15 Şubat 2005
<B>TEKEL’</B>de, Tokat Sigara Fabrikası için <B>Ispanya’</B>nın <B>MTS </B>firmasından alınan kutulu paketleme makinesinin <B>leesing </B>suretiyle alımı konusu gündemden düşmüyor. Ankara 1. İdare Mahkemesi ile Bölge İdare Mahkemesi’ne yapılan iki itirazın da reddedilmesi üzerine Tekel yönetiminin soruna ‘çıkış’ yolları aradığı ortaya çıktı. Nitekim bu konuda AKP hükümeti yeni bir yasa değişikliği ile Tütün Üst Kurulu’nun ‘2. el’ olduğunu tespit edip reddetmiş olduğu makineleri kabul ettirmek için hazırladığı yasa tasarısı Bütçe Plan Komisyonu’nda ele alınmaya başlandı.
‘Ben yaptım oldu zihniyeti’ ile yasaları hiçe saymanın ilginç öyküsünü yeniden özetliyoruz:
(Bilindiği gibi özelleştirme arifesindeki Tekel’in 5 sigara fabrikası için son teklif verme tarihi 18 Şubat’ta sona eriyor.)
İHALE AÇLIYOR
Yaklaşık 2.5 yıldan beri Tekel’in başında bulunan Genel Müdür Sezai Ensari kendisinin ifadesiyle ‘Tekel’in satış fiyatını yükseltmek’ amacıyla, kutulu sigara kapasitesini arttırma bahanesiyle yatırım programında olmamasına rağmen kutulu makine ihalesi yapıyor. (Ödeneği olmayan işin ihalesinin yapılamayacağı hükmüne rağmen...)
Yurtdışındaki altı firmaya 25.6.2004’te ‘Türkçe’ şartname gönderilerek tekliflerin 9.7.2004’e kadar gönderilmesi isteniyor. (Bu kadar sürede Türkçe’den İngilizce’ye yurtdışında tercüme yaptırmak kolay mı?) Bunlardan sadece dünyada ‘ikinci el’ sigara makinesi üreten ikinci büyüklükte olduğu bilinen İspanyol MTS’den başka katılan olmuyor ihaleye...
Nedense bir teknik heyet gönderilmezken, sadece Genel Müdür Ensari ile Sigara A.Ş. Genel Müdürü Mehmet Saysel, İspanya’da fabrikayı ziyaret ediyorlar.
MOLİNS’IN TEKLİFİ
İhale, 4734 sayılı İhale Yasası’nın 21/b maddesine göre yapılıyor; yani ‘doğal afetler, beklenmeyen ve idare tarafından öngörülmeyen olayların ortaya çıkması’ gerekçe gösteriliyor.
Ve 8 makinenin siparişi (adedi 1.7 milyon Euro) veriliyor. Ne yazık ki, 1.7 milyon Euro’ya alınan bir makinenin aynısını İngiliz Molins firmasının Beyaz Rusya’ya (Belarus) 764 bin dolara teklif ettiği anlaşılıyor.
Böyle büyük bir alımda gerekli araştırma neden yapılmıyor?
Mektup yazılan firmaların ‘Biz şartnamenizdeki yeni makineleri üç ayda veremeyiz’ demesi ilginç değil mi?
Daha da ilginci...
TEKEL Genel Müdürü Ensari bu fiyat farkını belirttiğimiz 11.1.2005 tarihli yazımıza gönderdiği cevapta şöyle diyor:
‘... Bu makinelerin kiralanması sürecinde bağlı ortaklığımız Kıbrıs Türk Tütün Endüstrisi Ltd. Şti tarafından yapılan araştırmalar esnasında FOCKE (Alman) firması tarafından 2.8 milyon Euro talep edilirken, aynı şirket (KKTC) yukarıda da ifade edildiği üzere MTS (İspanyol) firmasından 1.1 milyon Euro bedelle alımları gerçekleştirmiştir.’
Oysa elimize geçen Molins (İngiliz) firmasının KKTC için yapmış olduğu teklifte vermiş olduğu fiyatın 733 bin sterlin olduğu dikkat çekiyor.(Belgesi elimizde.)
Ensari nedense bu tekliften hiç bahsetmiyor.
SORU ÖNERGESİ VE UNAKITAN
Bu arada DYP Iğdır Milletvekili Prof. Dursun Akdemir şaibeli alımla ilgili olarak verdiği soru önergesinde, bu makinelerin ‘2. el’ olup olmadığını soruyor. Maliye Bakanı Unakıtan ise, ‘...makinelerin yeni ve kullanılmamış olması şartnamede bulunduğundan, bunun sorumluluğun firmaya (MTS) ait olduğu, bu hususun denetiminin Tütün Üst Kurulu olduğu...’ cevabını veriyor.
Tütün Üst Kurulu ilk makine gelince uzmanlarını muayene için Tokat’a gönderiyor. Uzmanlar, makinenin ‘eski ve kullanılmış’ (2. el) olduğunu rapor ediyor. Tekel ise Kurul’un yetkisiz olduğunu ileri sürerek İdare Mahkemesi’ne gidip ‘Yabancı firmalara karşı piyasa payımı artırmak için benim kutulu üretime ihtiyacım var’ diyor. Ancak bu talebi reddediliyor. Bölge İdare Mahkemesi’ne yaptığı itiraz da kabul görmüyor.
Buna rağmen Tekel, diğer makineleri getirtip montaj etmeye devam ediyor. Tütün Üst Kurulu’nun makinelerin Çin’de montaj edildiği raporunu görmezlikten geliyor.
TEKEL’İN ‘ALTIN ÇAĞI’
Tekel’in gerçekte kutulu sigara üretim kapasitesini artırmaya ihtiyacı var mı?
Eldeki belgelere göre Tekel 2000’in 3 aylık, Tekel 2001’in de yaklaşık 15 günlük stokları olduğu görülüyor.
Genel Müdür Ensari, Tekel’e ‘altın çağını!’ yaşatmak istiyor.
Makine ithalatının ayrıntılarının yasalara aykırılığını daha önceki yazılarımızda (11, 12 ve 13 Ocak) gündeme getirdiğimizi anımsatırken, bir şeyi daha soralım:
Fahri Arıkan, Mine Batova, Faruk Kodaman, Reyhan Almaç ve Musa Eroğlu’ndan oluşan ihale heyeti, bu kadar iddiaya rağmen şartnameye göre gereken incelemeyi neden yapmadı? MTS firmasının, kendi web sitesinde ‘yenileştirilmiş’ (rebuilding) makine yaptığı nasıl atlanıldı?
Bu gelişmeler ‘çıkmaza’ girince yeni bir durum ortaya çıkıyor bugün:
2. EL Mİ, YENİ Mİ
Mevcut yasal yollardan ithalatı gerçekleştiremeyen Tekel yönetimi, şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde sorunu ‘iktidarın’ gücü ile çözmeye çalışıyor.
‘Devlet Memurları Kanunu ve Emekli Sandığı ile Diğer Bazı Kanun ve KHK’de Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’na ek bir önerge ile sigara üretimi ile ilgili ‘kullanılmış makinelerin de ithal edilmesine’ olanak sağlanması ‘çözümü’ gündeme getiriliyor.
Ensari gelenlerin ‘yeni makine’ olduğunu savunurken, yeni bir yasaya neden ihtiyaç duyuluyor?
Konu geçen hafta Plan Bütçe Komisyonu’na getiriliyor. Basına kapalı alt komisyonda konu görüşülürken, CHP İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu AKP’li üyelere soruyor:
‘Bu yolsuzluğu meşrulaştırma girişimidir. Yarın mahkeme bu makinelerin kullanılmış olduğuna dair esastan karar verdiği takdirde 550 milletvekili ilgili yabancı firmanın çıkarını ülke çıkarı aleyhine korumuş konumuna düşmeyecek mi?’
AYIPLI MALA HUKUK KILIFI
Yasalara aykırı ve fahiş bir bedelle (13.8 milyon Euro) yurda sokulan 8 makine Tütün Üst Kurulu’nun ‘mahrecine iade’ kararına rağmen, Meclis’ten böyle ‘usulsüzlüğe ve yolsuzluğa kılıf hazırlanan bir yasa’ ile örtbas edilmek istenmesi hangi hukuk mantığı ile bağdaşıyor?
Tekel ile İspanyol MTS firması arasında yapılmış olan sözleşmede yer alan ‘ayıplı’ makinelerin ‘yeni ve kullanılmamış koşulu’ bu yasanın neresine sığdırılacak acaba? Konunun mali boyutları, Başbakanlık Yüksek Denetleme, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun görevi olsa gerek...
Yeni ‘Enerji Soruşturması’ndan sonra bu olay AKP’nin başını ağrıtmaz mı?
Evet bu yasa kimi/kimleri kurtarıyor?
Biliyor musunuz
TEKEL’in 5 sigara fabrikası için son teklif verme tarihinin 18 Şubat’ta sona ereceğini; bugüne kadar Imperyal (İngiliz)+Limak, BAT (İngiliz), JTI (Japon), Galahari (İngiliz), Süpaş ve Tütsap’ın (son iki firma, Sigara Toptancıları Derneği’nin kurdukları şirketler) şartname aldıklarını...
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2005
‘<B>BEN </B>bir polisim; birkaç gün önce bir kapkaç olayında <I>(Kadıköy’de)</I> polisin vatandaşa olan tepkisini yazıyorsunuz. Vatandaş çok haklı ama bizim durumumuz niye gündeme gelmiyor? İstanbul’da 25 bin polis var; bunların yeterli olup olmadığı dünüşülmüyor.
Aracı eski mi, değil mi, arızalı mı, değil mi? Benzini var mı, yok mu? Karakoldaki kadrolar yeterli mi, değil mi? Bilmiyorsunuz tabii... Herkes mali şube, narkotik, terör, asayiş, güvenlik ve trafik gibi şubelerde çalışmak istiyor. İmtiyazlı polis olmaması lazım. Torpilini bulan karakollardan kaçıyor. Vatandaş 155’i ararsa, karakola giderse tabii yetersiz personelle karşılaşmış oluyor.
Vatandaşın ilk başvurduğu yer karakoldur. Ne derler ‘karakol, mahallenin aynası’dır.
Polise yılda bir takım kumaş veriliyor; 50-60 milyonla kim elbise dikiyor? İki yılda bir parka ve ayakkabı olur mu? Dünyanın hangi ülkesinde polis copunu, kelepçesini ve bunların kılıflarını, armalarını kendi cebinden alıyor? Devlet bunları ödemez, ‘Git Mercan Yokuşu’nda satılıyor’ deniliyor bizlere...
Bir şey daha söyleyeyim; polis vatandaşın canını-malını korurken, 1 milyardan fazla tabanca parası ödediğini kim biliyor? Düşünün bizlerin çoğunun maaşı bu kadar; kira mı versin, çocuk mu okutsun?
Sosyal hayatı yoktur; Polisevi’ne çay içmeye gidemez, çünkü polisten başka herkes vardır. Tabii bunları polisler için söylüyorum. Hele çalışma saatlerimiz 12-12 (şube)/12-24 (karakol) AB yasaları geliyor ama Avrupa’daki meslekdaşlarımızın çalışma saatleri gündeme bile getirilmiyor. Lojmanlar da yetersizdir ama evi ve durumu iyi olanlar buralarda nasıl otururlar bilmeyiz.
Bize ‘ikinci bir emre kadar...’ dendi mi, biz biteriz. Eşinizi ve çocuklarınızı ne zaman göreceğiniz belli değildir.
Şimdi AB’ye uyum için çıkartılan CMUK var... 1 Nisandan itibaren tam uygulanacak. Siz o zaman polisin görün halini... Polisin eli kolu bağlı olacak artık. AB kriterlerine göre neredeyse polis suçlu; suçlu haklı olacak! Bu nedenle vatandaşımız hiç kızmasın, polis kamu adına görevini yapamayacak artık.
Size bir olay anlatayım:
Geçenlerde Kağıthane’de Atatürk İlköğretim Okulu’nun önündeki şüpheli araçta iki kişinin görülmesi üzerine durum polise bildirilmiş. Gelen ekip, çifti uygunsuz yakalıyor; kimlik kontrolu yapıyor. Ve sonuçta, nasıl bir ifade ve tutanak hazırlandıysa bir polis tutuklanıyor.’
Sorunlar uzayıp gidiyor; son sözü şöyle oluyor:
‘Müdür ve amirlerimiz bizlerin haklarını, sorunlarını niye anlatamıyorlar, savunamuyorlar!’
‘150 milyar ver CHP’ye aday ol’
ANTALYA, Kemer’de günlük yayınlanan ‘Kemer Gözcü’ Gazetesi geçen ekim ayında MHP Kemer İlçe Başkanı Mustafa Gül ile bir röportaj yapmış... Kemer’in sorunları ve siyasi çekişmeleriyle ilgili çarpıcı açıklamaların yer aldığı dört gün süren röportajın son gününde ‘Gül: CHP için yapılan pazarlığı açıkladı’ başlığı yer alıyor.
Gül’ün ailesi, Kemer’de daha önce CHP’de siyaset yapan tanınmış bir aile.
Yerel gazeteye yaptığı açıklamaları ilginç... Son CHP Kurultayı’na katılmadan yüksek oy alarak Parti Meclisi’ne giren sanatçı Şahnaz Çakıralp’in babası Avukat Mehmet Çakıralp’in yerel seçimler öncesinde kendisine gelerek şöyle dediğini ileri sürüyor:
‘150 milyar lira ver, ben Deniz Baykal ile görüşüp seni CHP’nin adayı yapayım. Ben bu memlekette Deniz Baykal’la 15-20 sene siyaset yaptım, bu işler benim için çocuk oyuncağı. Bir telefon açar gereğini söyler, hallederim.’
Gazetede yer alan anlatıma göre Gül, daha önce MHP’den adaylık sözü alıyor. Bu nedenle de Çakıralp’in teklifini ‘Biz sözümüzden dönmeyiz’ diyerek geri çeviriyor. Ve ‘Ben Çakıralp’e 1 milyar bile vermem. Baykal’ın bende telefonu var, gerekirse açar konuşurum’ diyor.
Gül, bütün bunlardan Baykal’ın haberi olup olmadığını bilmediğini de ekliyor. İddialara yer veren ‘Kemer Gözcü’nün Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yenigün, bu sözlere Çakıralp’ten bugüne kadar bir açıklama gelmediğini söylüyor. Yerel örgüt tarafından gazeteler, CHP Genel Merkezi’ne gönderilmiş; ancak bir araştırma ve soruşturma yapıldığı duyulmamış bugüne kadar... Bu arada Mehmet Çakıralp, 28 Mart’tan sonra da Kemer’de 15 günde bir ‘Demokrat’ adlı bir gazete çıkarıyormuş.
GÜNÜN SÖZÜ
‘(‘Türkiye Nereye Sürükleniyor? İkinci Sevr’e Hayır’ mitinglerine başlayacaklarını açıklarken..) AKP iktidarı döneminde bizi biz yapan, bizi güçlü yapan, milli, manevi ve ahlaki değerlerimizde, büyük erozyon ve tahribat başladı. Bu tahribat kadar tehlikeli olan husus, bu konuda toplumsal duyarlığın azalması ve tepkisizliktir. Milli Görüş olarak halkımızın ayağa kalkmasını ve hükümetin bu duyarsızlığına tepki gösterilmesi istiyoruz.’
(SP Genel Başkanı Recai Kutan)
Biliyor musunuz
ANKARA’da Enerji Bakanlığı’nda başlatılan 2. enerji operasyonu çerçevesinde gözaltına alınan işadamı İbrahim Selçuk’un; ANAP’lı Halil İbrahim Özsoy’un Sağlık Bakanı, Mehmet Demirel’in ANAP Ankara İl Başkanı olduğu dönemde 2. başkan olarak görev yaptığını, Ankara Sağlık Müdürlüğü’ndeki kimi ihalelerde yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarında adının geçtiğini, bu nedenle Sağlık Müdürü Eyüp Özeren’in görevden alınarak hakkında dava açıldığını; bunları yazan gazetecilerin Selçuk tarafından tehdit edildiğini...
TRT, Başbakan Erdoğan’ın Güney Asya ziyaretini ‘felaket bölgesine Başbakan düzeyinde ilk ziyaret’ olarak nitelerken, Kanada Başbakanı Paul Martin’in bölgeye giden ilk başbakan olduğunu, hatta 15 Ocak günü uçağının Esenboğa’da yakıt ikmali yapması sırasında Enerji Bakanı Hilmi Güler ile görüştüğünü...
MESAJ PANOSU
ULUS’taki TRT binasını iki ay öncesine kadar jandarma koruyordu; şimdi polis... Birkaç hafta bekleyen polis otosu sonra kayboldu. Jandarma zamanında binayı çevreleyen demir çitleri bir kamyon yıkmıştı. Aynı gün arabanın çıkartılıp çitlerin onarıldığına şahit oldum. Şimdi bir Peugeot benzer kazayla çitleri yıktı;ancak çitler hala yerde ve müdahale eden tek bir kişi yok.
Melda SERTOĞLU
İETT otobüslerinde Akbil karşılığı para alıyor artık; 100 bin lira da komisyon... Şoförler para alıp üstünü verirken vakit kaybediliyor. Duraklarda yolcu bekleniyor. Peki bu kadar vakit kaybedildiğine göre otobüslere tahsilat yapacak bir muavin niye konulmuyor?
Gülnur ÇELEBİ
SAĞLIK Bakanı Recep Akdağ, hastanelere gizli fahri müfettiş tayin edecekmiş. Eğer tutarlı bir iş yapmak istiyorsa gerçek müfettişlerin elini kolunu bağlamaktan vazgeçmelidir. Hangi hükümet gelirse gelsin devletin memuru olan müfettişin bağımsız olarak çalışmasını engelliyor. Raporlarını görmezden geliyor, gereğini yapmıyor. Sonra da kalkıp müfettişleri suçluyorlar. Ayıp ayıp!
S.M.
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2005
<B>KIBRIS’</B>ta Başbakan ve CTP-BG lideri <B>M.</B> <B>Ali Talat </B>ile görüşürken, <B>‘Millet kararını vermiş; seçimi almamız için bir sorun olmayacak’ </B>diyor. 20 Şubat’taki seçimlerden partisinin yine 1. parti olarak çıkacağını söylüyor. Kendi anketlerine göre, çekimser oyların dağılımı ile %39 oy oranına ulaşabileceklerini iddia ediyor.
UBP’nin %31, DP’nin 12-15 arasında gözüktüğünü; Mustafa Akıncı’nın BDH’sının %9-10 bandında gözüktüğünü anlatıyor bize. ‘Bu tabloya göre en zararlı parti UBP’ diyor.
Küçük radikal bir iki partinin seçmenleri sandık başına gitmemeleri çağrısında bulunuyor.
Anketlerde bu oran %12 gibi yüksek bir oranda gözüküyor. Bu kampanyaya Talat tepkili; esnaf ziyaretlerinde ‘Gelin hep birlikte yeni bir Kıbrıs yaratalım’ diye konuşuyor.
Cumhurbaşkanı Denktaş’ın, oğlunun partisi DP’nin milletvekilleri adaylarını kabul ederken, ‘Birbirinize kazık atmayın, vatandaşı sandığa götürüp partilerine mühür vurdurmaya çalışın’ çağrısında bulunması da dikkat çekiyor. Denktaş’a göre; DP’nin CTP ile koalisyon yapması ‘günah’ değil. Denktaş’ın geçen seçimde olduğu gibi DP’ye oy verilmesi için kulis yaptığı biliniyor.
Muhalefet partileri Talat’ı ‘Boş vaatlerle halkı kandıran, hiçbir şey yapmayan, yıllık bütçeyi bile Meclis’ten geçirmekten aciz bir hükümet’ olarak suçluyorlar.
Talat’la konuşuyoruz:
Türkiye ile ilişkiler...
- Türkiye’nin politikaları artık değişti. Bugün Türkiye ile yürüttüğümüz politika doğru bir politikadır. Biz geçmişte çözümsüzlüğe karşı tepkiliydik.
BARIŞ KOLAY DEĞİL
Asker...
- Niye kavga edelim; hepsiyle iyiyiz.
İzolasyonlar.
- İzolasyonlar konusunda atılan bazı adımlar var ama zor bir döneme girdiğimiz de doğru. Bize referandumda AB’den ‘evet’ derseniz diye bir vaatte bulunulmadı. Dünya ile uyumlu giderseniz alkışlanırsınız, yoksa tepki alırsınız. AB bizi çok uyardı; onlara sözlerini tutmadı demek doğru değildir. Kopenhag ve Lahey sürecinde çözümsüzlük güçleri, uyarılarımızı dikkate almadılar. Ben Denktaş’a istifa edin, halka kötülük ediyorsunuz, dedim. Hiçbir şeyi dikkate almadı. Gelinen süreç ortada.... Bize ‘Rumlarla sizi eşit kabul edemeyiz, AB yasaları var’ diyorlar doğal olarak. Barışı sağlamak çok kolay değil. Ama halkın demokratik iradesiyle bu güçleri Meclis’te alaşağı edeceğiz.
Ekonomi...
- Milli gelir 5.600’den 7.400’e çıktı. Ekonomi düzeliyor, turizm gelirleri %26 artı. İnşaat sektörü patladı.
Nisandaki cumhurbaşkanlığına yine aday oluyorsunuz değil mi?
- Vallahi kendi aramızda konuşmadık henüz.
Bu arada, yabancıların emlak alımında %5 olan KDV’nin %15’e çıkarılması sektörün tepkisine yol açmış... Talat iktidarının, emlak satışını engellemek için böyle bir ‘formül’ getirmesine karşı yabancı yatırımların yitirileceği endişesi doğmuş emlakçılar ve müteahhitler arasında. Bu arada son bir yıl içinde trafiğe 110 milyon dolarlık 1.800 araç girmiş... KKTC’den sezonda hiçbir limon ve portakal ihraç edilememiş... Bu arada işadamı Asil Nadir, gazetesiyle yine Talat’ın yanında yer alıyor.
KKTC’ye girmek zorlaştırılıyor
BAŞBAKAN Talat, Türkiye ile KKTC arasında imzalanan protokole göre, Türkiye’den çalışmak üzere KKTC’ye gideceklere engel konulacağını bildiriyor. Bunun nedeni Kıbrıs’taki inşaat çılgınlığı nedeniyle çok sayıda kalfa ve amelenin Kıbrıs’a akın etmesi... Kıbrıs’taki işsizler Rum kesimine çalışmaya giderken, gelişen inşaat sektörü işçi sıkıntısı çekiyor. Bu da göçü tetikliyor.
15 Haziran’dan sonra ‘feribot’la geleceklerden pasaport ve KKTC’deki bir firmadan 6 ay süreli ‘çalışma izni’ almış bulunmaları gerekiyor.
Talat, ‘Uçakla gelenlerden de KKTC’de ikametgah ve üzerlerinde para olup olmadığı sorulacak’ diyor. Bir şeyi daha vurguluyor:
‘Turistler eskiden olduğu gibi 15 günlük vize ile KKTC’ye girebilecekler. Onlar için değişen bir şey yok.’
Afgan askeri miyiz gümrük muhafızı mı
GÜMRÜK Müsteşarlığı, gümrük muhafızlarının giysilerinin değiştirilmesi için bir yönetmelik yayınladı. Muhafız statüsündeki memurların sayısı 1.800; bunların müdür ve muayene memuru dışında 1.580 kadarı resmi elbise giymek zorunda... Bir gümrük muhafızını dinlerken sorunu öğrenelim:
‘Efendim yeni yönetmelikle 21 Şubat’tan itibaren yeni elbiseleri giyeceğiz. Bunun için ‘Damat’ firmasının desinatörleri geldiler, model çizdiler, ölçüler aldılar. Ama gelenleri görünce şaşırdık. Bu kadar özensiz giysi olur mu? Kutuların üzerinde bunları diken firmanın adı ‘Lal Tekstil, Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş.-Kağıthane’ olarak geçiyor. Palto ve elbiseler kalitesiz. Eskiden giysilerimiz siyahtı.... Yeni yönetmelikle elbiseler haki yeşil olması gerekiyordu; renk tutuyor. Palto-pardösü (parka) haki yeşilken kahverengi geldi. Yazlık pantolonlar krem rengi olması gerekirken, haki yeşil çıktı. Armalar bazılarında dikilmemiş. Şapkalarda işaret yok... Malzeme kötü, yıkanan pantolon renk attı. Bakıyoruz, ayakkabının biri 43, biri 45 numara... Kışlık gömlek kutusundan yazlık çıkıyor. Bazı elbise ölçüleri tutmuyor.
AB’ye hazırlık açısından bu elbiseleri mi giyeceğiz? Sadece İtalyan gümrükçüleri yeşil elbise giyiyor; ancak çoğu ülkenin elbiseleri lacivert... Bizi Afgan askerine mi benzetmek istiyorlar.’
Biliyor musunuz
EDİRNE’nin vefat eden valisi Fahri Yücel’den sonra laik ve demokrat bürokratların baskı altına alınmaya başladığını, çalışmaları ile LGS sınavlarında Edirne’nin Türkiye 2. olmasında katkısı bulunan Milli Eğitim Müdürü Ali Zer’in, AKP milletvekili Ali Ayağ’ın talebi sonucu görevden alınmak istenmesi üzerine istifaya hazırlandığını...
MESAJ PANOSU
BU hükümeti anlamıyorum. Irak’ta seçimlerin yapılmasını bizzat istedi. Çoğu ülkeler bu durumda Irak’tan temkinliydi. Seçimler yapıldı. Tüm dünya memnun oldu. Sadece Türkiye memnun olmadı. İtiraz ediyoruz. Oysa bilakis kendi Dışişlerimiz bu seçimin yapılmasını istemişti! Hani Irak’ta seçim istemiştik? Bu hükümet acaba ne yaptığını biliyor mu!
Ali DEMİR
Yazının Devamını Oku 11 Şubat 2005
<B>KIBRIS’</B>ta hava güneşli ama ‘ayaz’ var; ada halkı geceleri 1 dereceye kadar düşen hava sıcaklığı karşısında ‘üşüyor’... Soğukla bağlantılı olarak herkeste bir atkı modası başlamış... Bunun nedeni seçimler... Çünkü her partinin bir rengi var; CTP’nin yeşil, UBP’nin kavuniçi, DP’nin kırmızı...
Atkılı olan kişinin hangi partiyi desteklediği hemen fark ediliyor. Türkiye’den binlerce atkı getirilmiş adaya...
Sadece atkı mı, 13 Şubat Sevgililer Günü için çiçek de kalmamış... Partililer, gençlere verilmek üzere tüm karanfilleri kapatmışlar. Türkiye’de Mustafa Sarıgül’ün ‘sarı gül’ modasının bir başka versiyonu bu.
KKTC’de 20 Şubat’ta parlamento, 17 Nisan’da cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak; ama hiç öyle yoğun bir seçim havası gözlenmiyor. Partiler ‘soğuk’ nedeniyle miting yapmıyor. Geçmişin kampanyalarının aksine liderler daha çok ekranlarda ve gazete ilanlarıyla kampanyalarını yürütüyorlar. Parası olan parti tam sayfa ilan veriyor gazetelere; ama bu konu çok tartışmalı... ‘Bu kaynak nereden’ sorusunun tartışması yok nedense.
Vatandaş seçimlerle çok fazla bir şeyin değişmeyeceğinin farkında. Bir yıl önce yapılan seçimler ve ardından nisandaki referandum sonrasında AB’ye girme heyecanı sönmüş gibi... Beş yılda bir oy kullanmaya alışmış seçmen ‘seçim yorgunu’ sayılabilir. Biraz hayal kırıklığı ve en önemlisi de geçen seçimlerde verilen vaatlerin yerine gelmemiş olması başlıca etken... ‘AB çözümdür’, ‘Yes be annem’ sloganları ile AB’li olunmadığı görülmüş... AB’nin, Rumların yanında yer alarak ‘Türkiye asker çeksin’ demesi haklı olarak tedirginliği artırmış; şimdi ne olacak halimiz soruları artmış. Halbuki çoğunun kafasına, işsizliğin sona erip AB’ye girildiğinde ‘zengin’ olunacak anlayışı yerleştirilmişti.
Annan Planı ile yaşanan psikolojik baskıdan sonra karşılarına çıkan iki seçimin sonuçları KKTC’nin yeniden şekillendirilmesinde en büyük etken olabilecek.
Liderlere gelirsek...
EROĞLU RAHAT AMA
Muhalefetteki UBP Genel Başkanı Dr. Derviş Eroğlu’nu ‘rahat’ gördük. Biraz önce Avrupa Parlamentosu’ndaki Hollanda Sosyal Demokratlar Grubu Genel Sekreteri Camiel Hamans’la görüşmüş... Yüzde 38 oy olarak 1. parti olacaklarını iddia ediyor Eroğlu... Konuğuna ‘İzolasyonların kaldırılması için çaba göstermeleri gerektiğini söyledim’ diyor. Hamans, ‘Kıbrıs sorunu beş yıl içinde çözülür’ demiş... AB’den gelen bazı ‘ziyaretçiler’ de, Türkiye’nin 2014’e girmesiyle Kıbrıs sorununun çözümünün gerçekleşeceğini belirtiyorlarmış.
Eroğlu, seçimin ‘heyecan’ yaratmadığını kabul ediyor; ‘Vatandaş, verilen sözler karşısında hayal kırıklığında; çünkü Talat iktidarında, çözümlenen bir şey olmadığını gördü’ diyor.
Talat iktidarında, kendi dönemlerinde işe yerleştirilen 1600 kişinin atıldığına ve yerlerine 2500 CTP ve DP yandaşının yerleştirilmesine tepkili... Seçimin sonuçlarıyla M.Ali Talat’ın KKTC tarihinin en kısa süreli başbakanlık yapmış (1 yıl 1 ay) kişisi olacağını öne sürerken, koalisyon ortağı DP Genel Başkanı Serdar Denktaş’a gönderme yaparak ‘AB’de siyasetçinin lekeli kayınpederi olmaz’ diyor. Bu arada öğreniyoruz Kredi Bankası’nı hortumlamaktan 6 yıl mahkûm olan Salih Boyacı doktor raporu ile kalp rahatsızlığını gerekçe gösterilerek her ay gardiyan eşliğinde İstanbul’a gönderiliyormuş... Üç ay öncesindeki gidişinden beri Lefkoşa’ya dönmemiş; ‘Bir ay içinde dönmesi gerekiyordu, gelmedi, ameliyatlık bir durumu da yok. Beraberindeki gardiyan da Boyacı’yı nasıl kaybetmiş acaba? Tatilini İstanbul’da mı, Londra mı geçiriyor’ diye soruyor Eroğlu...
Oğul Denktaş: az daha babamdan dayak yiyordum
Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, ‘Kamplaşmanın ve insanların kırılmayacağı bir seçim süreci geçiriyoruz’ diyor. 20 Şubat sonrasında yaşanacak siyasi ortama dikkat çekerek şöyle konuşuyor: ‘Genel seçimin ardından 22 Şubat’ta resmi sonuçlar açıklanır, 25 Şubat’ta resmi görevlendirme yapılır, kabinenin oluşması en az 10 gün süre alır; ardından güvenoylaması yapılır... Bu arada 2 Mart’a kadar da cumhurbaşkanı adaylarının belli olması gerekiyor. Bu durumda yeni bir başbakan görevlendirmesi de yapılacak.’
17 Nisan’da da cumhurbaşkanlığı seçimi var. Rauf Denktaş’ın, görev süresinin bir yıl uzatılması formülü veya varsayılabilecek ‘baskılar’a karşın yeniden aday olacağını kesin dille reddediyor, babasının ‘Sarayı terk ediyorum’ dediğini söylüyor. Serdar Denktaş ‘Aday ol gibi ısrarcı olayım dedim, az daha bu yaşta dayak yiyecektim’ diyor babası için... Mart ve nisan ayları Kıbrıs’ta sıcak günlere gebe şimdiden. M. Ali Talat veya Eroğlu’ndan biri başbakan olsa dahi cumhurbaşkanı yarışına katılacaklarından, boş kalacak bir sandalye için 27 Haziran’da ara seçim de gözüküyor KKTC’de; yani bir yıl içinde beşinci kez sandık başına gidilecek.
‘Durumunuz nasıl?’ diye sorduğunuzda Serdar Denktaş şunları söylüyor: ‘Bu haliyle parlamento aritmetiği değişecek, parlamentoya üç parti girebilecektir. Mustafa Akıncı’nın BDH’sinin barajı aşamayacağı anlaşılıyor. Bizim ‘yumuşak’ siyasetimizin etkisinin geri ödemesi olacak; geçen seçimde yüzde 12 olan oyumuz yüzde 18’e kadar çıkabilecektir.’
Türkiye’den yansıyan kirli ilişkiler
Yolsuzluk iddiaları, parti gazetelerinin manşetlerinden inmiyor; karşılıklı inanılmaz suçlamalar yapılıyor. Bir başka banka da, 42 milyon dolarla ‘batan’ Everest... Karısı ve kızıyla Rum kesiminde öldürülen sahibi Elmas Güzelyurtlu’nun ardından çarpıcı açıklamalar yapılıyor. KKTC’de gözaltına alınan, 8 zanlının ‘delil ve şahadet yetersizliği’ nedeniyle serbest bırakılması geniş şekilde yer alıyor. Rum polisi ‘elimizde ciddi deliller var’ diyerek bu kişileri istiyor. KKTC ise ‘siz bize delilleri verin, iade etmemiz için yasalar uygun değil’ diyor. Bu cinayete Kıbrıs konusu da katıldı yabancılar tarafından; BM ve AB de devreye girdi. Ailenin Londra’daki oğlu Mehmet Güzelyurtlu’nun ise ‘Ben bu insanları ailemi kaçırırken izledim, gördüm. Kameralar çekti’ dediği iddia ediliyor, ailenin Londra’daki hesabında 2 milyon sterlin çıktığı belirtiliyor. CTP karşıtı gazeteler; CTP’nin elinin bu bankanın içinde olduğunu belirtiyorlar. Partinin saymanı bankanın saymanı; Ulaştırma Bakanı yönetim kurulu üyesi imiş...
Nereden bakarsanız bakın seçim öncesinde KKTC’ye Türkiye’den yansıyan ’Kara para’ ilişkilerindeki ‘mafyalaşma’ gerçeği ortaya çıkıyor.
Türkiye’den gönderilen yardım paraları ve kumarhanelerden akan paralar... Yazacak çok şey var seçimler öncesinde...
Mesaj panosu
ÖZKAYNAK doğal kaynak suyu satan bayiden bir koli su (her biri beş litre olan dört adet pet bidon) aldım. Yılbaşından önce KDV yüzde 18 iken 3.300.000 TL’ye almıştım. Dün ise KDV yüzde 1’e düştüğü halde 3.5 YTL’ye (3.500.000 TL) aldım. TÜFE, (bir de ÜFE’miz oldu) her ay düşerken benim cebimden niye fazla para çıkıyor? Bunu izah edecek biri varsa bizleri aydınlatsın.
Cemal METİN-ANKARA
ANKARA Büyükşehir Belediyesi su tarifelerini öyle bir belirlemiş ki kullanılan suyun metreküp fiyatı 614 bin iken kademeli olarak 30 metreküpü geçtiğinde bu ücret 2 milyon 300 bine çıkıyor. Buraya kadarı kendi tasarrufları ancak tüm vatandaşlar 30 metreküpü geçsin diye saatleri 50-55 günde bir okuyorlar ve 4 kat ücret tahsil ediyorlar. Hiçbir yetkiliye bu konuyu izah edemedim.
Mehtap ÇAKICI
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2005
<b>CUMHURBAŞKANI Rauf Denktaş’</B>ın sağında Başbakan <B>M. Ali Talat</B>, solunda da Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral <B>Hasan Memişoğlu </B>oturuyor. Aynı sırada oğlu Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, UBP Genel Başkanı Derviş Eroğlu, Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Rektörü Halil Güven, Tümen Komutanı, Güvenlik Kuvvetleri Komutanı, bazı bakanlar ve bürokratlar da bulunuyor.
Denktaş sık sık Talat’la samimi bir şekilde konuşuyor; uzaktan sohbetlerinin ne olduğu bilinmiyor tabii. KKTC’nin ‘eğitim adası’ olmasında öncülük etmiş olan Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin (DAÜ) 25. yıl mezunlarının diploma töreni için herkes bir arada.
Gerçekten ‘içten’ siyasi kavgalı-tartışmalı olmalarına rağmen dışa dönük gayet ‘demokratik’ bir görüntü bu... Türkiye’de de olması istenen... Tek benzeşen Türkiye bürokrasinin hálá kurtulamadığı ‘Sayın başkanım... Sayın bakanım... Sayın komutanım...’lı sunuş konuşmaları... ‘Sayın konuklar...’ diye söze başlamak varken bu kadar çok isme ve makama saygı sunmak AB kapısında ülkelere yakışmıyor.
Lala Mustafapaşa Spor Salonu duvarında 67 ülkenin bayrakları asılı; İran’dan Cibuti’ye, Almanya’dan Ukrayna’ya kadar... Türkiye dahil doğu Akdeniz havzasında bu kadar çok ülkeden öğrencinin okuduğu tek kampus burası... YÖK’ten aldığı 12 programla lisans programlarını 40’a çıkartmış; AB ilişkileri ve uluslararası dış ticaret bölümleri de açılmış bu arada.
TÜRBAN MI DEDİNİZ
Önceki gün 2004-2005 güz dönemi mezuniyet töreninde bilgisayar mühendisliğinden hukuka kadar uzanan 7 fakülteyi bitiren 1013 öğrenciye diplomaları verildi. Öğrenciler mutlu bir şekilde keplerini havaya fırlatırken, birbirlerinden ayrılmanın hüznünü de yaşıyorlardı. Özellikle bazı İranlı öğrencilerin Kıbrıs’ta daha fazla kalabilmek için master yapmak istemeleri ilginç... DAÜ’de 800’e yakın İranlı öğrenci okuyor. Mimarlığı bitiren genç bir kıza ‘türban...’ diyecek olduk, yanındaki İranlı arkadaşı ‘Bizde türban diye bir şey yok’ deyiverdi hemen... İranlı aydınlar türban sorununu aşmış, artık tartışma konusu bile değilmiş; ‘mollalar’ın eski baskısı da azalmış... İran’da türbandan saçın yarısını açık bırakan ‘eşarp’ kalmış artık.
CHURCHILL’DEN DERSLER
Rektör Prof. Güven, ‘1979’dan beri mezunlarımızın sayısı 19 bini buldu; başta İran’dan sonra Amman, Ürdün ve Filistin’de mezunlar derneği kuruyor öğrencilerimiz. KKTC ile dayanışma içinde olmaları bizim açımızdan önemli bir lobi oluşturuyor’ diyor. Bahçeşehir Üniversitesi’nden buraya gelen Güven, eski İngiltere Başbakanı Churchill’den örnek vererek ’30 saniye süren dünyanın en kısa konuşmasını’ şöyle yapıyor:
‘Churchill şöyle demişti... Sevgili mezunlar... Asla, asla, asla yılmayın... Ben de, siz asla yılmayın, siz asla yılmayın ve yılmadan adalet, eşitlik ve barış arayan bir ülkedeki üniversiteden aldığınız bu diplomanın size verdiği güçle yılmayın ve yüksek hedeflere doğru koşarken DAÜ’yü de çok yükseklere taşıyın diyorum... Yolunuz açık olsun.’
Bu örnek iyi de oldu; herkes konuşmasını kısa tuttu.
Denktaş ile Talat’ın ilginç atışması
BAŞBAKAN M.Ali Talat, törende konuşmaya kalkarken dijital makinesini fotoğraf çekmesi için Denktaş’a emanet etti; çünkü oğlu da mezunlar arasındaydı. Talat, Denktaş’a ‘Burası spor salonu, akustik kötü olunca ses fazla anlaşılmıyor. Ama her işte bir hayır var; benden sonra konuşacak olan Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını da anlamayacaksınız’ diye takıldı.
Denktaş bu sözlerin ardından kürsüye gelirken o kadar çok alkış aldı ki, kendisi bile şaşırdı.
Mezun öğrencilere ve tribündeki ailelerine dönerek ve ellerini kaldırarak ‘Türkiyem diyorum... Vatanım diyorum... Devletim diyorum, bağımsızlık diyorum... Anlıyor musunuz?’ diyerek heyecanlı bir karşı çıkış yaptı. ‘Evet’ yanıtını aldıktan sonra Talat’a dönerek şöyle çıkıştı:
‘Sayın Başbakan görüyor musun, anlıyorlar.’ Denktaş, görev süresi nisanda sona ereceğinden öğrencilere son veda konuşmasını yapıyordu bir anlamda..
‘Size pırıl pırıl bir devlet bırakıyorum, Türkiye’nin tanıdığı bir devlet; buna sahip çıkınız. Canınız gibi koruyunuz. Bu ülkeyi canınız gibi koruyacaksınız. Size verilen tatlı sözlere inanmayın. Verdiğimiz mücadele, devletimizi elimizden aldırmama mücadelesidir.
Onlara güven olmaz. Allah doğrunun yardımcısıdır.’
Törenden sonra M.Ali Talat’a, ‘Denktaş sizi fena yüklendi’ dedik. O da gülerekten ‘Ona mahsus yaptım, konuşma fırsatı yarattım. Yoksa Türkiyem, devletim, vatanım diyemeyecekti. O söyledikleri Türkiye’den gelen ailelere bir mesajdı. Onlar dış görüntüyü bilirler; ama içimizi bilmezler. ’
Böyle bir diyaloğun bizde olabileceğini düşünebiliyor musunuz; hele Sezer ile Erdoğan arasında...
Kırcaalili Rahime üniversiteyi 3 yılda bitirdi
RAHİME Süleymanoğlu, Jivkov’un 1999’da sürdüğü Kırcaalili bir ailenin kızı; İzmir’de Ticaret Lisesi’nden mezun olmuş... Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü ‘hazırlık’ dönemi dahil 3 yılda bitirmiş. Başta çalışkanlığı olmak üzere çakır gözleri ve minyon haliyle ilgi odağı oldu ve herkesçe kutlandı. 21 yaşına yeni basmış. DAÜ’yü 3 yılda bitiren ilk öğrenci; her dönem bir üst sınıftan ders almış, yaz okullarına devam etmiş; yani ‘inek’ bir öğrenci... YÖK bu kadar kısa yılda mezuniyet olamaz demiş; ama itirazları sonucu örnek bir karar aldırmış. Babası Bornova’ya geldiğinde seracılık yapmış, daha sonra kendi serasını kurmuş; bugün Bulgaristan dahil birçok ülkeye başta karanfil olmak üzere çiçek ihraç ediyormuş. Süleymanoğlu... ‘Ne yapacaksın?’ diye sorduğumuzda ‘Babamın ihracat işlerine yardımcı olacağım’ diyor. Ve tören için gelen annesinin yanına koşuyor.
GÜNÜN UYARISI
‘(Hükümetin 15 üniversite daha açması kararı üzerine...) Üniversite beklentisi içinde olan kentler, ‘üniversite her açıdan kalkınmamızı sağlayacaktır’ gerekçesini öne sürüyorlar. İlginç olan, çoğu yerde bırakın kalkınmayı, üniversite, kenti de geri çekerek birlikte gerilemişlerdir. Kısacası, kentin üniversiteye benzemesi gerekirken kent üniversiteyi kendisine benzetmiştir. Kafamızın gerisindeki düşünce doğrultusunda büyük üniversiteleri parçalayarak gücünü kırmak ve kuracağımız küçük üniversitelerde siyasallaştırmayı hızlandıracak yol ve yöntemleri uygulamak (...) gençlerimizin geleceğine hizmet etmek değildir. Yarın eğitim-öğretim kalitesini tutturamadık ve AB ölçütlerini kovalayamadık diye AB, birçok üniversitemizi kapatmaya kalkabilir. Böyle bir risk her zaman vardır.’
(A.Ü. DTCF Dekanı Prof. Necdet Adabağ)
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2005
<B>HİNTLİSİ, Çinlisi, Rusu</B> ile bir sürü uluslararası para babası <B>Erdemir’</B>in peşinde. <B>ÖİB’</B>ye istek üzerine istek yağıyor: <B>‘Erdemir’i bize verin...’ </B> Maliye Bakanı Unakıtan’ın yanıtı Hoca Nasreddin’lik: ‘En çok parayı veren düdüğü çalar!..’ Erdemir, kendisine iştahla bakan devletlerin han-ı yağmasına açılmış oluyor... Gelin de Fikret’i anımsamayın: Yiyin efendiler yiyin / Bu han-ı istiha sizin / Patlayınca, çatlayınca / Tıksırıncaya kadar yiyin!... İyi ama Erdemir’i han-ı yağma sofrasına koymanın mantığı ne? Zarar mı ediyor? Gelişmesi durdu mu? Devletin sırtında kambur mu? Bunun yanıtı yoktur. Erdemir Genel Müdür Yardımcısı Fadıl Demirel, Erdemir’in yüzde 80 oranında dışa bağımlı olduğunu söylüyor. Doğru, hammadde bakımından büyük ölçüde dışa bağlı. Erdemir yönetimi de bunu ortadan kaldırmak için almadı mı DivHan’ı?
Armutçuk’u almak isterken önüne set çekmedi mi kimi yerel güçler? Erdemir’in hammadde bakımından da ulusallaşması için önlemler alınacağına, onu yabancılara peşkeş çekmek midir ulusal politika? Erdemir’in kamu hisselerini alacak yabancı şirket, hammaddeyi Türkiye’den mi alacaktır? Sorular çoğaltılabilir. Fadıl Demirel, yeni bir Erdemir kurmak için 7 milyar dolara ihtiyaç bulunduğunu söylüyor. Bu, Erdemir’in çıplak yatırım değeridir.
NEDEN SATILIYOR
Erdemir’in borsa değerinin 2.1 milyar dolar olduğu açıklanıyor. Bu demektir ki, 1.1 milyar doları bastıran bir yabancı çelik devi, Erdemir ile bağlantılı şirketlerinin tümünün kontrolünü eline geçirebilir. Maliye Bakanı, Erdemir’in yabancı ortak almaması halinde uluslararası pazarda öteki çelik devleriyle rekabet edemeyeceğini söylüyor. Şimdi nasıl ediyor peki? 2013 yılına yayılan yatırım programı sanal bir program mı? Erdemir gelişiyorsa, bunun 2013 yılına odaklanan berrak bir programı varsa, Avrupa’da ilk 10’a girmeyi hedeflemişse, kár ediyorsa, katma değeri yüksek ürünlere yönelmişse, Savunma Sanayi için zırhlı levha üretimi için yatırım yapabiliyorsa... Neden satıyorsunuz o zaman Erdemir’i? Bunun iki nedeni vardır: Ya hükümet sıcak paraya sıkışmıştır, ya da dış baskı vardır. Bunlar doğru değilse, o zaman satış için elde hiçbir gerekçe kalmaz. Doğruysa, bunlara, ulusal açıdan, ‘gerekçe’ denilebilir mi?..
Sina ÇILADIR-KDZ.EREĞLİ
Emir Abdülkadir Osmanlı sadıkıydı
5.2.2005 günkü köşenizde Bursa’dan Dr. Sedat Aksın’dan gelen bir mektup okudum. Okuyucunun yazısı, Cezayir Kahramanı Emir Abdülkadir hakkında tarihi gerçeklere tamamen aykırı olup, kendisine büyük haksızlık yapmaktadır. Bu yazının kaynağını bilmemekte isem de, bazı eski Fransız kaynakları, tipik Fransız şovenlik ve gayretkeşliği içinde Emir Abdülkadir’in 1830 Cezayir işgalinde Fransızlarla işbirliği yaptığıni ileri sürmüştür. Bu ancak bir sömürgeci komplo teorisi olabilir. Cezayir’in, Fransızlar tarafından işgalinden sonra (1830) bütün Cezayir kabilelerinin kumandanı olarak babası Muhittin El Hasan direnişi başlattı; Abdülkadir bu birliklerde kahramanca savaştı. Babası 1832’de kumandayı kendisine devretti ve Abdülkadir Oran da sultan ilan edildi. Fransız işgaline direniş 17 yıl boyunca sürdü. Abdülkadir, Cezayir’in büyük bir kısmına Fransızları sokmayarak kurduğu bağımsız devlette Cezayir halkını Fransız işgalinden uzak tuttu. Ancak Fas Kralı, Fransızlar tarafından kontrol altına alınınca, Abdülkadir büyük bir lojistik destekten mahrum kaldı ve 1847’de nihayet üstün Fransız kuvvetlerine teslim olmak zorunda kaldı. Teslim koşulu olarak kendisinin Osmanlı topraklarına gönderilmesini istedi; ancak Fransızlar onu 1852’ye kadar Fransa’da tutuklu olarak alıkoydular. Aynı yıl Osmanlı İmparatorluğu’na geldi ve Bursa’ya yerleştirildi. 1855 büyük Bursa depreminde anlaşılan büyük zarar gördü ve Şam’a gitti. 1883’te ölümüne kadar orada yaşadı.
Suriye’deki Cezayirli sürgünlerin yardımıyla, Lübnan’da 1860 Dürzi İsyanı’nda (ki başlıca nedeni Dürzi-Maruni çatışması idi) Fransız Konsolosunu ve 1500 kadar Hıristiyan Arap’ı kurtardı. Bunun üzerine Fransa hükümeti kendisine Legion d’Honneur nişanı verdi. Ayrıca Fransa kendisine bir emekli maaşı da bağladı. (bk. Islam Ans. Cilt 1, M.E.B., Ana Brittanica, cilt 1). Okuyucunun ileri sürdüğü gibi Emir Abdülkadir hiçbir zaman ve hiçbir şekilde Fransızlarla işbirliği yapmadı; aksine onlarla durmadan savaştı.
Fransızlar, Emir’i Ortadoğu’da Osmanlılar’dan ayrı bir devlet kurmaya teşvik ettilerse de, kendisi bunlara kapılmadı ve Osmanlılara sadık kaldı.
Emir Abdülkadir, Cezayir halkının en büyük kahramanı olup 1950’lerdeki Cezayir Kurtuluş Hareketi’nde mücahitlere büyük bir esin ve heyecan kaynağı olmuştur.
Bu nedenle Bursa’da Emir Abdülkadir’in oturduğu sokağa onun isminin verilmesini pek yerinde buluyorum.
Zühtü YÜCELİK- Urla-İZMİR
(Not: Emir Abdülkadir’in Bursa’daki bir sokağa adının verilmesi konusunda ilk girişimler Ecevit hükümetinin Kültür Bakanı İstemihan Talay döneminde atıldı. Bursa’dan Cezayir’e ihracat yapan 30-40 dolayında işadamı bulunduğundan dostluk ilişkilerinin gelişmesi Cezayir Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyareti sırasında da da gündeme geldi ve yaşadığı sokağa ismi törenle verildi.)
Balmumcu Kavşağı’nın bedeli
BALMUMCU kavşak inşaatının yarattığı sıkıntıya, yaşayacağımız rahatlığı hayal ederek katlandık. İnşaat bitti, kavşak trafiğe açıldı. Ama otoyoldan çıkan ya da Büyükdere Caddesi’nden gelen araçlar Beşiktaş’a gidemiyor. Yıldız Posta Caddesi’nden gelen Zincirlikuyu’ya ya da Ulus’a dönemiyor, Boğaziçi Köprüsü’ne de giremiyor. Oysa kavşak bu sorunların giderilmesi için yapılmıştı. Bir hafta sonra yapılan hatalar fark ediliyor ve hemen beton bloklarla olması gereken kavşak fonksiyonlarının yarısı iptal ediliyor. Yapım için harcanmış trilyonlar, kısmi fonksiyon iptali için harcananlar... Eskisinden daha kötü duruma getirilmiş bir kavşağın, devam eden ve telafisi yokmuş gibi görünen zararları... Mühendislik bu, ‘ben yaptım oldu’yla olmuyor.
H.Süha ALPER İnşaat Yüksek Mühendisi
Muzcuların sitemi
ANAMUR ve Alanya’daki muz üreticileri diyor ki: Altında KDV sıfırlandı; darısı tarım ürünlerinin başına. 31.7.2004’te Resmi Gazete’de yayınlanan kanun değişikliği ile külçe altın, külçe gümüş, kıymetli taşlar (elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, topaz, safir, zebercet, inci, kübik virconia) döviz, para, damga pulu, değerli káğıtlar, hisse senedi, tahvil ile metal, plastik, lastik, kauçuk, káğıt, cam hurda ve atıkları (hurda metalden elde edilen külçeler dahil) teslimine KDV muafiyeti getirildi. Tüketimi özendiren ve teşvik edilen bu uygulamanın asıl desteklenmesi gereken tarımsal üretime yapılması dileğiyle. www.muz.gen.tr
GÜNÜN SÖZÜ
‘Ben olsam İstanbul’a kocaman bir Deli İbrahim heykeli dikerim. O da bir Osmanlı büyüğüdür.’
(Engin Ardıç)
MESAJ PANOSU
EMİNÖNÜ, Üsküdar ve Kadıköy vapur iskelelerinin karşısında bulunan büfelerde 75 kuruşa sosisli, 50 kuruşa hamburger satılıyor. Bu büfelerden birini işletmeye kalksanız milyarları gözden çıkarmanız gerek. Milyarlık büfelerde üç kuruşa satılan bu ürünleri denetleyen bir kurum var mı? Remzi DİNÇ
BEŞİKTAŞ-Üsküdar motorlarının sayısı artırılmalı. Motorlar, tıka basa dolmadan kalkmıyor. Bütün motorlar azami yolcu sayısının üstünde yolcu alıyorlar ve hiçbir motorda yolcu sayısına eşit can yeleği yok. Kamil ŞEKER
ÇANKAYA Birlik Mahallesi’ndeki evime 15 gün önce hırsız girdi. Ben de bundan sonrası için önlemlerimi aldım. Demir kapı yaptırdım, alarm taktırdım vs. Son günlerde bütün her yerde artan hırsızlık olaylarına karşı acaba yetkililer nasıl önlem alıyor. 1 Nisan’da yürürlüğe girecek yasayla hırsızların hakları genişletilecek mi, önlenecek mi bunu anlamak çok zor.
Fikret KOÇER ANKARA
İZMİR Dikili trafiğine bağlı trafik polislerinin, su almak için şehirlerarası çalışan otobüsleri durdurması pek hoş olmasa gerek. Duyururum.
Mehmet KUNTAY İZMİR
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2005
<B>KARAYOLLARI’</B>nın bazı şube müdürlükleri kapatıldı; personel çıkarıldı, hizmet aksadı.<br><br>Eskiyen araçlar yenilenemedi. Köy Hizmetleri geçenlerde bir yasa ile İl Özel İdareleri’ne devredildi; oradan da binlerce işçi çıkartıldı. Onların elindeki araçlar da eski, yeterince hizmet üretilemiyor.
Ciddi kuraklık yaşıyorduk. Kar yeraltı su havzaları için çok önemli.
Kar yağışına kızılmaz.
Vatandaş kar karşısında bilgisiz ve eğitimsiz; sadece meteoroloji raporlarını dinliyor.
İstanbul’un ana arterlerinin açılması yetmiyor. Kent içi sokaklar bir felaket. Araçlar gelişigüzel park edilmiş, ara sokaklara girilemiyor.
Belediyelerin ellerindeki greyderler, sokaklara girdiğinde araçlara hasar verebiliyor. Bu nedenle kimse kızmasın. Loder ise her belediyede bulunmuyor.
Her şey belediyelerden bekleniyor; büyük iş merkezleri ile büyük sitelerde hiç olmazsa önündeki yolunu, bahçesini temizleyecek bir kar aracı olması gerekmiyor mu?
İmar rezilliklerinden ötürü itfaiye veya ambulansların doğal olarak ara sokaklara girememesinin suçlusu kim?
Yasa ile binalara otopark getirilmesi zorunlu iken bu uygulamayı neden göz ardı ediyoruz. Kentli olmanın bilincinden, kültüründen uzak insanımız, Batı’daki gibi apartmanının, işyerinin önünü temizlemeyi düşünmüyor; çünkü vurdumduymaz!.. Çünkü böyle bir alışkanlığı olmadığı gibi ona öğreten veya uyaran belediyeler de bu anlayıştan uzak.
Tuzun nasıl atılacağını ve bu arada içindeki kimyasalların asfaltı nasıl ‘yediğini’ bilen de yok, araştıran da, öğreten de...
KALDIRIMDA KAR TEMİZLEME
Avrupa’ya açılan kapımız olan İpsala’nın (Edirne) yolu üç gündür kapalı... Kanama yapan bir kadın, Yunanistan tarafına götürülerek kurtarılabiliyor ki, bu tam bir skandal Türkiye için.
Dün bunları tartışırken, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal arıyor; ‘Lütfen beni eleştirmeyin’ diyor. Beşiktaş’ın 46 ana arterinin temizlenmesinin Büyükşehir’in sorumluluğunda olduğunu vurguluyor ve 885 sokağın yüzde 75’ini kendi olanaklarıyla ‘pırıl pırıl’ yaptıklarını söylüyor.
‘Hatta sitelere de giriyoruz’ diye konuşurken, ilk kez kaldırımları temizlemek için yeni kar küreme araçları sipariş verdiğini ve bunların bugün hizmete gireceğini bildiriyor.
Kar sadece doğaya değil bize de ‘yağıyor’.
Batı’da 10 cm kar yağınca bu kadar işgücü kaybı olmuyor, öğrenciler eğitimden uzak kalmıyor.
‘Çürük’ raporu daha sonra ‘sağlam’ oldu
ANTALYA’da okulların 1. dönemi bittikten sonra, bazı okullar yapı sağlamlığı bakımından sakıncalı bulundu, TMMOB mühendisleri tarafından... Tıpkı Devlet Hastanesi, Defterdarlık binası gibi. Ve okulların 2. dönemini başka okullarda okutmak üzere karar alındı. Antalya’da bunun gibi birkaç okul var. Sonradan ne olduysa bir anda karar değişti ve okullara tekrar sağlam raporu verilerek eğitimin bu okullarda devam edileceği bildirildi. Ben ne olduysa dedim; ama ne olduğunu iyi biliyorum. Veli Göçer gibi bir ‘günah keçisi’ bulamadıklarından, müteahhit adı altındaki kişileri aklamak için bu karar alındı.
Can mı önemli, suçlanan müteahhidi kollamak mı? Ama can önemsiz çıktı.
Düşünebiliyor musunuz, geçen gün Antalya’da gündüz deprem oldu ve büyüklüğü az da olsa, çocuklarımız telaş içinde kaldı.
Bu çocuklarımız o binalarda mı eğitim yapacak? Veliler olarak bizler bilgilendirilmiyoruz; konu oldubittiye getirilerek müteahhitlerin kurtarılma operasyonuna girişiliyor.
H.İbrahim CİVİLİ
Seyirciye saygı
‘MUCİZELER Komedisi’ne gitmek istedik, bilet aldık. En ucuz yer 25 YTL, oradan da ancak dürbünle seyredilebilir. İyi yer sudan ucuz 80 YTL! MKM’yi (Beşiktaş) bulmak için çevrede 4 kişiye yol sorduk, üçü hiç bilemedi. Güç bela bulduk, arabayı otoparka soktuk. Duvarda ‘park ücretsizdir’ yazıyor. Hayır, 5 YTL aldılar, üstelik arabalar yığma usulü park ettiriliyor. Binadan içeriye girdik; hiçbir yön gösterici ve görevli yok. Herkes bir tarafa gitti. Üst katta yürüyen merdiven var; çalışmıyor; ancak inen çalıştı. Oyun 20 dakika geç başladı. Bittiğinde otoparktan çıkmak yarım saat sürdü.
Evet oyun belki güzeldi, bilet fiyatları gibi! Ancak konuyu oyunla sınırla kalarak değerlendirirseniz önemli bir husus eksik kalır; o da seyirciye saygı.
Erhan ONUR-SUADİYE
‘Hastanın hakkı’ yok
ANNEM, SSK Göztepe Hastanesi’nde 14.1.2005’den beri yatıyor; beynindeki rahatsızlıktan ötürü bitkisel hayatta... Çıkartmak istediler; derdimizi anlatacak bir muhatap bulamadık. Bu, bir insanın bile bile ölüme gönderilmesinden başka nedir? Yaklaşık iki aydır hastamızla birlikte hastanede o kadar üzücü ve insanlık dışı şeyler yaşadık ki... Her hastanın başında üç-dört yakını kendi işlerini kendileri yapıyorlar. Bir de Sağlık Bakanlığı’nın web sitesinde yayınlanan sözüm ona hasta haklarını okuyun. İnanın sadece gülersiniz yaşananlar ile yazılanlar karşılaştırıldığında...
Zeynep KARAKAYA-FİKİRTEPE
Kredi kartından paramı çekmişler
BEN, Almanya Dresden’de FTI şirketinden (Dresden-Antalya) uçak bileti aldım, ödemeyi kredi kartıyla yaptım. Geldikten sonra biletimin dönüş tarihini değiştirmek istedim, değiştirdiler ve ödemeyi (100 Euro) Antalya Havaalanı’nda yapacağımı söylediler. Fakat ertesi gün gördüm ki FTI şirketi benden habersiz 100 Euro’yu kredi kartımdan çekmiş. Kendilerini arayarak bunun yasal olmadığını ve dolayısıyla artık bu şirketle uçmayacağımı bildirdim ve uçuşumu iptal ettim. Bugüne kadar herhangi bir geri ödeme yapmadılar. Ne yapmam gerekiyor?
Apdürazak AYATA
Lojman haksızlığı
BİZLER Diyarbakır’daki DSİ 10. Bölge Müdürlüğü’nde çalışan bir grup teknikerleriz. Yıllardır lojman talebinde bulunmamıza rağmen bizlere bir türlü sıra gelmemektedir; nedenini idareye sorduğumuzda da lojmanların yaklaşık yüzde 90’ının genel müdürlük ‘olur’u ile mühendislere tahsis edildiği söylenmektedir.
Her lojmanın mühendislere tahsis edilmesi ne kadar doğru?
Kamu Konutları Kanunu’na göre oturma süresi 5 yıl olmasına rağmen uzun süre oturan mühendis arkadaşlarımız olduğu gibi, 2. kez yararlananlar da var.
Haksızlık değil midir bütün bunlar?
Baran CAN
GÜNÜN SÖZÜ
‘Olumsuz gelişmeler somut şekilde ortadayken, kışkırtıcı, özendirici ve mücadeleye yol açacak düşünceyi ortaya koymanın zamanı değildi. Bunun arkasından şeriat yanlıları, köktendincilerin saldırısı gelecek.’
(Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden)
Biliyor musunuz?
İSFALT Genel Müdürü Süreyya Polat’ın, konut ve işyerlerinin önündeki çukurların onarımı için 25 kilogramlık plastik kovalarda hazır asfalt satışı yapmaya başladıklarını açıkladığını...
BAYRAMPAŞA Belediyesi’nin, ilçedeki tüm kahvehanelere kitaplık yaptırdığını ve içinde Nutuk’un da bulunduğu kitapları dağıttını...
DOĞA Derneği’nin, merkezi ABD’de olan Conservation International ile yaptığı çalışmalar sonucunda Türkiye’nin, dünyanın 35 önemli doğal bölgesinden biri olarak seçildiğini (www.dogaderneği.org)
İTALYA’da kültür ve sanat alanında büyük önem taşıyan Roma bölgesi Pomezia kentinin Çanakkale ile ‘kardeş kent’ olduğunu...
MESAJ PANOSU
JAPONYA’nın Kyoto şehrinden 8.12.2004’de postalanan bir kart Kadıköy’deki adresime 2.2.2005 günü geldi. Yani tam 56 gün sonra! Başka bir örnek; Almanya’dan aynı gün hem Japonya’ya hem de Türkiye’ye mektup yollanıyor. Mektup, Japonya’ya 7 gün, Türkiye’ye 23 gün sonra geliyor. Türkiye’de posta hizmetleri bir facia... Bilgi çağı olarak nitelendirdiğimiz bu zamanda gecikmelerin sorumluları derhal cezalandırılmalıdır. Nami KARTAL
İSKİ’nin biraz sapa bir yerdeki Feriköy binasına para yatırmak üzere gittim. 16.00’da vezneyi kapamışlar; rica ettim, taksi ile geldim dedim ama dinletemedim. Bankalar gerekirse 16.30-17.00’ye kadar para alıyorlar. İSKİ’ye çok kırıldım. Hüseyin AKIN
KADIKÖY Meydanı’nda vapurdan inenlerin yolunu kesip para isteyen, vermeyince koluna yapışıp taciz edenleri polis görmüyor mu?
Meryem MERT
YALOVA merkezde ek ders ücretleri 2 yıldır 10-15 gün geç ödenmekte olup akıllarda bazı soru işaretleri bırakmaktadır. Mal Müdürlüğü ödenek yok deyip işi başından savmakta, öğretmenleri mağdur etmektedir. Ekonominin iyiye gittiğini söyleyen iktidarın bu durumdan ne kadar haberi var?
Yılmaz KAYA
ÇORUM’da, koruma altındaki tarihi bir bina yanmış! Bravo, çok iyi korunmuş gerçekten! Böyle tarihi bir bina başka bir ülkenin elinde olsaydı çok iyi muhafaza edilebilirdi. Ama bizim ülkemizde nedense tarihi eserler hep böyle korunuyor işte! Herhalde bizde böyle tarihi eserlerden çok var, lazım değil! Onun için böyle koruyoruz!
Mehmet Ali BORAN-ANKARA
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2005
<B>YILBAŞINDAN</B> önce hemen her sürücüye trafik cezası ihbarnamesi geldi. Kimisi ihbarnameyi yırttı, kimisi ben o tarihte o bölgede değilim, bana nasıl ceza yazılır diye itiraz etti. Ama sonuçta bunların hepsi ödendi; ödemeyenlerin de ödemesi gerekiyor. İtiraz için uzun bir süreç gerekiyor ve sonuç alınamıyor.
Belki de bu cezalarla polislerin maaşları ödeniyor, nereden bilinsin!
Bu cezalarla birlikte fahri trafik müfettişlerinin yaptıkları ‘görev’ anlayışı gündeme geliyor.
Türkiye Fahri Trafik Müfettişleri Derneği Genel Başkanı İhsan Memiş bu tartışmalar karşısında kendilerini şöyle savunuyor:
Türkiye’de toplam trafik cezalarının ortalama yüzde 10’u, fahri trafik müfettişlerince kural ihlali yapan hareket halinde veya duran araca yazılmaktadır. Geri kalan yüzde 90’ını ise trafik polisleri kural ihlali yapan hareket halinde veya duran araca yazmaktadır.
JANDARMA NE YAPAR
Alo 154 trafik hattına gelen ihbarlara da trafik polisi ceza uygulamaktadır. Jandarma bölgesindeki kural ihlallerine de jandarma hareket halinde veya duran araca kural ihlali yapmaları halinde ceza yazabilmektedir.
Yani tümü duran veya hareket halinde bulunan araçlara fahri trafik müfettişlerince ceza yazılmamaktadır. İçerisinde sürücüsü olmayan bir araca kural ihlali yaparak park edilmiş ise hem trafik polisince, jandarma tarafından veya FTM’lerce ceza yazılabilmektedir. Ayrıca şehirlerarası yollarda veya şehir içinde kural ihlali yaparak can ve mala zarar verecek olan bir sürücü için bir vatandaşın Alo 154 trafik polisine bildirmesi halinde de trafik polisince gıyabında ceza yazılabilmektedir.
İHBARA DA CEZA
AB ülkelerinde polis ve elektronik denetimin dışında, sivil denetimde vatandaşın polise telefonla başvurusu ile ceza yazılabilmektedir.
Fahri trafik müfettişleri, meslek olarak doktor, mühendis, öğretmen, öğretim üyesi, sanayici, mali müşavir, gazeteci, subay ve diğer kamu görevlileri ile tarafsız ve aydın insanlardan oluşan bir STÖ’dür. Bunların mantıksızca yazabilecekleri hata payı resmi ölçümlere göre yüzde 1.5’tir. Uluslararası hata payı limiti ise yüzde 5’tir. Kaldı ki görevini kötüye kullananlar mahkemeye verilmekte ve kartları da iptal edilmektedir.
Ayrıca FTM’lerinin yazmış oldukları cezaların kontrolleri her ilin Trafik Denetleme Müdürlüklerince yapılmakta ve maddi hata bulunduğu takdirde, Maliye Bakanlığı’nın ceza tebligat bildirimine aktarılmamaktadır.
DEFTERDARLIĞIN YANLIŞI
Esas hata; İstanbul gibi büyük metropolde pul parasını dahi bütçesine koymayan Defterdarlık’tır. Zamanında gönderilmiş olsaydı bu kadar da birikme olmazdı. Daha ötesi, kesilen cezaların sürücüler üzerinde etkisi olurdu.
İstanbul’da sürücü ve araç adres kayıtlarının yüzde 60’ının güncelliğini kaybettiği veya misafir adresler verildiği incelenirse tebligatların bundan sonra da yerine ulaşamadığı görülecektir.
Tebligatı alan vatandaşların 7 gün içerisinde itiraz etme hakları kanunlar gereği vardır. Fahri müfettişler hiç hata yapmaz mı?
www.turkiyefahritrafik.org
Kaçaklar
KÜÇÜKYALI E5 üzerinde Mavievler Durağı köşesindeki arsada kaçak prefabrik nasıl konduruldu. Büyükşehir, sahillerdeki kaçakları yıkarken gözden mi kaçtı? (Hamdi Ateş);
Üsküdar Paşalimanı’nda deniz kenarındaki eski Otağ Çaybahçesi’nin bulunduğu alanın yanı çevrildi; yasal ruhsatı var mıdır? (İsim saklı),
Arnavutköy Üvez Sokak’ta No:9’da ‘ruhsatlı’ inşaatla nasıl yeni mekanlar yaratıldığını Boğaziçi İmar Müdürlüğü hala görmüyor mu?
(U.Ö., S.N., N.G.)
Laiklik ve kadının önemi
LEYLA Zana kadın olarak Meclis’e girdi; davası uğruna yıllarca cezaevinde yattı. Merve Kavakçı da bir başka ‘dava’ uğruna Meclis’e türbanıyla girdi, laik cumhuriyeti sarsmak istedi.
Peki öteki kadınlarımız nerede?
CHP Genel Başkanı Baykal ve dokuz yıl aradan sonra yapılan Kadın Kolları kongresinde başkan Güldal Okuducu, kadınlara kota (yüzde 20) uygulayacaklarını söylediler. Verdikleri sözlerin hiçbiri gerçekleşmedi; ne milletvekilliği, ne de yerel seçimlerde...
Geçmişte Behice Boran’ın, TİP milletvekili seçildiği unutuldu. Şimdi kadın sokağa bile çıkamaz hale geldi; töre cinayetleri başını almış gidiyor. Kadınlar isterse olabiliyor ama erkekler ‘yol’ vermiyorlar. Neden mi? Kadınlardan kendilerine seçilecek yer kalmayacak diye.
CHP’nin 80 kişilik Parti Meclisi’nden 20 kişilik MYK’ya üye seçimi yapıldı dün; ancak listeye iki kişi alındı; Güldal Okuducu ve Bihlun Tamayligil...
YARGITAY’IN GÖREVİ
Laiklik ilkesi, kadın haklarının da güvencesi değil mi?
Dün laiklik ilkesinin Anayasa’yı girişinin 68. yıldönümüydü. Konuya hassasiyeti bilinen Cumhurbaşkanı Sezer yayınladığı bildiride hükümeti uyararak ‘Siyasal iktidarın düzenlenişinde dinsel inanç ve kurallar belirleyici olmamalıdır’ diyor. Sezer’in bu konudaki mesajı tam 84 satır... ‘Nezaket’ bildirileri yayınlayan ancak Yargıtay’ın son kararına hiç değinmeyen Meclis Başkanı Arınç, 18 satırlık metinde; laikliği, özgürlüşme ve demokratikleşmenin bir ifadesi olarak görüyor; Başbakan Erdoğan da 21 satırlık açıklamasında ‘Din ve vicdan hürriyetinin teminatı olan laiklik, aynı zamanda toplumsal barışın sağlanmasında da önemli bir unsur olmuştur’ diyor.
Buna karşılık 21 satırlık konuşmasında Baykal, ‘laiklik ilkesinin topluma yansıtılması ve anlatılmasının önemli olduğuna’ dikkat çekerken, 28 satırlık konuşmasında İP Genel Sekreteri Mehmet B. Gültekin, ‘Yargıtay’ın görevi cumhuriyeti korumaktır’ dedi.
Başka anma bildirisi ve tepki mi; maalesef yok.
Tsunamiye başka başbakan gitti mi
HAKKÁRİ’yi unutan hükümet erkanımız kalabalık bir heyetle 5 günlüğüne tsunami felaketine uğrayan bölgeye geçmiş olsun ziyaretine gitti. Merak ediyorum:
1) Zorla toplanan komik miktardaki yardım parasının reklamı mı yapılmak istenmektedir?
2) Acaba dünyada başka ülkelerin lider veya başbakanlarından, toplanan yardımı götürmek için bölgeye ziyarete giden var mıdır?
Hatice DAMGACI
Eczacı-ANKARA
Pil uyarısı
OKURUNUZ Erol Güner’in ‘Piller zehirliyor’ (1.2.2005) yazısında belirttiği husus konusunda kendisine yardımcı olabilirim. Eğer piller tarafıma ulaştırabilirse muhtemel zararlarını ortadan kaldırabiliriz.
Prof.Dr.Orhan KURAL - kural@itu.edu.tr
Laiklik ve kadının önemi
LEYLA Zana kadın olarak Meclis’e girdi; davası uğruna yıllarca cezaevinde yattı. Merve Kavakçı da bir başka ‘dava’ uğruna Meclis’e türbanıyla girdi, laik cumhuriyeti sarsmak istedi.
Peki öteki kadınlarımız nerede?
CHP Genel Başkanı Baykal ve dokuz yıl aradan sonra yapılan Kadın Kolları kongrelerinde yetkililer, kadınlara kota (yüzde 20) uygulayacaklarını söylediler. Verdikleri sözlerin hiçbiri gerçekleşmedi; ne milletvekilliği, ne de yerel seçimlerde...
Geçmişte Behice Boran’ın, TİP milletvekili seçildiğini unuttuk bile... Şimdi kadın sokağa bile çıkamaz hale geldi; töre cinayetleri başını almış gidiyor. Kadınlar isterse olabiliyor ama erkekler ‘yol’ vermiyorlar. Neden mi? Kadınlardan kendilerine seçilecek yer kalmayacak diye.
CHP’nin 80 kişilik Parti Meclisi’nden 20 kişilik MYK’ya üye seçimi yapıldı dün; ancak listeye iki kişi alındı; Güldal Okuducu ve Bihlun Tamayligil...
YARGITAY’IN GÖREVİ
Laiklik ilkesi, kadın haklarının da güvencesi değil mi?
Dün laiklik ilkesinin Anayasa’yı girişinin 68. yıldönümüydü. Konuya hassasiyeti bilinen Cumhurbaşkanı Sezer yayınladığı bildiride hükümeti uyararak ‘Siyasal iktidarın düzenlenişinde dinsel inanç ve kurallar belirleyici olmamalıdır’ diyor. Sezer’in bu konudaki mesajı tam 84 satır... ‘Nezaket’ bildirileri yayınlayan ancak Yargıtay’ın son kararına hiç değinmeyen Meclis Başkanı Arınç, 18 metinde; laikliği, özgürlüşme ve demokratikleşmenin bir ifadesi olarak görüyor; Başbakan Erdoğan da 21 satırlık açıklamasında ‘Din ve vicdan hürriyetinin teminatı olan laiklik, aynı zamanda toplumsal barışın sağlanmasında da önemli bir unsur olmuştur’ diyor.
Buna karşılık 21 satırlık konuşmasında Baykal, ‘laiklik ilkesinin topluma yansıtılması ve anlatılmasının önemli olduğuna’ dikkat çekerken, 28 satırlık konuşmasında İP Genel Sekreteri Mehmet B. Gültekin, ‘Yargıtay’ın görevi cumhuriyeti korumaktır’ dedi.
Başka anma bildirisi ve tepki mi; maalesef yok.
GÜNÜN SÖZÜ
‘Türkiye’de II. Cumhuriyet dönemi başlamıştır. 17 Aralık bundan sonra II. Cumhuriyet Bayramı olarak kutlanacaktır! Kısacası, Atatürk’ün Cumhuriyeti bitecektir.’
(Altemur Kılıç)
Mesaj panosu
‘MICROSOFT ve Türkiye’ (5.2.2005) konulu köşe yazınızı beğenerek okudum. Yalnız yazınızda Linux’tan bir firma olarak bahsetmişsiniz. Halbuki Linux bir firma ismi değil, Windows gibi bir işletim sisteminin adıdır, sistemin çekirdeği yani ‘kernel’ine verilen isimdir.
Aydın DEMİREL-Harita mühendisi
TAKSİM’den Harbiye’ye kadar Cumhuriyet Caddesi boyunca, hiçbir sokak lambası yanmıyor. Saat 18.00’den sonra ortalığın zifiri karanlık olduğu dikkat çekmiyor mu? Duygu AKBAŞ
GÖLCÜK’te, deprem sonrası yapılan kalıcı konutlarda oturuyorum. Evlerimizin bodrum ve zemin katları bu son yağmurların ardından su altında kaldı. Mahallemizdeki birçok ev rutubetli, duvarlar su alıyor. Ne belediye ne de Bayındırlık bizimle ilgileniyor. Bu karda kışta birileri bizim sesimizi duysun.
Düzsağaç Mahallesi sakinleri-GÖLCÜK
Yazının Devamını Oku