadaşlarına, 100 çevik polisin trafiği aşmak üzere olduğunu ve sahanın ondan sonra kontrol altına alınabileceğini iletiyor.

Levent'teki Şirvan kebapçısından başka Levent Çarşısı içindeki dükkanların çoğunun camları inmiş... Bu arada ağlayan bir genç panik içinde HSBC'de çalışan kardeşinin sağ olup olmadığını soruyor. Ve onu az sonra bulup hanhıraç biçimde 'Mustafa' diye haykırdığı abisiyle kucaklaşıp donup kaldıklarına tanık oluyoruz.

Sabırlı insanlar kabusu yenmeye başlıyor. Bir kentin düzensizliğine, trafik rezaletine, insanların özensizliğine, duyarsızlığına, özensizliğine ve ihmalkarlığa karşın lanetler yağdırıyorsunuz

Kime mi? o canilere karşı! Sinmeyelim, korkmayalım, dirençli olalım, güven duygusunu hiçbir zaman kaybetmeyelim. Biz bu zorlukları elbirliğiyle aşarız; elimizi kolumuzu bağlatmayız.

Hizbullah’ı AKP affetti

ORTADOĞU kökenli bir örgüt olan Hizbullah'la ilk büyük mücadele İçişleri Bakanı Sadettin Tantan döneminde başladı.

2000 yılında 3.355 örgüt mensubu yakalandı. 2001'de 1.596, 2002'de ise 710 kişi yakalandı. AKP döneminde ise yakalananlar 200'ü bulmuyor.

Acaba operasyonlarda bir gevşeme-yumuşamı mı oldu? AKP'nin, CHP'nin tepkisine karşın çıkarttığı 'Eve Dönüş Yasası'ndan yararlanan 100 kadar Hizbullah militanı dışarı çıktı; 400 kadarının da dilekçeleri inceleniyor.

Yeni teröre dikkat

HİZBULLAH örgütünün çökme sürecine girdiği 17.1.2000'den önce ve sonra yazdığı ‘‘Kod Adı Hizbullah’’ ve ‘‘Batman'dan Beykoz'a- Hizbullah'ın Kanlı Yolculuğu’’ adlı kitapları ile dikkati çeken Cumhuriyet Yurt Haberler Servisi Şefi Mehmet Faraç ‘‘Kaos yaratmak için eyleme hazırlanan bir sürü hücre örgüt, her an yeni şeyler yapabilir’’ dedi.

Faraç'la konuşuyoruz:

İstanbul'da seyyar bomba dolaşıyor diyorsunuz.

- Militanlar kaç İsrail ve ABD hedefi için plan yapıyorlar. Hücre çöktü mü, ayakta mı? Polis bu soruna yanıt bulduğunda başta İstanbul olmak üzere büyük kentler nefes alabilecek, dedim. İşte yanıtı bugünkü (dünkü) eylemlerle geldi. Görülüyor ki, hücre ayakta ve başka hücreler de var aramızda. Bunun için AKP'nin emniyet içindeki kadrolaşmasına bakmak gerekiyor. En az 20 yıllık terörle mücadele deneyimi olan insanlar nerede?

Sinagog patlamalarının ertesi günü (pazar) ‘‘Direksiyonda kim vardı?’’ diye sormuştum. Ve 24 Ekim günü öğle saatlerinde polis telsizlerinden Göztepe Taşmektep Sokak'taki sinagogun yanında 06 plakalı bomba yüklü bir araçla ilgili anonslar yapıldığını yazmıştım. Ne yazık ki bu araç, Neva Şalom'da patlayan aynı araç çıktı. İstihbaratla ilgili sorun burada çıkıyor. Acaba yeterli takip yapılamadı mı?
Yazının Devamını Oku