18 Ekim 2006
DİYANET İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) Köln’deki merkezinin bahçesinde büyükçe bir çadır... Yandaki binada Diyanet’in kitapevinde dini yayınların her türlüsü satılıyor. Almanca Kuran’dan tutun çeşitli dergilere kadar 50 tür yayın var; içeride hac malzemeleri ile salep, boza ve çeşitli tatlılar da bulunuyor. Girişte bir cami maketi var. Cami buradaki beş dönümlük araziye yapılacakmış. Bunun için DİTİB’in açtığı proje yarışmasına Avrupa’dan ve Türkiye’den 130 mimar katılmış. Eleme sonrası bu sayı önce 30’a, sonra da 5’e indirilmiş. Bu 5 mimar arasına hiçbir Türk girememiş. 30 bin Euro ödül verilen yarışmayı, kilise mimarisiyle ünlü 87 yaşındaki Alman Prof. Gottfried Böhm ile yine mimar olan oğlu Paul Böhm kazanmışlar. Avrupa’nın en büyük camii sayılacak bu projenin temelinin önümüzdeki yılın ikinci yarısında atılması ve 10 milyon Euro’ya çıkması bekleniyor.
Caminin harcamalarının Almanya’daki Türklerin bağışlarıyla yapılacağı bildiriliyor.
Köln Belediyesi’nin, ’Tüm Müslüman cemaatlerin bir araya gelmesi’ koşuluyla bir cami yaptırma önerisine Türklerin sıcak bakmadığı anlaşılıyor. Şimdiye kadar fabrika ve depo gibi alanlarda yapılan ibadethaneler nedeniyle Türklerin tek bir ülke olarak Türk kültürünü yansıtan 2 bin kişilik görkemli bir caminin ortaya konulması amaçlanmış.
Köln geçmişte ’Kaplancılar’ın merkeziydi, hálá da ’yeraltında’ faaliyetlerini sürdürdükleri biliniyor. Alman Müslümanların kurduğu bir ’Osmanlı Dergahı’ yine Köln’de bulunuyor. Nakşibendi Şeyhi Nazim Kıbrısi’ye bağlılar.
’İŞSİZLERE İŞ VER ALLAHIM’
İftara dönersek... (Bu arada bir not. Köln’den 20 km. uzaklıktaki Leverkusen’de Bayer ilaç firmasının konser salonunda Schumann’ın 150. ölüm yıldönümü nedeniyle ünlü piyanistimiz İdil Biret’in konseri vardı. Konserde ne yazık ki, Köln Konsolosu Asım Temizgil ile birkaç Türk ailesinden başka kimse yoktu.)
Çadırın öbür tarafında çay içilen bir sohbet odası var. Çadırın içinde DİTİB imamı Şaban Kondi, Kuran-ı Kerim’in 49. suresi ’Hucurat’ın 13. ayetini okuyor. Bir başka imam da bunları Almanca’ya tercüme ediyor. Daha sonra üç papaz da İncil’den ayetler okuyor. Baştan ne olduğuna pek anlam verilemiyor. Ancak sonradan bunun, eskiden adı İş ve İşçi Bulma Kurumu olan İş Ajansı tarafından düzenlenen ’İşsizlik’ duası olduğu anlaşılıyor. Yani Müslüman, Katolik ve Protestan (kadın papaz) din adamlarının vurguladıkları ortak dilek şu: "İşsizlere iş ver Allah’ım..."
DİTİB’E ATAMA
Ardından genç bir Katolik Alman, gitar çalarak dua ediyor. DİTİB’in dört yıldan beri Genel Başkanlığını yürüten Rıdvan Çakır, Türkler kadar Almanların da çok sevdiği ve güvendiği bir din adamı... Cami ve minare karşıtı Alman milliyetçilerinin tepkisine karşı "Minarelerin uzunluğu, Alman demokrasisi ile aynı orantılıdır" demekle tanınan Çakır, "Din müşavirliği görevim bittiği için Türkiye’ye dönüyorum" dedi. "AKP’nin sizin yerinize burası için gösterdiği adayın kararnamesini Cumhurbaşkanı imzalamıyormuş" deyince, "Emin olun bilmiyorum" demekle yetindi. Türkiye’den tayin edilen din müşaviri aynı zamanda 870 cami derneğinin bağlı olduğu DİTİB’in de başkanlığını yürütüyor. Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı’na göre, radikal dincilere karşı bir ’set’ sayılıyor DİTİB...
TÜRKÇE’NİN YOK OLMASI
Almanya’da 5 milyon civarında işsiz var; kendi içlerinde Türklerin oranı %40’lara ulaşıyor. Giderek bu oran daha da yükselme eğiliminde; çünkü meslek eğitimi görmedikleri için ileride de iş bulmaları olanaksız.
Vakıflar Bankası’nın verdiği iftarın mönüsü çorba, kuru fasulye-pilav ve kadayıftan oluşuyor. Salondakilerin dörtte birinin kadın ve erkek Alman işsizlerden oluştuğunu söylüyorlar bize. Türkler ise daha kötü durumda; çoğunun işsiz olduğu anlaşılıyor.
DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ve arkadaşları da iftarın konukları. Ağar’ın üç günlük temasları sanıyoruz herkes için verimli geçti. Hele Fransa’da sözde Ermeni soykırım yasasının geçmesiyle oluşan tepkiler, Türkleri daha da tedirgin etmiş görünüyor. Özellikle dildeki kısıtlamaların giderek artması, ilerde Almanya’da Türkçe’nin yok olmasına neden olabileceği endişesi yaratıyor. Bu sıkıntılar nedeniyle 15 yaş altındaki çocukların ancak üçte birinin ana dillerini, onu da çarpık bir şekilde öğrenmeleri tehlikeli bir sürece gidildiğini gösteriyor.
Mehmet Ağar’a saldırı ihbarının perde arkası
BaŞbakan Erdoğan’ın rahatsızlığı nedeniyle hastaneye kaldırılması buradaki Türkler arasında endişeyle izlenirken, ’Hürriyet Avrupa’nın Köln Büro Şefi Tuncay Yıldırım haber verdi:
"Ağar’a saldırı ihbarı yapıldı..."
Olayı baştan alırsak...
Ağar, kentin merkezindeki Marriott Oteli’nde, heyetteki diğer partililer ve gazeteciler 10 dakika uzaklıktaki Renaicance Oteli’nde kalıyorlardı. Önceki gün Ağar’ın, çarşamba günkü meclis toplantısı için programını yarım gün iptal ederek, geceden Türkiye’ye döneceği ve uydudan yayın yapan Mehmet Çoban’a ait ’Türk Show’da söyleşiye de katılmayacağı söylentileri yayıldı. Ancak uçakta yer bulunamadığı ve özel uçak da bulunamadığı için dönüş gerçekleşmedi. Ağar ’yorgunluk’ gerekçesiyle TV programına katılmadı..
Türk heyetinden gizlenmek istenen olay dün sabah Köln’de Hürriyet muhabiri Hakan Aytaş tarafından Alman makamlarından öğrenildi; evet bu konuda ciddi bir ihbar yapılmıştı.
Öğle saatlerinde, DYP heyetine Almanya programını yapan Avrupa Demokrasi Vakfı Başkanı Aydın Yardımcı ve bazı kaynaklarla temas ettik.
"Hem Türk, hem de Alman kaynakları, Ağar’a karşı bir suikast girişiminde bulunulacağı ihbarını alarak, her türlü önlemin alındığını bildirdiler. Ağar, Türk istihbarat yetkilileri ile bizzat telefonla görüştü. Zaten yanında Türkiye’den gelen iki koruması vardı, ayrıca vakfın tuttuğu özel korumalarda temasları sırasında görev yapıyordu. Ayrıca, bazı Alman resmi polislerin DİTİB’nin girişinde ve içerde bulunması dikkat çekti. Ağar, tedirginlik duymadı değil. Ama buna karşın DİTİB’in iftarına katıldı. Gece otelini değiştirmesi düşünüldü, ancak bundan vazgeçildi, sadece odası değiştirildi. Gece yarısına doğru birkaç dostu ile Ağar otel civarında küçük bir yürüyüş yaptı..."
Ağar’ın yakın çevresi ’saldırı’ ihbarında adı geçen örgütün kendilerine ’aşırı sol bir örgüt’ olarak verildiğini belirttiler.
Köln ve çevresinde, firari Dursun Karataş’ın lideri olduğu ’Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’ (DHKP-C) ile ’Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği’nin (TİKB) faaliyetlerini bazı dernekler adı altında sürdürdükleri de biliniyor.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2006
KUZEY Ren Vestfalya’nın 1 milyon nüfuslu kenti Köln’de 100 bin de Türk yaşıyor. Türkler 1960’ların başında ilk göçte buradaki Ford fabrikasında çalışmaya başlamışlar, hatta bazıları çöpçülük yapmışlardı. Göç, Türkiye açısından cumhuriyet tarihinin en önemli projelerinden biriydi; Almanya için de öyle... Sadece Almanya’da Türklerin sayısı 3 milyonu bulmuş olsa da, eski kazanımlarından çok şey kaybetmeye başlayan bir topluma dönüşmüş. Türkler, dilinden dinine kadar uzanan bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya bugün. Anaokullarında Almanca dışında başka dil konuşulmaması yolunda yasaklar, camilerde Almanca vaaz verilmesi yolundaki istekler, ’Alman İslamı’ gibi tartışmalar Almanya’nın gündemine oturmuş.
Köln gece hayatının kralı Yahya Fırat adlı bir Türk. Ünlü Ring Caddesi üzerinde ’Diamonds’ adlı diskoteği önünde her gece Almanlar kuyruk oluşturuyor içeriye girebilmek için.
Alpay Özalan, Köln takımının sevilen bir futbolcusu. Köln geçen yıl 2. kümeye düşmüş. Ancak bu sezona da iyi başlamamış, şampiyonluğa pek aday bir takım gibi gözükmüyor. Asıl önemli olan 33-34 yaşlarındaki Alpay’ın diri fiziğiyle disiplinli çalışmasını hırsıyla bütünleştirmesi, Türkiye’deki pek çok futbolcu için örnek sayılmalı.
Köln’de ağaçlar daha yeni yeni sararıyor. Ren Nehri sakin sakin akıyor; yağışları bekliyor. 18 dereceyi bulan ’iyi’ havada Ren’de bir tekne turu keyfini hálá çıkaranlar var. Hele bu da ramazan ayına isabet ederse...
Türklerin son zamanlarda Ren Nehri’nde tekne turuyla iftar açmaya başlamaları ’moda’ olmuş. Bizim Boğaz’da ise bu turların başka bir türü başladı; ’mevlit’...
AĞAR’IN KÖLN TURU
Teknedeki iftarın davet sahibi Zaman Gazetesi’ydi. Konuklar ise genellikle sivil toplum örgütlerinin başkan ve temsilcileri... 150 kişilik davetin baş konuğu ise Almanya’da üç gündür çeşitli temaslarda bulunan DYP Lideri Mehmet Ağar ve arkadaşları. (İftara katılan Köln’ün emekli Emniyet Müdürü Winrich Granitzka, dostu Necdet Menzir’e selam söylüyor.)
UNESCO’nun dünya kültür mirası ilan ettiği ünlü ’Dom’ kilisesinin önünden geçip iftar teknesine giderken, dışarıda bir kafede tek başına kahve içen kişinin Köln Belediye Başkanı Fritz Schramma olduğunu söylediler. Belediyeden yürüyerek gelen başkanın ne koruması, ne şoförü, ne de bir ’hizmetlisi’ vardı. Bizim siyasetçilerin kulakları çınlasın. AB deyince işte bu tavırlar bekleniyor.
Teknenin girişinde gençler saygılı bir şekilde hoş geldiniz diyorlar.
Teknede okunan ezandan önce Alman konuklar için ramazanın anlamı Almanca açıklanıyor. Türkiye’deki zeytin peynir olmasa da, yemekler mütevazı; ardından çay servisi yapılıyor.
Sufi müziği eşliğinde üç saat sürüyor iftar gezisi ve dualarla sona eriyor.
KİMLER VERİYOR
Sadece bu iftar değil... Bunun gibi Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB-Rıdvan Çakır), Avrupa Türk İslam Birliği (ATİB-Fikret Ekin), Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD-Fevzi Cebe), Avrupa İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatı (İGMT- Yavuz Çelik Karahan) başta olmak Avrupa Cem Vakfı (Alişan Hızlı), Avrupa Demokrasi Vakfı (Aydın Yardımcı), Türk Alman İşadamları Dernekleri Federasyonu (TİDAF-İhsan Öner), Köln Üniversitesi Türk Öğrenci Derneği (Türk ÜNİD) gibi kuruluşların verdiği iftarlara eyalet parlamentosu milletvekilleri, yerel siyasetçiler ve belediye başkanları katılarak büyük ilgi göstermişler.
Almanya Başbakanı Merkel’in İstanbul’da Başbakan’ın iftarından başlarsak bütün Alman politikacılar, iftarlara ilgi gösteriyor. Türk Alman Sağlık Vakfı Başkanı Dr. Yaşar Bilgin’in Frankfurt’ta Hilton Oteli’nde verdiği iftara Eyalet Başbakanı Roland Koch eşiyle katılmış.
Münih’teki ABD Konsolosu da kentteki tüm İslam derneklerine iftar vermiş. Türk Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Faruk Şen, neredeyse her akşam bir iftara katıldığını belirterek, "İftarlar toplumsal açıdan iki toplumu bir araya getirmesi bakımından çok güzel, ancak her akşam iftarlarda o güzel yemekler yüzünden insanın kilo almaması elde değil" diyor.
PROTOKOL YARIŞI
Açık olarak görülüyor ki, Almanya’daki iftarlar artık dini bir vecibenin ötesine geçmiş. Bir tarafta Türkler ve Almanlar, diğer tarafta da Türkler kendi aralarında bir diplomasi ve protokol yarışı halindeler ramazanda.
İftara katılan Alman politikacıların düzeyi ve iftarların kalabalık geçmesi, bunu organize eden kuruma bir prestij olarak yazılıyor.
Almanya’da 2300 cami ve mescit derneği bulunduğu dikkate alınırsa, bu etkinlikler ’sosyal dayanışma’ ihtiyacının bir göstergesi sayılıyor.
Başka bir vurgulama daha yaparsak... Bir sürü etkinlik DİTİB sayesinde artık camilerde yapılıyor. Hürriyet Avrupa’nın anadili yasaklamaya karşı düzenlediği panelin Dietzenbach’da DİTİB’e bağlı Fatih Camii Derneği’nin salonunda yapılması yankı uyandırmış burada.
Türk ve Alman çevrelerinde bu, değişimin önemli bir göstergesi sayılıyor. İlk nesilden olan bir Türk eğitimci, "Dil ve din konuları yoğun şekilde tartışılırken, bu işlerin sahiplenilmesi yeni bir uyanışın ifadesidir" diyor. Bunun gibi solcu ve entelektüel yazar ve şairler de Almanya’daki cami cemaatlerine giderek okuma günleri yapmak istiyor. Fakir Baykurt Edebiyat Kahvesi adlı derneğin üyeleri bu konuda kendilerinin camilere çağrılmaması konusunda yakınmalarda bulunuyorlar.
Şair ve yazarların, "Camilerde okuma sevgisini aşılamak istiyoruz. Ancak bazı cami dernekleri önyargılı davranıyorlar" diyorlar. Bu gelişmeler İslamiyet’in yükselişiyle ilişkilendirilebilir mi?
Türklerin sosyal dayanışması camiler etrafında yoğunlaşıyor, DİTİB’in son dönem çalışmalarında bunun ciddi bir payı var.
AKP’nin Almanya korkusu
MEHMET Ağar, Avrupa Demokrasi Vakfı’nın sivil toplum örgütleriyle yaptığı toplantıda AKP’ye yüklenirken, "Rüzgár gibi geldiler, rüzgár gibi geçecekler" dedi.
AKP’nin içine kapandığını, askerle siyaset yapılamayacağını belirtirken "Benim Başbakanlığım süresince silahlı adam olmayacaktır" diye ekleyen Ağar’a ’holdingzedeler’ büyük ilgi gösterdi. Kefenle salona giren bir holdingzedenin üzerinde ’Katil Milli Görüş’, ’Yeşil Sermaye’, ’Cami soyguncuları’, ’Yimpaş, Kombassan, Endüstri’, ’Allah belanızı versin’ yazıları yer alıyordu.
Daha önce Türkiye’de kefenle dolaştığı için gözaltına alınan ve bu tepki pankartını Köln’de yine ortaya çıkaran Hanifi Doğan, Kombassan’a 1 milyon mark kaptırdığını ileri sürüyor. Bu arada Berlin’deki gösteride kendisine ’sahtekár’ dediği için Başbakan Erdoğan’la davalık olan Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Muhammet Demirci, yanında avukatıyla taşıdığı mağdur dosyalarını gösterirken, "Hükümet, Avrupa’daki Türkleri dolandıranlara karşı harekete geçmiyor, Cem Uzan’a yaptıklarının binde birini bunlara yapmıyor... Meclis araştırması yaptılar da ne oldu?" diyor. Avrupa’ya her gelen siyasetçinin peşine düşen ve sorunlarına çözüm isteyen holdingzedeler, "Gelen her bakanın karşısına çıkacaklarını" söylüyor.
Yazının Devamını Oku 17 Ekim 2006
ERYAMAN Evleri’nde bulunan Dil Devrimi Caddesi ile 1. Meşrutiyet Caddesi ve Samsun 19 Mayıs Caddesi asfaltlanmıştır. Buralarda oturan Eryaman Evleri, Oyak Evleri sakinleri toz toprak ve çamurdan kurtulmuştur. Ancak aynı yolların bağlantısı durumunda olan ve buralarda oturanları 4. ve 5. Etaplara bağlayan yolla, Ertuğrul Bey Caddesi’ne ait yol tek taraflı yapılmışsa da kalan bölümü hala yapılmamıştır.
Bu bölgeye otobüs tahsis edilmesi için UKOME’nin (Ulaşım Koordinasyon Merkezi) kararı çıkmıştır. Yolun yapılması kış gelmeden otobüs tahsis edilmesini hızlandıracaktır.
Ayrıca, Ertuğrul Bey Caddesi’ne cephesi olan blokların balkonlarında toz ve topraktan oturma şansı yoktur. Araç ve iş makinesi geçişlerinde içeri girmek durumundasınız.
Bir bölümü yapılan ancak yapılmayan kalan bölümünün ihalesinin yapıldığı duyumları alınıyorsa da, bir yıldır değişen bir şey olmamıştır.
Eryaman Evleri semtinde bulunan Ertuğrul Bey Caddesi’nin asfalt işinin bitirilmesini bekliyoruz.
Ali SELVİ
ASKİ’ye acıdım
ASKİ’nin İnternet sitesinde ’bilgi edinme için’ verilen 310 70 06 numaralı faks sabahtan beri cevap vermiyor. Sebebini öğrenmek için aradığımda faksın çalışmadığını bozuk olduğunu söylediler. Başka bir faks numarası istediğimde, farklı bir numaraya yönlendirildim ve her yönlendirildiğim numara başka bir numaraya...
Neticede ASKİ’ye sorunumu iletemedim.
Su, atık su, sayaç, şebeke bakımı adları altında muhtelif tahsilat yapan, gecikme olduğunda anında sayacı sökerek cezai faiz uygulayan, binlerce personel çalıştıran ASKİ’den medet umarken, ASKİ’nin vatandaştan daha çok yardıma ihtiyacı olduğunu anladım.
Tuncer KALKAY
tkalkay@tarim.gov.tr
O müteahhit uyarılmalı
ÇANKAYA’daki Doğu Kent Caddesi’nin Mühye Kavşağı’ndaki trafik ışıklarından itibaren Oran yönünde caddenin sağ tarafındaki yaya kaldırımından sonraki kamuya ait bölümünde bu güne kadar hiçbir düzenleme yapılmadığı için görünüm hiç güzel değil. Yeşil alan olarak düzenlenmesinin iyi olacağını düşünmekteyim.
Yaz aylarında caddeyi ayıran bölümün taşları değiştirildi. Artan taşlar ve kumlar kaldırılmadığı için etrafa yayılarak kirliliğe neden olmaktadır. İlgililerin dikkatine.
Bülent DİNÇER
Kış hazırlıkları
SON müthiş yağmurdan sonra alt yapısı olmayan Ankara’mızın ne hale geldiğini hepimiz yaşadık. Sayın Gökçek’in yaptırdığı alt geçitlerde milletimiz az kalsın araçları içinde boğulacaktı. Önümüz kış, tüm Ankaralılara ácizane tavsiyem araçlarında ilk yardım çantası, takoz, çekme halatı, reflektör, ceset torbası, kendiliğinden şişebilen lastik bot, kasık çizmesi, şnorkel, palet, tırmanma ipi bulundurmaları.
Selçuk DAMGACI
Halk otobüsleri mikrop saçıyor
ANKARA Büyükşehir Belediyesi denetimindeki halk otobüslerinin durumu dikkat çekici! Araçlarda pislikten elinizi, üstünüzü hiçbir yere değdiremiyorsunuz. Havalandırma, fren ve süspansiyon sistemleri bu işten anlamayanları bile kuşkulandırıyor. Araçlar yaşlı, çift katlı-yeşil olanlarda yanmış yağ ve mazot kokusundan nefes alamıyorsunuz! Kaderiniz ve konforunuz sürücü ve bilet kesene emanet! Belediyenin yetersizliği ve duyarsızlığı, bu konuda da apaçık ortada!
Metin ALTAY
KISA...KISA...
- FRANSA’ya karşı ne yapalım derken akla hemen Ankara’da Fransız Büyükelçiliği’nin bulunduğu Paris Caddesi’nin ismini ’Diplomat Şehitler’ veya ’Şehitlerimiz Caddesi’ne çevirelim ve tam Büyükelçiliğin karsındaki kaldırıma bir mermer sütün üstüne Fransa’da Ermeni komitacılarca katledilen şehitlerimizin ismini yazalım ki her gün önünden geçerken belki biraz utanırlar. Demir ERMAN
Yazının Devamını Oku 16 Ekim 2006
Büyükşehir Belediye Gökçek, girişinde Hürriyet bürosunun bulunduğu Cinnah Caddesi’ne Dönerci Heykeli dikeceğini açıkladı. Gökçek daha önce Altınpark’ta bedava döner dağıtarak, "Bunun parası Emin Çölaşan’dan geliyor. Ondan kazandığım tazminalardan karşılanıyor" iddiasında bulunmuştu.
BÜYÜKŞEHİR Belediye Melih Gökçek, Cinnah Caddesi’ne Dönerci Heykeli dikeceğini açıkladı. Gökçek Ankara Hürriyet’e, heykelin Çin’de yaptırılacağını ve Aralık ayında dikileceğini de vurguladı.
Gökçek daha önce Altınpark’ta bedava döner dağıtarak, "Bunun parası Emin Çölaşan’dan geliyor. Ondan kazandığım tazminalardan karşılanıyor" iddiasında bulunmuştu. Ardından da Hürriyet Yazarı Çölaşan’ı döner keserken gösteren bir heykel yaptırmıştı.
Gökçek dün Ankara Hürriyet’e şunları söyledi:
"Kuğulu-2 Kavşağı adını verdiğimiz yerde, yani Cinnah Caddesi’nin girişine bir döner kesen adam heykeli dikmeyi planlıyoruz. Büyük bir heykel olacak. Heykeli Çin’de yaptıracağım. Oranın ustalarının elinden çıkacak. Yerine konulması ise herhalde kavşak çalışmalarının biteceği Aralık ayında olur. Sizin gazeteden (Hürriyet Ankara Büro Binası) rahatça görülebilecek bir yerde olacak."
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2006
1920’li yıllarda bir Orta Anadolu kasabası ve Kurtuluş Savaşımızın merkezi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti ve AB yolunda inançla yürüyen modern Türkiye’nin dünya kenti olmaya aday Ankara’mızı, çeşitli yönleri ile değerlendirmeye çalışıyorum. Yaşamı kolay, huzurlu ve güvenli, kışları soğuk fakat sağlıklı, ilkbaharı kısa, yazı yayla esprisinde,sonbaharı ise müthiş güzel ve uzun Başkentimizi doyasıya yaşıyorum. Ankara’nın her şeyini anladım izah ediyorum, ama bir konuyu bir türlü çözemiyorum.
Bütün dünya ülkelerinin başkentleri o ülkeye gelen turist sayısından en büyük payları almasına, Başkentlerin o ülkelerin en tercih edilen turizm destinasyonu olmasına rağmen, Ankara nedense bu konuda Türkiye’nin turizm pastasından yeterince pay alamıyor. Niye turizm destinasyonu olamıyor. Anlayamıyorum.
NEDEN TURİST YOK
Yabancı turiste Ankara sokaklarında rastlamak mümkün değil, yerli turist ise Ankara’ya sadece özel işlerine çözüm aramak için gelen kişilerden ibaret.
Son zamanlarda orta öğretim kurumlarının düzenlediği kısa süreli seyahatler ve Kapadokya turuna giden kişilerin kısa süreli konaklamaları hariç, pek fazla turist hareketi yok.
Böyle mi olmalı Ankara? Başkentimiz, iç ve dış turizm açısından imkanlara sahip değil de bu sebeple mi hareket olmuyor.
Zannetmiyorum...
Galiba biz Ankara’yı siyasetin başkenti, koyu renk elbiseli ve kravatlı insanlar, resmi yapılar, büyük ve resmiyet kokan binalar ile alışveriş merkezleri açısından değerlendirmişiz. Turizm hiç aklımıza gelmemiş ve bu konuda bir şeyde yapmamışız.
TUNÇ DEVRİNDEN BUGÜNE
Tunç Devri, Antik dönem, Helenistik Roma ve Bizans dönemleri, müslümanlığın ilk dönemlerine ait eserler, hanlar, hamamlar tümülüsüler, tapınaklar ve camiler hatırı sayılır sayıda önemli ören yerlerinden Frig Krallığı’na başkentlik yapan antik yerleşim yeri Gordigon (Yassı Höyük), Haymana ilçesi Çayırlı köyü yakınlarındaki Gavur Kale, Frig dönemi eserlerinden Augustos Tapınağı, Julignus Sütunu (Belkıs minaresi), Bizans Mezarlığı, Saat Kulesi.
Malazgirt Savaşı’nın ardından 1073 yılında Türkler tarafından fethedilen ve o tarihten bu yana Türkler ve Müslümanların elinde kalan Ankara’da bu döneme ait çeşitli hanlar, hamamlar ve camiler bulunuyor.
Sulu Han, Ankara Kalesi’ne giden yol üzerinde Kurşunlu han, Mahmutpaşa Bedesteni, Zincirli Camii ve Hacı Bayram Camii ve en önemli eser Frigler döneminde İ.Ö. 278 tarihinde Kral Midas tarafından yaptırılan, Galatlar tarafından genişletilen ANKARA Kalesi.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın merkezi ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti Ankara’da Cumhuriyet dönemi mimari eserleri;
1. TBMM ve 2. TBMM binaları, Ankara Palas, İş Bankası ve Ziraat Bankası Genel Müdürlük Binaları (Ulus), Etnografya Müzesi, Türk Ocağı ve Opera Binası, Ulus Meydanı, Çankaya Köşkü, Büyük Önder Atatürk’ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir, yeni TBMM Binası ve çeşitli ülke Büyükelçilik binaları.
Günümüz mimarisi örnekleri Kocapete Camii, modern büyük alışveriş merkezleri; Atakule, Karum, Armada, Ankamall (Migros), Arcadium ve yeni yapılan alışveriş merkezleri, gençlerin uğrak yerleri; Tunalı Hilmi Caddesi, Tunus, Yüksel ve Arjantin Caddeleri, Sakarya, modern cafe ve restorantlar eğlence merkezleri.
BUNLAR YETERLİ Mİ
Tüm bunlar bir turizm şehri olmak için yeterli alt yapılar.
Ulus meydanı ve çevresi, Ankara kalesi ve etekleri, Gençlik Parkı, turizm merkezi anlayışı ile düzenlense, tarihi, kültürel ve mimari özelliği olan yapılar restore edilse, tarihi yapıların ışık ve çevre düzenlemeleri yapılsa, Ulus’taki İş Bankası ve Ziraat Bankası Genel Müdürlük binaları, (Genel müdürlükleri İstanbul’a taşındığı için) ve diğer binalar uluslar arası ve ulusal otel zincirlerinin bazıları tarafından 5 yıldızlı otele dönüştürülse, (bu konuda Budapeşte örneği göz önüne alınabilir) tarihi çekim noktalarının çevresinde toplu müşteriyi karşılayabilecek turistik yeme-içme yerleri yapılsa, inanıyorum ki Ulus ve Ankara Kalesi çevresi müthiş bir potansiyel kazanır.
SAĞLIK HİZMETİ
Son zamanlarda artan kongre turizmine yönelik ve yapımı biten ve devam eden kongre merkezlerimizin iç ve dış kongrelere ev sahipliği yapması Ankara’mız açısından büyük bir hareket yaratacaktır. Ankara’da mevcut özel ve resmi sağlık kuruluşlarının, dışa açılarak Ortadoğu ve Arap ülkelerine yönelik sağlık hizmeti sunması, sağlık turizmi açısından büyük bir potansiyel oluşturacaktır.
Ne yapılmalı
1- Gerek resmi, gerekse özel kuruluşların Genel Müdürlük ve İşletme Merkezlerini İstanbul’a taşıma ve Ankara’nın içini boşaltma heveslerinden vazgeçmeleri.
2- Ankara, yukarıda saydığımız zengin kültür ve tarihi çekim noktaları ile cumhuriyet dönemi eserlerini günümüz yaşamı ile bağdaşır, ciddi ve bilinçli restore ve rötuşlar yapılarak modern bir şehir turizmi merkezi olabilir.
Ankara’ya gösterilecek ilgi kısa zamanda netice verecek ve Başkentimizin güzel bir turizm merkezi olacak inancındayım.
Bu konunun göz ardı edilmesi, yetkilileri zeval altına sokacaktır.
İrfan GÜRPINAR-
Turizm eski Başkanı
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2006
ORHAN Pamuk ile ilgili yazılara istinaden size Nobel ödülleri tarihinden küçük bir öykü anlatmak istiyorum.
Kahramanımız Boris Pasternak... Ülkesindeki uygulamaları eleştirmekle vatanını savunmak arasındaki ince çizgiyi kavrayabilmiş, çağımızın tartışmasız en büyük yazarlarından biri. En tanınmış romanı 'Doktor Jivago'dur (Doctor Zhivago). Rus insanının Sovyet devrimi sırasında yaşadığı acıların arka planında yer aldığı büyük bir aşk romanıdır 'Doktor Jivago'...
Yıl 1958'dir.
Yani Soğuk Savaş'ın en civcivli zamanı... Sovyetler Birliği dünyadaki iki süper güçten biridir ve bugün çok iyi anlaşılabildiği gibi herhangi bir süper güç canının istediği ülkeyi gidip işgal edememektedir. Batı dünyası çıkan her fırsatı Sovyetler Birliği'nin aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Fırsat ayaklarına gelmiştir. Pasternak bir rejim aleyhtarıdır. Kitaplarında da Sovyet Devrimi'ni eleştirmektedir.
İşte muhteşem bir fırsat. Kendisine o yılın Nobel Edebiyat ödülü verilir.
ÖDÜLÜ REDDETTİGerçi Pasternak yazarlığıyla bu ödülü çoktan hak etmiştir ama ödülün yazarlığı için değil ülkesini eleştirdiği için verildiğini anlayacak entelektüel birikime de sahiptir. Ödülü reddeder. Propaganda makinesi çalışmaya başlar. Reddetme gerekçesi hemen yaratılır. Sovyetler Birliği yönetimi yazarın ödülü almasına izin vermemiştir ve kendisini medyada rezil etmekle tehdit etmiştir. Yazarlar Birliği, Pasternak’ı ülkeden attırmak için elinden geleni yapmıştır.
İşte bu noktada Boris Pasternak, Nobel Ödül Komitesi'ne bir mektup yazar:
"Romanımın çevresinde gelişen siyasi kampanyanın kazandığı boyutları görünce ve Nobel ödülünün bana verilmesinin, çok çirkin sonuçlara varan siyasi amaçlı bir karar olduğu kanısına varınca kimsenin zorlamasıyla değil kendi irademle ödülü reddettiğimi belirtirim."Bu kararda, hayatının son 14 senesinin aşkı Olga Ivinskaya’nın büyük rolü olduğu anlatılır. Sevdiğini Stalin’in kamplarından korumaya çalışmıştır Ivinskaya...'Doktor Jivago', Rusya’da 1988’de yayınlanır.
Pasternak 1960’ta hayata gözlerini yummuştur.Yıl 1958'dir.
Yani Soğuk Savaş'ın en civcivli zamanı... Sovyetler Birliği dünyadaki iki süper güçten biridir ve bugün çok iyi anlaşılabildiği gibi herhangi bir süper güç canının istediği ülkeyi gidip işgal edememektedir. Batı dünyası çıkan her fırsatı Sovyetler Birliği'nin aleyhine kullanmaya çalışmaktadır. Fırsat ayaklarına gelmiştir. Pasternak bir rejim aleyhtarıdır. Kitaplarında da Sovyet Devrimi'ni eleştirmektedir.
İşte muhteşem bir fırsat. Kendisine o yılın Nobel Edebiyat ödülü verilir.
ÖDÜLÜ REDDETTİ
Gerçi Pasternak yazarlığıyla bu ödülü çoktan hak etmiştir ama ödülün yazarlığı için değil ülkesini eleştirdiği için verildiğini anlayacak entelektüel birikime de sahiptir. Ödülü reddeder. Propaganda makinesi çalışmaya başlar. Reddetme gerekçesi hemen yaratılır. Sovyetler Birliği yönetimi yazarın ödülü almasına izin vermemiştir ve kendisini medyada rezil etmekle tehdit etmiştir. Yazarlar Birliği, Pasternak’ı ülkeden attırmak için elinden geleni yapmıştır.
İşte bu noktada Boris Pasternak, Nobel Ödül Komitesi'ne bir mektup yazar:
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2006
ÇEVRE ve Orman Bakanlığı’ndan ’Neden ÇED raporu gerekli değildir" (12.10.2006) yazısı üzerine şu açıklamayı yaptı: "TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından yapımı planlanan Hasköy-Akköprü Enerji İletim Hattı (Yer Altı Kablosu) için Bakanlığımızca 02.11.2004 tarihinde ÇED Gerekli Değildir Kararı verilmiştir.
Bir vatandaşın can ve mal güvenliği açısından hatta enerji verilmesinin durdurulması, hattın daha güvenli bir yere nakledilmesi ve verilen ÇED gerekli değildir kararının iptal edilmesinin talep edildiği 5.4.2006 tarihli dilekçesine müteakip sözkonusu iddiaların incelenmesi amacıyla 11.4.2006 tarihli ÇED Genel Müdürlüğümüz yazısıyla Ankara Valiliği’ne talimat verilmiştir.
Valilik incelemesinde, 7 km.lik hattın Şehit Makbule Sokak’tan geçen kısmında değişiklik yapılarak Bando Sokak’tan geçirildiğinin tespit edilmesi üzerine Proje Tanıtım Dosyasında belirtilen güzergahta değişiklik yapılması ve Valilikten herhangi bir izin alınmaması sonucu ÇED Yönetmeliği’nin 19 maddesi b) bendinde uyarınca işlem yapılması gerektiği 14.4.2006 tarihli Genel Müdürlüğümüz yazısıyla Ankara Valiliği’ne bildirilmiş ve Ankara Valiliğince çalışmalar durdurulmuştur.
Güzergahı değişen hat için TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Proje Tanıtım Dosyası Ankara Valiliğine sunulmuş olup, yapılan incelemeler sonucunda yöre halkından gelen şikayetler nedeniyle çevre ve yöre halkı üzerinde çevresel baskı yaratacağı düşüncesiyle ÇED gereklidir kararı verilmiş ve bu karar 22.8.2006’de Bakanlığımıza bildirilmiştir.
Valilik tarafından verilen ÇED gereklidir kararı 7 km.lik hattın Bando Sokak’tan geçen kısmı için olup tüm hattı kapsamamaktadır. Dolayısıyla daha önce verilen ÇED gerekli değildir kararında bir hukuksuzluk ve yanlışlık bulunmamaktadır.
ÇED gereklidir kararı verilen güzergah için hazırlanacak ÇED Raporunun Bakanlığımıza sunulup, Bakanlığımızca oluşturulacak inceleme ve değerlendirme komisyonu tarafından değerlendirilmeden karar verilmesi sözkonusu olmadığından hattın ne olacağı ile ilgili şimdiden karar vermek mümkün değildir."
İnsanlık ayıbı
HER yağmur yağdığında, oturduğumuz 426. Sokak’taki Sporcular Sitesi’ne girerken güçlük çekmekteyiz. Sokakta göletler oluşuyor hatta suların bir bölümü evlerin alt katlarına doluyor.
Suyun tahliyesini belediyeden talep ettiğimizde; yeterli sayıda vidanjörleri olmadığından, gelemeyeceklerini söylüyorlar. Büyükşehir Belediyesi; Yenimahalle Belediyesi yolu asfalt seviyesine düşürürse, sorunun ortadan kalkar, diyor. Yenimahalle Belediyesi de; Büyükşehir Belediyesi yola direnaj kanalı yaparsa sorun giderilir, diyor.
Her iki belediye de sorumluluğu kabul etmediği için, bu insanlık ayıbını yıllardır yaşamaktayız.
Belediyeler, gelirlerinin artırılması yönünde sarf ettikleri gayreti, hizmet kalitesinin yükseltilmesinde de göstermeleri gerekmektedir. Aksi halde, vatandaşın güvenini ve desteğini kaybetmeleri kaçınılmazdır.
Özgür ALPDOĞAN
Üç baz istasyonu beni ükrütüyor
BEN Ankara’nın Anıttepe semtinde Anıttepe yüzme havuzu ve yürüyüş parkuruna yakın bir adreste oturuyorum. Bu nedenle de sağlık amaçlı yürüyüşlerimi parkurda yapmaya çalışıyorum. Yaklaşık 2 yıldan sonra yürüyüş parkurunun hemen yanında 2 baz istasyonu olduğunu öğrendim. Bir 3’ncüsünün de olduğunu duydum fakat henüz yerini tespit edemedim. Sağlığa zararı tartışılmaz olan bunların sağlık kazanmak amacı ile spor yapılan bir tesiste nasıl yer aldığını, bunun yasal olup olmadığını, sorumlusunu ve onay veren makamı çok merak ediyorum. 3 baz istasyonu en kısa zamanda kaldırılmalıdır.
Nevin ŞENDİL nsendil@halkbank.com.tr
Sağlıklı ekonomi!
FRANSA Parlamentosu, Ermeni iddiaları ve dolayısıyla ’Sevr dayatmaları’ karşısında Türkiyemizi köşeye sıkıştıran yasayı onayladı.
Süreç tamamlandığında Fransa’da (da) bundan böyle "Türkler ermeni soykırımı yapmamıştır" demek suç. Böylece adım adım Anadolu üzerindeki Ermeni emelleri meşrulaştırılıyor.
Fransa Parlamentosunun bu kararı aldığı o kara günde;
1- Döviz kurlarında müthiş bir düşüş,
2- Borsamızda iyimser bir çıkış yaşanıyor. Sağlıklı ekonomi bu olsa gerek.
Emperyalistler ülkemizi köşeye sıkıştırdıkça borsa yükseliyor, döviz geriliyor.
UNUTMAYINIZ CUMARTESİ
TMMOB’un "bütün çalışanlara grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkının tanınması; emeğe, insanımıza, üyemize, yaşama, mesleğimize ülkemize sahip çıkma’ mitingi var.
KONSER... Muammer Ketencoğlu ve Zeybek Topluluğu-Ege’nin iki yüzü. Topluluk
yıllardan beri seslendirmekte olduğu Türkçe ve Rumca Ege repertuarından özel bir demet sunacak. ODTU Halk Bilimi Topluluğu Zeybek Ekibi danslarıyla geceyi renklendirecek. Saat 21.00; Ankamall Alışveriş Merkezi, Sanatolia Sahnesi,
0312- 541 15 14; www.biletix.com
PAZAR
ODTÜ Mezunları Derneği’nden: Geleceğimiz elimizden akıp gitmeden onlara ulaşma yollarını arayalım dedik ve siz anne babaları, çevresine duyarlı, sosyal sorumluluk duygusunu taşıyan anne-baba olsun olmasın herkesi, duzenlediğimiz "Aileler için zararlı maddeler ve gençlik-1" konulu panelimize davet ediyoruz. Saat 13.00-16.00, ODTÜ Vişnelik Salonu.
SAİMEKADIN Ortatepe Sok. 10/9 nolu dairede oturan biriyim. Binamızın üst katına su çıkmıyor. Aynı sorun her binada mevcut. Belediye ve ASKİ’ye başvurmamıza rağmen sorun çözümlenmiyor. Suat KOTAN
Yazının Devamını Oku 14 Ekim 2006
"FRANSA'ya karşı siyasal gücümüz yetmedi, ihlal davaları açmamız lazım. Hem de 500 bin kişi ile..."
Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Süheyl Batum, Fransa Millet Meclisi'nde Ermeni soykırımı yoktur diyenlere 5 yıla kadar hapis ve 45 bin Euro para cezası öngören yasa tasarısına karşı yapılacak karşı girişimin en önemli savaşımı için bu yolu öneriyor:
"Gelin bu yasaya karşı 500 bin kişi toplanalım ve AİHM'de ihlal davaları açalım, sonra da tazminat davaları açalım Fransa'ya..."
ÖRNEĞİ VAR
Prof. Batum, Anayasa Hukuku uzmanı; bütün siyasetçilerin peşinde koştuğu bir isim... Hatta kendisine parti kuralım önerisini götürenler de var siyasetçiler arasında... Bu önerilere hiç sıcak bakmıyor.
Bu davalar açıldığında arka arkaya ihlal kararları çıkacaktır. AİHM, bizim mahkemelerdeki askeri yargımıza nasıl dava açtı, biz de askeri yargıcı çıkartmak zorunda kaldık... Çünkü değiştirilmezse tazminatlar gelecekti ardından. Almanlar da kendi CMUK'larında gözaltı ile ilgili bir kararı uzun süre değiştirmediler ama cezalar gelmeye başlayınca hemen değiştirmek zorunda kaldılar. Hatta İngilizlerin bir toplum yasası vardı; homoseksüelleri çok ağır cezalandırıyorlardı. AİHM'nin baskısıyla değiştirmek zorunda kaldılar. Çünkü arka arkaya mahkum olduklarını gördüler.
500 BİN DİLEKÇE- Fransa'nın kararına karşı 500 bin kişi nasıl başvuracak?- Bakın bu çok önemli bir karar, buna karşı hukuki mücadeleyi de biz organize ediyoruz... Bunun için yarın (bugün) bir basın toplantısı yapacağız.
- Dilekçeleri kimler verecekler?- İşadamı, gazeteci, sporcu, öğrenci, öğretmen, vs... Kim olursa olsun, bu kararın acısını içinde duyan olsun... Ayrıca Almanya, Hollanda, Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde oturan Türk vatandaşlarımız da büyükelçilik ve konsolosluklar marifetiyle bu davaları açabilecekler. Bizim hazırlayacağımız dilekçe, ekleriyle birlikte 15 sayfadır. Bunu üstleniyoruz.
BAŞVURULAR BEDAVA- Para konusu...- Bunlar bedava, avukatlığını biz yapıp, biz göndereceğiz, beş kuruş almadan.
Prof. Batum, "Niye 10, 20 kişi değil de, 500 kişi?" sorusunu şöyle yanıtlıyor:
"Yasa çıktığında 500 bin dilekçe ile gidildiğinde, art arda kararlar çıkmaya başladığında Fransa utanmaz mı?
- Dava gerekçesi...- 'Potansiyel mağdurluk'. Bizde hukuk gücümüzü göstereceğiz. Onlar da bu yasayı çatır çatır geri çekmek zorunda kalacak.
ÖRNEĞİ VAR
Prof. Batum, Anayasa Hukuku uzmanı; bütün siyasetçilerin peşinde koştuğu bir isim... Hatta kendisine parti kuralım önerisini götürenler de var siyasetçiler arasında... Bu önerilere hiç sıcak bakmıyor.
Bu davalar açıldığında arka arkaya ihlal kararları çıkacaktır. AİHM, bizim mahkemelerdeki askeri yargımıza nasıl dava açtı, biz de askeri yargıcı çıkartmak zorunda kaldık... Çünkü değiştirilmezse tazminatlar gelecekti ardından. Almanlar da kendi CMUK'larında gözaltı ile ilgili bir kararı uzun süre değiştirmediler ama cezalar gelmeye başlayınca hemen değiştirmek zorunda kaldılar. Hatta İngilizlerin bir toplum yasası vardı; homoseksüelleri çok ağır cezalandırıyorlardı. AİHM'nin baskısıyla değiştirmek zorunda kaldılar. Çünkü arka arkaya mahkum olduklarını gördüler.
500 BİN DİLEKÇE
Yazının Devamını Oku