Yalçın Bayer

Kaşıkla verilen kepçe ile alınacak

10 Mart 2017
NEDEN mi azalacak? Vergi diliminden ötürü. Şöyle ki:

İlk iki aylık enflasyonun % 3.29 olarak gerçekleşmesi üzerine maaşlarına ocakta yapılan % 3’lük zammın erimesi ile cepten yemeye başlayan memur, nisan ayındaki vergi dilimi ile bir kayıp daha yaşayacak.

Bu yıl gelir vergisi alt dilimi 400 lira artışla 12 bin 600 liradan 13 bin liraya yükseltildi. Bu da çalışanların
% 15’lik vergi diliminden % 20’lik vergi dilimine daha erken geçmesine yol açacak.

Yeni uygulama ile net maaşı 3 bin 150 lira ve üzerinde olan memur ile işçinin eline nisan ayında 216 lira 75 kuruş daha az para geçecek.

Başka bir ifade ile ocak ayında maaşına 91.7 lira zam gelen çalışanın, nisanda 320 lira kaybı olacak.

Memura yılbaşında kaşıkla verilen zam nisanda kepçeyle geri alınmış olacak.

Vergi tarifleri açıklandığında, memurun, işçinin kayba uğrayacağı, eline daha az para geçeceği sendikalar tarafından dile getirilmiş, alt dilimin daha da artırılması gerektiği ifade edilmişti.

Ne var ki, bu talepler dikkate alınmadı.

Yazının Devamını Oku

Türkiye ile Almanya normalleşmek zorunda

9 Mart 2017
TÜRK-Alman ilişkileri, Alman Parlamentosu’nun 2 Haziran 2016’da Ermeni soykırımını onaylamasından sonra büyük ölçüde rayından çıkmış bulunuyor.

İki taraf karşılıklı suçlamalarına devam ediyor. Türkiye, haklı olarak PKK ve FETÖ’ye tolerans gösteren Almanya’ya kınamada bulunurken; Almanya da Türkiye’ye basın özgürlüğü, insan hakları, gazetecilerin tutuklanması ve çifte vatandaş olan Die Welt Gazetesi muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanması ile ilgili olarak suçlamalarına devam ediyor. Bir adım daha ileriye gidelim: Almanya, Türk politikacıların demokratik bir hakkı olan Almanya’da referandum propagandası yapmasına izin vermiyor. Bu olaylar tırmanarak giderken, karşılıklı suçlamalar her geçen gün daha da büyüyor.

İki ülkenin çıkarları, karşılıklı saldırıdan değil dostluktan geçer. Türkiye ve Almanya ilişkileri çok grifttir. Eskiden “Türkiye ve Almanya sınırdaş olsaydı, konfederasyon kurabilirlerdi” derdim. Şimdi, “İyi ki sınırdaş değiliz, karşılıklı savaş açardık” durumuna gelmiş bulunuyoruz.

Yedi maddede ilişkilerinin niye düzelmesi gerektiğini dile getirelim:

1. Türkiye, İncirlik’i Almanların da kullanımına açtı ve buraya yerleşen savaş uçakları, bugün Suriye ve Irak’a devamlı kontrol uçuşu yapıp bilgi toplamaktadır. Almanların şunu görmesi lazım: Ortadoğu’da Amerika, Rusya, İngiltere gibi söz sahibi olmak isteyen Almanya’nın çıkarı, Türkiye ile işbirliğinden geçmektedir. Yoksa Almanya bu bölgeye inemez.

Yazının Devamını Oku

Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez

8 Mart 2017
8 MART ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’...

Aradan geçen 160 yıla rağmen Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bir kez daha ayrımcılık ve şiddete karşı eşitlik mücadelesindeki kadınların seslerini duyurma çabalarının gölgesinde kalıyor.

Kadın cinayetleri katliam boyutuna ulaşmışken, devlet çıkardığı onca yasaya rağmen kadınların can güvenliğini sağlamada yetersiz kalmaktadır.

kadıncinayetleri.org sitesinin araştırmasına göre, Türkiye’de 2010-2015 yılları arasını kapsayan dönemde en az 1675 kadın öldürüldü. Bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre ise, erkekler 2016’da en az 261 kadın ve kız çocuğu öldürdü. 2016’da öldürülen her dört kadından biri ayrılmak/boşanmak istediği ya da barışma/birliktelik teklifini reddettiği için öldürüldü. En az 417 kız çocuğu cinsel istismara uğradı, 119 tecavüz, 75 taciz vakası meydana geldi.

Tablo bu kadar ağırken erkek katiller ve tecavüzcülerin kravat taktıkları için “iyi hal indirimleri” aldıklarına, ‘tahrik indirimi’nden yararlanarak cezasız kaldıklarına, tecavüz davalarında ise kadınların ‘rıza’larının arandığına tanık olmaktayız. AKP hükümeti ise, cinsiyet ayrımcı politikalar, yasalar ve uygulamaları hayata geçirmekte, kadınların ekonomik özgürlüğünü hiçe sayarak, “en az 3 çocuk” söylemiyle kadınları eve hapsetmekte ve erken yaşta evliliğe teşvik etmektedir. Kadınların fıtrat gereği erkeklerle eşit olamayacağı, börek yapamayan kadının ailesinin dağılmaya mahkûm olacağı yönündeki söylemler kadını yok sayan zihniyetin dışavurumudur.

Yazının Devamını Oku

Sarayburnu niye düzenlenmez? Atatürk heykeli var diye mi

7 Mart 2017
SARAYBURNU, İstanbul’un en güzel sahil yerlerinden biriydi. İstanbul’u panoramik olarak görebilirsiniz.

Ancak burası Marmaray inşaatı şantiyesi tesisleri ve inşaat faaliyetleri için kullanılmış ve bozulmuştu. Marmaray tamamlanalı 3 yıl geçmesine rağmen üstünkörü arazi düzenlenmiş, yeşil alan kaybolmuştu. Bizim müteahhitler uyanık geçinip, hem kalma sürelerini uzatmışlar hem de Eminönü’ne doğru uzayan antrepolara yerleşmişler. Sarayburnu Parkı ayrıca Atatürk’ün dil devrimini yaptığı yer olarak tarihi bir özelliğe sahip. Buradaki Sarayburnu Atatürk Anıtı, 1926da İstanbul Belediye Başkanı, Şehremini Emin Erkul tarafından yaptırılan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk anıt heykelidir. Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel’e yaptırılmıştır.

Bu alanın düzenlenmesi, -hiç olmazsa TEM çevresindeki sırtlarda yapılan düzenlemeler kadar olmasa da- İstanbul’a renk katar!

Turistler, belki de bir kısmı, İstanbul’un şantiye görünümümden sıkılıp gelmiyorlar İstanbul’a...

İkinci bir ‘izbe’ yer de Karaköy İskelesi’dir. 17 yıl önce yandığında, “Altı ay içinde yeni iskele yapacağız” denmişti. Mevcut iskele hem yolu işgal etmekte hem de çirkin bir görüntü vermektedir. Belediye, Karaköy’ün karşısındaki Eminönü Meydanı’nda birçok modern iskeleler yapmış, ancak meydan düzenlemesi ihmal edilmiştir.

Sarayburnu’na, Kabataş’ta yapıldığı gibi bir proje için Büyükşehir el atmayı düşünebilir mi? Kadir Topbaş hiç olmazsa Atatürk’le ilgili bir projeye ilk ve son kez sahip çıkmış olur. Aslan ÖZMEN - Yüksek Mühendis

 

BİLİYOR MUSUNUZ?

GAZİ’NİN İÇİ BOŞALTILIYOR

Yazının Devamını Oku

Laikliğin doğum günü

3 Mart 2017
3 MART 1924 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ‘3 Devrim Yasası’yla, ülkemizde çağdaş, demokratik ve laik bir ulus devletin temelleri atılmıştır. 

3 Mart 1924 tarihli 429 sayılı birinci yasayla din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını sağlamak üzere Şeriyye-Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaletleri kaldırılmış, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Genelkurmay Başkanlığı kurulmuştur. Kanunun 1. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın işleri ile ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız TBMM ile hükümet yetkilidir” denilerek  milletin egemenlik hakkının sadece yetkili organlarca kullanılabileceği vurgulanmıştır.

3 Mart tarihli 2’nci kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur. Bu kanun ile  yurttaşlar arasında duygu, düşünce ve kültür birliğinin, dayanışmanın sağlanması amaçlanmıştır. İlkokuldan başlayarak ‘eğitim birliği’ ilkesine bağlı kalmak, kadın-erkek ayrımı yapmadan Cumhuriyetimizin temel niteliklerine bağlı kuşakların yetiştirilmesini sağlamak hedeflenmiştir.

Yurttaşların din bilgilerini doğru öğrenmesine özen gösterilmiş ve Tevhidi Tedrisat Kanunu 4. maddesinde “Milli Eğitim Bakanlığı dini bilgiler bakımından yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere Üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kuracak, ayrıca imamlık ve hatiplik gibi dini görevlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için de ayrı okullar açacaktır” hükmüne yer verilmiştir. Böylece dinin siyasete alet edilmesi önlenmek istenmiştir.

3 Mart tarihli 3’üncü kanunla hilafetin kaldırılması kabul edilmiştir. Bu nedenle, 3 Mart tarihli 3 Devrim Yasası “Türkiye’yi laikleştiren yasalar” diye anılmaktadır.

İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği olarak, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkıyor; laik ve bilimsel eğitimden ödün verilmesine, kadını birey olarak görmeyen zihniyete, gerici, bölücü girişimlerle Türkiye’nin geleceğinin karartılmasına, kayıtsız şartsız millete ait olan ulusal egemenliğimizin her kim olursa olsun bir kişiye bırakılmasına karşı çıkıyoruz.

Nazan Moroğlu-İKKB Koordinatörü

GÜNÜN SÖZÜ

 “Dünyada ülkesini savaşta zafere kavuşturan birçok komutan var. Milletini daha ileri bir toplum yapmak için çalışmış birçok önder de var. Ama yokluk, yoksulluk içinde ikisini birden başarmış bir kişi var;

Yazının Devamını Oku

Kandırılmak kötü bir duygu

2 Mart 2017
EVET, bu duyguyu yaşayanlar bilir.

“Siyasi ayak yoksa, bunlar o kurumlara nasıl sızdılar?” sorusu halâ muallakta. Yüzbinlerce insanın ailesi perişan.

Kimi işten atıldı, kiminin servetine el koyuldu.

Suçlulukları tespit edilip delile bağlanmışsa en ağır cezayı hak etmişler; çeksinler cezalarını... Ama çoluk çocuklarını açlığa mahkûm ederek cezalandırmak niye?

Bunu Deniz Baykal da söyledi:

Yazının Devamını Oku

Ladin ormanlarını korumak

1 Mart 2017
BİLİMSEL araştırmalar, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki ibreli (iğne yapraklı) ormanların asıl türlerinden olan ladin ağacının (picea orientalis) bol yağışlı ve nispi nemi çok yüksek olan iklimde yaşayabildiğini tespit etmiştir.

Bundan dolayı dünyadaki yayılış alanı çok sınırlı olup, sadece ‘Kuzey Kafkasya’ ve ‘Doğu Karadeniz’de varlığını sürdürebilmiştir. Ladin ormanlarının yaşamında ve yayılmasında iklim değerleri o kadar belirleyici olmuştur ki, Doğu Karadeniz’de de sadece kuzeye bakan yamaçlarda yaşamını sürdürmüş, yağışın ve nispi nemin azaldığı güney yamaçlarda ise hiçbir zaman yaşayamamıştır. Batıda da Melet Irmağı’ndan öteye geçememiştir. 

Elektrik ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynayan ‘HES Projeleri’ Doğu Karadeniz Bölgesi’nde de son yıllarda hızla artmıştır. Birçok havzada bilimsel ve teknik gerçeklere uyulmayarak olağanüstü çevre sorunlarına da neden olunmuştur. Çevrenin tahrip edilmesi ve akarsu debilerinin azalması gibi günümüzde yaşanan ve çıplak gözle de rahatlıkla fark edilebilen sorunlar tartışılarak gelecekte çevre faciasına neden olabilecek daha büyük sorunlar ne yazıktır ki göz ardı edilmiştir. Günlük yaşama ve düşünme alışkanlığımız HES projelerinde de yaşam bulmuştur.

Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki HES’lerin olağanüstü yoğunluğu iklim değerlerini de olumsuz etkileyebilecektir. Özellikle nispi nem oranında ve yıllık yağış miktarında ciddi azalmalar yaşanabilecektir. Bu da ibreli ormanların çoğunu oluşturan ladin ağaçlarının kitlesel kurumalarına neden olabilecektir. Sağlıklı yaşam koşullarını kaybetmiş ağaçlara arız olabilecek kabuklu böcekler de söz konusu kurumayı daha da hızlandırabilecektir. Doğu Karadeniz Bölgesi’ne hayat veren ‘ladin ormanlarının’ olağanüstü yoğunluktaki HES’lerin neden olabileceği iklim değişikliğinden dolayı tamamen yok olma riski asla göz ardı edilmemelidir. Çok büyük çevre facialarına da neden olabilecek söz konusu riskin bilimsel araştırmalarla tespit edilmesi ve şimdiden gerekli tedbirlerin alınması kaçınılmaz olmuştur. Bu vesileyle üniversitelerin konuyla ilgili tüm fakültelerine, ilgili tüm kurum ve kuruluşlara kamuoyu adına çağrıda bulunuyorum. Aksi halde yarın geç kalmış olabiliriz. / Faruk ÇEBİ - Orman Y. Mühendisi; Kürem - Der Genel Başkanı


Yazının Devamını Oku

Kentsel obezite!

28 Şubat 2017
TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) nüfus sayılarını açıkladı.

Tekirdağ il sınırları içinde yaşayan nüfus oranı da yüzde 36.6 oranında yükselirken, 2015 yılında 937 bin 910 olan nüfus 2016 yılı sonunda 972 bin 875 kişiye yükseldi. Tekirdağ iline sadece bir yılda eklenen nüfus Hayrabolu, Şarköy, Muratlı ve Marmaraereğlisi ilçelerinin mevcut nüfuslarından daha fazla! Bu sayılara göre Çorlu’ya her üç yılda Marmaraereğlisi kadar daha nüfus ekleniyor!

 

Popüler kültürün ‘kentleşme’ yanılgıları idarecilerin duyularını köreltiyor. Kentlerin büyüklükleri altında ezilen kentsel endüstriler çığlıkları, kentli olamama travmasına bağlıyor. Sürekli büyüyen ve çoğalan olmanın içinde, gizli değişimi ‘dinamizm’ ile karıştırıyoruz. Bu yanılgı, teori ve pratik arasında kısılan idarecinin iradesinde yetersizliğe sebep oluyor. Sonuçta kent, olgunlaşmamış kentlinin kendini bulabildiği bir yere, köye dönüşüyor.

 

Bu topraklar insan medeniyetinin ilk filizlerinin yeşerdiği, ilk yerleşimlerin kurulduğu, mitoloji, bilim, sanat, felsefe ve edebiyatın ilk örnekleriyle yoğrulmuş büyük bir açık hava müzesi. Böylesine değerlerin üzerinde yaşamamıza rağmen kentleşme ile tanışmamız çok eski değil. Nüfusumuzun bir kısmı bugün bile yerleşik hayat ile tanışamamış. Halâ göçebe yaşamını sürdürenler var.

 

Aslında ülkemizin büyük bir bölümü durmak bilmez bir göç halinde. Ağır çekimde oynatılan bir filmin içindeyiz. Görüntünün hızını biraz artırınca büyük bir yayıkta çırpılan sütün içindeki yağ zerrelerinin tereyağı topakları haline gelmesi gibi kentleşiyoruz. Önce küçük kentlere, buralarda hayat şansı bulamayınca daha büyük kentlere ve sürekli batıya gidiyoruz. Bu yavaş süreçte, bir ömür süren uzun ve tek periyotlu göç akışı yaşanıyor.

 

Yazının Devamını Oku