Giyilebilir teknoloji kavramı popüler kültüre ‘Geleceğe Dönüş II’ filmiyle girdiğinde, uçan kaykayıyla hızını alamayıp havuza düşen Marty McFly’ın kendi kendini kurutan, gerektiğinde beden boyunu ayarlayabilen montuna çok şaşırmış, otomatik bağlanan ayakkabı bağcıklarına hayran kalmıştık.
O yıllarda benim asıl favori cihazım, yeraltı dünyasına ait bir kültür ikonu olan Dick Tracey karakterinin kol saatinden yaptığı konuşmalardı.
O marifetli saatin çok işe yarayacağını düşünür, gerçeğinin hayalini kurardım... Şimdi çok daha fazlasını yapan akıllı saatleri her gün kullanıyoruz. Giyilebilir teknoloji denince akla ilk gelen akıllı saatlerin bugün dünya çapında 230 milyon civarında kullanıcısı var. Apple, Samsung, FitBit, Garmin gibi sektör lideri markaların yanı sıra ikinci sınıf modellerle birlikte bu sayının 300 milyona ulaşabileceği raporlanıyor. Öte yandan Silikon Vadisi şirketleri, teknolojiyi bedenin farklı noktalarına taşımak için Ar-Ge çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.
Yapay zekâ destekli
AR (arttırılmış gerçeklik) gözlükler ve kontak lensler, sağlık durumunu takip eden yüzük, küpe gibi mücevher ve takılar, beyin dalgalarıyla çalışan saç bantları, iklime duyarlı montlar ve dahası şimdiden teknolojinin deneyim alanına giren ürünler. Giyilebilir teknoloji ürünlerinin verimliliği, sunduğu dijital özelliklerin ergonomik kullanım kolaylığı ya da zorluğuyla nasıl bir dengede olduğuna bağlı. Gözünüz bozuk değilse sırf akıllı diye gözlük takmazsınız örneğin. Yürüdükçe pil şarj eden, sağlık ve performans verisi geliştiren akıllı ayakkabılar iyi fikir ama her gün aynı ayakkabıyı giymeniz olası değil. Giyilebilir teknolojiler aynı zamanda modern çizgideki giyim markaları için vizyoner bir pazarlama malzemesi olarak da işe yarayabiliyor.
İnsanlara gerçek anlamda fayda sunması için giyilebilir teknoloji ürününün ya boyundan büyük fayda sunması ya da küçücük bir çip kadar hissedilmez boyutlara ufalması gerekiyor. Şimdiyse, giyilebilirlerin önünü açacak önemli bir yenilik gündemde: Yapay zekâ. Silikon Vadisi’nin dikkat çekici girişimlerinden Humane, Ai Pin adlı ürünüyle başlı başına kendi kategorisini oluşturmaya hazırlanıyor. ‘Yapay zekâlı rozet’ anlamına gelen Ai Pin, şık bir tekno-broş formunda. Kıyafetlerin göğsüne takarak kullanılan ürün kamera, hoparlör, telefon, kişisel ajanda, not kaydedici gibi kullanışlı özelliklere sahip. En önemli marifetiyse yapay zekâ arama motoru ChatGPT destekli yeni nesil bir akıllı asistan olması. Yatırımcıları arasında OpenAI’ın kurucusu Sam Altman olduğu için sistemle doğrudan bağlantılı. Kimi uzmanlar cihazın yeni bir kişisel teknoloji normu oluşturma potansiyeline şüpheyle baksa da Wired dergisinin görüştüğü Humane CEO’su Bethany Bongiorno ürünün kitleler tarafından benimseneceğinden şüphe duymuyor. Ürün için dünyanın ilk ‘bağlamsal bilgisayarı’ (içerik ve ergonomi arasında direkt bağlantı kuran) tanımını yapan Bongiorno “Yapay zekâ herkesin merak duyduğu ve hayatını nasıl değiştireceğini öğrenmek istediği bir şey haline geldi” diyerek ürünün en önemli farklılık noktasına işaret ediyor: “Yapay zekâyı beraberinizde her yere taşıyabilmeniz için ilk olanağı sunuyoruz. Aldığımız küresel geri bildirimlerden ürünün her kesimden, her yaş grubundan insana dokunduğunu hissediyor ve görebiliyoruz.”
AI Pin, akıllı telefonun en sık kullanılan özellikleriyle akıllı saatin pratikliğini birleştiren ve ChatGPT’nin insansı zekâsıyla güçlenen çekici bir cihaz haline gelmiş. Öne çıkan özelliklerinden biri de projektör ekranı. Sesli komutla sorduğunuz soruların yanıtını avuç içine yansıtılan ekranda göstererek gerçekten geleceğe göz kırpan bir hali var. Dahili kamerasıyla eller serbest biçimde video ve fotoğraf çekebiliyor. Ayrıca etrafta gördüğü objeleri de tanıyabiliyor, seyahatte karşınıza çıkan tarihi bir eser hakkında bilgi bulabiliyor örneğin. Gelecek yıl, kadrajına alınan besinlerin kaç gram olduğunu ve günlük enerji ihtiyacınızın ne kadarını karşılayacağını söyleyebilir hale gelecekmiş. Yazılım geliştiriciler için bir API modülü de kullanıma sunulacak ve dışarıdan çok sayıda yeni özellik eklenebilecek. Kendi telefon numarasıyla kullanılabilen Ai Pin, sadece kullanıcısının duyacağı miktarda bir ses balonu içinde görüşme yapmaya imkân veriyor. Ai Pin’in gün boyu topladığı verileri, notları, görüntüleri, kayıtları ve dahasını bir araya getirdiği, kullanışlı görünen masaüstü arayüzü de beraberinde sunuluyor. 699 dolar fiyatıyla bu hafta ABD’de satışa sunulacak Humane Ai Pin’in özelliklerini hu.ma.ne/aipin internet adresinden inceleyebilirsiniz.
Günümüzde havalı söylemiyle mikro marka temsilciliğine ya da amiyane tabiriyle sosyal medya tezgâhtarlığına dönüşen influencer’lık, internetin en popüler işlerinden biri haline geldi. Hatta güncel bir araştırmaya göre ABD’li gençler arasında gözde meslek olarak görülmeye başlamış. Meslek demek biraz tuhaf ve iddialı gelse bile çoğu gencin ideal bir yaşam biçimi olarak gördüğünü inkâr edemeyiz. Bedava gelen ürünler, kârlı anlaşmalar, beğenisi bol takipçiler ve dışarıdan bakınca harika görünen bir yaşam tarzı… Önceki nesillere kıyasla, kendi tabirleriyle ‘hiçbir şeyi olmayan’ bir jenerasyon için influencer’lık, kestirmeden ulaşılabilecek bir başarı ve tatmin yolu…
Ancak hızlı tüketim kültürünün süratle dönüşen doğası buradaki dinamikleri de tersine çevirmeye başladı. Bahar aylarında TikTok’ta ortaya çıkan ve son günlerde sosyal medyada yeniden yükselen ‘deinfluencer’ trendi diğerinin aksine tüketicileri kalitesiz, gereksiz veya parasını hak etmeyen ürünler konusunda uyarıyor. Onları satın almamaya teşvik ediyor. Fortune, CNN, BBC, Huffington Post ve The Guardian’daki haberlerle dünya basınının ilgisini çeken ‘deinfluencing’ kavramı Türkçeye ‘etkisizleştirme’ kelimesiyle girdi. Tabii Z Kuşağı bu kelimeyi pek kullanmıyor ve sosyal paylaşımlar #deinfluence etiketiyle yapılıyor. #deinfluencetürkiye etiketiyle TikTok’ta karşıma çıkan videolardaki söylemler “Sizi diinfluuns etmeye geldim” şeklini almış. İngilizce paylaşımlarsa “Allow me to deinfluence you/Sizi deinfluence etmeme izin verin” lafını kullanıyor.
Influencer’lık doğru yapıldığında emeğin ve zamanın karşılığını verdiği için bir iş modeline dönüşebiliyor ve markaların dolgun pazarlama bütçelerinden payını alıyor. Ancak deinfluencing yapanlar, bunu sürekli bir unvan olarak taşımaktan ziyade paylaşım biçimi olarak benimsiyorlar. Ayrıca tanıtım yaptığı ürünlerin yanı sıra beğenmediği ürünlere karşı uyaran influencer’larla da karşılaşıyoruz. Bunlar biraz şüphe uyandırıyorlar. En çok etkisizleştirilenlerin başında güzellik ürünleri var. Ömür boyu kozmetik videosu izleme kotamı doldururken fark ettiğim üzere, deinfluencer’ları motive eden iki ana unsur var: İlki, dünyanın geçirdiği ekonomik buhran. İkincisiyse influencer’ların giderek samimiyetten uzaklaşmaları. Yaratımları takipçilere fayda sunmaktan çok markaya hizmet etmeye döndükçe tepki çekmeye başlıyorlar. Bir noktada tüketim kültürünün kendini besleyenleri de tüketmeye başladığını söyleyebiliriz.
TikTok Türkiye’deki genç kadın deinfluencer’lardan biri, lüks tüketime özendirmekle eleştirdiği influencer’lardan yakınırken bu işe başlama sebebini iki cümlede özetliyor: “Pahalı ürün gösterdikleri zaman zaten alamıyoruz, imkânsız… Uygun fiyatlı markaları gösterdikleri zaman da inanamıyoruz, samimi gelmiyor.” Mağazalardaki fiyatların absürt-astronomik seviyelere ulaştığı Türkiye, deinfluence paylaşımları için doğal olarak biçilmiş kaftan. Tam hayata atılacakları dönemde zorlayıcı ekonomi ve yaşam koşullarına boğulan Z Kuşağı içinse deinfluencing sadece bir trend değil, tüketim odaklı düzene karşı bir hayatta kalma refleksi aynı zamanda.
Deinfluencer’lar yalnızca gereğinden pahalı ya da kalitesiz ürünleri paylaşmıyorlar, nadir kullanılan ya da fazla işe yaramayan ev aletleriyle benzeri kişisel ürünler konusunda da farkındalık uyandırıyorlar. Influencer’ların genel olarak bakımlı ve şık imajının aksine, birçok deinfluencer sade hatta sakil görünümlü, samimi profilleriyle öne çıkıyor. Markalardan veya takipçi kaybetmekten pek çekinmiyorlar; “Bunu deinfluence ettiğim için nefret eden çok olacak ama yine de…” diyerek paylaşmaya devam ediyorlar. Tüketim çağının antikahramanlarına dönüşen deinfluencer’lar bir yandan farkındalık yaratırken diğer yandan geri dönüşümü, ikinci el kullanımını destekliyor ve bozulan ürünleri onarmak veya alternatif tasarımlar geliştirmek gibi çevre bilincine faydalı mesajlar paylaşıyorlar. Belki maddi dünyada sahip oldukları çok şey yok ama Z Kuşağı’ndaki gençler internette kimin söz sahibi olduğunu çok iyi gösteriyorlar!
Hayırlı bir iş yapıyorlar
#Deinfluence etiketli paylaşımların yarısından fazlası kozmetik ve kişisel bakım ürünlerini içeriyor. Şimdilerdeyse giderek her şeyin etkisizleştirildiğini görebiliyoruz. Popüler sosyal medya trendleri de bundan nasibini alıyor. Akıl ve ruh sağlığına yönelik paylaşımların, spiritüel ve kişisel gelişim içeriklerinin aşırı tüketildiğinde insana yetersiz veya sorunlu hissettirebileceğini söyleyen deinfluencer’lar hayırlı bir iş yapıyor. Ayrıca mekânlar, restoranlar, hatta şehirler bile deinfluence edilebiliyor. Örneğin sosyal medyada çok fazla tanıtıldığı için turistlerden adım atılacak yeri kalmayan, her köşesinde upuzun kuyruklar oluşan Floransa kentinin yerel sakinleri, şehir merkezinden dışarıya sürüldükleri için kendi şehirlerini etkisizleştirmeye çalışıyorlar (Biz de Kadıköy ve Moda’yı #deinfluence edebilsek hiç fena olmayacak). Bazen akla gelmeyecek şeyleri deinfluence edenler de var… TikTok Türkiye’deki genç bir kadın kullanıcının “Ben de deinfluencer olmaya karar verdim. İlk tanıtım yapacağım ürün erkekler, erkeklerden uzak durun arkadaşlar, hepsinden!” mesajını #erkolaryeto etiketiyle paylaştığı görülüyor.
Yapay zekâdan gezegenimiz için tehdit oluşturan unsurları teker teker ortadan kaldırması istenseydi önünde sonunda sıra insanlara gelecekti. Mavi gezegene en fazla zarar veren, en çok kirleten ve haddinden fazla kaynak tüketen canlıyı tespit etmesi uzun sürmezdi. Tam anlamıyla bir paradoks, değil mi?
Yapay zekânın bize nasıl bir gelecek hazırladığı konusunda Silikon Vadisi’nin dâhi çocuğu Sam Altman’ın da ciddi endişeleri var. Altman, OpenAI şirketinin CEO’su ve ünlü ChatGPT’nin yaratıcısı. Birkaç ay önce “Yapay zekâ hepimizi yok edebilir, medeniyetimizin sonunu getirebilir” şeklindeki açıklamalarıyla gündeme oturmuştu. Mayıs ayında Amerikan Ulusal Kongresi’ne beyanatta bulunan Altman bir yol ayrımında olduğumuza işaret ederek “Yapay zekâ geçmişte matbaanın bilgi ve öğrenim imkânlarını geniş bir alana yayıp sıradan insanları güçlendirdiği nitelikte mi olacak yoksa atom bombası gibi teknolojide çığır açtığı halde korkunç sonuçları halen peşimizi bırakmayan bir soruna mı dönüşecek” diye sormuştu.
LiveScience.com internet sitesindeki bir makaleye göre insanların yapay zekâya dair taşıdığı olumsuz duygular ve endişeler genel olarak iki kategoriye ayrılıyor: Yapay zekânın bilinçli hale gelip bizi yok etmeye kalkacağı fikri ve kötü niyetli kişilerin elinde şeytani amaçlara alet olacağı fikri. İnsanların korktuğu şeylerden biri de yapay zekânın süper akıllı hale gelmesi ve kendisini bizden üstün görüp hepimize ‘maymun muamelesi’ yapması. Ancak kimi uzmanlar kıyamet senaryolarının odak dağıttığını ve kamuoyu algısını gerçek tehlikelerden uzaklaştırdığını savunuyor. Zira insanları ve toplumu etkileyecek faktörlerin başında işgücü kaybı geliyor. Nisan ayında küresel araştırma şirketi Goldman Sachs’ın güncel bir raporuna yer vermiştim. Yakın gelecekte 300 milyona yakın tam zamanlı işin yapay zekâ marifetiyle otomasyona dönüştürüleceği bildiriliyordu.
"Ne bir melek ne de bir canavar; onu yaratan biziz ve sadece kendimizi dizginlememiz gerekiyor."
SUÇLULARA İMKÂN VEREBİLİR
İki hafta önce sektörün önde gelenleri tarafından yayımlanan açık mektup durumun ciddiyetine vurgu yapıyor. Cambridge, Toronto, Oxford, Berkeley, Tsinghua gibi üniversitelerden 24 üst düzey akademisyenin imzası var mektupta. Turing ödüllü Yoshua Bengio, Geoffrey Hinton ve Andrew Yao’nun en başta olduğu listede Yuval Noah Harari, David Krueger, Stuart Russel gibi tanınmış isimlerin yanı sıra Oxford Üniversitesi’nden Türk akademisyen Atılım Güneş Baydın da var. Mektupta yapay zekâ geliştiren sektörlerin kontrol mekanizmalarını arttırmaları gerektiği yönündeki uyarıların yanı sıra hükümetlere eylem çağrısında bulunuluyor…
Silikon Vadisi’nin en hassas mevzularından biri olan yüz tanıma ve aratma teknolojisi, PimEyes adlı yeni bir imaj arama motoruyla gündeme geldi. PimEyes’ın özelliği, tartışmalı yapay zekâlardan biri olan yüz eşleştirme teknolojisini genel kullanıma sunması. Başta Google olmak üzere Microsoft, Apple gibi devlerin teknolojiye temkinli yaklaştığını biliyoruz. Daha doğrusu büyük teknoloji devleri, yüz tanıma mekanizmasını kendi sistemleri ve ürünleri için yoğun biçimde kullanıyorlar ama bunu son kullanıcıya sunma konusunda haklı olarak geri duruyorlar. Hatta arama motoru devi Google’ın eski CEO’su Eric Schmidt zamanında geliştirildiği halde hiçbir zaman halka sunmadığı yegâne teknolojinin ‘yüz bulma’ olduğu biliniyor. Schmidt teknolojinin yanlış ellerde çok tehlikeli olabileceğini ilk ifade ettiğinde, yüz bulma konusuyla ilgili etik tartışmalar da başlamıştı ve 2010’ların ilk yıllarıydı.
‘Tehlikeli süper güç’
Dünyada her şeyin çığırından çıkmaya başladığı bir döngüde olduğumuz için şimdi, büyük şirketlerin yapmadığını girişimci teknoloji şirketleri yapmaya başlıyor. BBC’den Huffpost’a, CNN’den Wired’a, Newsweek’e kadar tüm büyük yayınlar PimEyes hakkındaki yorumlara vitrinde gururla yer veriyor. Naif bir illüstrasyon stili kullanan sayfanın, arkasındaki tartışmalı teknolojiyi yumuşattığı izlenimine kapılıyorum. Yorumlar arasında BBC, şimdilerde klişeye dönüşmeye başlayan ‘steroid almış yüz motoru’ tabiriyle ilk sırada. En çok ilgimi çekense The New York Times’a ait: “PimEyes ayda 29,99 dolara bilimkurgu filmlerinden gelen, potansiyel olarak tehlikeli bir süper güç sunuyor.”
PimEyes’ın CEO’su Giorgi Gobronidze, Doğu Avrupa’da yapay zekâ araştırmaları yürüten bir akademisyen. NPR ile yaptığı röportajda sistemin insanları belirlemek için olmadığını vurguluyor: “Biz aranan materyale benzer imajların yer aldığı internet sitelerini buluyoruz.” İmajdan kastettiğiyse insanı tanımlayan en belirgin şey; suratı. PimEyes, kimlik bilgisi sunmuyor, bulduğu fotoğrafın içinden aranan yüz kadarını gösteriyor. Orijinal fotoğrafa veya bulunduğu siteye gitmek, kısaca iz sürmek 7,99 dolardan başlıyor.
Çevrimiçi yüz tanıma teknolojisini kurcalamak, internetin aslında nasıl bir yer olduğunu kavramak adına faydalı. Kişisel yönden işlevsel yanları mutlaka var. Kendi retrospektifinize sahip olmak isterseniz ilham verici, kullanışlı olabilir. Veyahut geçmişten kayıp bir yakını bulmak gerektiğinde... Görme engelli bireyler için kolaylıklar sunabileceği gibi özel güvenlik meselelerinde, sahte hesaplarla mücadele ederken yararlı olacağı muhakkak. Ancak mahremiyet söz konusu olunca madalyonun öteki yanı, gözü kamaştırır derecede yansıma yapmaya başlıyor. Yüz tanıma motoru demek, parkta yürürken karşılaştığınız bir yabancı yanınızdaki ağacın fotoğrafını çekerken sizi de kadraja alırsa, sizin kim olduğunuzu aramaya kalkışabilir demek. Özeti bu şekilde. Meseleyi herkes dert etmeyebilir. Tanınmış insanlar için sanki çok sorun değil. Ancak hepimiz bir yerlerde anonim olmak, tanınmayacağımız ortamlara gitmek isteyebiliriz. PimEyes’a geçmişten iki hazır fotoğrafımı yükledim, bir de kameradan çekip güncel görüntümü -haber aşkına- paylaştım. Ve işte o an... Daha önce hiç görmediğim bir görüntüm orada, karşımda duruyordu. Bağlantı adresi yarı maskeli, tanımadığım yerli bir sayfa. Geçmiş etkinliklerden bir kare, konuya arka plandan dahil olduğum bir an... Etraftakiler blurlanmış, görüntüm iyi, bir sorun yok gibi. Fakat bu durumlarda kâbus görenlerin hissiyatını bir zerre de olsa anlamama yetiyor. Kısa dönem kullanıp varlığını bile unuttuğum bir klişe fotoğrafım da var yıllar öncesinden. Bu da bana arama kabiliyetinin derinliği hakkında fikir veriyor.
Hayatın öğrettiği ilk şeylerden biridir; sobaya değince canın yanar. Ne kadar uyarılsa da çocuğun kavraması anlatmayla olmaz ve hepimizin bildiği gibi eliyle dokunmadan sıcaklığın ve yakıcılığın tam idrakini yaşayamaz. Her insanın bilinçaltında kodlu olan bu deneyim, bizi pek çok felsefik düşünceye ulaştırabileceği gibi son derece somut bir gerçeği de içinde barındırır: Fizik yasaları. Fiziğin enerjiyle ilgilenen dalı termodinamik, evrendeki tüm hareketliliği özetleyen dört yasasıyla varoluşun mekaniğini bir çırpıda anlatabilir bize. Çocuğun eline transfer olan ısının hikâyesini de barındırır, maddenin halden hale geçiş meselesini de... Fiziğin yasalarını yasa yapansa evrenin hiçbir yerinde değişmeyen tutarlılığa sahip olmaları. Ancak bu, bizim kesin bildiğimiz yasalara yenilerinin eklenmeyeceği anlamına gelmiyor. İngiltere’deki Portsmouth Üniversitesi tarafından yayımlanan ve bilim dünyasının gündemine oturan yeni bir makalede, maddenin bilinen dört haline beşinci ve yeni bir ‘hal’ eklenebileceği ve fizik biliminde yepyeni bir alanın açılabileceğine dair bulgular var.
Fizik uzmanı Dr. Melvin Vopson kaleme aldığı makalede ve yayımladığı YouTube videosunda katı, sıvı ve gaz halleriyle bildiğimiz, dördüncü haliniyse plazma olarak öğrendiğimiz maddenin beşinci halinin ‘bilgi’ olabileceğini anlatıyor. Bilginin kütleli bir madde olabileceği ve yalnızca kendisini taşıyan, ışık fotonundan bile hafif bir parçacık şeklinde ölçümlenebileceği teorisini paylaşıyor. Vopson’un teorisi kanıtlanabilirse, fiziğin biyoloji, atomik fizik ve kozmoloji gibi dallarında yeni ve önemli açılımlar gerçekleşebilir.
Evren simülasyonu
Bu teorinin aynı zamanda dijital teknolojiyle ortaya çıkan sıradışı kavram ve teorileri destekleyen bir yönü bulunuyor. Bunlardan en ilginç olanı, evren simülasyonu. Şayet madde bilgi halinde var olabiliyorsa veya bilgi de bir maddeyse, kozmik bir bilgisayarın içinde yaşama ihtimalimiz güçleniyor demektir.
Simülasyon evren teorisi fazlasıyla soyut duyulsa da rasyonel bir yanı var. Üstelik teorinin Oxford Üniversitesi’nde ilk ortaya atıldığı 2003 yılından beri bu ihtimali kuvvetlendiren araştırmalar yapılıyor. Son olarak 2020 yılında Columbia Üniversitesi’nden astronom David Kipping’in araştırmasıyla bu ihtimalin 50-50 oranında yüksek olduğu ortaya çıkmıştı. Portsmouth akademisyeni Dr. Vopson ise sunduğu formüllerle her maddenin içinde kendisiyle ilgili bilgi parçacığı olduğunu kanıtlama yolunda. Madde diye tanımladığımız alanın en alt basamağında atomik düzeydeki elementleri ifade ediyoruz. Yani söz konusu bilgi, atom parçacığına dahil olmalı. Tıpkı insan ve hayvan hücrelerinin içinde DNA kodu olduğu gibi. Vopson, üniversite haber blog’una verdiği röportajda “Eğer bilginin de fiziksel olduğunu ve kütlesi bulunduğunu, yani element parçacıklarının da kendileri hakkında bir DNA taşıdığını farz edersek, bunu nasıl ispatlarız? Ortaya koyduğum çalışmanın amacı, bununla ilgili teorileri test ederek bilim toplumu tarafından ciddiye alınmalarını sağlamak” diyor.
İnfodinamik yasaları
Vopson’un deneyleri element atomundaki bilgiyi tespit edip ölçmek için parçacık-antiparçacık çarpışması kullanılabileceğini öneriyor: “Çarpışmada birbirlerini imha ettiklerini biliyoruz. Parçacıklar imha olduğunda, bu bilgi parçacığı da bir yere gitmeli.” Deneyler atom altı ortamlardan, 1TB’lık özel harddisklerin veri dolu haliyle format atılmış halinin ölçümlenmesine kadar uzanıyor. Bilginin evrenin temel bileşenlerinden biri olduğuna inanan biliminsanı, teoriler ispatlandığında fizik araştırmalarında yeni bir sahanın açılabileceğini de öngörüyor. Dr. Vopson, maddenin halden hale geçişi sırasında gelişen termodinamik enerji yasalarından yola çıkarak, bilgi parçacıklarıyla ilgili yasalara ‘infodinamik’ adını vermiş. Termodinamiğin meşhur
Saygın merkeze Türk profesör başkan oldu
Sıradışı başarıları kadar modern ve genç ruhlu üslubuyla sosyal medyada dikkat çeken Prof. Dr. Mete Atatüre, Cambridge Üniversitesi’nin fizik bölümü olarak bilinen Cavendish Laboratuvarı’nın 16’ncı başkanlığına atandı. Geçmişte ünlü astrofizikçi Stephen Hawking’in çalışmalarını yürüttüğü bölüm, kuantum başta olmak üzere fiziğin birçok dalında dünyanın en saygın ve köklü akademik merkezi olarak kabul ediliyor. Milli gururumuz Atatüre’nin devraldığı koltukta ilk oturan isim, elektromanyetizma teorisiyle ‘dünyayı değiştiren’ biliminsanı James Clerk Maxwell olmuştu. Prof. Dr. Mete Atatüre ise ışığın gürültü seviyesini ölçerek imkânsız denen bir başarı sergilemiş ve İngiltere’nin en prestijli bilim ödülü Thomas Young madalyasını kazanmıştı.
Bitcoin’in mucidinden merak uyandıran post
Bitcoin teknolojisinin mucidi olarak bilinen ancak kimliği halen sır gibi saklanan Satoshi Nakamoto, geçen günlerde X’te gizemli bir post (eski adıyla tweet) atarak ortaya çıktı. Nakamoto’nun hesabının hareketlenmesi, heyecan yarattı. Bitcoin’in yeni özelliklerinin ortaya çıkacağını hissettiren mesajda şöyle denildi: “Bitcoin bir önerim makinesidir. Önümüzdeki aylarda, tanıtım belgelerinde açıkça yer almayan farklı yönlerini keşfedeceğiz. Bunların hepsi Bitcoin’in parçalarıdır ve önemlidir. Bu fikirlerin bazılarına ilk yıllarda değinildi; şimdiyse bunları sonuca bağlama ve ne olduklarını açıklama zamanı.”
Kurşun geçirmez yeleğin kumaşından daha sağlam
Çinli biliminsanları, örümcek ve ipekböceği DNA’sını birleştirerek kurşun geçirmez yeleklerde kullanılan kevlardan daha sağlam bir kumaş elde etti. Doğada en sağlam iplik dokusunu ürettikleri halde, vahşi doğaları sebebiyle örümceklerle üretim yapmak mümkün olamıyor. İpekböceklerininse narin yapısı zorluk çıkarabiliyordu. Yürütülen genetik çalışmalar netice verdi ve Donghua Üniversitesi’nde CRISPR tekniği kullanılarak örümcek DNA’sıyla modifiye edilen ipekböcekleri son derece sağlam ipek ipliği üretmeye başladılar.
Bennu’dan NASA’ya sürpriz
NASA’nın yedi yıl önce Mars’la Jüpiter arasındaki asteroit kuşağına gönderdiği OSIRIS-REx inceleme aracı, beklenmedik sonuçlarla Dünya’ya döndü. Bennu isimli asteroide ‘dokunup’ uzaklaşması planlanan uzay aracı, arzu edilen toprak parçaları toplamanın yanı sıra planda olmayan materyaller toplayarak biliminsanlarını şaşırttı. OSIRIS-REx’in asteroid yüzeyine düştüğü anda örnekleri toplayıp geri sıçraması ve Dünya’ya dönmesi planlanıyordu. Uzay aracı yumuşak zemine beklenenden fazla saplanınca toplayıcı başlığın etrafında yüzeye ait farklı katmanlardan materyaller birikmiş oldu. NASA, Bennu’dan gelen materyalleri ellerindeki tüm imkânları kullanarak ve alanında en yetkin biliminsanlarıyla birlikte inceleyecek. Araştırma ekibi elektron mikroskopları, X ışınları ve kızılötesi araçlar kullanarak parçacıkları atomik düzeye kadar gözlemleyebilecek. NASA, proje sayesinde Dünya’ya suyun ve dolayısıyla yaşamın nereden geldiği sorusunun yanıtına ulaşmayı amaçlıyor.
Müzik... Evrenin insanlara sunduğu en kıymetli armağan. İnsana heyecan veren her şey gibi müziğin de maddi dünyada önemli bir karşılığı var. Dijital müzik kavramının ortaya çıktığı 90’lardan bu yana müzikten para kazanmak hem parıltılı hem de çetrefilli bir konuydu. İlk başlarda MP3 formatı müzik endüstrisi için bir tehdit olarak algılanmıştı. Devamında ‘korsan CD’ ile boğuşan plak şirketleri ve lisanslı sanatçılar mağdur durumdaydı. Dijital teknolojiye karşı en az 10 yıl süren sistemi kalibre etme çabası nihayet 2000’lerde sonuç verdi ve sürekli yayın platformları yaygınlaşmaya başladı. Pandora, milenyumun ilk büyük müzik platformlarından biriydi ve beğeniye göre müzik çalıyordu.
Kontrol kullanıcıda
2006’da İsveç’te kurulan Spotify hem radyo çalıp hem de müziğin kontrolünü tamamen kullanıcıya vererek bir sonraki 10 yılın standartlarını belirledi. YouTube, Spotify ve sosyal medya sayesinde dev plak şirketlerinin tekeli zayıfladı ve müzik üretimi özgün müzisyenler için tekrar kazançlı hale geldi. Günümüzde müzik, yeniden en bereketli, en ışıltılı eğlence ve iyi hissetme titreşimi olarak yükselişte...
Son dönemde eski şarkılar sinema filmlerinde hayat bularak yeni telif gelirleri yaratmaya başladı.
Plak şirketleri ve müzisyenler için işler kârlı hale gelmeye başladıkça pazar payı büyüyor. Böylece kazanç döngüsünde üçüncü -ve hepsinden önemli- bir gruba daha yer açılıyor: Dinleyiciler. Gündemdeki yeni fikir; popüler şarkıları borsa benzeri sistemle halka açmak. Aklınıza hemen NFT ve kriptolar gelebilir fakat işin aslı başka. Hit şarkıların tamamını veya içinden kesitleri finansal varlık haline getirecek olan sistem, müzik hayranlarına telif ortağı olma imkânı sunuyor. Jkbx isimli, ABD menşeli girişim şirketi, değeri 10 milyonlarca dolarlık şarkılarla çalışmak için ABD Sermaye Piyasası Kurumu’na (SEC) dosyasını sundu. Ürünlerin onaylanmasıyla yıl sonuna kadar faaliyete başlamayı planlayan Jkbx üzerinden hayranlar ‘şarkı hisseleri’ satın alabilecekler. Wired yazarı Kate Knibbs’in araştırmasına göre Beyoncé’nin ‘Halo’ şarkısı örneğin, şu anda 28.61 dolarlık değere sahip görünüyor. Müzik parçalarının iki ana telif unsuru bulunuyor; ilki müziğin bestekârlarına ait olan ve parçanın aslına dair olan telifler. İkincisiyse müziğin kayıt edilmesiyle oluşan, stüdyo veya plak şirketine ait haklar. (Not: Özgün eser telifleri de çoğunlukla plak şirketlerinin elinde bulunuyor. Hatta son aylarda Taylor Swift gibi tanınmış sanatçılar özgün eser haklarını kendilerine alabilmek için şarkıları yeniden kaydetmek gibi çeşitli yollara başvurdular.)
Jkbx’in kurduğu sistemde ana telif haklarının yanı sıra şarkılara bağlı farklı gelir kalemlerinden de kazanç elde edebiliyorsunuz. Son dönemlerde eski şarkılar sinema filmlerinde hayat bularak yeni telif gelirleri yaratmaya başladı. Dijital TV kanalları ve dizilerin yanı sıra TikTok videoları, Instagram Reels ve YouTube Shorts gibi ‘meme’ kültürü de telifli müziklerin değerini yükseltenler arasında... Jkbx kurucu CEO’su Scott Cohen, sektörün vizyoner isimlerinden. Kendi dijital müzik dağıtım şirketi Orchard’ı Sony’ye sattıktan sonra Warner Music’in yönetim kurulunda yer almış. Emekli olmaya hazırlanırken Jkbx fikri ortaya çıkmış. Cohen’e ilham verense sanatçılar ve plak şirketleri arasındaki büyük anlaşmalar olmuş. Tüm albüm kataloğunu 550 milyon dolara Sony Music Group’a satan Bruce Springsteen, güçlü örneklerden biri. Yine Kate Knibbs’in paylaştığı ayrıntılara göre bu yıl Justin Bieber, Dr. Dre ve geçen ay da Katy Perry gibi isimler, kataloglarını 200 milyon doların üstüne satan sanatçılar arasında... Sadece bu rakamlara bakıldığında bile, Jkbx’in herkes için kârlı bir ticaret yaratma potansiyeli açıkça görülebiliyor.
Duygusal yatırım
Yapay zekânın en kullanışlı haliyle dünyamıza hızlı giren ChatGPT tam anlamıyla iki yüzlü bir madalyon. Okulların açılmasından hemen önceki yazımda, bu yılın bir ilk olduğundan söz etmiştim. ChatGPT ile başlayan ilk eğitim yılı... İnternetteki kitabi bilgileri insansı konuşma uslubuyla sunan arama motorlarının yerini almaya güdümlü ChatGPT, yeni nesil öğrenciler için etkili bir araca ve teknolojik bir dualiteye dönüşmeye başlıyor. Z Kuşağı’nın üniversite yıllarına denk gelen bu yenilik, dünyanın farklı bir boyuta evrileceğinin güçlü göstergelerinden. Biz yetişkinler ve profesyoneller yapay zekâyı günlük yaşamımıza ve çalışma ortamlarımıza adapte etmeyi henüz yeni öğreniyoruz. Yeni nesil insanlarımız hayata yapay zekayla atılacaklar. ChatGPT hızlı ve akıllı bir bilgi kaynağı. Önce okullarda rağbet görmesi çok doğal. Öğrenciler arasında kopya veya kes yapıştır ödevler olduğu müddetçe ChatGPT kullanılması kaçınılmaz.
LOS ANGELES YASAKLADI
ChatGPT’nin anavatanı ABD nihayetinde yapay zekâ teknolojisinin nimetlerini hem çok kullanan hem de yan etkilerine fazlaca maruz kalan ülkelerin başında geliyor. Tüm dünyada yapay zekânın nasıl yönetileceği ve nasıl tavır alınacağı konusu ortak bir görüşle çözülebilmiş değil. Kaliforniya eyaletinin başkenti Los Angeles, bu yıl eğitimde ChatGPT’yi yasaklamaya karar veren şehirlerden. Chicago ve New York ise okullarda yapay zekâya erişimi halen serbest tutuyor. Wired dergisi, farklı eyaletlerden eğitimcilerle konuyu masaya yatırmış. Herkes için yararlı doneler ve içgörüler barındıran yazıdan bazı kesitler aktaracağım. ChatGPT sonrası eğitim konusunda henüz konsensus oluşmadığı veya geçerli pratiklerin bulunmadığı, konunun merkezinde. Güney Dakota’dan K-12 (okul öncesi, ilk ve ortaöğretim için ABD’de kullanılan ifade) okul müdürü Lisa Parry, üreteç yapay zekâları bu yıl ‘dikkatli biçimde kucaklayacaklarını’ anlatıyor. Kopyadan dolayı halen endişeli ancak intihalin (başkalarının işlerini kendinin gibi gösterme) her zaman eğitimciler için bir mesele olduğunu söylüyor. O nedenle her sene başında ilk ödev ve makaleleri öğrencilere sınıfta, gözünün önünde yazdırıyormuş. Wired yazarlarının sevdiğim bir tasviri var; matematik için hesap makinesi neyse, araştırma ve yazı işleri için de ChatGPT o diyorlar. İşin yorucu ve sıkıcı kısmını halledip öğrencilere daha fazla başarı imkânı sunabileceğinden söz ediyorlar. Okul müdürü Parry bu sene İngilizce öğrencilerinin ChatGPT’yi ‘steroid almış bir arama motoru’ olarak yazılı ödevlerinde beyin fırtınası için kullanacaklarını anlatıyor.
BİR ÖĞRENME ARACI
Metin üreteci yapay zekâların her tür bilgiyi ortalığa saçma kabiliyeti muazzam. Ancak halen iyi bir eleştirmen veya vizyoner bir düşünür olmadıklarını hatırlatıyor Wired yazarı Amanda Hoover. Montclair Eyalet Üniversitesi’nden direktör Emily Isaacs