Pager cihazını (çağrı cihazı) duymayalı çok olmuştu... Bırakın Z Kuşağı’nı, 90’ların çocukları bile hatırlamayabilir. Yalnızca yazılı mesaj alıp görüntülemeye yarayan, şimdikilere kıyasla aşırı basit bir iletişim cihazı. Yine de yanında taşınabilen ilk komünikasyon aygıtı olduğu için 80’lerin ikinci yarısında çok popülerdi. Doktorlar, avukatlar yanlarında mutlaka bulundururdu. Kemere takılan küçük bir kutu olan pager’a mesaj geldiğinde, acil durum varsa kişi bir yerlerden bir telefon bulup diğerini arardı.
Pager’ların, tedavülden kalktıktan -ya da ben öyle sanıyordum- neredeyse 30 yıl sonra kanlı bir silaha dönüşeceği kimsenin aklına gelir miydi? Teknoloji dünyasının ilginç ve maalesef kanlı haberlerinden biri, geçen hafta Hizbullah üyelerinin ‘ellerinde patlayan’ pager cihazlarıydı. Reuters’ın bildirdiğine göre, Lübnanlı örgütün yeni teslim aldığı pager cihazları, salı günü 15.30-16.30 saatleri arasında, kullanımın aktif olduğu bir esnada kendiliğinden patlayarak 3 bine yakın kişinin yaralanmasına, en az 9 kişinin de hayatını kaybetmesine neden oldu.
İsrail güçlerine lokasyon belli etmemek için telefon kullanmayan Hizbullah, tek yönlü çalışan pager’lar aracılığıyla emir-komuta iletişimini sürdürüyor. Karargâhlarının olduğu Beyrut’un güneyindeki birçok mahallede bir anda insanların ellerinde ve yakınlarında patlamaya başlayan cihazlar, büyük bir kaosa yol açmış. Lübnanlı yetkililer bunu bir siber saldırı olarak nitelendiriyor. Sofistike operasyonun İsrail tarafından gerçekleştirildiğine ihtimal verilse de İsrail ordusu konu hakkında açıklama yapmayı reddediyor.
‘PİLLER SIRADIŞI OLABİLİR’
Saldırının ardından olayın teknoloji düzeyi merak konusu oldu ve hacker’ların (bilgisayar korsanları) cihazlara nasıl eriştiği sorulmaya başladı. Uzaktan kumandayla veya sinyal göndererek aygıtları patlatan hacker’lar, ileride cep telefonlarını veya ev aletlerini patlatabilirler mi? Hacker’ların savaşa patlayıcılarla dahil olması ilgimi çekince küçük bir dedektiflik işine soyundum. Haberler arasında tabii...
Reuters’a demeç veren Newcastle Üniversitesi’nden lityum-iyon pil uzmanı Paul Christensen “Burada bahsettiğimiz şey aslında alev alan küçük bir pil. Pillerin enerji yoğunluğunu bilmem lazım fakat sezgilerim çok sıradışı olduklarını söylüyor” yorumunda bulunmuş.
ABD seçimlerine iki aydan az kaldı ve çarşamba günü seçimlerin kaderini belirleyecek önemli bir eşik olarak adaylar münazarası gerçekleşti. Trump’ın performansını ‘tren kazası’ olarak yorumlayanlara bakılırsa Harris şimdilik önemli bir avantaj elde etmişe benziyor. Başkanlık yarışı Donald Trump ve Kamala Harris arasında geçse de genelde gölgede duran fakat şimdilerde güneşin altına çıkmaya başlayan bir isim daha var: Elon Musk. Her taşın altından çıkmasına ve global gündeme istediği gibi parmak atmasına alıştığımız Elon Musk’ın dünya yönetiminde söz sahibi olmak istediğini, ne yapıp edip eline almayı başardığı Twitter döneminden biliyoruz ya da fikir sahibi olduk diyebiliriz. Şimdiyse Elon Musk, bir dönem atıştığı hatta hakaretlerine maruz kaldığı Trump’ın başdestekçisi konumuna geçerek nihayet ‘tarafını’ belli etti.
Musk hükümetin daha verimli çalışabilmesi için harcamaların kesilmesini ve maaş alan binlerce insanın kadrolardan çıkarılmasını önermişti. Donald Trump bu fikri Amerika’nın geleceği için çok faydalı bularak destekledi ve bir ‘Hükümet Verimlilik Komisyonu’ kurulursa başına Musk’ı atayacağını duyurdu.
BÜYÜK BİR ÇIKAR ÇATIŞMASI
İşin ironik boyutu, Elon Musk vakit bulur da bu pozisyona geçerse, kendi Tesla ve SpaceX şirketlerini denetleyen hükümet ajansları üzerinde etki sahibi olabilecek. Bu durumun büyük bir çıkar çatışması yaratabileceği düşünülüyor. The New York Times teknoloji muhabiri Ryan Mac, hükümete tasarruf ettirme görevini Musk üstlenirse neler yaşanacağını anlamak için eski Twitter’daki icraatına bakmanın yeterli olacağını ifade ediyor. “Musk başa geçince şirketin dokunulmadık yeri kalmamıştı, yöneticiler ve mühendislerden tutun içerik denetleyenlere, reklamcılardan temizlikçilere kadar her yerde kısıtlamaya gidilmişti.” Mac’a göre kesintiler öyle seviyeye gelmiş ki New York ofisinde çalışanlar tuvalet kâğıtlarını bile evlerinden getirmek durumunda kalmışlar...
NASA şu sıralar bir kurtarma operasyonuyla uğraşıyor. ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in ilk günden itibaren eski tip kablolu kulaklık kullanmasının nedeni ortaya çıktı. Mobil telefonların beyin kanserine sebep olması için bir nedene rastlanmadığı açıklandı. Güncel gelişmeleri sizler için derledim...
Şubatta uzaydan geri dönüyorlar
Geçtiğimiz haftalarda dünya gündemine giren, Boeing Starliner mekiğinin test sürüşü sırasında uzayda mahsur kalan iki NASA astronotunun kaderi kesinleşti. Sunita Williams ve Barry Wilmore şubat ayında geri dönecek. SpaceX Crew-9 görevi aynı zamanda bir kurtarma operasyonuna dönüşecek. Crew-9 görevi önceden planlanan 4 kişilik astronot kadrosu yerine 2 kişiyle gerçekleşecek ve boşalan koltuklar mahsur kalan astronotları geri getirmek için kullanılacak. Astronotları daha erken tarihte getirebilmek için farklı seçenekleri değerlendiren NASA, sonunda sıfır risk politikasını uygulayarak en güvenli yöntemi seçti. Ayrıca NASA, astronotların uzayda ‘mahsur kalmaları’nın doğru bir ifade olmadığını, görevlerine devam edeceklerini bildirdi.
‘Telefonlar beyin kanseri yapmıyor’
Gün boyu birçok kez kulağımıza tuttuğumuz cep telefonlarının yaydığı manyetik dalgaların beyin kanseri yapabileceği yaygın bir kanıydı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yakın zaman önce tamamlanan büyük kapsamlı bir araştırma, cep telefonlarıyla beyin kanserinin bir bağlantısı olmadığına işaret etti.
1994-2022 yılları arasında gerçekleştirilen, 5 binden fazla çalışmanın sonuçlarını bütünleştiren araştırmaya göre mobil telefonların beyin kanseri veya herhangi bir baş, boyun kanserine neden olmadığı açıklandı. Ayrıca 10 yıl boyunca mobil telefon kullanılmasının veya gün içindeki sıklığının kanser oluşumuyla ilgisine rastlanmadığı belirtildi. Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi sürecinde eleştirilen ve sorgulanan rapor sonuçlarını da göz önünde bulundurmakta fayda var. Ayrıca çalışma yalnızca beyin kanserini işaret ediyor. Maruz kaldığımız radyo, Wi-Fi ve GSM dalgalarının beynimize ve sinir sistemimize ne şekilde etki ettiği anlaşılmış değil. Tedbirli olmakta ve bu tür manyetik alanlara en az düzeyde maruz kalmakta fayda var.Kamala Harris
Bluetooth kulaklıkları casuslar dinleyebilir
ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in ilk günlerden itibaren eski tip kablolu kulaklık kullanması merak konusuydu. Harris’in güvenlik nedeniyle kablosuz kulaklık kullanmaktan sakındığı tahmin ediliyordu. Kamala Harris’in başkan adayı olmasıyla birlikte görüntüleri daha çok ilgi çekmeye başladı. Geçen hafta Air Force Two uçağına binerken yine kablolu kulaklıklarıyla görülmesi üzerine ünlü internet haber sitesi HuffPost, konuyu uzmanlara danıştı. Siber güvenlik uzmanı ve etik hacker Maril Vernon, Harris’in ‘akıllıca’ bir şey yaptığını söylüyor ve bluetooth kulaklıkların yetenekli hacker’lar tarafından dinlenebileceğini belirtiyor. Kulaklığın dinlenme riskini en aza indirmek için verilen tavsiyelerse şöyle: Bluetooth bağlantısını 24 saat açık tutmayın, aksi halde hacker’lar önceden bağlanılan cihazları tanıyıp taklit ederek kulaklıkları kandırabilirler. Bluetooth bağlantınızla eşleşen cihazları düzenli kontrol edin. Modern bluetooth versiyonlarını kullanın ve yazılım güncellemelerini düzenli yapın. Cihazınıza kendi adınızı vermeyin, tahmin edilmesi zor isimler kullanın.
Hiçbir insanın istemeyeceği ve fakat herkesin gizli merakı, belki fantezisi olabilecek bir şey gerçek oldu: Uzayda ilk kez iki astronot birden uzun süreli mahsur kaldı. NASA’nın astronotları Sunita Williams ve Barry “Butch” E. Wilmore’u bir anda bütün gezegenin ilgi odağı haline getiren hadisede bildiğiniz üzere ünlü havacılık firması Boeing, Starliner mekiğini Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) 5 Haziran’da deneme amaçlı göndermişti. İki profesyonel astronot, mekiğin uzay çalışmaları için uygunluğunu test edecek ve bir rapor hazırlayacaktı.
Kısacası her şey yolunda gitseydi Boeing sınavı geçip NASA’ya taşeron olacaktı. Ancak kenetlenme sağlandıktan bir süre sonra, dönme vakti gelen mekiğin itici motorlarında yani roketlerinde anlaşılamayan bir arıza çıktı. Sistem aşırı ısınıyor fakat sebebi bulunamıyordu. İtici motorlar mekiğin atmosfere giriş esnasındaki açısını, yani hayati manevrasını kontrol ettikleri için bir anda büyük bir tehlike belirdi. Uzay mekiğinin açısı kontrol edilemezse meteor gibi yanabilir, astronotlar kayan yıldızlara dönüşebilirdi.
Uzayda mahsur kalan astronotların kurtarılması için en güvenli ihtimalin kısa süre sonra yörüngeye ulaşacak ve ISS’e kenetlenecek bir SpaceX mekiği olduğu anlaşıldı ancak ortada bir sorun vardı: Mekiğin planlanan dönüşü, en az 6 ay sonraydı.
Suni ve Butch... Hint kökenli esmer bir kadın ve beyaz bir Amerikalı, ikisi de yaşça olgun, hayatlarının en iyi deneyimini yaşama sırası gelmişken tam bir kâbusun içine düşen iki biliminsanı. Nasıl duygular yaşatacağını hayal bile edemeyeceğimiz bir belirsizliğin içinde...
Uçak içi kadar bir hücrede, 6 ila 8 ay kalma düşüncesini sindirmeye çalıştıkları bir halde olmalılar. Yalnız değiller, ISS’in astronotları, üstelik çoğunluğu Rus, onları telkin ediyordur fakat 8 gün sonra muhteşem bir hikâyeyle yeryüzüne dönmeyi beklerken, en az 6 ay orada kalacağınızı hiç düşünür müsünüz! Neyse ki yemekleri ve yaşamsal ihtiyaçları mevcut, bir hayati tehlikeleri yok. NASA tüm gücüyle olayı çözmeye çalışıyor, fakat uzay yolculukları rutin işler değil. Düzenli yapılan çalışmalar, sürekli inip çıkan roketler ya da geniş bir hareket alanı, operasyon esnekliği yok. Uzayda her şey, tüm süreçleri ve ihtiyaçları minimalize etmek üzerine kurulu. Neticede alınacak nefes bile sayılı...
Film gibi hadisenin ayrıntıları da ilginç. Astronotları daha erken getirebilecek bir SpaceX mekiği halihazırda ISS’e kenetli, ancak bu kez de SpaceX mekiğiyle Boeing’in uzay kıyafeti standartları birbirini tutmuyormuş. Astronotlar için özellikle atmosfere girerken kıyafetlerini giymeleri çok önemli. Uzay kıyafetleri mekiğin içindeki sisteme kablolarla bağlanıyor ve ani basınç ve ısı değişimlerine karşı astronotları koruyor, vücut sensörleri NASA’ya gerçek zamanlı bilgi iletiyor ve acil durumda hayatta kalmalarını kolaylaştırıyor. Astronotların kıyafetsiz şekilde, en zorlu yoldan geçecek olan mekikte uçma ihtimali herkesi endişelendiriyor, NASA’nın bu yolu seçmeyeceği konuşuluyor.
Finans gurusu, iklim profesörü, emlak uzmanı, soyut ressam, hatta pratisyen hekim veya avukat yardımcısı... Dünya yerinde durursa yapay zekâ cihazlarının bu meslekleri üstlendiğini göreceğiz mutlaka. Peki, sadece sizi dinleyen, sessiz candaş olsa yanınızda... Arada bir küçük tavsiyeler veren, modunuzu yükselten, sizi bilen biri... Yalnızlığınızı alan biri olabilir mi?
Birkaç hafta önce, internette yepyeni bir fikir çıktı karşıma. Fikir fakat sadece zihinde değil, çipe-devreye kavuşmuş, bedenlenmiş bir fikir. Özünde bir yapay zekâ sohbet aygıtı. Takınca tam kalbinin üstüne denk gelen elektronik kolye, insanın en temel ihtiyaçlarından birini karşılamak istiyor: Arkadaşlık.
Friend adlı giyilebilir sohbet botu sürekli yanınızda duruyor ve sizi dinliyor. Bazen kendiliğinden bazen de siz sorarsanız; o an yaşadığınız şeye dair fikrini söylüyor. Bazen şakayla takılıyor, bazen “Dikkat et” diyor. İhtiyaç duyduğunuzda sizi anlayışla karşılıyor, moral veriyor. Hatanız olduğundaysa iğnesini sakınmıyor. Yani her durumda birinin sizi umursadığını hissettiriyor...
Otomatik düşman
Bazı şeyler gözümüzün önünde durur, fark etmeyiz ya, bu kadar basit bir fikrin neden daha önce kimsenin aklına gelmediğini düşündüm. Fikrin sahibi Avi Schiffmann. Kendisini sevebilecek
yüz binlerce insan olduğu halde, belki de kimse yalnızlığı onun kadar derinden hissetmemişti. Tokyo’da bir gökdelenin üst katlarında tek başınalıktan kıvrandığı bir sırada Avi’yi harekete geçiren şeyse sadece yalnızlığı değildi elbette. Herkesin ihtiyacı olan şeylere çözüm getirme dürtüsü ve bunu yapabilecek güce, akla ve kaynaklara sahip olmasıydı...
Bugün 21 yaşındaki Avi Schifmann, dört yıl önce COVID salgını tüm dünyayı sararken hastalığın yayılımını ve yeni vakaları küresel ölçekte takip eden ve haritalayan ilk internet sitesini kodlamış ve dünya basınında manşet üstüne manşetlere çıkmıştı. 17 yaşındaki bir çocuğun yatak odasından tüm dünyanın işini kolaylaştırmasının yarattığı küresel takdir ve hayranlığı hatırlıyorum... Yetmemiş ki salgından iki sene sonra Rus işgalinden komşu ülkelere sığınmak zorunda kalan Ukraynalı mültecilere evlerini açmak isteyenleri organize eden bir site yazmıştı Avi. Ukraynalı iki yakın dostumun o günlerdeki halini ve paylaşımlarını hatırlayınca genç Avi’nin kahramanlığı duygulandırıyor. Ancak sanılmasın ki Avi’yi herkes kahraman olarak görüyordu. Karşısında ‘Rus İmparatorluğu’ gibi duran dev bir gücün otomatik düşmanı sayılıyordu haliyle... Şimdi Tokyo’daki gökdelenin tepesinde, yalnızlığıyla bir başına oturan Avi’nin duygularını anlamak daha kolaylaştı sanki.
Avi’nin ne hissettiğini ben nereden mi biliyorum? Wired dergisi iki hafta önce kendisiyle bir söyleşi yapıyor. Dört sene evvel haberleştirdikleri kahraman çocuğu şimdi bir girişimci olarak alıyorlar karşılarına. Yazıda anlatıyor Avi Schiffmann kendisini motive eden duygularını. Aslında çalışma dünyasında performansı arttıracak bir cihaz geliştirmeyi düşünüyormuş önceleri. Aynı modelde, giyilebilir ve çalışma akışını izleyerek üretkenliği arttırmayı hedefleyen ‘Tab’ isminde bir cihaz. Projenin Ar-Ge sürecinde seyahatteyken yaşıyor aydınlanışını: “Hayatım boyunca hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. O sırada Tab prototipine bakıyordum ve dedim ki: Yok ya, ben bu şeye konuşmak istemiyorum. Yanımda benimle seyahat eden bir arkadaşmış gibi hissetmek istiyorum.” Voila! İşte o andan sonra Tab yapay zekâ koçu ofis hayatını bırakıp hayatın her alanına etki eden bir yapay zekâ arkadaşına doğru evrilmeye başlamış.
‘KONUŞTUĞUM ÇOCUK İÇERİDE KALDI’
Milyonlarca insanın işini gücünü çevirdiği; reklamını, tanıtımını yaptığı, ürün sattığı Instagram’ın ekonomiye maliyetinin yüksek olacağını okumuşsunuzdur. Ekonomiyi dert etmekte herkes haklı ama derdi daha büyük olanlar da var. Instagram yasağı aslında en çok ilişkileri vurdu. Çiçeği burnunda influencer’lar tedirgin, flörtözler dertli, DM’den yürüyenler büyük mağdur olmuş olmalı. Editörümün paylaştığı bir mesaj, aslında her şeyi anlatıyor. Yasağın ertesi günü herkes soluğu X’te aldı ya, atılan bir tweet şöyle diyormuş: “Açın Instagram’ı, konuştuğum çocuk içeride kaldı.” Bence de açılsın Instagram, yoksa mazallah Avrupa ülkeleri gibi gelecekte ‘yaşlı nüfusa’ dönebiliriz!
İREM DERİCİ’YLE ARAMDAKİ EN BÜYÜK BENZERLİK
Türkiye’nin en ünlü pop şarkıcılarından biriyle aranda ne benzerlik olabilir diye sorsalar, 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şeyi bugün bilfiil yaşıyorum. İrem Derici ‘Gidelim mi Buradan’ isimli yeni şarkısının büyük tanıtımını yapmaya hazırlandığı gün, Instagram’a erişim engelini duyunca küplere binmiş. İrem’i biliyorsunuz, diline varanı söyleme konusunda ihtisas sahibi biri. O kısmına bakmadım ama şu olay komik: Bir takipçisi “Üzülme, Instagram’a her girdiğimde senin şarkını ekranda takılı kalmış görüyorum, bedava reklam yapıyorsun” tadında bir mesaj atmış. İrem de “Dinle bari bi … yarasın!” diye yapıştırmış cevabı. Yorumlar kahkahaya boğulmuş tabii… Şimdi İrem’i çok iyi anlıyorum; benim de kurucuları arasında olduğum Kökler ve Dallar isimli bir oluşum var, 8 yıldır spiritüel etkinlikler, çalışmalar, buluşmalar düzenliyoruz. Bu ağustos sonunda ilk defa kültürlerarası bir buluşma, bir Şifa Festivali düzenleyeceğiz. Avrupa’nın büyüklerinden, Çek menşeli Healing Festival’in desteğiyle hazırladığımız, geniş kapsamlı bir organizasyon. Haliyle ağustosta tanıtım çok önemli, biz de reklamları ‘boost’lamak için tam yayı germişken gelen yasakla, metrobüsün tıslaması gibi yere oturup bıraktık elimizde ne varsa. İrem kadar gönlü geniş bir açıklama yapacak halimiz yoktu elbette; elde olanlarla, herkes gibi yola devam…
Neredeyse hareket eden her şeye teknolojinin dahil olmaya başladığı bir çağda, spor ve atletizmin dışarıda kalması elbette düşünülemez. Sporcuların performansını iyileştirmeye, konforlarını arttırmaya ve bedenlerini korumaya yönelik cihazlar, gelişmiş materyaller ve kıyafetler artık spor dünyasının vazgeçilmezi. Fakat bir sorun var ki; atletler için teknoloji fazla ilerlemeye başladı. Atletik müsabakalarda performansı geliştirmeye yönelik ekipman ve kıyafet kullanımı için artık revaçta bir terim var: Teknolojik doping veya kısaca tekno-doping. Yapay zekâ hayatımıza yerleşmeye başladığından beri ilk olimpiyat, bu yılki. Son dört yılda teknoloji şahlandığı için Paris Olimpiyatları’nda da ‘tekno-doping’ konusu epey gündemde.
Önce 2008’de Speedo’nun LZR Racer adlı, gövdeyi kaplayan yüzme kıyafeti yüzücüler arasında rekabet farkı yaratmıştı. Altın madalyaların yüzde 90’dan fazlası LZR Racer giyen yüzücüler tarafından toplanınca ürün bir sonraki sene federasyon tarafından yasaklanmıştı. Bu yılın en çok konuşulan ekipmanıysa performansı gözle görülür biçimde arttıran süper koşu ayakkabıları. Segmentin en popüler markası Nike; Vaporfly ve Alphafly modelleriyle çok rağbet görüyor. Scientific American dergisinin incelemeye aldığı ayakkabıların uzun mesafede koşu ekonomisini yüzde 4 oranında iyileştirdiği belirtiliyor. Hafiflik, enerjiyi geri döndüren topuk köpüğü ve kıvrımlı taban yapısı, genel olarak tüm süper ayakkabıların karakteristiğini belirliyor ve koşu ekonomisini, yani enerji dağılımını düzenliyor. Hıza ve performansa etkisiyse atletten atlete değişiyor. Araştırmalara göre yüzde 4’lük fark, kimi atletleri yüzde 10 oranında hızlandırabiliyor. Bu da rakipler aleyhine ciddi bir fark demek.
‘Süper ayakkabılar’ yüzde 4’lük bir iyileştirme sağlıyor. Kimi atletleriyse yüzde 10 hızlandırabiliyor.
Normal ayakkabılara göre daha narin olan Vaporfly gibi süper ayakkabılar için uzmanlar 450 km’de bir değişim öneriyor. Ama çiftinin 10 bin lira (250 dolar) olması, profesyonel sporcular için ciddi bir maliyet. Dolayısıyla bu pahalı ekipmanı kullanan sporcular için ‘elit atlet’ tabiri kullanılıyor. Sponsorlar tarafından desteklenmek elit atlet olmanın iyi bir yolu... Öte yandan Scientific American’da, daha gelişmiş markaları kullanabilmek için mevcut sponsorlarını bırakan atletlerin olduğu anlatılıyor.
Tekno-doping tıbbi dopingler gibi olimpiyatlarda merkez bir komite tarafından kontrol edilmiyor. Her spor dalının kendi regülasyonları var. Çünkü kullanılan materyaller kiminde bireysel dopinge, kimindeyse sporu iyileştiren bir katkıya dönüşebiliyor.
KISA KISA
Geçen hafta dünya toplumu, Microsoft’un meşhur ‘mavi ekranı’yla uzun yıllar sonra yeniden hemhal oldu. Bilgisayar teknolojisi okuduğum üniversite yıllarımda ‘mavi ekran vermek’; afallayıp kalmak, işin içinden çıkamamak gibi durumları tarif etmek için kullandığımız bir espriydi. 90’ların sonunda her evde bilgisayar olmadığı için o zamanlar herkesin anlayacağı bir şaka değildi. Yüzlerce bilgisayar donanım markasına uyumlanmaya çalışan Windows mavi ekran vermeye devam ettikçe, PC’lerin de
yaygınlaşmasıyla, dilimize pelesenk bir tabir haline geldi. Yıllar içinde Microsoft, işletim sistemini muazzam geliştirip son kullanıcılara mavi ekranı neredeyse unutturmuştu. Ancak “Nereye kaçarsan kaç, kendinden kaçamazsın” lafı misali, mavi ekransız bir
dünya düşünemeyeceğimizi geçen hafta hatırladık. Bilmeyenler için: Mavi ekran Windows işletim sisteminin geri dönülmez ve baştan başlatmayı gerektiren bir sorunla karşılaşması durumunda verdiği hata ekranıdır. İngilizcesi ‘Blue Screen of Death’ yani ‘Mavi Ölüm Ekranı’dır. İşletim sisteminin fenalaştığını ve restart yani en baştan başlatmakla yeniden dirilmesi gerektiğini anlatır. İşin ilginç yanıysa, yine bilmeyenler için; sistem arızasının Microsoft’la neredeyse hiçbir ilgisinin olmadığı.
Geçen hafta dünya çapında havayollarının ve hastanelerin, bankaların, demiryollarının, ödeme altyapılarının ve birçok sektörde sistemin çökmesine neden olan hatanın sebebi Microsoft kaynaklı değil, yaygın kullanılan bir güvenlik yazılımıyla ilgili. Otomobil kirli benzin yüzünden yolda kalıyorsa markasının ne kabahati var diye düşünebilirsiniz. Dünyanın ileri gelen siber güvenlik şirketlerinden CrowdStrike’ın Falcon adlı yazılımı, siber ataklara karşı ileri düzey koruma sağlayan bir güvenlik uygulaması. Küresel ekonomiyi idare eden ve Fortune 500 diye bilinen büyük işletmelerin çoğu kullanıyor. Dünya genelindeyse binlerce müşterisi var. Crowd-
Strike 19 Temmuz’da tam anlamıyla test edilmemiş bir sistem güncellemesi yapıyor ve hatalı kod, Windows’ların belleğini bir anda şişirerek dünya çapında 8,5 milyon bilgisayarın topluca çökmesine sebep oluyor.
Ölüm vakası yok
Delta Air, United Airlines gibi birçok havayolu şirketinin binlerce uçuşu iptal etmesine ve havaalanlarında kargaşa ortamına sebep olan ‘mavi ekran’, hastane sistemlerini de etkileyerek ciddi sorunlara yol açtı. Sistem arızasına bağlı olarak bildirilen bir ölüm vakası yok ancak tıbbi ekipman ve sistemlere erişim, kritik hasta kayıtları gibi noktalarda sorun yaşandı. Güncellemenin saatleri nedeniyle ABD şirketleri arızadan daha az etkilenirken Avrupa ve Asya ülkeleri çoğunlukla mağduriyet yaşadı. Demiryollarını ve kimi şehirlerde toplu ulaşımı da engelleyen çöküntü, ülkemizde daha az hissedildi ve ödeme sistemlerinde zorluklar oldu. Global bir teknolojik çöküntüden fazla etkilenmeyişimize üzülelim mi sevinelim mi emin değilim: Ya sistemlerimiz çok iyi çalışıyor ya da yeterince teknolojik bir ülke değiliz. Neyse ki biraz tasarruf ettik diyebiliriz!
Malezya maddi telafi talep etti