Yalçın Bayer

Kore örneği bu hesaba uymaz

7 Nisan 2017
BAŞBAKAN Yıldırım bir TV programında konuşurken Güney Kore’nin 1987’de başkanlık sistemine geçerek Türkiye ile arasındaki ekonomik farkı açtığını anlattı. Gösterdiği bir tabloda başkanlık sistemine geçtikten sonra Kore’nin arayı çok açtığı iddia ediliyordu.

Bu son derece mekanik bakış açısı, istatistik derslerinde öğretilen bir temel kurala aykırıydı: İki değişken arasında zaman açısından bir bağlantı olması, örneğin bir olayın başka bir olayın ardından gerçekleşmesi, aralarında mutlaka sebep-sonuç ilişkisi olduğu anlamına gelmez. Kore’nin hızlı büyümesini başkanlık sistemine geçişine bağlamak da hayli yüzeysel ve zorlama bir yorumdur. Nitekim Kore’yle ilgili istatistikler şunu gösteriyor: Başkanlık sistemine geçmeden önce de Kore’nin büyüme performansı Türkiye’nin açık biçimde önündeydi. GSYH’nin yıllık ortalama büyüme hızı 1965-80 dönemi için Türkiye’de % 6.3 iken Kore’de % 9.5 idi. 1980-1986 döneminde de Türkiye’de % 4.9, Kore’de % 8.2 idi. Eğer kişi başına GSYH artış hızlarına bakarsak, aradaki fark Kore lehine daha da açılır, çünkü Kore’nin nüfus artış hızı Türkiye’den daha düşüktür. Yani iki ülkede milli gelir aynı hızla artıyor olsa, Kore’nin nüfus artışı daha yavaş olduğu için kişi başına geliri daha hızlı yükselir. 1965-80 döneminde ortalama yıllık nüfus artış hızı Türkiye’de % 2.4 iken Kore’de % 1.9 idi. 1980-86 döneminde de Türkiye’de % 2.5, Kore’de % 1.4 idi (Kaynak: Dünya Bankası raporları).

 

İşin ilginç tarafı, Yıldırım’ın gösterdiği bu tabloda Türkiye’nin kişi başına milli geliri 2007 için 9.309 dolar, 2015 için de 9.125 dolardı. Tablonun kendisi AKP’nin 2007 sonrası başarısızlığını ortaya koyuyordu. Gelelim Kore’nin başkanlık sistemine. Güney Kore anayasasına göre, Kore’nin 1987’de kabul edilen başkanlık sisteminde başkan beş yıl için seçiliyor ve yeniden seçilmesi olanağı yok. Daha ilginci, başkanın yardımcısı yok. Sistemde başbakan var ve başbakanı başkan atıyor, ama meclisin onayı şart. Meclis başbakanın görevden alınmasını salt çoğunlukla başkana önerebiliyor. Yürütmenin tepesinde başkan, altında başbakan, bir diğer organ da devlet konseyi, onun üyelerini de başbakan öneriyor, başkan atıyor.

 

Meclis seçimleri dört yılda bir, dolayısıyla başkan seçiminden tamamen ayrı. Yüksek mahkemenin üyeleri başkan tarafından atanıyor, ama meclisin onayıyla. Diğer ayrıntılara da baktığımızda, Türkiye’de önerilen sistemden hayli farklı olduğu ve en azından başkanın yetkilerinin daha az, meclisin yetkilerinin de daha fazla olduğunu görüyoruz. Özetle, başbakanın Kore örneği kendisinin görüşlerini hiç de desteklemiyor.

Prof. Dr. Burhan ŞENATALAR

 

 DEVLET BİR ELİYLE VERİP DİĞER ELİYLE GERİ ALIYOR: KOBİ KREDİSİ FİYASKOSU 

Yazının Devamını Oku

Termik santralların görünmeyen maliyeti

6 Nisan 2017
ARAŞTIRMACI ve ekonomist Dr. Bengi Akbulut, ‘Termik Santralların Maliyeti-Alternatif Bir Değerlendirme’ çalışmasında yapılması gündemde olan 5 termik santral projesi inceledi.

Proje alanlarında çevre ve ekosistem üzerinde yarattıkları ‘görünmeyen’ maliyetleri hesapladı.

Buna göre; 5 termik santralda gizli maliyet: 15.6 milyon TL. Bu maliyetler, ilgili termik santralların kurulacağı bölgelerdeki ormanlık, tarım ve deniz/kıyısal alanlarının barındırdığı doğal varlıklar üzerinden ekosistem hizmet değerlerini kapsıyor. İlgili termik santrallara kömür teşvikleri üzerinden yılda yaklaşık 725.3 milyon TL de kamu desteği sağlanıyor. Kamu tarafından teşvik edilen bu termik santralların yarattığı hasarlar doğa, yerel halk ve kamu tarafından yükleniliyor.


ÇED RAPORLARI
İlgili 5 termik santralın sunduğu Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) süreçlerinin de incelendiği çalışmada, sunulan ÇED raporları, başta ekosistem hizmetleri ve kamu teşvikleri olmak üzere birçok sosyal, çevresel etkinin, bu etkilerin yarattığı ekonomik maliyetlerin yansıtılmadığını da ortaya çıkarıyor.

Yazının Devamını Oku

Trakya’da evet-hayır çekişmesi

5 Nisan 2017
EDİRNE’ye ‘#Hurriyetilekesfet’ etkinliği için geldik. Edirne’yi çok şirin ve yaşanabilecek bir kent olarak gördü arkadaşlarımız. Onları Edirne ekinde okuyacaksınız. Biz de farklı notlar aldık, renkli bilgiler olacağını sanırım.

Geçen perşembe günü Başbakan Binali Yıldırım gelmiş ama umduğunu bulamamış. İlginç bir sözü var; “Edirne muhalefet partilerine oy veriyor ama biz hizmette ayrım yapmıyoruz derken, Kırklareli’nde ise 1999’lara gitti. Erdoğan’ın Pınarhisar’daki cezaevinde yattığını hatırlatarak “Kırklareli o yüzden önemli, biz nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi onun için bir an olsun aklımızdan çıkarmıyoruz.” Lozan Anlaşması’yla Türk topraklarına katılan Meriç’in ötesindeki Karaağaç bölgesini Edirne kent merkezine bağlayan ve Türkiye’nin ikinci büyük viyadüğünün açılışını yaparken, “Bu köprü Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden daha uzun” (943 metre) dedi. Daha önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Saraçlar Caddesi’nde konuşmuş. Aynı yerde pazar günü de Meral Akşener konuştu, biz de izledik kendisini. Bostancı Gösteri Merkezi’nde de izlemiştik. Kentin ‘tarafsız gözlemcilerine’ göre Akşener daha kalabalıkmış. Akşener değişik bir tempoda konuşuyor; AKP’den fazla MHP’ye çatıyor, “İki partinin oyları % 62’yi buluyor, sandıktan hayır çıkacak. O zaman Bahçeli koltuğu bırakacak mı?” diyor. Kendisinin FETÖ ile ilişkilendirilmesine de ağır bir yanıt verdi: “Hiçbir akrabam FETÖ’den gözaltına alınmadı. Sorular çalındı, öğrendik ki FETÖ’cüler çalmış, Allah onların belasını versin.”

Bir CHP’li “Meydandaki kalabalığın % 40’ı CHP’lilerden oluşuyor” dedi. Tekirdağ’da CHP’li Belediye Bakanı Kadir Albayrak’ın, Edirne’de Keşan Belediye Başkanı Mehmet Özcan’ın karşılamaları ilginçti. Meral Akşener’in Edirne gezisinde kabul edilen CHP’li Belediye Başkanı Recep Gürkan,Edirne’de hayır oylarını yüzde 70’in üzerinde bekliyoruz” diyor. Trakya’da CHP’den çok Meral Akşener’in ilçe ilçe gezerek yoğun bir kampanya yürüttüğünü de söylemek gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sadece Tekirdağ’a geldi; Binali Yıldırım Edirne ve Kırklareli’ne gitti. Baykal, 9 Nisan Pazar günü Edirne’de olacak. Kılıçdaroğlu Trakya programı yerine ‘evet’lerin önde olduğu yerleri tercih ediyor.

GÜNÜN SÖZÜ

“Aklın buyruğuna girmeden, yaşamın kötülüklerine karşı başarı kazanılamaz.”

Arthur Schopenhauer

KANUN YAPMA, YÖNETMELİK ÇIKARMA

ANAYASA

Yazının Devamını Oku

Bulgaristan seçimlerinde neler oldu

4 Nisan 2017
BULGARİSTAN’da 26 Mart tarihinde yapılan erken genel seçimler ile yaşanan olaylar ve bunların arkasında yatan nedenler, Türk basınında pek değer bulmadı. Yani 650 bin Türk seçmenini ilgilendiren gelişmeler, referandumun tartışmalarının gölgesinde kaldı. Biz de yer imkânsızlığından seçimleri bugün yazabiliyoruz ancak.

Bir önceki seçimlere göre, bu seçimde iki Türk partisi AKP’nin açık desteğine karşın başarılı olamadı. Barajı aşan Halk ve Özgürlükler Hareketi’nin, oyların bölünmesi nedeniyle 38 olan vekil sayısı 26’ya düştü.

HÖH’ün başında, -onursal başkan- Ahmet Doğan var; partinin resmi genel başkanı ise Mustafa Karadayı görünüyor. Doğan muhalifleri, kendisini ‘Türklere eziyet çektiren Jivkov’un ajanı’ olarak kabul ediyor. Şimdiye kadar hiçbir Türk liderle görüşmemiş olması hayli ilginç.

HÖH’ten Kasım Dal’ın ayrılmasıyla oluşturulan Hürriyet, Hak ve Şeref Partisi, geçen seçimde yaklaşık % 1 oy alınca, bu kez yine HÖH’ten istifa ettirilen Lütfi Mestan’ın önderliğinde Dost Partisi’ni kurdurdu AKP... Ünlü olay hatırlanır... Doğan kıvrak bir siyasi oyunla parti kongresinde ‘silahlı saldırıya’ uğradığı olaydan sonra genel başkanlıktan ayrıldı ancak ‘onursal başkanlık’la dizginleri yine elinde tutmayı başardı.

Mestan, doğallıkla Türkiye (AKP) ile daha çok yakınlaştı. Amacı HÖH’te dizginleri ele geçirmekti. Türkiye’de özellikle ilahiyat okumuş beş kişiyi listeye koydu ve bunlar HÖH’ün 38 milletvekilinin içinde yer aldı. Genel Başkan yardımcısı Ruşen Rıza da Türkiye’ye yakın bir isimdi. Bunlar Türkiye ile ilişkilerini hiç koparmadılar. Türklere biraz daha çok özgürlük ister görünüyorlardı. Ama bir yandan da Türklerin, Türkçe konuşmasına karşıydılar.

Son üç yılda dizginleri daha sıkı tutan Mestan, halkın içine daha sık girmeye başlamasından Ahmet Doğan hiç hoşnut değildi. Türkiye-Rusya arasındaki uçak krizinde, Meclis’te Türkiye lehine konuşunca Doğan tarafından partiden aforoz edildi. Mestan’ın parlamentoda bu konuşması 38 milletvekili tarafından alkışlanmasından dört-beş saat sonra partiden ihraç edildiği duyurulunca Türkler şok geçirdi.

Geçen aralık ayında Lütfü Mestan’ın korumaları elinden alınıyor; o da can güvenliği olmadığı gerekçesiyle Sofya’da Türk Büyükelçiliği’ne sığınarak iki gece kalıyordu. Daha sonra Dost Partisi’nin yapılanmasını sağlıyor. Ancak partinin adının ‘Türkçe’ olduğu gerekçesiyle kabul edilmiyor, altı ay önce de Yargıtay Dost’a izni veriyordu.

HÖH’ten getirilen 5 artı 2 toplam 7 milletvekili de kurucular arasında yer alıyordu. 26 Mart’taki yenilenen seçim kararı üzerine Dost, Türkiye ve AKP ile bağlarını daha güçlü bir şekilde güçlendirmeye başlıyor. Burada iki ülkenin Türkleri arasındaki ilişkilerde, Türkiye ile Bulgaristan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Aziz Babuşçu ve Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe’nin isimleri öne çıkıyor. Türkiye ve Bulgaristan’taki müftüler eliyle Türkler üzerinde yoğun bir ‘baskı’ yapılıyor. Türkiye’deki gibi erzak paketleri ile Dost’un bütün seçim malzemeleri Türkiye’den getiriliyor. Büyükelçilik araçları da bu işlerde rol alıyordu. Bu arada Büyükelçi Süleyman Gökçe’nin, seçim kampanyasında Dost’un bir klibinde yer alması bardağı taşırıyor. İlişkiler 1979’dan beri olmadık şekilde geriliyor; Bulgaristan’ın Ankara Büyükelçisi Nadya Nenski geri çekiliyor. Dost’a Türkiye’deki gibi parti otobüsünün gönderilmesi, garip parasal ilişkiler, buna bağlı medyada ‘yandaş’lık hizmetleri ve HÖH’ün yok sayılması... Ve sınır kapısının kapatılması, Edirne Valilik Özel Kalem Müdürü İbrahim Tarancı’nın ülkeden çıkarılması, Din Ateşesi Ulvi Ata ile Milletvekili Aziz Babupçu’nun Bulgaristan’a sokulmaması iki ülke arasında gerginliği had safhaya getiriyor.

Ve

Yazının Devamını Oku

'Endüstri 4.0'

31 Mart 2017
 AVRASYA Bir Vakfı’nda her cumartesi yapılan konferanslardan birinde bulundum.

Konferans çoğumuzun pek bilmediği ve bir an önce kapsamlı bir şekilde ülkemizde uygulamaya geçildiğinde Türkiye’nin kaderini değiştirebilecek Endüstri 4.0 üzerineydi.  İlk sanayi devrimi buharlı makinelerle geldi. İkinci sanayi devrimi elektrikle, üçüncü sanayi devrimi dijitalleşme ile geldi. Endüstri 4.0, ucu açık olan dördüncü sanayi devrimidir. 

Konferansı Türkiye’de bu konuyu en iyi bilen Siemens çatısı altında kısmen uygulayan kişi olan Siemens’in Genel Müdür Yardımcısı, İcra Kurulu üyesi Elektronik Yük. Müh. Ali Rıza Ersoy idi. Paneli de bu köşede kendisinden birkaç kere bahsettiğimiz, kitaplarını tanıttığımız Ersoy’un da yakın dostu, araştırmacı yazar İsmail Tokalak yönetti. (Tokalak’ın Bizans-Osmanlı Sentezi adlı kitabını okumanızı öneririm.)

Dinleyiciler olarak hepimiz üç saatlik konferansı adeta nefes almadan dinledik ve hükümet yetkililerinin de bu projeye yakın ilgi gösterdiğini öğrenerek umutlandık, yüreğimize su serpildi. Türkiye’nin dünya çapında teknik bilgi ve becerisi yüksek kişilere sahip olduğunu ve bunların ülkesi için bir şeyler yapmak için gecesini gündüzüne katarak çalıştığını görmek ayrıca hükümet yetkililerin de buna duyarsız kalmadığını öğrenmek son yıllarda yaşadığımız karamsarlıkların yanında ülkemizde geleceğe umutla da bakabileceğimiz gelişmeler olduğunu bize gösterdi. Bu yazıyı herkese iletmenizi öneririm.


Yazının Devamını Oku

ABD’den saygısızlık

30 Mart 2017
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un 30 Mart 2017 tarihinde (bugün) Türkiye’ye yapacağı ziyaret hakkında ABD Dışişleri Bakanlığı sözcü vekili Mark Toner tarafından 24 Mart günü bir basın açıklaması yapılmıştır.

Açıklamada, diğer hususlar meyanında, Bakan Tillerson’un “Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer üst Türk hükümet yetkilileriyle görüşmek üzere Ankara/Türkiye’yi ziyaret edeceği” ifade edilmiştir.

Bir devletin dışişleri bakanının yabancı bir ülkeye yapacağı ziyaretin devletin cumhurbaşkanı ve/veya başbakanı ile görüşmek üzere gerçekleştirileceğinin açıklanması, ziyaret edilen devlete karşı sadece bir nezaketsizlik değil, aynı zamanda saygısızlık teşkil eder. Çünkü, bakanların muadili ve ilk plandaki muhatabı ziyaret edilen ülkenin cumhurbaşkanı ve başbakanı değildir. Bakanlar cumhurbaşkanı ve başbakan tarafından -önceden mutabakata varılırsa- kabul edilirler.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, Bakan Tillerson’un ziyaret edeceği Türkiye’deki muadili ve ilk plandaki muhatabı sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanıymış gibi bir ifade kullanmış ve ayrıca, ziyaret programına göre Türkiye’de görüşebileceği başbakan, TBMM başkanı, dışişleri bakanı gibi üst makam sahipleriyle yapması muhtemel görüşmeler hakkında da “diğer üst Türk hükümet yetkilileri” ifadesine yer vermiş olmasını bu çerçevede değerlendirmek lazımdır. T.C. devleti kuruluşundan itibaren devletlerarası ilişkilerde mücâmeleye, egemen eşitliğe, karşılıklı nezaket ve saygı kurallarına riayete önem vermiştir.

Dışişleri Bakanlığımız anılan kuralları dikkat ve titizlikle uygulamıştır. Dışişleri bakanlarımızın yabancı bir ülkeye yapacağı ziyaret hakkındaki açıklamalarda, bakanın ziyaret edilen devletin cumhurbaşkanı ile görüşeceği şeklinde bir ifade hiçbir zaman kullanılmamıştır. Esas itibarıyla “Bakanın muadili olan bakan ile görüşeceği, başbakan ve cumhurbaşkanı tarafından kabul edileceği” ifade edilmiştir.

ABD’nin uluslararası siyasetteki nicelikli ve nitelikli yerini, oynadığı küresel rolü; müttefik olarak Türkiye’nin ikili ve çok taraflı dış ilişkilerindeki önemini ve değerini bilmekteyim. Bununla beraber, bütün bunların ABD’yi uluslararası ilişkilerinde egemen eşitlik ve karşılıklı nezaket ve saygı ilkelerinden müstesna kılmayacağını da bilmekteyim.

Dışişleri Bakanlığımızın, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Bakan Tillerson’un Türkiye’yi ziyaretine dair açıklamasında kullandığı ifade biçimi hakkında ABD makamları nezdinde gerekli hatırlatmayı münasip biçimde zamanında yapmış olduğunu varsayıyorum.

Tugay ULUÇEVİK, Emekli Büyükelçi

AKŞENER’İ CİDDİYE ALMAK... 

Yazının Devamını Oku

Değerli insanları öne çıkaran yapı bizde yok

29 Mart 2017
BAZI insanlar toplumun çoğunluğunun gittiği yoldan gitmez.

Onlar sıra dışıdır. Yaşantıları farklı olduğu için hep yadırganırlar. Vasatı hayat felsefesi olarak benimseyen kitleler yenilikçi, araştırmacı, meraklı, üretken insanları anormal, uçuk olarak nitelendirir. “Sürüden ayrılma, icat çıkarma, eski köye yeni adet getirme” gibi ilerlemeyi dışlayan sözlerimiz bile vardır. Size bir insan tanıtacağım. Bunu reklam olarak anlayan şaşkınlar mutlaka olacaktır ama ben yine de gördüklerimi dile getireyim. Belki yeni girişimcilere ışık tutmuş olurum. Size tanıtacağım bu kişi maden mühendisi. Uzun yıllar kamuda ve özel sektörde bu ülke için çok faydalı çalışmalar yaptıktan sonra emekli olur. Çalışma hayatına nokta koyunca bir kenara çekilip ölümü bekleyenlerden olmamış. Borç bularak, risk alarak bir arazi alıyor. Buraya çok kaliteli, az rastlanan mavi ladin ağaçlarının tohumlarını ekiyor. 7-8 yıl emek vererek, teknolojik imkânları kullanarak 6000 adetlik bir ağaç çiftliğini ortaya çıkarıyor. Son derece kıymetli olan ağaçları Türkiye’nin her tarafına makul fiyatlarla gönderen bu değerli insanımız aslen Kastamonulu... Yıllarca Zonguldak ilinde görev yapmış. 10 yıldır da Bolu’da hayatını değer üreterek devam ettiriyor.

Topçu, popçu, köçek, şaklaban tayfasına gösterdiğimiz ilginin binde birini üreten insanlara gösterebilmiş olsak bu ülke şimdi olduğu durumdan 10 kat daha ileride olurdu... Önemli ile değerli ayrımını yapmayı, herkese layık olduğu kıymeti vermeyi ah bir öğrenebilsek...

Bu başarılı insan da kim diyorsanız, kendisine 0533 633 9089 telefon numarasından ulaşabilir, takdir edebilirsiniz.

 Ali ÖZDEMİR

Yazının Devamını Oku

Galatasaray’dan kendi kalesine röveşata golü

28 Mart 2017
GALATASARAY yönetimi, ‘basiretsiz’ kararıyla kulübü büyük bir ‘kaos’un içine soktu; hem de devletin kendisine maddi olarak büyük imkân sağlayacak ‘jestinden’ iki gün sonra...

Avrupa’da en büyük borç batağı içinde bir kulüp olan Galatasaray için iktidarın bu ‘kıyağı’ hayati önemdeydi. Ancak genel kurulda FETÖ’cü üyeleri özellikle Hakan Şükür ve Arif Erdem için çıkan ‘ret’ kararı her şeyi altüst etti. Yandaş medyanın ‘sivri’ dillileri hemen durumdan ‘vazife çıkararak’ GS kulübünü topa tuttu. Yayınlar hakaret ve iftira boyutlarına ulaştı. GS genel kurul üyelerini ‘şerefsiz’ ilan etmek, salonunda ekran görüntülerinden üyelerini ise ‘deşifre’ etmek medya etiği ile hiç bağdaşmadı. Kimsenin kimseye ‘şerefsiz’ deme, hüküm verme hürriyeti olamaz.

Burada bir garabet varsa o da GS yönetiminin bir adım sonrasını görememesidir.

Yönetim ‘aidatlardan’ dolayı Hakan Şükür ve Arif Erdem’i, genel kuruldan önce üyelikten çıkarabilirdi. Yani, hükümet kanadından genel kurul kararına gelen tepkilere kalmadan bu işi baştan çözebilirdi.

Sonuç olarak yönetim siyasi baskı ile genel kurul kararı dışında başka bir ‘muvazalı’ gerekçe üreterek, -fonksiyon gasbı yoluyla- üye ihraç tasarrufunda bulunmuştur. Bir hukukçu dostumuzun görüşüne göre; GS yönetim kurulu son kararıyla, genel kurula rağmen ‘kanun/hukuk darbesi’ yapmıştır. Böylece, sorunları çözmekle yükümlü olan ‘YK’ları sorunlar yumağını daha da büyüterek tartışmayı çıkmaza sokmuştur.

AHMET ERSİN’DEN ANIMSATMA

GALATASARAY Kulübü, Hakan Şükür ve Arif Erdem’i aidatlarını ödememeleri nedeniyle ihraç kararı almışsa da, asıl nedenin bu kişilerin FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen’le olan ilişkileridir.

TBMM’de, 4.1.2005 tarihinde kurulan ve kısa adıyla ‘Şike Komisyonu’ olarak bilinen Meclis Araştırma Komisyonunun Başkanvekili olarak, yaptığım çalışmalarda edindiğim bilgilerle, (Hakan Şükür’ün, Fetullahçıların futboldaki sembol ismi, rol modeli ve Gülen’in bu alandaki en önemli temsilcisi olduğunu) açıklamış ve bu tespitimi kamuoyuyla da paylaşmıştım. Yani Hakan Şükür’ün FETÖ elebaşısı ile olan ilişkilerini, 12 yıl önce kamuoyuna açıklamıştım.

Benim bu açıklamalarım nedeniyle, o tarihte kulüp yönetimi dahil, çeşitli çevrelerden haftalar süren çok yoğun eleştirilerle karşılaşmıştım.

Yazının Devamını Oku