“TBMM Genel Kurulu’nda yapılan gizli oylama sonucunda Sayıştay Başkanlığı’na Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürü seçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı ve cumhurbaşkanlığına bağlı olan bütün bakanlıkları denetleyecek olan bir kurumun başkanlığına, denetlenecek olan kurumlardan birinde hiyerarşik olarak cumhurbaşkanına bağlı olan ve ondan doğrudan emir ve talimat alan bir kişinin seçilmiş olması Sayıştay’ın zaten sınırlı olan tarafsızlığı ve bağımsızlığını tamamen ortadan kaldıracaktır” diyen Yeneroğlu’nun vurgulamaları özetle şöyle:
“Sayıştay’ın varlık nedeni TBMM adına denetleme yapmaktır. Vatandaşlarımızın alınteriyle kazandığı ve devlete verdiği vergilerin kamu kurum ve kuruluşlarında yolsuzluk sonucu haksız yere harcanmasının önüne geçmek değil midir?
Yeni Sayıştay Başkanı 2012 yılında başbakanlıkta göreve başlamasından itibaren tam 9 sene mevcut Cumhurbaşkanının emir ve talimatı altında çalışmış bir kişidir. Yeni başkanın, Cumhurbaşkanının emir ve talimatı ile Sayıştay’ı yönetmek ve de Sayıştay’dan iktidar partisini rahatsız edebilecek kararların çıkmasını engellemek üzere seçildiği açık olduğuna göre, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde mevcut kurumların kâğıt üzerinde varlığı devam etse de kurumların içinin hülle usulü atama ve seçimlerle boşaltılması genel bir uygulamaya dönüşmüş olmuyor mu?
Peki kamu kurumlarında şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri ayaklar altına alınırsa bütün kurumların görevlerini gereği gibi yerine getirme anlayışı ayaklar altına alınmış olmuyor mu?”
HAKKANİYETLİ BİR UYARI!
ESKİ milletvekili, bakan ve hukukçu Ertuğrul Günay diyor ki: “Adalet Yürüyüşü’nün üstünden 4 yıl geçti. ‘Adalet’ ihtiyacı hâlâ ilk sırada. KHK’lıların işsizliği, haksız tutukluların mahpusluğu sürüyor. Soma’da 301 emekçi öldü; sorumlular geziyor. Adalet düzelmeden ne ekonomi düzelir, ne de demokrasi.”
‘MARMARA’YA VERİLEN OKSİJENİN FAYDASI OLMAZ’
MARMARA
- Cemal Artüz (baba tarafından dedem) Türkiye Biyoloji Derneği kurucusu, biyolog, kendisini eğitim alanına adamış bir kişidir, dolayısı ile Haliç Sütlüce’de devlet tarafından bir okula adı verilmiştir. Kabataş Erkek Lisesi, Kandilli Kız Lisesi müdürlüklerinde bulunmuştur.
- Hidrobiyolog M. İlham Artüz (babam) hayatını deniz araştırmalarına adamıştır. İlk olarak Et ve Balık Kurumu’nda görev yapan M. İlham Artüz, “MAREM” projesi yani Türkçe adı ‘Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi ve Etkileri’ isimli projenin temelini balıkçılık biyoloğu Olav Aasen ile birlikte 1954 senesinde atmıştır. İstanbul Üniversitesi Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü’nün kurulması ile bu kurumun başında görev yapmaya ve söz konusu projeyi sürdürmeye başlamıştır. Bu durum 1982 senesine kadar kesintisiz devam etmiştir. İlham Artüz’ün emekli olması ile enstitü lağvedilerek lokanta haline getirilmiştir! Bu durum hıfzıssıhhanın kapatılması -pandemi örneği gibi HAE kapatılması- VE Marmara Denizi’nin kirlenmesi olarak kıyaslanabilir.
Daha sonra söz konusu proje, İ.Ü. Çevre Bilimleri ve İTÜ Gemi İnşaatı ve Denizbilimleri bölümlerinde devam ettirilmiştir. M. İlham Artüz’ün vefatı ile zaten beraber çalışan çocukları hidrobiyolog M. Levent Artüz ve elektrik elektronik mühendisi O. Bülent Artüz projeyi devralmışlar, M. Levent Artüz İTÜ gemi inşaatı ve denizbilimleri fakültesinde babasının dersleri (oşinografi ve deniz kirlenmesi dersleri) ile birlikte projeyi üstlenerek devam ettirmiştir.
O. Bülent Artüz’ü MAREM projesinin beyni olarak anmak doğru olacaktır, projeyi çağdaş, multidisipliner bir yapıya kavuşturmuş, 1954 senesinden bugüne bir veri tabanı ve işletim programı yazmış, fiilen tüm çalışmalara katılmış; hesaplamalar, karşılaştırmalar kısaca her şey üzerinden elini eksik etmemiş, önderlik yapmıştır.
Binlerce sayfa rapor hazırladılar, onlara “Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı” sponsorluk yaptı.
Üç nesildir aynı bilim dalında büyük emekler veren Artüz’lerin kim olduğunu şöyle bir araştırırsanız nasıl biliminsanı olduklarını öğrenirsiniz.
MİKROBİYOLOJİYİ BİLMEDEN
“MÜSİLAJ
Aynı yer için 22 Haziran 2021 saat 11.00’da Çorlu Halk Eğitim Merkezi’nde ‘Halkı Bilgilendirme Toplantısı’ neden yapılacak? Bu tesis Türkiye’nin en yoğun sanayileşmesi ile boğuşan, can çekişen Çorlu için ne anlama geliyor?
Bir milyon nüfusu aşan Tekirdağ ilinde bütün sorunlu faaliyetlerin aynı yere yığılması hak mı? Sanayiden kaynaklı göçle, kalabalıklaşmayla, aşırı yapılaşmayla boğuşan şehrin muhtemel genişleme alanının ortasına, zaten 10 yıl önce halkın bütün itirazlarına rağmen inatla kurulan tesis ölüm kusarken, hemen dibine, etkisini katlayacak bir tesisi ne amaçla yapmaya yeltenirler?
Bölge siyasetçilerinin, başta akademik meslek odaları olmak üzere bölge insanını temsil eden tüm odaların, sivil toplum kuruluşlarının ve her türlü sıkıntıya rağmen bu şehirde yaşayan, yaşamak zorunda olan, çocukları için, sağlıklı bir çevre için el ele vermesi gerektiğinin farkında olan herkesin bu gidişe dur demesinin zamanı gelmedi mi?
Havasıyla, suyuyla, toprağıyla, caddesiyle, sokağıyla, komşusuyla yaşam kalitesinin asgari standartlarına sahip bir şehirde yaşamak için hâlâ susacak mıyız?
Yetmedi mi sustuğunuz?
Murat SEVGİTrakya Platformu Yürütme Kurulu Üyesi
GÜNÜN SÖZÜ
“Yeni nesil, sanayi kesiminde çalışmayı tercih etmiyor. Gençlerimiz ne yazık ki mavi yaka işlere yeterince talip değiller. Sanayiyi yeni nesil için trend meslek yapmalıyız. Gençlerimiz, sanayide kariyer kazancını ve geleceklerini mesleki eğitimle kazanma fırsatını kaçırmamalı. İTO olarak hamilik projemizle bizler mesleki eğitimin tam destekçiyiz.”
Ekonomik sorunlardan ötürü zorlanan işyerlerinde uygulanan kısa çalışma ödeneği işveren ve işçiye adeta ‘can suyu’ sağladı. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan emekçiye ücretinin en az yüzde 60’ı, en çok yürürlükteki brüt asgari ücretin yüzde 150’si kadar para veriliyor. 1.8 milyon kişi ödenekten yararlanıyor. Salgının başlangıcından bu yılın nisan sonuna dek 4.2 milyon kişiye toplam 33 milyar lira ödendi.
Ayrıca ücretsiz izin uygulaması da ay sonu bitiyor. 862 bin kişi uygulamadan yararlanıyor. Bu kapsamdaki emekçiye günlük 50, aylık 1500 lira para yine İşsizlik Sigortası Fonu’ndan veriliyor. Bugüne değin 2.8 milyon kişiye toplam 11.4 milyar lira tutarında nakdi ücret desteği (ücretsiz izne gönderilenlere ödenen para) gerçekleştirildi. Yetersiz olan günlük tutarla geçinebilmek son derece zor...
Çalışma yaşamı uzmanı Şükrü Karaman, “Virüs belası ile birlikte ekonomide tehlike tamamı ile aşılamadı” derken şunları söylüyor:
“Aşamalı normalleşmeye geçilse bile yeme içme, eğlence, kahvehane gibi hizmetlerde kısmi kısıtlamalar sürüyor. Diğer yandan büyük işyerleri ve fabrikalarda üretim normale dönmedi. Birçoğunda ekonomik zorluklar devam ediyor. Toparlanmaları epey zaman alacak gibi. Ödeneğin salgın bitimine dek, hiç olmazsa yıl sonuna değin uzatılması şart. Aksi durumda yoğun işten çıkarmalar başlayacak, işsizler ordusuna yenileri eklenecektir. Uygulamanın uzatılmaması halinde 2 milyona yakın emekçinin işini yitireceği öngörülüyor. İşçi de bunu düşünerek son derece kaygılı.
Zaten paralar işçinin sahibi olduğu İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ödeniyor. Anasının ak sütü gibi helal olan fondaki para emekçiden esirgenmemeli.”
GÜNÜN ACISI
HATAY EXPO’YA ZIRNIK YOK
“10
29 Haziran’da ÇED toplantısı yapılmadan önce bir platform oluşturmuşlar, şimdiden stresi, üzüntüyü, hava, kara, deniz ve görüntü kirliliğini de hesaba katarsak, bu projenin her yönüyle, Körfez’in bu konumuna hiç de uygun olmayan bir proje olduğunu savunuyorlar. Bu proje gerçekleşirse cennet koyumuz ve Güllük Körfezi’nin kirliliği katlanarak artacak. Halihazırda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın haritalarında Güllük Körfezi ‘turuncu’ renkte yani çok kirli deniz kategorisindeyken (İzmir Aliağa ‘kırmızı’, yani en kirli) bu proje gerçekleşirse denizimizin ‘kırmızı’ kategorisine girmesi fazla sürmeyecektir.
ÇED süreci başlarken yeniden bir araya gelen ‘Güllük Körfezi Dayanışması’ mensupları diyorlar ki: “Kıyıkışlacık, Zeytinlikuyu, Boğaziçi, Güllük halkı olarak bu projeye tamamen karşıyız; bu projeye onay ve ruhsat verilmesini istemiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız’a, bakanlarımıza ve yetkililere sesleniyoruz. Bu projeyi durdurun lütfen. Maden limanının, turizm, tarım ve balıkçılık bölgesi olmayan, insanların yaşam alanlarından uzakta, sanayileşmeye uygun başka bir yerde yapılması uygundur. Lütfen sesimizi duyun.”
DAKİKADA 2.500 KELİME DİNLİYOR, 400-600 KELİME KONUŞUYORUZ
“BİR insan bir dakikada 2 bin 500 kelime dinleyebilirken, dakikada sadece 400 ile 600 kelime konuşabiliyor. Başka bir deyişle dinleme kapasitemiz çok daha büyük ve hızlı... Dinlemediğimiz için çok hata yapıyoruz. Baştan dinleme yapmadığımız için bedeli daha ağır olur. Geriye dönüp baktığımızda iş hayatımda bu nedenle kaçırdığımız çok fırsatlar olduğunu görüyorum” diyen Vuslat Doğan Sabancı, medya patronluğundan sonra konfor alanından çıktı, kadın katilleriyle, genelev patronlarıyla dindar kişilerle konuştu. Vuslat Hanım, herkesi can kulağı ile dinlemeye çağıran bir vakıf (V Vakfı - www.vuslatfoundation.org) kurdu. Vakıf, küresel bir misyonla küresel faaliyet göstermek üzere Türkiye’de kurulan ilk ve tek vakıf (Oksijen’de, Elif Ergu’nun söyleşisinden).
MESAJ PANOSU
BİYOLOJİK VE KİMYASAL ARITMA YAPILMADI
MARMARA’YA DEŞARJ DURDURULSUN
CHP
Levent Artüz bu görüşmede Marmara’nın yaşadığı felaketin yakın tarihini anlatırken, Marmara Denizi’nin ölümünü su üstüne çıkaran müsilaj olayının nedenleri için, bu sürecin 1989 yılında Haliç’in pisliğinin Marmara’ya atılması ile başladığının özellikle altını çizdi. “Bugün gelinen noktada öncelikle yapılması gereken bütün bu sürecin sorgulanarak, nasıl işe yaramayan arıtma tesislerinin yapıldığının; ne kadar büyük paralar harcandığının ortaya çıkarılması gerektiğidir” dedi.
Bu felakete uzun vadede çözümü başlatabilmek için öncelikle yapılacak işin Marmara’yı her türlü atığın boca edildiği bir alıcı ortam, bir ‘çökertme havuzu’ olarak kullanmaktan vazgeçilmesi olduğunu belirten Levent Artüz “Eğer bu pervasızlık iki ay daha sürer ise ve özellikle de uygulanmaya başlanan Ergene Derin Deniz Deşarjı acilen durdurulmayıp, deşarja birkaç ay devam edildiği takdirde müsilaj veya benzeri bir felaket Karadeniz ve Ege’ye ulaşıp uluslararası bir sorun boyutunu kazanacaktır” dedi.
GÜNÜN SÖZÜ
“Üçüncü bir ittifaka gerek olduğunu görüyorum.” (Cem Uzan-Bizim TV’deki konuşmasından)
İZMİR’E CİTTASLOW MÜJDESİ!
İZMİR Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, İzmirlilere bir müjde verirken “Bugün, hepimizin geleceğini belirleyecek ve İzmir’in refahını herkes için büyütecek bir başlangıç günü” diye söze başladı ve devam etti:
“Büyük bir gururla açıklamak istiyorum ki, İzmir dünyanın ilk ve tek Cittaslow (sakin şehir) Metropolü unvanını aldı. Dahası, dünyanın diğer şehirlerini bu ağa dahil etmek için öncülük görevi üstlendi.” İzmir’in bu önemli gününde İzmir’in gelişiminde büyük katkısı olan Ahmet Piriştina’nın 17. ölüm yıldönümü olduğunu hatırlatarak rahmet ve minnetle andıklarını söyledi. İzmir’in son bir yıl içinde depremi, seli, tsunamiyi, yangını yaşadığını belirtirken “Doğanın sağlığını korumadan kendi sağlığımızı da koruyamayız. Gezegenimiz iyiyse, biz de iyiyiz. O hastaysa, biz de hastayız” dedi. İtalya’da 12 Haziran’da Uluslararası Cittaslow Birliği’nin Genel Kurulu’nda İzmir’in dünyanın ilk Cittaslow Metropol kenti ilan edildiğini anlatan Soyer, hareketin 2009’da ilk olarak Seferihisar için kabul edildiğini söyledi. Seferhisar’dan sonra Türkiye’den 17, KKTC’den de 4 kent ağa üye oldu. Soyer, 2013’ten bu yana Uluslararası Cittaslow Birliği’nin Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyor. Cittaslow aslında nüfusu 50 binin altında olan kentlerin sahip olabileceği bir unvan. Soyer daha sonra şu bilgiyi verdi: “Bu çalışmaların sonucunda sadece dünyanın ilk Cittaslow Metropolü olmakla kalmadık, aynı zamanda Cittaslow Metropol normlarını evrensel ölçekte tanımlayan şehir olduk. Cittaslow Metropol’ün bize vereceği kazanımları altı ana başlık altında topladık. Toplum, kentsel direnç, herkes için gıda, iyi yönetim, hareketlilik ve Cittaslow mahalleleri, yani sakin mahalleler. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı ve planladığı birçok proje ve yatırım Cittaslow Metropol kriterleri ile uyum gösteriyor.
NE KAZANACAĞIZ?
İklim değişikliği ve salgının, tarımda kendi kendine yetebilmenin önemini bir kez daha gündeme getirdiği şu günlerde, tarımın tüm problemleri iklim değişikliğinin olumsuz sonuçlarıyla tetikleniyor.
Kuraklık, zararlılar, tohumculuk, toprak yapısı... Tüm bunlar üzerine çalışılması gereken konular.
İzmir Büyükşehir Belediyesi daha önce Seferihisar’da yapılan çalışmaların da deneyimiyle kırsal kalkınma ağırlıklı, şehir tarımını yönetecek, sağlıklı, sürdürülebilir gıda kaynakları için projeler üzerinde çalışıyor..
Sasalı’da kurulan ‘İzmir Tarımını Geliştirme Merkezi’nde ‘dikey tarım’, ‘susuz tarım’ ve ‘yerel tohum’ gibi çeşitli tarım disiplinleri üzerine çalışmalar yapılıyor.
2080 yılı Türkiye kuraklık senaryosu öngörüsüyle kurulan kontrollü alanda, dönemin koşullarına uygun toprak yapısında tarım faaliyetlerinin nasıl sürdürülebileceğine dair bilimsel çalışmalar ile geleceğin tarımı için bilgi üretiliyor.
İzmir çevreyle uyumlu, gezegen ile dost, insan ve çevre merkezli bir tarım için sektörün tüm paydaşlarıyla yaptığı işbirlikleriyle Türkiye tarımı için örnek çalışmalar yapıyor, bilimi tarıma entegre ediyor.
Aziz Kocaoğlu tarafından başlatılan ‘İzmir Tarımı’ projesi, Tunç Soyer ve ekibiyle tarımın geleceğine yön verecek gibi duruyor.
Merkezde küçük üreticiler için tanıtım, pazarlama gibi konularda da destek hizmetleri sunuluyor.
Türkçeye bir kelime olarak Fransızca ‘Musilage’, İngilizce ‘Mucilage’ veya İtalyanca ‘Musilage’den geçmiş. Kelimenin etimolojik kökeni ise geç Latinceden geliyor. ‘Mucilago’ yani çamur gibi koyu sıvı anlamında.
Marmara, tüm çevresi bir ülke sınırları içinde kalan dünyadaki tek deniz. Yüzeyi 11 bin 350 kilometrekare... Adalarında bol miktarda mermer bulunması yüzünden bu isim verilmiş. Yunanca Marmaros, mermer anlamına geliyor. Marmara’ya kıyısı olan yedi ilde (İstanbul, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova ve İzmit) vahim bir durum yaşanıyor. Marmara’nın sadece binde biri salya ile kaplı olsa, 11 kilometrekarelik bir alan; yani 11 milyon metrekare anlamına geliyor. Araştırmalarda, sadece deniz yüzeyinde ‘müsilaj’ değil, 15-20 metre derinliğe kadar jelimsi bir yapının olduğu söyleniyor. Gelişmeleri detaylı tekrara gerek yok. Alınan su örneklerinde bir litrede 0,8 milimetreküp oksijen ölçülmüş. Halbuki deniz içindeki yaşamsal faaliyet için alt sınırın 2 milimetreküp olduğu söyleniyor. Açıklamalara göre, oksijenin azalmasına ve müsilaja neden olan iki şey “azot ve fosfor” yükleri. Sebebi de yıllardır denize akıtılmış yükler.
New York Şehir Üniversitesi’nden Prof. Andre Aciman, ‘Proust okumak insanı okumaktır’ diyor. Yalnız Fransa’nın değil dünya edebiyatının bir ustası olan Fransız yazar Marcel Proust’un şu sözünü hiç unutmamalıyız: ‘İnsan en çok kaçtığı şeyden asla kurtulamıyor.’ İşte bu bugün Marmara’da yaşanan şey, yıllarca evsel ve sanayi atıklarını arıtmaktan kaçmanın bir sonucu. Proust’un dediği gibi bundan kaçış yok, kurtuluş da yok. Şimdi acı gerçekle yüzleşiliyor. Her kaçılan gerçeğin altında bir başka gerçek daha var. O da gerçeğin sıkı bir takipçi olması. Sorun kaçtıkça kartopu gibi daha da büyüyor. Çevreyi kirletenler, kirletilmesine seyirci kalanlar aslında bugüne ve geleceğe ihanet ediyor.
GÜNÜN SÖZÜ
“İnsanın yalnızca gerçeğin ne olduğunu bilmesi yeterli değildir, doğruyu yapması da gereklidir.” Johann Wolfgang von GOETHEKöşemiz aktörlerinin vakalarıKORKMAZ, ESKİ ORTAĞINI KURŞUNLATMIŞ
SÖZ ettiğimiz bu iki isim, ne yazık ki, bizim köşemizden kamuoyuna tanıtıldı. Ankara siyaset kulislerinde yakından tanınan SBK Holding’in sahibi kaçak Baran Korkmaz’la çeşitli vesilelerle yakın olan bazı isimlerin tedirginlik yaşadığını belirtmek isteriz. “Ya benim adım da ortaya çıkarsa?” Korkmaz, büyük oyunlar oynadı; bunları gerektiğinde köşemizden anlattık. Çok kişiyi mağdur etti, yalan söyledi. ‘Mal varlığı değerini aklama’, ‘haksız kazanç’ ve ‘karapara’ gibi bir dizi yolsuzluk iddiası ile suçlanıyor.
Cumhuriyet’te dün Miyase İlknur’un “Yurtdışına kaçan Korkmaz’ın ortağının savcılık tutanağını açıklıyoruz. İfadesini değiştirmeyen ortağa 5 kurşun” manşeti vardı. Korkmaz’ın eski ortağı Bereket Öner, karapara aklama soruşturmasında Korkmaz’ı suçluyor ve “İfadeyi değiştirmeyince, 29 Nisan günü silahlı saldırıya uğradım” diyor. Bereket Öner, Ankara Ticaret Odası eski Başkanı, CHP milletvekili Sinan Aygün’ün kızı ile bir süre evli kalmıştı. Başına gelenlerden sonra ilk kez bize konuşan bu genç iş insanı, saldırının arkasında Korkmaz’ın olduğunu ileri sürüyor ve saldırganların da Yakup Süt çetesi üyeleri olabileceğini söylüyor. Korkmaz ve Bereket Öner’le ilgili olarak bilgi edinmek isteyenler köşemizdeki bu yazılara bakabilir:
16.11.2017: ‘2. Zarrab Vakası mı?’, ‘Sezgin Baran kimdir?’, ‘Bereket Öner: Ateş içine düştüm, yanan 5 fabrika, Bora Jet’e el konulması olayı’.