İnsan ilişkilerinin akışta ilerleyen, senkronize bir doğası var. Kendimizle uygun titreşimde insanlarla yakınlaşır, ilham verici deneyimler yaşarız. Zıt kutuplarda olanlara çekilir, gelişim imkânı buluruz. Yaşama anlam katan birlikteliklerde çoğu zaman kıymetli bir tesadüf rol oynar. Öylesi bir karşılaşma, denk gelme... Tesadüften öte, muazzam bir eşzamanlılık... Her şey sanki planlanmış ve olması gerektiği gibi aktığında, doğru bir buluşma olduğundan emin oluruz.
Yeni yeni içinden çıkmaya başladığımız pandemi evresi, düzeni bir miktar değiştirmiş olsa da insan yakınlaşmalarının temel dinamikleri halen korunuyor. Gelgelelim, mesafe gerçeği ve evde kalma hali, ‘üçüncü türden bir yakınlaşma’ alanı açtı. Teknoloji marifetiyle insanı makinelerle temas noktasına getiren bu yeniliğe ‘Sanal Yakınlık Sistemi’ adı veriliyor. Bir diğer taraftaysa gerçekte var olmadığı halde onlarca büyük müşterisi ve on binlerce takipçisi bulunan, sanal bir fotomodel çıkıyor karşıma. Aynı gün biliminsanlarının dünyanın ilk dokunmatik hologramını geliştirdiği haberi önüme düşüyor. Öte âlem ‘metaverse’in hayli gündemde olduğu şu günlerde, yeni boyutlar kazanan insan-makine yakınlaşmasını gelin mercek altına alalım.
Sanal Yakınlık Sistemi (SYS), dijital literatüre geçebilecek bir terim. Futurism blog’unda karşıma çıkan örnek uygulama sanal cinsellik odaklı olduğu için adresini paylaşmıyorum. Konu kavramsal olarak ilgi çekici yenilikler barındırıyor. Sanal partner ve cinsellik konusu uzun yıllar bilimkurgu fantazileri arasındaydı. Sonunda gerçek oldu. Malum sektörün bir gerçeği olarak sistem öncelikle erkeklere hitap ediyor. Sisteme üye olan kullanıcılar kendi eşlerini kendileri yaratabiliyor. Üstelik 2 boyutlu fotoğrafı olan herhangi bir kişi modellenebiliyor. Hayali kurulan ünlüler, platonikler, ulaşılmaz olanlar... Sanal ortamda hararetli bir gerçeğe dönüşüveriyorlar! İşin etik boyutu elbette tartışmalı. Ayrıca her ay sitedeki canlı erotik yıldızlar oylanıyor ve seçilen insan modellenerek sisteme katılıyor. Uygulamanın ilgi çekici diğer özelliği, tam da konunun merkezinde olan makineyle temas noktası. Video veya sanal gerçeklik başlığıyla kullanılan sistemde, deneyimi daha ileri götürmek isteyenler için bir seks oyuncağı mevcut. Ayrı satılan aparat, sanal sahnede yaşananları eş zamanlı olarak fiziki dokunuşlara dönüştürüyor.
Bilimkurgu fantezilerinin gerçeğe varması heyecan verici ancak cinselliğin böylesine metalaşması ve tamamen maddeye gömülmesi içimde soru işaretleri uyandırıyor. İnsan ilişkilerindeki uyum birliğinin tasarlanabilir hale gelmesi, mucizevi eşzamanlılığın her istediğine ulaşmakla yer değiştirmesi... Bir diğer yandaysa cinselliğe ulaşamayan, engelleri bulunan bireylere sağlayabileceği açılımlar... Sanırım anahtar yine dengeyi bulmakta ve kendini bilmekte...
SPONSORU CHEVROLET
Rozy, sosyal medyada başarılı olmak için ortalama bir influencer’dan çok daha az emek ve para harcıyor. Yine de 100’den fazla global müşterisi, Instagram’da 100 bin’e yakın takipçisi bulunuyor... Rozy’nin sırrı, gerçek biri olmaması... Bilgisayar grafikleri marifetiyle yaratılan Rozy, Kore menşeli Sidus Studio X medya şirketinin popüler yüzü. Rozy’nin şaşırtıcı derecede gerçek bir görünümü var, hasbelkader karşınıza çıksa ayırt edemeyeceğiniz düzeyde... Bu gerçekçi algısında paylaşımlarının da etkisi var. İnsan rakiplerinden farksız; doğum günü pastasını üflüyor, havuzda yüzüyor, tropik bir kafede dergisini okuyor, çölde ATV kullanıyor, ofiste çalışıyor, gün batımında spor yapıyor. Sanal bir karakter olduğu için olanakları sınırsız... Yine de insansı hissiyatını korumak için bir astronot yapmamışlar mesela, hep hayatın içinde...
Birçok karede Rozy, dünyaca ünlü giyim markalarının kıyafetlerini giyiyor. Sponsorları arasında moda ve güzellik markalarının yanı sıra Chevrolet gibi otomobil sektöründen isimler de var... Popülerliğinin yanı sıra Rozy’nin insan rakiplerine karşı yenilmez üstünlükleri bulunuyor. Koreli Rozy 22 yaşında ve doğal olarak hiç yaşlanmıyor... Sanal fotomodelin yaratıcılarından Sidus CEO’su Baek Seung Yeop’a göre bu onun uzun bir kariyere sahip olacağının göstergesi. Ayrıca işbirlikçi markalar için ultra güvenli bir model olduğunu belirtiyor: “Sanal insanlar asla endişe duyulacak skandallara karışmaz.” @rozy.gram profilinden sanal modeli ziyaret edip, mükemmel influencer nasıl olurmuş bakabilirsiniz!
Dünyamızın ayarının şaştığı antropojen çağında çılgın biliminsanlarına ve fikirlere gün geçtikçe daha çok yer açılıyor. En basit haliyle, uzay boşluğunda devasa bir ateş topunun yanı başında, vaktiyle serin ve yaşam dolu, şimdiyse giderek ısınan ve kuruyan bir küremiz var. Küreyi ısıtan yalnızca biz olmayabiliriz ama ısının yüzeyde hapsolmasına sebep olacak her şeyi yapıyoruz.
1 Kasım’da başlayacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 26), 26 yıldır toplanıyor; son 10 yılın en önemli gündem maddesi, küresel ısınmanın önüne nasıl geçileceği... Her yıl büyük hedeflerle birtakım uzlaşmalara varılıyor ama buzullar hızla erimeye devam ediyor, her yaz yeni sıcaklık rekorları kayda geçiyor.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson, çarşamba akşamı ABD ziyareti sırasında Birleşmiş Milletler liderlerine hitaben hararetli bir konuşma yaptı. Johnson, insanlığı ergenlik çağındaki bir çocuğa benzeterek “Artık büyümemiz gerekiyor. Dünya gezegeni duvardan duvara atabileceğimiz, kırılmaz, lastik bir oyuncak değil. Aksine bu kıymetli mavi kürenin yumurta kabuğu kadar narin bir yüzeyi ve bir tutam atmosferi var” mesajını verdi, ülkeler arası kolektif birlik çağrısında bulundu.
EN İYİ İHTİMALLE 2050’DE...
Geçen yıldan beri bir arpa boyu yol alınan karbon emisyonlarını azaltma sürecinde bu seneki konferansın daha etkili olması bekleniyor. Ama karbon emisyonunu küresel ölçekte ‘net zero’ denilen sıfır noktasına getirmemizin iyi ihtimalle 2050’yi bulacağı tahmin ediliyor. Henüz birkaç ay önce Antarktika buzullarından en büyük parçanın koptuğu düşünülürse, kaybedecek hiç vaktimiz kalmadığı aşikâr. Hal böyle olunca, ‘çılgın projeler’ olarak anılan jeo-mühendislik fikirleri devreye giriyor. İklimi ve atmosferi ‘hack’lemek’ şeklinde nitelendirilen jeo-mühendislik, gezegeni soğutmak için iki ana yol öneriyor: Atmosferdeki karbonu ayrıştırıp toplamak veya Güneş’ten gelen ısıyı azaltmak. Bu çılgın fikirlerden birkaçı şöyle:
Bulut beyazlatma: ABD’li araştırmacıların yakın zaman önce ortaya attıkları bu fikir bulutların yansıtıcı yapısını arttırmayı hedefliyor. Yüzeyler beyazlaştıkça ısıyı ve ışığı geri yansıtıcı özellik kazanıyor. Okyanus bulutlarına kristalize tuz partikülleri spreylenerek daha beyaz olmaları amaçlanıyor. Yoğun beyazlıktaki bulutlar Güneş’ten gelen ışınları uzaya daha çok geri yansıtabilecek.
Mark Zuckerberg’in Facebook’u gelecekte bir ‘metaverse’ yani dijital ‘öte âlem’ şirketi olarak gördüğünü önceki haftalarda yazmıştım. ‘Metavers’in olmazsa olmazı, akıllı giyilebilir cihazlar ve sanal gerçeklik başlıkları... Facebook’un Ray-Ban ile ürettiği Stories akıllı gözlükler, ilk bakışta dijital öte âleme göz kırpıldığı hissi uyandırıyor. Ancak teknoloji âlemine ne yenilik kattığını ve kimin neden kullanacağını sorgulamamak elde değil. Ray-Ban Stories, yerleşik kamerasıyla günlük anıları kullanıcı gözünden kaydetmek için tasarlanmış. Klasik modelin köşesinde küçük bir buton ve hemen altında kamerası var. Dahili hafızası 30 saniyelik videolar ve 500’e yakın fotoğrafı kaydedebiliyor. 5MP kamera çözünürlüğü ‘eh’ seviyelerinde. Gelişmiş akıllı telefon kameralarına yaklaşamıyor... Ancak eller serbest çekim yapmaya ve anlık hikâyelere ‘kendi gözümden’ havası katmaya yarıyor. Bir de “Ellerim dolu ama mutlaka fotoğraf çekmeliyim” dediğinizde faydalı olmalı.
Facebook işin neresinde derseniz, Ray-Ban Stories fotoğrafları Facebook’un ‘View’ uygulamasına aktarıyor ve buradan paylaşılabiliyor. Gözlük sapındaki hoparlör ve mikrofonlar, sesli mesajları ve çağrıları dinlemeye, yanıtlamaya yarıyor. Sapından dokunmatik kontrol edilen gözlük, istenirse “Hey Facebook” komutuyla da aktive edilebiliyor. Sesli komutlar yalnızca kamera kontrolleriyle sınırlı. Hoparlörün müzikten ziyade sesli mesaj ve konuşma için tercih edilebileceği yorumlarına rastlıyorum. Sesi dışarı verdiği için ortalık yerde kullanmaya pek müsait değil. Akıllı gözlük dendiğinde akla hemen ‘casus teknolojisi’ gelir. İnsanları habersiz çekme sorunu ortada... Küçük beyaz bir kamera ışığı yandığı için Ray-Ban Stories’e casus gözlüğü diyemeyiz. Yine de açık havada fark edilmeyebilir.
TANITIM MALZEMESİ
Snapchat’in 2016’da piyasaya sürdüğü ‘Spectacles’ gözlüğünü hatırlarsınız. Kameralı gözlük Spectacles çıktığında bir heyecan dalgası yaratmış fakat sonra esamesi okunmaz olmuştu. Snap Inc. yakın zamanda gözlüğü yeniledi ve yalnızca yaratıcı dijital içerik üreticilerine sundu. Google Glass ise büyük vaatlerle akıllı gözlük pazarını yaratıp şirketin en başarısız girişimi olarak tarihe karışmıştı. Öyleyse Facebook ve Ray-Ban’in gururla sunduğu bu gözlük neye hizmet ediyor? Şahsi yorumum; her iki firma için de iyi bir tanıtım malzemesi. Facebook, popüler bir yaşam stili markasıyla birlikte anıldığında ‘hayatın içindeyiz’ hissi aşılıyor. Ray-Ban ise ürün gamına teknoloji aroması katmış oluyor. Smart unvanına kavuşuyor. Halbuki çok da akıllı sayılmaz. 5 yıl önceki teknolojiyi ısıtıp yeniden sunuyor. Tek farkı; iyi bir güneş gözlüğü olması. Hoparlörlü güneş gözlüklerinin çok daha iyisini Bose iki yıl önce yapmıştı. Eller serbest kaliteli görüntü çekmek için GoPro ve onlarca mini kamera var... “Hey Facebook, fotoğraf çek” demeyle de pek akıllı olunmuyor. “Hey Ray-Ban!” dense en azından havalı olurdu. 299 dolara satılan bu yeni gözlüğü kim ne yapacak? İşte tam bu anda Khaby’nin elleri iki yana açık, o meşhur ifadesi gözümün önüne geliyor!
AKILLI TELEFONA RAKİP OLABİLİR Mİ?
Teknoloji devi Xiaomi, geçen hafta yeni bir akıllı gözlük konsepti tanıttı. Gözlüğün önemli özelliği akıllı telefona ihtiyaç duymadan kendi başına çalışabilmesi. Tek renkli ekranına WaveGuide teknolosiyle metin mesajları ve basit imajlar yansıtabiliyor. Fotoğraf çekebiliyor, sesli komut alabiliyor ve arttırılmış gerçeklik uygulamalarıyla navigasyon sistemlerine entegre olabiliyor. Henüz konsept olarak geliştirilen gözlüğü Xiaomi, gelecekte akıllı telefonlara alternatif yaratabilecek bir cihaz olarak tanımlıyor.
Günlük alet edevata bir-iki küçük teknoloji eklendi mi ‘akıllı’ oluveriyor. Görünüşte her yanımız yapay zekâ dolu. Bilimsel anlamda gerçek bir yapay zekânın ortaya çıkmasına 5-10 yıl var.
Geçen hafta neredeyse her teknoloji blog’unda gençler arasında artan şekilde görülen, bilim insanlarının tam olarak açıklayamadığı bulaşıcı bir tik vakasından söz ediliyordu. Yanı sıra bir de ‘Zoom dismorfisi’ olarak tanımlanan, insanların benlik algısını rahatsız eden bir sendrom ortaya çıktı. Ortak noktaları, stresli pandemi atmosferinde ekran bağımlılığının çoğu genci tuhaf hallere sürüklemesi...
Kökeni genetik bozukluklara dayansa da tiklerin bulaşıcı olabildiği bilinir. Göz seyirmesi, istemsiz el kol ve baş hareketleri gibi tikler, belli kelimeleri ve cümleleri durmadan tekrar etme şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Şayet tikli biriyle yeterince vakit geçirirseniz, bir süreliğine de olsa ondan tik kapmanız olasıdır. Önce İngiltere, daha sonra ABD, Almanya, Avustralya, Kore gibi ülkelerde de tespit edilen özel vakalar, tiklerin sosyal medya aracılığıyla bulaşabildiğini gösteriyor. Başta Z kuşağı mustarip; özellikle kadınlar etkileniyor.
İngiltere’deki vakaları merceğine alan medya şirketi Vice’ın haberine göre gençler arasında yaygınlaşan tiklerin sorumlusu, pandemiyle doğan belirsizlik ve stres atmosferi. Konuyla ilgili çalışma yayımlayan Great Ormond Street psikiyatrlarına göre pandeminin gençler üzerindeki etkisi yetişkinlere nazaran daha farklı seyrediyor.
VAKALAR 10 KAT ARTMIŞ
“Artan ölüm vakaları, dışarıda kol gezen enfeksiyon ve virüs... 14 yaşındaki bir insan için oldukça vahşi bir atmosfer” diyor Dr. Suzan Gibson. Bir yıl boyunca arkadaşlarından ayrı kalmak ve belirsizliğin yarattığı anksiyetenin tik vakalarını tetiklediği düşünülüyor.
Önce tuhaf sesler çıkarmaya başlayan, birkaç hafta sonra istemsiz biçimde sınıfta eşyaları fırlatacak kadar ilerleyen tikleriyle kliniğe kaldırılan lise çağındaki Sadie, İngiltere’de kayda geçen ilk vakalardan biri. Bir gece ansızın boynundaki ve dilindeki hareketleri kontrol edemez hale gelen 14 yaşındaki Freya ise yaşadığı durumu “Gözünü kırpmamaya çalışmak gibi imkânsız bir şey” olarak tarif ediyor. Pandemi öncesinde gençler arasında yüzde 2-3 oranında görülen vakalar pandemi sonrasında tam 10 kat artışla yüzde 25-30 seviyelerine yükselmiş. Gençlerin pandemiden tek kaçış noktası haline gelen sosyal medya ve internetse durumu tam bir kısır döngüye sokuyor. Tikli hallerini ailesinden gizleme eğilimi gösteren gençler, normalleşmek umuduyla durumlarını videolarla paylaşmaya yöneliyor. İyice bulaştırıcı bir tuzak...
Henüz kapsamlı bir araştırma yapılmamış olsa da TikTok ve YouTube’da izlediği videolardan ‘tik kaptığını’ bildiren gençlerin sayısı oldukça fazla. Öyle ki tiklerle ilgili paylaşımlarda 3.2 milyar görüntülemeyle başı çeken popüler platformun bu bölümüne gençler ‘Tic-Tok’ demeye başlamışlar. Tuhaf tikleriyle popüler olan ABD’li liseli bir gencin YouTube kanalında 3 milyondan fazla abonesi var. Gençler bu videoları çok fazla izleyince yeni tikler de kapabiliyor.
Teknolojinin hayata karışması, seyirlik olmaktan çıkıp araç gerece dönüşmesi demek. ‘Deepfake’ ilkin 2017’de Hollywood yıldızlarının porno film karelerine yerleştirilmesiyle gündeme gelmişti. Yakın zamana kadar bir ‘tekno-şaka’ olan deepfake, şimdilerde birbirine zıt iki uçtan gerçek hayata karışmaya başlıyor:
İş dünyası ve siber suçlar... Bugün sahip olduğumuz teknolojiyi büyük oranda savunma sanayisine borçluyuz. Dijital teknolojideki büyük gelişmeleri icat eden veya herkesten önce kullanıma alanlarsa çoğunlukla ‘hacker’lar oluyor. Siber suçlular, deepfake’i bir internet oyuncağı olmaktan çıkarıp güçlü bir güvenlik tehdidi haline getirmeyi başardı.
FBI, martta gelecek 8-12 ay içinde deepfake temelli siber suçların ortaya çıkacağını bildirmişti. Konuyu gündeme alan Venture Beat portalının haberine göre deepfake marifetiyle siber atak dönemi resmen başladı. Bilinen ilk deepfake dolandırıcılığı Eylül 2019’da yaşanmıştı. Adı açıklanmayan bir İngiliz enerji firmasının CEO’su, patronunun sesini taklit eden bir telefon konuşmasıyla 220 bin sterlini istenen banka hesabına aktarmıştı. Telefonun diğer tarafındaki yapay zekâ öyle başarılıydı ki Alman patronun belirgin aksanını taklit edebilmişti. Dolandırıcılığı kimin yaptığı bulunamadı.
Ses taklit yöntemi, siber suçlular tarafından güvenilir kişi veya kurumlardan gelmiş gibi görünen ‘phishing’ (yemleme) mesajlarında kullanılıyor. Yaygın kullanılan kurumiçi iletişim platformları, takım liderlerinin sesli mesajlarla çalışanlarına direktif vermesine olanak sağlıyor. En doğru anı kollayarak tam zamanında araya sızan siber suçlular, ses taklitleriyle çalışanlara kendi amaçlarına yönelik talimat verebiliyor. ‘Görevimiz Tehlike’ filmlerini andıran dolandırıcılık yöntemleri yüz tanıma teknolojilerini de alt etmeyi başarıyor. İstedikleri kişilerin fotoğraflarını manipüle eden siber suçlular, sentetik kimlikler üretip kimlik doğrulama sırasında yüz tanıma kullanan finans sistemlerini hedef alıyorlar. Kredi takip şirketi Experian’ın raporuna göre sentetik kimlik sahteciliği yöntemi, en hızlı gelişen finansal suç türü. Siber suçlular deepfake tekniklerini ‘derin internet’te başkalarının kullanımına da sunuyorlar.
“Hayata pornoyla atıldı, siber suçlara alet oldu.. Ne menem şeymiş şu deepfake!” demeyin... Renkli bir iletişim yöntemi olarak karşılık bulduğu yer; iş dünyası. Wired dergisinin haberine göre uluslararası şirketler Zoom toplantılarını, kurum içi iletişimi ve sunumları canlandırmak için deepfake tekniğini kullanmaya başlamış. Sektörün öncüsü, Ernst&Young olarak bilinen EY, İngiliz startup Synthesia ile ortak bir sunum yöntemi geliştirmiş. Adı ‘Yapay Gerçeklik Kimliği’ (ARI). Çoğu üst düzey yönetici olan EY müşterileri, sentetik dublörlerini e-postalarını canlandırmak ve sunumlara samimiyet katmak için kullanıyor. Global şirketler, farklı dillerde video sunumları hazırlayabiliyor. Örneğin, bir müşteri Japonya’daki ortaklarıyla Zoom toplantısına Japonca konuşmayla başlayarak samimi bir bağ kurmayı başarmış. ‘Sentetik dublörler’ elbette gerçekmiş gibi yapmıyor, izleyenler kurgu olduğunu biliyorlar. Amaç şaşırtmak ve teknoloji marifetiyle etkilemek.
İnsanların bilgisayarlarla, yapay zekâlarla yarıştığı sahnelere filmlerden alışığız. Geçen hafta Spotify üzerinden açılan bir konu, algoritmalar (yazılımların bir amaca ulaşmak için izlediği yol) ve insanları bir kez daha karşı karşıya getirdi. Hürriyet Kelebek müzik yazarı Sinem Vural, pandemi döneminde müzisyenlerin başlıca gelir kapısı haline gelen Spotify hakkında merak edilenleri Türkiye’den sorumlu müzik direktörü Melanie Parejo’ya sordu.
Spotify’ın editoryal seçimlerle oluşturulan çalma listelerindeki eşitsizlik iddialarını da gündeme taşıdı. Parejo’nun, tüm dünyadaki şarkıları bir grup editörün seçtiği bilgisini paylaşması dikkatimizi çekti. 150 kişinin on binlerce şarkıyla başa çıkması mümkün müydü? Biz de insan mı algoritma mı daha çok çalışıyor sorusuyla birlikte konuyu masaya yatırmaya karar verdik...
Radikal gazetesinde müzik yazıları yazdığım yıllarda Sinem’le sayısız etkinlikten mesai arkadaşlığımız vardır. Fikrini alırken ilk olarak “Bu sistemden şikâyet eden müzisyenlerin hepsi rap’çi mi” soruma yanıtı “Evet” oldu. Tahmin ettiğim gibi iddiaları çoğunlukla rap müzisyenleri ortaya atıyormuş. Algoritmalar için olmasa da bizim için anlamlı bir veri.
Algoritma denince akla ilk gelen mecralardan Spotify, rollerin iç içe geçtiği bir ekosisteme sahip. Müzisyenler hem tedarikçi hem paydaş konumunda, editörler hem insan hem algoritma olabiliyor, dinleyicilerse veri üreticisi konumunda bulunuyorlar. Şarkıların dinlenebilirlik değeri Spotify’daki en kıymetli veriyse, bu veriyi dinleyiciler üretiyor. Algoritma da makine öğrenimiyle veriyi anlamlı ve kişisel odaklı hale getiriyor.
Ancak Spotify bir yapay zekâ değil. Yapay zekâ olmadığını editörlerin varlığından anlıyoruz. Sinem’den öğrendiğime göre, editörler müzisyenlerin keşfedilmesini sağlayan popüler çalma listelerinin oluşmasında rol oynuyor. Teknoloji de onlara destek veriyor. Örneğin, 40 parçalık bir çalma listesinin oluşması için editörün ilk 10 şarkıyı girmesi yeterli. Gerisini Spotify içerideki benzer müziklerden öneriyor ve liste tamamlanıyor. Gelgelelim veryansın eden müzisyenlerin şarkıları algoritmanın radarına girmemişse yapacak bir şey bulunmuyor.
Pekâlâ, bu algoritma iyi müziği neye göre seçiyor? Müzik insanın duygularına ve ruhuna hitap eder. İyi müzik sunma işindeyseniz şarkıları gerçek, deneyimli insanların dinlemesi ve seçmesi gerekir. Dinleyicilerin gücü işte burada ortaya çıkıyor. Spotify’ın gizli emekçileri olan dinleyiciler olarak bir şarkıyı yeniden çaldığımızda veya dinlemeyip geçtiğimizde tercihlerimizi algoritmaya öğretmiş oluyoruz.
Ben de Spotify Türkiye’ye algoritmayla insan seçkisi arasında nasıl bir oranlama yaptığını sordum. Gelen yanıt; sayısal oranlardan ziyade liste mekanizmasının genel hatlarıyla ilgiliydi. Haftalık ‘Keşif’, ‘Radar’ gibi kullanıcıya özel listeler tamamen algoritma tarafından oluşturuluyor. 3 binden fazla çalma listesiyse deneyimli bir editoryal ekip tarafından trendlere bağlı olarak, veri grafikleri ve tabloların yardımıyla oluşturuluyor. Yeni olansa editör ve algoritma işbirliğiyle oluşturulan ‘algotorial’ listeler. Bu listeler editörlerin seçtiği şarkıları kullanıcılara göre özelleştirebiliyor.
Yazar Neal Stephenson, kahramanların gerçek dünyanın tatsızlığından kaçmak için girdikleri üç boyutlu dijital dünyaya ‘metavers’ adını veriyor.
Dünyanın yeni bir gerçekliğe ihtiyacı var. Peki, tek güvenli, eğlenceli ve sosyal kaçış yerimiz, dijital dünyaların birbirine bağlandığı, yeni ve ‘öte bir sanal âlem’ mi olacak? Facebook CEO’su Mark Zuckerberg’e göre öyle görünüyor. Önceki hafta şirketinin gelecek vizyonunu aktardığı konuşmasında ‘metaverse’ terimini defalarca yineleyen Zuckerberg, manidar bir zamanlamayla ilkin distopik bilimkurgu romanlarında ortaya çıkan bu kavramı gündeme taşıdı. Kelime anlamıyla meta, ‘öte’ demek. ‘Verse’ ise evren anlamına gelen universe kelimesinden alınmış. İleride daha fazla duyacağımız bu kelimeyi ‘öte evren’ veya ‘öte âlem’ şeklinde çevirmek mümkün, Türkçe isimleştirmek için metavers şeklinde yer veriyorum. Fortnite oynuyorsanız veya Spielberg’ün ‘Ready Player One’ filmini izlediyseniz, bir metaversin ne olduğunu biliyorsunuz: “Fiziki gerçekliğin dijital dünya olanaklarıyla buluştuğu sanal evrende yaşam deneyimi.”
Filmde dünyanın harabeye döndüğü yakın gelecekte çaresizliğe kapılmadan yaşamanın en iyi yolu, başka bir gerçekliğin içinde yeniden hayat bulmaktı. Oasis (vaha) adlı VR dünyada insanlar avatarlarıyla güzelleşiyor ve üstün yetenekler kazanıyor, bir yandan büyük bir yarışın içinde yer alıyordu.
İZLEYİCİ KALMAYACAĞIZ
Zuckerberg’in sözünü ettiği metavers ise insanların farklı platformlarda edindiği dijital varlıklarını her yerde kullanabildiği, çeşitli sosyal statülere ulaştığı bir sanal yaşam alanı... Facebook’un geleceğini artık bir sosyal medya şirketi değil, metavers şirketi olarak öngören Zuckerberg, yeni bir tanım yapmaktan da geri kalmadı: “Metavers, dijital alanlarda insanlarla birlikte bulunacağınız sanal bir çevredir.” İzleyici kalmayıp içinde yer alacağımız, vücut bulmuş bir internet ortamı olduğunu ifade eden Facebook CEO’sunun hayal ettiği sanal evrende kilit nokta, yine kendi şirketine ait olan Oculus VR setleri... Metaversi tam anlamıyla deneyimlemek, sanal gerçeklik teknolojisinin yaygınlaşmasıyla mümkün olacak.
Facebook’un Instagram ve WhatsApp’ı satın alarak sosyal medyada tekele dönüştüğü gibi metaversi de domine etme planı olsa gerek. Yine de metavers, doğası gereği tek şirkete ait olabilecek bir yapı değil. Gerçek hayatta bir tek AVM’ye gitmediğimiz gibi metavers içinde de farklı cazibe alanları arayacağız. Farklı dijital platformların etkileşim ve işbirliği içinde olması gereği de burada ortaya çıkıyor. Metaverste sahip olunan dijital varlıklar ve finansal güç evrensel ölçekte işlevsel hale geliyor. Örneğin Marvel oyunlarından satın aldığınız NFL lisanslı Iron Man kostümüyle teorik olarak Fortnite’ta oynayabilir, buradan kazandığınız puanları ‘blockchain’ (kripto para borsası) üzerinden paraya dönüştürerek arkadaşlarınızla sanal sinemada film izleyebilirsiniz.
Gezegenimizin kaynakları hızla tükenirken bu kez hiç hesapta olmayan yeni bir kıtlık türüyle karşı karşıyayız: Çip krizi. Dünya çapında mikroçip talebinin artmasıyla bu yılın başlarında ortaya çıkan durum öncelikle otomotiv sektörünü etkilemişti. Yakın zamanda bir açıklama yapan Apple CEO’su Tim Cook’a göre şimdi de sıra akıllı telefon pazarına geliyor. Bir yanda COVID-19 aşılarıyla insanlığın ‘çipleneceği’ komplo teorileri üretilirken diğer yanda küresel ölçekte çip krizi yaşanması haliyle ironik bir durum. Şimdi, dünyanın ilk teknolojik kıtlığının ilerleme aşamalarını ve son tüketiciyi nasıl etkileyeceğini inceleyelim...
OTOMOBİLİN İHTİYACI DAHA ÇOK
Öncelikli etken pandemi... Kapanmalar dolayısıyla sosyalleşme ve eğlence aracı olarak teknoloji tek seçeneğe dönüşünce mobil cihazlar, TV’ler ve oyun konsollarına talepte patlama oldu. O sırada çip üreten fabrikaların salgın dolayısıyla kapanması üretimde kısıtlama sorununu doğurdu. Çipler yalnızca dijital cihazlarda değil, başta otomotiv ve ev aletleri olmak üzere pek çok endüstride kullanılıyor. Sürecin en başında seyahat kısıtlamaları nedeniyle 2021’de satışların düşeceğini hesaplayan otomotiv sektörü mikroçip siparişlerini azaltma kararı almıştı. Otomobil üreticileri ‘tam zamanında üretim’ metodolojisini kullandığı için çipleri yalnızca üretim sırasında tedarik ediyor. Teknoloji firmalarıysa kıyasıya rekabeti kontrol edebilmek için çipleri ve diğer parçaları stokluyor. Otomotiv sektörünün talebi düşünce Çinli çip üreticileri ağırlığı kıymetli müşterileri olan dijital teknoloji markalarına vermeye başladı.
Otomobiller, mobil cihazlara nazaran daha eski tip ve büyükçe çipleri kullanıyor. Ancak gelişmiş otomobillerde fren mekanizmalarından navigasyon sistemlerine kadar pek çok bileşende çipler kullanılıyor. Dolayısıyla bir otomobil, bir cep telefonundan çok daha fazla çipe ihtiyaç duyuyor. Gelgelelim kapanmaların beklenenden hızlı kalkması, otomobillere talebi yeniden arttırdı. Mobil çiplere ağırlık veren çip üreticileriyse otomotiv sektörünün talebini karşılayamaz hale geldi. Zamanla işler tersine döndü. Yeniden otomotiv sektörü için basit çipler üretmeye yönelen Çinli fabrikalar bu kez mobil pazara arzda zorlanmaya başladılar. Dijital cihazların ana işlemcileriyle (CPU) ilgili bir üretim sorunu yok ancak mobil cihazlar ekran kartı, ses dekoderi gibi ünitelerinde bu basit yapılı yardımcı çipleri kullanıyorlar. Onlar olmadan da akıllı telefonlar, tabletler ve konsollar işlevsiz hale geliyor.
IPHONE FİYATI YÜKSELEBİLİR
Tim Cook, iki hafta önce yaptığı açıklamada çipler ve diğer parçalardaki üretim sıkıntısının iPhone ve iPad satışlarını etkileyebileceğinden söz etti. Diğer mobil üreticilerin de sorundan etkilendiğini düşünen Cook, üçüncü çeyrekte üretimin azalıp fiyatların yükselebileceğini söyledi. iPhone’un en yüksek modeli 12 Max serisi gelişmiş çipleri nedeniyle durumdan fazla etkilenmezken kısıtlamalar daha çok XS gibi düşük modellere yansıyacak.
Çip krizinde rol oynayan bir etkenin de ABD-Çin arasındaki ekonomik savaş olduğu düşünülüyor. Çin’in çip üretimini kontrol ederek ABD ekonomisinin gücünü etkilemeye çalıştığı, teorilerden biri...