2 Temmuz 2008
DSP bir yandan büyük kentlerde ayakta kalma mücadelesi yapıyor, bir yandan da özellikle yerel bazda güçlenmek için aday arayışlarını sürdürüyor. Ne var ki DSP’nin doğal lideri Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Ecevit’in, Genel Başkan Zeki Sezer ile yaşadığı son gerginlik parti tabanında sıkıntı yaratıyor. Bu yüzden de yorumlar, "Tam bir şeyler iyi giderken bu yaşananlara ne gerek vardı? Parti ayakları üzerinde duruyordu, güçleniyordu. Şimdi gereksiz bir sıkıntı oldu" şeklinde.
Tabii parti içinde de tartışmalar sürüyor. İzmir ve Ege Bölgesi, bir zamanlar DSP’nin en güçlü olduğu yerler. DSP, özellikle 1999 seçimlerinde yüzde 50 düzeyinde oya ulaşmıştı. Şimdi o oyun yerinde yeller esse bile "acaba" diye bir umut her zaman var.
Ve son gelişmeler...
Parti sancılı.
Ama ağırlıklı görüş, "DSP’nin güçlenmesi için Rahşan Ecevit gölgesinden kurtulması gerek. Yoksa DSP rüştünü ispatlayamaz" diye özetleniyor.
Ve Zeki Sezer’in büyük ölçüde parti tabanından destek aldığı gözleniyor.
Akıl ve mantık da, galiba bu yönde. Önümüzdeki günler DSP için hayli sıcak gelişmelere gebe. Ben, DSP İzmir İl Başkanı ve parti içinde sevilen bir isim olan Özdemir Sökmen’in görüşlerini sizlere aktarmak istiyorum:
"Zeki Sezer şu anda genel başkanımız. Bülent Ecevit’in emanet ettiği isim, tutarlı ve başarılı. Onun için başka macera aramaya gerek var mı? Türkiye’nin bu aşamada sükunete ihtiyacı var. DSP umut partisi. Tabii ki büyüyecek, gelişecek ve vitrine çıkacak. Öyle olduğu için de bu ve benzer durumları yaşayacağız. Ancak, biz hem genel başkanımızı, hem de Rahşan Hanım’ı seviyoruz. İkisinin de partiye büyük hizmetleri olmuştur. Ancak, DSP artık aile partisi olmaktan çıkmıştır. DSP iktidar adayıdır. Biz de bu aşamada genel başkanımız Zeki Sezer’in arkasındayız ve bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz."
Ekranlarda büyük mücadele olacak
Yerel seçimlerde TV’lerin çok etkin olacağı aşikar.
Kim ekran gücünü nasıl kullanacak? Kim daha ikna edici ve sempatik olacak?
Hangi mesajlar, nasıl verilecek?
Hatta... Kimin güven katsayısı daha yüksek olacak?
Bunu şimdiden gündemine alan parti de AKP.
AKP’nin bir de ’güvendiği kanalı’ var: Eski ismiyle ’BİZ TV’ yeni ismiyle ’Kanal 35’.
Kanalın ortakları arasında İzmir Milletvekili Mehmet Tekelioğlu’nun, AKP Belediye Meclis Grup Başkanvekili Selim Gökdemir’in ve bazı ağır toplarının ismi geçiyor.
Amaç; medya gücünü özellikle yerel seçimlerde etkin kullanmak.
Bunun ilk denemesi de geçtiğimiz günlerde yapıldı.
’AKP TV’si’ olarak da adlandırılan TV, Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısını canlı yayınladı.
İyi hazırlanılmıştı.
Canlı yayında AKP Grup Başkan Vekili Selim Gökdemir, Aziz Başkan’a verdi veriştirdi.
Sert eleştiriler.
Borç ödemelerinden susuzluğa, yeni projelerden ’dürüstlüğe’ kadar...
Ve meclis saniye saniye yayımlandı.
Parti tabanına da duyurulmuştu olay ve bayağı yankı buldu.
Gerçi ’Bu imkan daha iyi değerlendirilebilirdi’ diyenler de çıktı ama yine de TV kozu AKP tarafından değerlendirilmiş oldu.
Anlaşılan mücadele kızışacak.
Ve ekranlarda büyük mücadele olacak.
Görünen o ki; ekran gücü de yerel seçimlerim ’önemli bir ayrıntısı’ olacak.
Hem de hiç göz ardı edilmeyecek önemli bir ayrıntı...
Yazının Devamını Oku 28 Haziran 2008
NEREDEYSE her gün herhangi bir araçla bir yerlere ulaşmaya çalışıyoruz. İşe, eve, okula... Özellikle büyük kentlerde azımsanmayacak zamanların geçirildiği bir alan trafik. Ve hemen hemen her evde bir hüzünlü öykü. Trafikte kaybedilen bir yaşam ya da karşılaşılan psikolojik veya fiziksel zorluklar. Malum yaz geldi, seyahatler arttı. Üzücü olayların yaşanmaması herkesin dileği. Bu hafta, on yılı aşkın süredir trafik ve trafikle ilgili bilinçlenme çalışmaları yürüten Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı Başkanı Ekrem Bulgun ile söyleştik.
Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı nasıl kuruldu? Amaçlarınızdan bahseder misiniz?
Vakıf 1996’da, Makine Mühendisleri Odası İzmir yönetimi ve Ege Üniversitesi doktorlarının katılımı ile kuruldu. Amacımız, kazaları en aza indirmek için, araç, yol ve insan etkenleri üzerinde güvenliğisağlayıcı bilimsel araştırmalar yaparak uygulamaya geçirmektir. Bu amaç doğrultusunda sempozyum ve paneller düzenledik, konferanslara ve seminerlere katılım sağlandık. Bugün ise, trafik konusunda birlik, beraberlik, ortak aklı yaratma konusunda gayretlerimizi sürdürerek, önerilere ve eleştirilere duyarlı davranarak çalışmalarımızı yürütüyoruz.
Kazalar ’Kader ilacı’ ile değil bilgiyle önlenir
Yaz sezonu başladı. Malum tatil mevsimi. Sizin trafiğe çıkanlara ne gibi önerileriniz olacak?
Ülkemizde ortalama günde 20-30 kişi trafik cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. Katrilyonları bulan maddi zarar meydana geliyor. Kader ilaçlarıyla acıları dindirmeye çalışan insanlarımız bilgi sahibi olduklarında kazaların azalacağı ortadır. Trafik kurallarına uymalıyız. Unutmamalıyız ki trafik kurallarına uyulmaması nedeniyle her gün yüzlerce insan hayatını kaybetmekte ya da yaralanmakta. Rakamlara baktığımızda trafiğin çok büyük bir zelzele olduğu ortaya çıkmaktadır. Gençlerimiz ve çocuklarımız için ise trafik kurallarına uyma alışkanlık haline geldikten sonra diğer yaşam kurallarına uyum da zaten kendiliğinden gelecektir.
Büyüklerin eğitilmesi çok daha zor o yüzden öğrencilere yöneldik
Peki bugüne kadar trafik güvenliği ile ilgili yaptıklarınız, gerçekleştirdiğiniz projeler?
Büyüklerin eğitilmesinin daha zor olacağı düşüncesiyle, ilköğretim öğrencilerine yönelik "Hareketli Derslikli Trafik Eğitimi" isimli projeyi büyük bir özveriyle yürütüyoruz. Projenin amacı, küçüklerin hayatları boyunca trafikte hayatta kalmalarını sağlayacak önemli kuralların kendilerine öğretilmesi. Öğrencilerin evde büyükleriyle konuşurken trafik konusunu gündeme getirmeleri, araç kullanan anne ve babalarını, yakınlarını ikaz etmeleri, arkadaşlarıyla trafik konusunu tartışmalarını sağlıyoruz ve böylece yaygın eğitime de katkı sağlanmış oluyor. Eğitime başladığımız 2000 yılından bugüne kadar gezici otobüslerle yürüttüğümüz bu eğitim sayesinde yaklaşık 165 okulda, 100 bin 500 öğrenciye "Hareketli Derslikli Trafik Eğitimi" verdik. Bunun yanında, "Ülkemizde trafik kuralları neden uygulanmıyor" kampanyası ile uygulamalara dikkat çektik. "Salihli ölüm yolu olmasın" sloganıyla Salihli-İzmir yolunun iyileştirilmesi için imza kampanyası başlattık. "Demiryolumu İstiyorum" sloganıyla demiryollarının iyileştirilmesi kampanyamız oldu. "Kaldırımlar yayalarındır" sloganıyla işgallerin önlenmesi için eylemler yaptık. "Örnek insan adacıkları" çalışmasıyla, trafik kurallarının hatırlatılması ve uyulmasının sağlanması için gruplar oluşturduk. Üniversite öğrencilerine yönelik "Yaşam çizginiz kırılmasın" projesiyle öğretim üyelerinin ders aralarında önemli trafik kurallarını öğrencilerle paylaşmasını sağladık.
KİMDİR
1932 İzmir doğumlu. İzmir İnönü Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunu. 1998-2002 yılları arasında Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Üyeliği görevinde bulundu. CHP bünyesinde çeşitli kademelerde görev yaptı. Aynı partiden son üç dönemdir İl Genel Meclis Üyeliği’ne seçildi ve milletvekili adayı oldu. 10 yıldan bu yana Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı’nın başkanlığını yürüten Bulgun, evli, iki çocuk, üç torun sahibi.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2008
SUSUZLUK, şimdiden başa bela. Bir yandan ’gelecekte işimiz zor, su olan yere kaçalım’ planları yapılırken, bir yandan da görülüyor ki, bu yıl da işimiz zor. Ama susuzluk konusu Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ’cazgır’ Başkanı Melih Gökçek devrede olalı beri daha ’ATEŞLİ’. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ’Tehlike yok’ diye yüreklere su serpse de kafalar ’karışık’.
Arsenik rakamlarının açıklanmasının gecikmesi, bazı ilçelere yönelik ’sessizlik’, bilim adamlarının farklı açıklamaları yurttaşları telaşlandırdı.
Daha önce de çeşitli olaylarda ’canım tehlike yok’ mesajları dinleyip ’zokayı yutan’ yurttaşlar, ’yoğurdu üfleyerek yiyecek’.
Bana bile her gün onlarca telefon geliyor, ’Nedir bu işin aslı? Arsenikli su içtik mi? Bundan sonra ne yapalım?’ diye.
’Benim işim politik analiz, su analizini yapamam’ diyemiyorum, tabi...
’Dikkatli olun, gelişmeleri izleyin’ cümleleri dökülüyor dudaklarımdan.
Eee, Karadeniz’deki Çernobil faciası hala akıllarda değil mi?
Dönemin bakanının açıklamaları, afiyetle çay içmesi...
Yörede kanserdeki patlamalar... Bakanın adının ’Bekerel Cahit’e çıkması...
Büyük büyük konuşayım da, yarın da bana ’Arsenik Veli’ mi desinler?
Yağma yok vallahi!
Ben haddimi bilirim!
İşin bir de hoş magazinsel boyutu var.
Melih Gökçek adam tutmuş, İzmir’den sürekli numune aldırıyor.
Başkan’ın amacı belli; İzmir Belediyesi’ni zora sokup, seçimleri AKP lehine çevirmek.
Zaten arada birkaç puan var.
İş biraz da ’su’landırılırsa, ne olacağını kestirmek zor. Körfez sancılı, metro gecikti.
AKP Gökçek’le de vurmaya devam edecek.
Bir de ayrıntı; Gökçek en çok numuneyi Başkan Aziz Kocaoğlu’nun mahallesinden aldırıyor.
Yani, Başkan’ın komşuları ile arasını bozacak.
Kazım Dirik mahallesindeki rakamlar merak konusu.
Biri Aziz Bey’i fena gözetliyor!
Hem de tam evinin içinden...
Hollywood’dan sonra Miami ve Palmiye adaları
İzmir Büyükşehir için ilk aday MHP İzmir İl Başkanı Musavat Dervişoğlu idi.
Dervişoğlu, projeler hazırlamaya devam ediyor... Başkan’ın Hollywood projesini yazmıştım.
Ne kadar iddialı olduğunu da...
Dünya sinemasının ’gariban’ kesimini nasıl İzmir stüdyolarına çekeceğini de. Bir ’Amerikan rüyası’dır gidiyor.
Bu kez de Buca Belediye Başkanı Cemil Şeboy, ABD’de bir esinti getirdi bizlere.
Miami’deki Palmiye adaları...
Cemil Başkan da Büyükşehir için adaylığını açıklayanlardan.
’Ya Büyükşehir, ya yokum’ diyor.
AKP tabanı bu tür restlere alışkın olmasa da, sosyal demokrat kökenli Başkan Şeboy iddialı:
’Ben mimarım, Buca’da yaptıklarım ortada. Ben büyük hizmetler verdim. Aynı şeyleri İzmir için de geliştirmek istiyorum’ diyor.
Başbakan Tayip Erdoğan, son İzmir gezisinde Başkan Şeboy’a bir ’göz kırptı’, ama ’el sıkışmadı’.
AKP bir süre daha bekleyecek!
Gelelim; Cemil Başkan’ın Amerikan rüyasına...
Miami’deki gibi bir Palmiye adası.
Daha çok turist çekmek için. Ve o adanın ortasına kocaman bir Saat Kulesi. Mevcudun 10 - 15 katı büyüklüğünde. Eyfel kulesinden bile kat kat büyük.
Kat kat görkemli.
Evet, yarış başladı. Projeler açıklanıyor. Şimdilik ABD önde.
Amerikan eyaletleri, kentleri.
Bakalım, diğer ülkelerden ne esintiler gelecek?
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2008
YILLARDIR bir sürü çalkantılar yaşayan bir sektör. Kurdaki belirsizlik, kayıt dışılık, dünya ölçeğinde rekabetle sürekli mücadele. İzmir’de tekstil ve özellikle hazır giyim sektöründe Mimar Kemalettin Moda Merkezi’nin yeri ise ayrı. Sektörü geliştirmek, daha ileriye taşımak ve İzmir’i modanın merkezi yapmak amacıyla harcanan emekler. Bu hafta Mimar Kemalettin Moda Merkezi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Behçet Yılmaz ile söyleştik. Mimar Kemalettin Moda Merkezi’nin İzmir ve Ege’deki yerinden ve dernekleşme sürecinizden bahseder misiniz?
Mimar Kemalettin Moda Merkezi Derneği, bölgenin tekstil ve hazır giyim sektörünün uluslararası alanda tanıtımını yapmak üzere 2002 yılında kuruldu. Yaklaşık bin tekstilci üyesiyle modanın kalbi, Mimar Kemalettin’de atıyor bugün. Derneğimiz, mensuplarının gücüyle kısa sürede önemli bir sivil toplum kuruluşu olmayı başarmıştır. Mimar Kemalettin’in çıtasını daha da yükseltmek, yurt dışına tanıtımını yapmak, yeni fuar alanları yaratmak amacıyla çalışmalarımız tüm hızıyla sürmektedir.
KİMDİR
1959 doğumlu. Asıl mesleği terzilik. 1990 yılında Lion Jean markasıyla üretime başladı. ’Lion’ kot markasını yaratarak tekstil sektöründe uzun yıllar faaliyet gösterdi. 6 ay önce Mimar Kemalettin Moda Merkezi Derneği Başkanlığı’na seçildi. Yılmaz, evli ve üç çocuk babası.
Marka firmanın ürüne attığı ayırt edici imzadır
Rekabette en önemli unsurlardan biri marka. İzmir bu konuda nerede? Marka-başarı birlikteliği için düşünceleriniz?
Bana göre sektörün başlıca sorunlarından birisi de yeni tasarım yapamamak, marka olamamak ve moda yaratamamak. Marka değeri taşıdığınızda, marka olduğunuzda başarı da sizinle birlikte yürüyor. Bunun için kalite, tabii ki en birinci şart olarak karşımıza çıkıyor. Sonuçta marka, bir şirketin farklılaşma aracıdır. Bizi birbirimizden ayıran en önemli unsurdur. Şirket, rakiplerinden sıyrılabilmek için markasını kullanır. Birçok firma, üretici değildir, fason ürettirdiği malların üzerine bastığı markayı satar. İzmir ne yazık ki bu konuda yeterli yol alamamıştır. Yani birçok tekstilci markalaşmaya önem vermediği için adını duyuramamakta ve dünyaya açılamamaktadır. Halbuki, marka şirketin ürününün üzerine attığı imzadır.
Tekstil sektöründe vizyon ve strateji belirleme eksikliği var
Tekstil sektörünün sıkıntıları ortada. Peki İzmir’in bu konuda yeni açılımları için dernek olarak projeleriniz? Hedefleriniz?
Sektörde vizyon ve strateji eksikliği var. Bu nedenle birçok işletme gelecekte çalışmalarını hangi yöne çevireceği konusunda kararsız. Strateji belirleme konusunda işletmelere, ilgili sivil toplum kuruluşlarının yardımı ve katkısı gerekir. Biz de bu amaçla çalışmalar yürütüyoruz. Örneğin ’Karma Giyim’ adı altında yeni bir ihtisas fuarı açmak için çalışmalar yapıyoruz. Çarşımızın yollarının düzeltilmesi ve girişlerine tag yapılarak moda merkezine yakışır dikkat çekici bir restorasyon yapılması için belediyelerimizle görüşme halindeyiz. Ayrıca Mimar Kemalettin’in perakende satışa da açılması için görüşmelerimiz sürüyor. Biz, giriş katlarımız perakendeye açılsın, ikinci katlarımızda da toptan satış sürsün diyoruz. Bu kararın çarşımızı daha da hareketlendireceği inancındayız.
Kurlardaki dengesizlik ihracatçının rekabet şansını olumsuz etkiliyor
Peki maliyetlerdeki artış ve kur politikasındaki seyir sektörün geleceği hakkında size neler düşündürüyor?
Yurt dışındaki rakiplere göre, enerji, doğalgaz, işçilik, vergi, sigorta gibi maliyetler ülkemizde oldukça yüksek. Son birkaç yıldır kurlardaki dengesizlik tekstil ihracatçılarının rekabet şansını alt üst etti. En önemli sorunlardan birisi de kayıt dışılık. Kayıt dışı çalışan tekstil işletmeleri, rekabet ortamının bozulmasına neden oluyor. Ülkemizde işsizlik çok ciddi boyutlarda olmasına karşın, nitelikli eleman yetersizliği söz konusu. Tekstil sektörünün kayıt altına alınması için, vergi oranları düşürülmeli, kapsamlı bir vergi reformu yapılmalıdır. İşçilik maliyetleri üzerindeki yükler azaltılmalıdır. Fiyatı, devlet tarafından belirlenen sanayide kullanılan enerji giderleri dünya fiyatları seviyesine çekilmelidir. Türk Lirası’nın değerlenmesine karşı; ihracat yapan firmalara ülkeye döviz girişi yaptıklarında en az enflasyonun altında kalmamak suretiyle kur verilmelidir.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2008
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İzmir çıkarması yaptı.<br><br>Bu kez ağırlık Balkan topluluklarında idi. Malum, oy oranları yüksek.
Yani, neredeyse nüfusun yarısı.
Başbakan, şenliklere katıldı, Balkan temsilcileri ile bir araya geldi.
Bazı dernekler uzaktan izledi, bazıları "nezaket gereği" katıldı.
Ama... Kesin yorum için "erken".
Balkan göçmenleri "Önce aday" diyor.
Nihayet otoyol bağlantısı açılışını yaptı Başbakan.
İzmir’de başka temasları da oldu. Açılışları...
Bu yoğun tempo içinde dikkatlerden kaçan bir ayrıntı mıydı bu, yoksa ciddi bir hata mı?
Neden söz ediyorum, Başbakan’ın afişlerinden.
Ne yazıyor:
"Türkiye’nin Başbakanı İzmir’de".
Evet, yanlış okumadınız; Türkiye’nin Başbakanı.
Yani... O zaman İzmir, Türkiye değil mi?
Başka bir ülkenin kenti mi?
Burada vurgulanmak istenen ne?
Nasıl bir bakış açısı bu?
İzmir AKP tarafından tamamen gözden çıkarıldı mı?
"Başbakan İzmir’de" demek varken, niye "Türkiye’nin Başbakan’ı" vurgusu...
Kafalar karıştı.
AKP içinde bile tartışıldı bu afiş.
İzmir politikasının ağırlıklı isimlerinden MHP İzmir eski milletvekili Yusuf Kırkpınar da bu afişe takılmış.
Kırkpınar’ın yorumu şöyle:
"Bu nasıl şey böyle. İnanamadım. Acaba yanılıyor muyum diye defalarca baktım. İzmir bir Türk kenti değil mi? İzmir Türkiye’nin dışında mı? Öyle mi kabul ediliyor? Yani İzmir; gavur İzmir mi? İzmir; Gavuristan diye anılan bir ülkede mi? Bu nasıl şeydir Allah aşkına".
Kırkpınar gibi düşünenler çok.
Erdoğan’ın her gezisinde bir gaf.
Bir hata. Bir tatsızlık!
Neden böyle?
Bu yanlışı kim yapıyor? Ne oluyor?
Anlaşılan bu ve benzer sorular bir süre daha tartışılacak.
Melih Gökçek, Aziz Başkan’a karşı!
Ankara gündeminde hala konuşuluyor; su arsenikli mi, değil mi?
Ama bu tartışma İzmir’e kadar uzadı.
Nedeni de; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in iddiası:
"İzmir’in suyu da arsenikli".
Bu sözler İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından kesin bir dille yalanlansa da, Melih Gökçek iddialı.
Ankara’da dişine göre rakip bulamayan Gökçek, İzmir’e uzandı.
Israrlı; "İzmir suyu arsenikli" diyor da başka bir şey demiyor.
Gökçek, elinde belge olduğunu da söylüyor.
Bunu da açıklayacak.
Ama bir şartı var; Aziz Kocaoğlu ile TV ekranına çıkmak.
Orada tartışmak.
Şöyle bir eskilere dönenler; Ankara’da Gökçek ile o dönemin CHP’li Çankaya Belediye Başkanı Doğan Taşdelen’in hararetli tartışmalarını hatırlarlar.
Artık Taşdelen yok.
Gökçek’in dişine göre bir rakip de...
Onun için şimdi gözü İzmir’de.
İlle karşısında Aziz Kocaoğlu’nu istiyor.
"Çıksın karşıma" diyor.
Şimdi gözler Aziz Başkan da...
Bakalım o ne diyecek?
Aziz Bey, Gökçek ile tartışmaya çıkar mı?
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2008
TÜRKİYE’de çok sayıda olması umut edilen bir eğitim kurumu. Ama maalesef bir elin parmakları kadar. En köklülerinden biri de Ege’de, İzmir’de 20 yıldır. Denizcilik sektörüne personel kazandıran ve mezunlarının hemen iş bulabildiği bir yüksekokul. Şimdi ise fakülte olma yolunda atılan adımlar. Bu hafta Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Güldem Cerit ile söyleştik.
>> Türkiye için önemli bir konu olan denizcilik alanına kalifiye personel yetiştirmek için kurulan kurumu yönetiyorsunuz. Bölümünüzden ve gelişiminden bahseder misiniz?
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu, ülkemizin denizcilik ilgi ve çıkarları doğrultusunda, toplam kalite ve çevre yönetimi felsefesi ile denizcilik, lojistik, ulaştırma, işletme yönetimi alanlarında lisans, lisansüstü ve doktora düzeylerinde eğitim-öğretim hizmetleri gerçekleştirmekle birlikte deniz ticaret filosuna da zabit yetiştiren bir okul. Bünyemizde, "Denizcilik İşletmeleri Yönetimi", "Güverte" ve "Makine" bölümleri bulunuyor. Okulumuz, 1988 yılında 51 öğrenciyle başladığı eğitim-öğretim hayatında, 20 yıl içerisinde gerek ülke denizciliğinde gerek dünya denizciliğinde en önemli eğitim kurumlarından biri haline geldi. Yüksekokulumuz bugünkü konumu ile rektörlerimiz merhum Prof. Dr. Ömer Yiğitbaşı, Prof. Dr. Namık Çevik, Prof. Dr. Fethi İdiman ve Prof. Dr. Emin Alıcı ile müdürlerimiz Prof. Dr. Attila Sezgin, Prof. Dr. Mete Oktav ve Prof. Dr. Ömer Baybars Tek’in ve tüm Dokuz Eylül Üniversitesi ailesinin eseridir. Bilimsel, eğitsel, sektörel, sosyal ve kültürel hizmetlerimizdeki başarımızın gerçek kahramanları fedakar ve cefakar akademik ve idari kadromuz ile öğrencilerimiz ve velilerimizdir.
>> 1954 yılında Ankara’da doğdu. ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü’nde lisans, DEÜ İşletme Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladı. 1993’te Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu’na yardımcı doçent olarak atandı. 1998’de müdürlük görevine getirildi. Aynı yıl Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Anabilim Dalı’nda doçent, 2004’de profesör oldu. Uluslararası Denizcilik Ekonomistleri Birliği (IAME) Konsey Üyeliği görevlerini yürüten Cerit’in Martı isimli bir kızı var.
Denizcilik Fakültesi için senato kararı aldık, YÖK’ü bekliyoruz
>> Yeni bir fakülte oluşumu için çabalar olduğunu duyuyoruz. Denizcilik Fakültesi ile ilgili son durum nedir? Nasıl bir yapı düşünülüyor?
Uluslararası ticaretin artması, tüketici taleplerindeki büyük çeşitlenme, teknolojideki gelişmeler, dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 90’lık bölümünün ulaştırmasını gerçekleştiren denizcilik sektörüne olan talebi büyük ölçüde artırmıştır. Sektörde hizmet vermekte olan işletmeler ve tüm ilgili kurumlar, donanımı yüksek kadrolara ihtiyaç duymaktadırlar. Yüksekokulumuz ise Türkiye’de Denizcilik İşletmeleri Yönetimi lisans eğitimini ilk kez başlatan bir yüksek öğrenim birimi olmuştur. Türkiye’de İstanbul Teknik Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi bünyesinde kurulu denizcilik eğitimi veren birimlerin fakülte düzeyinde örgütlenmiş olması, DEÜ Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu’nun da fakülte kapsamına alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu karar, 20 yıllık bir lisans eğitim kurumunun gelmiş olduğu gelişme düzeyine de uygun olacak ve kurumlar arası uyumu her bakımdan sağlayacaktır. DEÜ Senatosu da 27 Mayıs 2008 tarihli toplantısında Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi Yüksekokulu’nun ’Denizcilik Fakültesi’ne dönüştürülmesini oybirliği ile karara bağlamış ve konu Yükseköğretim Kurulu’na sunulmuştur.
Su sporlarına destek verilmeli
>> İzmir ve Ege’de denizden daha fazla yararlanmak için neler yapılmalı?
Deniz ticaretinin, deniz ulaştırmasının ve deniz sporlarının gelişimi, denizden yararlanmamızı da güçlendirecektir. Limanlarımızın yatırımlarının tamamlanması, yat işletmelerimizin sayısının artması, yelken ve diğer su sporlarımızın gelişmesi, halkımıza yönelik denizcilik yayınlarının desteklenmesi ve stratejik olarak bu alanlara öncelik verilmesi Türkiye’nin deniz ilgi ve çıkarlarının korunmasını ve geliştirilmesini de getirecektir.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2008
İZMİR EXPO’yu kaybetti, yara hala kanıyor. Kanıyor da... EXPO kaybında suçu olanlar yine başrolde? Kimse "yoğurdum ekşi" demiyor. Hep aynı isimler.
İzmir kayıpta. Şikayetler yoğun.
Ama... Onlar hep başrolde.
Geçen hafta İzmir için "Arama konferansı" yapıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün istemiyle.
Gündem; İzmir’in yarını.
Bir de EXPO’nun neden kaybedildiği.
Cumhurbaşkanı Gül, Paris’teki EXPO toplantısına, kritik oylamadan yarım saat önce gelmemiş miydi?
O sırada İtalya Başbakanı Prodi, bakanlar, Belediye Başkanı Moratti ve işadamları ile oyları belli olmayan 14 ülke ile toplantıda değil miydi?
Neyse...
Eski defterleri açmayalım.
Ama... Arama Konferansı’nın yapısı... Katılanlar...
Daha doğrusu olmayanlar, gelmeyenler, katılmayanlar, çağrılı olmayanlar...
Tartışılıyor.
O yüzden de "Bu nasıl toplantı" yorumları yapılmıyor mu?
24 milletvekilinden 2’si katılmış. Asıl hükümete ses götürebilecek AKP’liler; "Başbakan çağırdı" diye dönmüş...
M. Ali Susam ve Bülent Baratalı dışında kimse yok.
Nerede DSP, MHP’li vekiller?
İzmirli bu yüzden "ithal vekil istemiyoruz" diye bağırmamış mıydı?
Nerede 22 milletvekili?
Ya çağrılmayanlar?
Örneğin; eski belediye başkanları?
Yüksel Çakmur’un, Burhan Özfatura’nın, Erdal İzgi’nin söyleyecek bir çift sözü olmaz mıydı?
Ya da... İzmir’e büyük hizmeti dokunan eski siyasiler, bakanlar... Örneğin; Işılay Saygın, Rıfat Serdaroğlu!
Onlar İzmir için fikirlerini söyleyemezler miydi?
Nerede siyasi partilerin il başkanları, temsilcileri?
Nerede İzmir’deki önemli sivil toplum kuruluşlarının sözcüleri?
Nerede İzmir için büyük mücadele veren basın mensupları?
Nerede gençler, kadınlar?
En güzel yorumu bir siyasi parti yöneticisi yaptı: "Arama toplantısı mı, Birilerini Tatmin Toplantısı mı?".
Doğru söze ne denir?
MHP’den Hollywood Projesi
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için rekor onda. Ne rekoru mu?
En erken adaylık açıklama!
Evet, MHP İzmir İl Başkanı Müsavat Dervişoğlu, Büyükşehir’e aday olduğunu söyledi. Ve bu kararın üzerinden bir yıl geçti.
Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu bile "Daha adayım" demedi.
En hızlısı Müsavat Başkan.
En cesuru da.
Hatta parti içindeki bazı muhalifleri ona dokunduruyor bile: "Bizim başkan çok aceleci. Ya parti başkasını gösterirse...". Ve ekliyorlar:
"Aslında başkan Konak’a fit de, pazarlığı yüksekten açıyor".
Siyasette bunlar olur.
Çekememezlikler, dedikodular, hatta tartışma ve çatışmalar. Müsavat Dervişoğlu yoluna devam ediyor.
Ziyaretler, açılışlar, toplantılar, medya buluşmaları. Müsavat Başkan’ın hoş projeleri de var. Ama... Son dönemlerde en çekici olanı "Mini Hollywood Projesi".
Sinema sektörünün bir bölümünü İzmir’e çekmeyi düşünüyor. ABD kapısını aralayamayanları...
Belki de biraz daha "gariban olan sinemacıları". Platolarıyla, altyapısıyla bu stüdyolarda birçok ülkeden sinemacının film çevirmesi Dervişoğlu’nun hayali! Kimbilir! Gerçek olur mu?
Yaşamda bir film şeridi değil mi aslında? Kimler gelir kimler geçer? Kimi kubbede hoş sadadır?
Kiminin adı bile hatırlanmaz.
Şimdilik Müsavat Başkan’ın "Mini Hollywood" projesi bir ilk. Bakalım; siyaset sahnesi kimleri yaratacak?
Kimleri yutacak?
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2008
SPOR dünyasında hep sorgulanan altyapı ve sporcu yetiştirmede önemli işlere imza atan futbol sevdalısı bir isim. Bu hafta, İzmir sporuna katkıları önümüzdeki yıllarda daha da çok konuşulacak olan ve Buca Genç Projesi’yle başarı elde eden Seyit Mehmet Özkan’la söyleştik.
Buca Genç Projesi nasıl doğdu? Hedefleriniz?
- Bucaspor’a 1984’ten itibaren katkılarım oldu. Birçok tecrübe yaşadık. 1996 - 1997 sezonunda kulüp başkanı oldum. Play-off oynadık. O sene birinci lige çıkan Şekerspor’a yenildik ve en üzücü eve dönüş yolculuğumuzu yaptık. Bu maçtan çok dersler çıkarmış bir insan olarak, bazı ilke kararları aldım. Bu işin "lejyonerler" ile ancak çok para olursa yapılabileceğinin ayrımına vardım. Aynen bir binanın temelinin sağlam olması gerektiği gibi, kulüplerin de alt yapılarının güçlü olması gerektiğini anladım. Başkanlığı bırakıp, altyapı güçlendirme projesinin başına geçtim. Adına "Futbolcu Üretim Merkezi" dedik. Kardeşlerimden izin alarak işime ara verdim. İki yıl, tam zamanlı bir çalışma düzeninde 13-15 yaşlarında 30 çocuğa odaklandım. Çok değerli altyapı hocalarıyla kıymetli zamanlar paylaştım. İki yıl sonra Bucaspor B Genç Takımı, Türkiye Şampiyonu oldu. Bu tesadüf değildi. Ancak işlerimi çok aksatmıştım, kardeşlerimin isteğiyle yine döndüm. Çocukları öksüz bıraktım! Ama bir gün döneceğime söz verdim. Ağlayarak ayrıldım. Her yurt dışı seyahatinde de futbol eğitimi ile ilgili CD’ler, kasetler edindim, ufkumu açmaya çabaladım. İsmet Çiftçi, 1984’ten sonra 2006’da tekrar Bucaspor’un başına geçti, "Gel bıraktığın yarım işi tamamla" dedi. Ama bu sefer proje büyüktü: "Buca Genç Futbol Akademisi". Spor profesörü Mustafa F. Acar ile başta Belediye Başkanı Cemil Şeboy olmak üzere, Buca’nın ileri gelenlerine "Elit Aday Yıldız Futbolcu Yetiştirme Projesi" sunduk, kabul edildi ve düğmeye basıldı. Kaynaklar’daki Bucaspor Tesisleri’nde dokuz ayda sosyal bina ve spor salonu yapıldı. Buca Belediyesi, projeye destek olarak, bir suni çim saha armağan etti. Hedeflerimize gelince; öncelikle doğal yetenekli çocukları bulmak ve onları iyi yetiştirmek. Ardından genç milli takımlara göndermek ve Bucaspor profesyonel takımına kazandırmak. Burada yetiştirdiğimiz çocuklarımız Bucaspor’u üst kategorilere taşıyacak, Türk ve Avrupa kulüplerine transfer olacaklar, ülkemizi yurt dışında gururla temsil edecekler. Bizim amacımız örnek bir endüstriyel futbol sistemini oluşturmak ve model olmak...
ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞİMİZ
Çocukları bu projeye çekerek yeni ufuk kazanmalarını sağlıyorsunuz. Neden çocuklar ve spor?
- Yaşamımın en mutlu, güzel günleri çocukluğumda, gençliğimde geçti. Herkesin çocukluğunun güzel geçmesini ve spor yapmasını istiyorum. Çocukluğumda babam eve gelmemişse, evimizin yakınlarındaki boş arsada hava karardıktan sonra dahi futbol oynardık. Bir de her pazar maça giderdik babamla. Sonra da lokantaya. Orada koca koca adamların arasında maç kritikleri yaptırırlardı bana. Bu tatları, o saf ve bir o kadar da insanı hayata hazırlayan anları çocukların da yaşamasını istiyorum. Ben 18 yaşımdan bu yana çalışıyorum. Biriktirdiğim biraz param vardı. Yaşım da ilerliyor. Düşündüm demir-çelikten başka en iyi bildiğim şey neydi diye? Spor ve futbol. Film şeridi gibi geriye doğru sardım yaşamımı ve mutlu çocukluk yıllarımı hatırladım. Kararımı verdim ve bundan sonraki yaşamımda çocukları sporla mutlu etmeyi seçtim.
Bucaspor kulübünün neferi
1955’te Eşrefpaşa’da doğan Seyit Mehmet Özkan, çocukluktan bu yana futbolun içinde. Babasının eğitimi ısrarıyla ODTÜ İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. O yıllarda Özkan’ın da yer aldığı ODTÜ futbol takımı Üniversiteler Türkiye Şampiyonu oldu. Üniversite eğitiminden sonra baba mesleği olan demirciliğe başladı. 1984’te Bucaspor’la tanıştı, bugüne kadar kulüp başkanlığı da olmak üzere çeşitli görevlerle katkı koydu. Özkan Demir Çelik Sanayi’ni kardeşleriyle yöneten Seyit Mehmet Özkan, Bucaspor Gençlik Geliştirme Derneği Başkanı. Özkan, evli.
BİRLİKTE HAREKET ETMEYİ ÖĞRENMELİYİZ
Sanayici kimliğiniz var. Bu günlere nasıl geldiniz? Ya İzmir’in geleceği?
- Doğma büyüme İzmirli tek demir-çelik sanayicisi aile biz kaldık. Babamız rahmetli Kenan Özkan mesleğinin en iyi ustalarındandı. 1979’da ODTÜ İşletme’yi bitirdim. Babamız çok küçük yaşlarda sorumluluk verdi. Usta - çırak ilişkisinin önemini anladık. Bütün iş yaşantımız yüksek enflasyonlu yıllarda geçti. Bizim gibi küçük haddehaneler para kazanamıyordu artık. Bu kulvardan çıkıp, daha küçük sermaye ile çalışan profil çelikler üretimine geçmemiz gerektiğini babama anlattım. Bir yılda profil çelik üretimine döndük. Özal’ın liberal ekonomi kuralları ile ülkede tam bir iş atağı başlamıştı. 1986’da ilk ihracat yaptığımız Alman firmanın temsilcisini hava alanından karşılamaya gittiğimde dizlerim titrediğini dün gibi hatırlıyorum. 1984’te 10 çeşit profil çelik üretebiliyorduk, bugün her ülkenin talebini karşılamaya yönelik bine yakın çeşit üretiyoruz. 1984’te 50 kişiyle günde 50 ton üretiyorduk. Şimdi 500 kişiyle günde 1500 ton üretiyoruz. 60’a yakın ülkeye ihracat yapar hale geldik. Herkes bildiği işi yapmalı, yaptığı işin en iyisini yapmalı, sürekli kendisini yenilemeli. İzmir’in geleceği konusunda iyimserim. EXPO sıçrama tahtası olacaktı, olmadı. Aynı motivasyonu kendi içimizde sinerji yaratarak oluşturabiliriz. Değişime ve gelişime herkesin ayak uydurması gerekli. Artık dışa dönmenin zamanı geldi geçiyor. Birlikte hareket etmeyi öğrenmeliyiz.
Yazının Devamını Oku