Türkiye’nin büyük şehri İstanbul, Mağrip kökenli Araplar için önemli bir çekim merkezi. Brüksel’de yaşayan genç matematik öğrencisi Yasmine G. tek bir şeyin hayalini kuruyor; ‘İstanbul’da yaşamak’... Faslı ve Belçikalı olan 22 yaşındaki genç şu an için Türkçe dilbilgisi kitaplar toplayıp diplomasını alır almaz denemek için bir yıllığına İstanbul’a gidecek. Belçika’da Müslüman olmak hâlâ iyi karşılanmıyorsa da “Batılı yönünü inkâr edemeyeceğini” söylüyor. ‘İnsanların, yargıların ağırlığıyla ufalandığı’ ailesinin ülkesinin aksine Türkiye onun için İslam ve modernite arasında ideal bir denge sunuyor.”
7 Haziran tarihli Cumhuriyet’in ‘Le Monde diplomatique’ ekinde yer alan ‘İstanbul’da Arap diyasporası’ başlıklı yazıdan özetlenen yukarıdaki bölümde “Birçok konuda Türkiye, ülkedeki Arap diyasporasını etki aracı olarak kullanıyor. İstanbul, parçalanmış Arap dünyasının aynası” ifadeleri yer alıyor.
Gazeteci Killian Cogan’ın ilginç ve renkli yanları ile dikkat çeken 1,5 sayfa hacmindeki yazısını Deniz Dirican tercüme etmiş. İstanbul’daki Arap dünyasını tanımak, Türkiye’nin yakınlaştırıcı tavrı ve Erdoğan sevgisi konusunda dikkat çeken unsurlar bize yeni birçok şey öğretiyor gibi.
GÜNÜN SÖZÜ
“Türkiye’de her şey olunur, rezil olunmaz.” Murathan MUNGAN
DENİZLERİN EVRİMİ KITALARIN OLUŞUMU
YAŞAMIN denizlerde başladığını ve şu ana kadar dünyadakine benzer bir denizin henüz uzayda bulunmamış olduğunu, bu ortamın evrimini, yapısını ve karşı karşıya kaldığı tehlikeleri çok iyi bilmemizi gerektiriyor. Son zamanlarda denizlerdeki tahribatın hızla artmış olması bilim insanlarını endişelendirmektedir.
Karalarda canlıların varlığının ancak sağlıklı bir deniz yapısıyla mümkün olabileceği bilinmektedir. Birçok büyük deniz canlısının soyu tükenme sürecine girmiş; en büyük besin kaynağımız olan deniz ürünleri neredeyse stok olarak yarı yarıya azalmıştır. Halkın anlayabileceği bir sadelikle denizlerimizin evrimi, yapısı ve tehlike durumunun yazılması zorunlu hale gelmiştir. Yeni bilgileri de göz önüne alarak ve bir başlangıç olarak
Aygun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 Kasım 2020 tarihinde yaptığı açıklamada, “Marmara Derin Deşarjı Eylem Planı”nı devreye sokmaktan bahsettiğini anımsattı. Bu projenin halen tamamlanamadığını, ancak Organize Deri Sanayii’nden şu anda günde 10 bin metreküp arıtılmış su bırakıldığını kaydeden Aygun, “Marmara Derin Deşarjı” tamamlandığında, Tekirdağ ili sınırları içinde 8 OSB ile Kırklareli ili sınırları içinde iki OSB’den olmak üzere toplamda 10 adet OSB’den çıkan ve Ergene’ye bırakılan atıkların ve kanalizasyon sularının ileri teknoloji ile Marmara’ya bırakılacağını kaydetti. Aygun bu arıtılmış suyun Marmara Denizi’ne 4.5 kilometre açıktan ve 47.5 metre derinlikte deşarj edileceğini anımsattı.
DENİZBİLİMCİ HOCALARI DİNLEYİN
“Bu proje tamamlandığında vay Marmara’nın haline!” diyen Aygun, daha sonra şu sorulara yanıt istedi:
İleri teknoloji, biyolojik arıtma ile kimyasal atıkları ayırabilecek nitelikte midir?
Biyolojik arıtma tesisleri, kimyasal içerikli atıkları arıtabilir mi? Marmara Denizi’nde nutrient giderimine dayalı atıksu arıtımı da yapacak mısınız?
Atıkların OSB’lerin ‘arıtma tesislerinden’ geleceğini düşünürsek, farklı noktalardan gelen kimyasal atıkları ayırıp temizleyecek sistem kurdunuz mu?
Derin deşarj sisteminde farklı orijinlerden toplanacak atıkların son kabul noktası neresi olacak? Bu tesisin alacağı atıkların kriterleri ne olacaktır?
Gelen atıkların kriterlere uyup uymadıkları konusunda ne aralıklarla, hangi analizleri yapacaksınız?
Yazısında, 1983 yılında 5.5 milyon nüfusun sadece yüzde 52’sine su verilebildiğini hatırlatan Damalı, yeraltı sularının tamamen kontrol dışı kullanıldığını, başta Haliç olmak üzere kıyıların atıksuların serbestçe denize dökülebilen sanayi tesisleri ile doldurulduğunu, bırakın arıtma tesisini ortaya çıkan atıksuyun yüzde 10’unu dahi taşıyacak kanalizasyon sistemi olmadığını anlatırken, “Kollektör, tünel, pompa istasyonu, deniz deşarjı vs.’nin ismi dahi yoktu. Fosseptik çukurları ile toplanan atıksular dere ve denizlere boşaltılıyordu” diyor. Beş yıllık süreçte Darlık ve Büyükçekmece barajları, arıtma tesisleri boru hatları ile nüfusu 6.8 milyona çıkmış olan İstanbul halkının yüzde 92’sinin su alabildiği, eski borularının sağlıklı duktil borularla değiştirildiği, sanayinin kullanıldığı yeraltı sularının denetim altına alındığı, atıksu için ‘kirleten öder’ prensibinin uygulanmaya başlandığı (Domaç Master Planı); bu plana göre Boğaz’a akan atıksuların toplanması (Yenikapı, Baltalimanı, Moda ve Küçüksu) ve ön arıtma ile boğazın alt akıntılarına verilmesi, akıntının olmadığı Ataköy, Küçükçekmece, Tuzla gibi bölgelerde denizi kirletmeyecek entegre biyolojik arıtma tesislerinin inşa edilmesinin (Dünya Bankası kredisi ile) ihale edildiği gibi çalışmaları anlatırken “1988 yılında Ömerli Barajı içme suyu havzasında olmasına rağmen, belediye ilan edilmiş olan Sultanbeyli Belediyesi’nin kuruluşuna engel olamadık” itirafında da bulunuyor Damalı.
NÜFUS ARTIŞI VE İMAR RANTI
Peki, 1989’dan 2021 yılına kadar geçen 33 yılda ne yapıldı? Yapılan en önemli şey, İstanbul’un nüfus artışının engellenmeyerek, aksine teşvik edilerek, 6.8 milyondan 16 milyona çıkartılması oldu. İmar rantı, gökdelenler, içme suyu havzalarındaki yeşil alanların korunamaması, nüfus artışı, İstanbul’u ve çevresindeki denizleri kaldıramayacağı bir kirletme yükü ile karşı karşıya bıraktı. Daha da acı olanı bu nüfus artış baskısının ve “Kanal İstanbul” gibi projelerle İstanbul nüfusunu arttırma çalışmalarının en üst seviyeye çıkmış olmasıdır.
Gelelim çevre kirliliği konusunda bu 33 yılda ne yapıldığına... Maalesef bu onlarca yılda ağırlıklı olarak sadece 1. aşama atıksu yatırım hedeflerinin tamamlanması gerçekleşebilmiştir. Halbuki bu aşamada 2. aşama atıksu yatırımlarının tümünün entegre biyolojik arıtma tesislerine dönüştürülmesi yatırımlarının tamamlanması gerekirdi. Hatta yapılmış olan Zeytinburnu dolgu sahasına ileri arıtma tesisi inşa etmek yerine, bu alan miting alanıymış gibi kullanılmaya başlandı. Bu arada İSKİ’nin 2021 yılı sonunda 2 önemli biyolojik arıtma tesisinin işletmeye açılacağını söylemesi, içimizi biraz rahatlatacak müjdeli haberlerdir. Gün, geçmişi kritik etme günü değildir. Sorumluluğu alarak eksik olan planlamanın, yatırımların, denetlemenin hızla yapılmaya başlanması günüdür. Başta İstanbul olmak üzere Marmara Denizi’ne kıyısı olan şehir belediyelerinin yöneticileri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı çok ciddi bir sınavla karşı karşıyadır.
İSTANBUL’UN MARKA DEĞERİ KORUNMALI
DAMALI’nın yazısının sonunda 6 maddelik bir ‘önerisi’ var: “Bakanlığın ve belediyelerin şehirlerinde belli bir süreyle yapacakları nüfus artışına yol açacak yeni imar planları oluşturmaları kanunen yasaklanmalıdır. Yeni imar planı yapılması sadece kamu düzeni ve güvenlik ihtiyacı için, çevre koruma amaçlı tedbirler için ve kalkınma planına uygun yatırımlar için kısıtlı olarak yapılabilmelidir. Geçerli imar planında inşaat hakkı olan, ancak inşaat ruhsatına bağlanmamış binalara belirlenecek bir süre için inşaat ruhsatı verilmemelidir. İstanbul’un marka değerini ve turizm kapasitesini kaybetmemek, emlak piyasasında kriz yaratmamak için önerilerin hızla uygulamaya geçilmesi gerekir. Ayrıca vakit geçirilmeden “Kanal İstanbul” projesinin iptal edildiği açıklanmalıdır. Belirlenecek bağımsız ve yetkili bilim kurulu gerek görürse diğer yatırımlar gibi “Kanal İstanbul”un yapılması ile ilgili kararı tekrar alır.”
Marmara havzasındaki tüm sanayi kuruluşlarının atıksuları denetim altına alınana kadar bu seferberlik devam etmelidir.
Marmara Denizi’nin her şeyini bilen bu araştırmanın sorumlusu Hidrobiyolog Levent Artüz’ün her araştırmanın sonunda “Marmara kötüye gidiyor” diye açıklama yaptığını biliyoruz. Nitekim bunu ‘Şarköy’ün Sesi’ gazetesi sahibi Yakup Önal da teyit ediyor. Her yıl ağustos ayında 15 gün boyunca Marmara Üniversitesi bilim adamlarının çalışmalarını izliyor ve 2009 yılından beri de söylediklerini gazetesine yazıyor. Yakup Önal dün bize gazete kupürlerini göndermiş. Hocanın raporlarını kimse okumadı mı?
- Bazılarına bakarsak (Eylül 2003) “2009 yılından bu yana çeşitli kurumlar tarafından, 2006’dan itibaren de Sevinç-Erdal İnönü Vakfı bünyesinde yürütülen “Marmara Denizi’nin Değişen Oşinagrafik Şartlarının İzlenmesi Projesi”nde parametrelerin, önceki senelere göre daha da olumsuz durumla karşılaşıldığı ve daha da büyüdüğü açıkça gözlenmiştir, deniliyor.
- (Eylül 2010) Marmara Denizi rengini kaybetti.
- (Eylül 2011) dönemi çalışmaları sonunda Hidrobiyolog Artüz’ün açıklaması şöyle: “Marmara Denizi artık açık bir denize dönüşüyor; artık balığı unutun. Balıkçılar ise bu gerçeği kabul etmiyorlar. Marmara’da artık balık yok. Elde kalan balıklar, istavrit ve çinakop.”
2011’de Hidrobiyolog Levent Artüz’ün açıklamasından
- (Eylül 2012) Artüz Hocanın uyarıları vahim. “Marmara Denizi’nin büyük bir bölümünde oksijen yok. Canlıların yaşayıp büyüyüp üreteceği oksijen miktarına sahip değil. Marmara Denizi’nde çok ciddi bir şekilde tür çeşitliliği erozyona uğramış vaziyettedir.
ARTÜZ 12 YILDIR UYARIYOR
Levent Artüz
“Nasıl çözeriz diye düşünecek bir şey yok! Çözüm ortada:
1- Atık arıtma tesisleri fabrikalardan borularla gelen sıvı atıkları arıtmadan sisteme vermeyecek!
2- Kıyı yerleşimlerinde doğrudan denize verilen kanalizasyonlar, kolektörlerle atık arıtma tesislerine ulaştırılacak.
3- Kıyı şeridinde yerleşik sanayi işletmelerinin müstakil atık arıtma tesislerini ve OSB’lerde kurulu toplu atık arıtma tesislerini çalıştırması zorunlu tutulacak. Çalıştırıldığı denetlenecek.
4- Büyükşehirlerin arıtmadan kıyı şeridinde kolektörlerle topladığı ve deniz akıntılarını kullanarak şehirlerden uzaklaştırdığını zannettiği atıklarla ilgili projeler tekrar ele alınacak ve atık arıtma tesisine yönlendirilmeyen hiçbir atık denize verilmeyecek.
5- Marmara (ve diğer denizlerin) havzası içerisinde bulunan ve Marmara’ya (ve diğer denizlere) dökülen akarsular üzerindeki yerleşimlerin ve sanayi tesislerinin atık deşarjlarını izleyen “Akarsu Atık İzleme Sistemi (AAİS)” oluşturulacak.
6- Sanayi tesislerinin üretim kapasiteleri ve atık kapasiteleri arasındaki istatistiksel hareketi izleyen sistem “atık kontrol” devreye sokulacak.
7-
Trakya’da çevresel mücadelede önemli bir isimdir. Ergene’yi, Istranca’yı iyi bilir; tam bir çevre aktivistidir. ‘Ergene Hayata Dönsün’ eylemleri sonrasında 6 Mayıs 2011’de ‘Şafak Harekâtı’ adıyla bir çalışma başlatıyor Murat Sevgi. İşte o çalışmanın ürünü olarak, ‘Derin Deşarj Projesi’ adıyla Ergene Nehri’ne boşaltılan nehir çevresindeki fabrikaların sıvı atıkları, OSB’lerde kurulacak Atık Arıtma Tesisleri’nde (AAT) toplanacaktı. Bu AAT’lerin çıktısı kapalı kanallar üzerinden Marmara kıyısına ulaştırılacak ve buradan açığa verilecekti. ‘Şafak Harekâtı’ 10. yılına ulaştı. Sevgi diyor ki: “Projenin şekillenmeye başladığı ilk günden beri, takip edilebilen her aşamada ‘AAT çıktılarını denize vermek ölümdür’ dediğimizde buna çevreciler arasından bile inanmayanlar vardı. Arıtma sürecinin maliyetli olmasından ve kanal sisteminin kapalı olmasından kaynaklanan bir gözden-gönülden ırak iş çevirme şüphesini Kasım 2012’den beri defalarca konferanslar, seminerler, paneller, basın açılamaları, haberler, yazılar ve TV programları ile dile getirdik.”
Projede sorunlar yaşandı. ‘Derin deşarj sistemi’nin açılışı Kasım 2020’de heyecansız bir şekilde yapıldı. Murat Sevgi’ye göre sistem; Marmara Denizi çevresindeki diğer benzerleri gibi ölümcül riskleri denize boca eden bir düzenektir.
Tesadüf mü bilemeyiz ama Kasım 2020’den beri Marmara’da bir afet artarak ve her geçen gün daha da ölümcül bir şekilde doğal kaynakları boğan yapısıyla deniz tabanını kuşattı. Bunun yüzeyde görünen çok küçük bir kısmı bile ülkeyi 6-7 ay içerisinde seferberlik aşamasına getirdi. Bakan Murat Kurum, dört tweet ile müsilaj meselesine dahil oldu. ‘Çevre Günü’nden bir gün önce yani cuma günü tarafları ‘Marmara Denizi’nde Musilaj Sorunu ve Çözüm Önerileri’ konulu çalıştaya davet etti. İki gün içinde ne gibi bir sonuca varılacaksa, 6 Haziran Pazar günü ‘Marmara Denizi’ni Koruma Eylem Planı’ tamamlanacak ve kamuoyuyla paylaşılacak.
HANGİ ORTAK AKIL!
Bakana göre; temelde müsilaja yol açan 3 neden öne çıkıyor: Küresel ısınmanın yol açtığı deniz suyu sıcaklığındaki yükselme, denizdeki durağanlık ve kirlilik. Marmara’da 91 noktadan kirlilik kaynakları incelenecek.
Mühendis Murat Sevgi, bütün bunlar için hangi akılla çözüme gidileceğini sorarken, çözüm önerilerinde bulunuyor. O da yarına...
İKİ UZMAN İYİ ŞEYLER SÖYLEMİYOR
“İSTANBUL’un su havzalarını acımasızca kirletiyoruz”
Marmara bölgesinde yaşayan 20 milyon kişinin dışkısı, bulaşık ve deterjan suyu, bitkisel atık yağlar her gün Marmara Denizi’ne deşarj ediliyor. Son olarak da 50 yıldır Kocaeli Dilovası’nda hurda metal ithal edip geri kazanım sağlayan firmaların ve Trakya’da tekstil fabrikalarının kimyasal atıkları hem İzmit körfezini hem de Marmara’yı bitirdi. Hükümetin Ergene’yi kurtarmak amacıyla yaptığı deşarj sistemi ile son bir yıldır Trakya’nın tüm atıklarının denizaltına verilmesi tam bir felaket sayılıyor. Deniz salyasının bu sistemin devreye girmesinden sonra ortaya çıkması tam panik yarattı.
Deniz uzmanları durumu “Ergene projesiyle denizin daha hızlı olarak kirlenmesi” şeklinde açıklıyorlar.
“Artık denize derin deşarj yöntemi kaldırılırken bizim buna milyon dolarlar akıtmamız hiç akıl işi değil. Ergene böyle kurtarılmaz” diyorlar.
DİP BALIKLARA DİKKAT
Tarım ve Orman Bakanlığı, Marmara’da ve Karadeniz’de çıkan dip balıklarında acil olarak risk analizi yapmalı ve sonuçları kamuoyuna açıklamalıdır. Duyarlı bir vatandaşın Hacettepe Üniversitesi’nde Marmara Denizi için yaptırdığı araştırmada şu veriler ürkütücü sayılmıştı: “Marmara’da krom, bakır, kurşun, katmiyum, çinko, civa, arsenik ve diğeri ağır metallerin balıklarda ve midyelerde ‘aşırı’ miktarda bulunduğu raporda yer almıştı (rapor elimizdedir). Ne yazık ki, trol balıkçıları zarar görmesin diye Marmara ve Karadeniz’den çıkan balıkları yiyoruz ve kanserle tanışıyoruz. Artık yüzey balıkları da tehlikeli sayılıyor.”
Hocalar ne kadar ciddi bir uyarı yapıyor: “Marmara öldü, salya ile cesetler çürüyor artık.”
GÜNÜN SÖZÜ“HEP ‘Bir savcı çıkıp dava açmayacak mı?’ diye soruluyordu. Ya çıkarsa diye korktular. Hemen bir yasa teklifi hazırlayıp Meclis’e sundular. Önerilen değişiklikle, Cumhuriyetimizin ‘Cumhuriyet Savcılığı’na son veriyorlar. Bilginiz olsun.Av. Turgut KAZAN
TRAKTÖR HACZİNDE REKOR
CHP’li Başevirgen’in önergesinde sorduğu altı soruya karşılık bakanlıktan sadece “Araç muayene ücretleri, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 35’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hükümler dahilinde belirlenerek Bakanlığımızca uygulanmaktadır” cevabı geldi.
2005 yılında 552 milyon 150 bin dolara özelleştirilen araç muayene istasyonlarının TÜVTÜRK tekelinde olması sebebiyle oluşan eksik rekabet ortamından vatandaşların olumsuz etkilendiğini belirten Başevirgen, “TÜVTÜRK’ün fahiş araç muayene ücretlendirmeleri karşısında araç sahibi vatandaşlarımız tepkilerini yüksek sesle dile getiriyor. TÜVTÜRK’te 7 dakikalık muayene sonrasında vatandaş 370 TL para ödüyor. Egzoz ve emisyon ölçümleri de dahil edildiğine fiyat 480 TL’ye kadar çıkıyor. Otobüs, kamyon, çekici ve tankerler için daha önce 462 TL olan muayene ücreti yeni tarifede KDV dahil 503 TL oldu. Otomobil, minibüs, kamyonet, özel amaçlı taşıt, arazi taşıtı, römork ve yarı römorklar için daha önce 342 TL olan muayene ücreti KDV dahil 372 TL’ye yükseldi. Vatandaş, traktör (römorklu ve römorksuz), motosiklet ve motorlu bisikletler için ise KDV dahil 189 TL ödeyecek. Araç muayenesinde tekel olan TÜVTÜRK vatandaşı sömürüyor. Soygun devam ediyor” diye konuştu.
TÜVTÜRK ile 2007’den itibaren geçerli olmak üzere 20 yıllık sözleşme imzalandığını hatırlatan Başevirgen’e göre, yapılan sözleşmeye göre ilk 3 yıl için yüzde 30, sonraki 7 yıl için yüzde 40 ve devamındaki 10 yıl için hasılatın KDV hariç yüzde 50’sinin hazineye aktarılması gerekiyor. Bedelin ne kadarı devlete gidiyor? İster nakit, ister kredi kartı olsun, peşin para ile çalışan TÜVTÜRK bu fahiş fiyatlara rağmen nasıl oluyor da zarar ediyor ve sürekli vergi borcu siliniyor? Sorular niçin yanıtlanmıyor?
Evet TÜVTÜRK için bir yaptırım uygulanacak mıdır?
GÜNÜN SÖZÜ
“Adalet güçlünün işine gelendir.” (Thrasymakhos)
SERT BUĞDAY ÜRETİCİSİ ‘ORGANİK NAZMİ’ ÖLDÜ
25 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Erzurum’da tarım ve hayvancılık sektörlerinin gelişmesinde büyük emekleri olan